Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
…
24 pages
1 file
Bu çalışmada Batı Trakya’nın önemli bir merkezi olan Gümülcine’nin 1831-1900 yılları arasındaki idari yapısı ve nüfusu incelenmiştir. 19. yüzyılda önce Selanik vilayeti bünyesinde bir kaza olan Gümülcine, 1864 vilayet düzenlemesinden sonra Edirne vilayetine bağlanırken bir süre sonra da sancak merkezi yapılmıştır. Müslüman, Rum, Bulgar, Yahudi ve Kıbtî nüfusu ile Osmanlı çoğulculuğunun güzel bir örneğini teşkil eden Gümülcine, çevresinde öne çıkan bir merkez olmuştur. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası yaşanan mecburi göçler sırasında geçici iskân bölgesi haline gelmiş, 20. yüzyıla girilirken hâkim unsur olan Müslüman nüfus daha da artmıştır. Arşiv belgeleri ve salnamelerden bu değişim ve süreci takip etmek mümkündür.
TARİH YOLUNDA BİR ÖMÜR PROF. DR. İSMAİL ÖZÇELİK’E ARMAĞAN, 2019
Osmanlı Devleti’nin, 19. Yüzyılda batılı devletler ile olan ticari faaliyetlerinde artış gözlenirken, gümrük teşkilatının da o oranda geliştiği görülmüştür. Özellikle İzmir, İstanbul, Trabzon, Beyrut gibi liman kentlerinde gümrüklerin hem fiziki anlamda hem de işlevsel olarak pasaport, karantina, yolcu salonu ve sıhhi daireler gibi bölümler eklenerek daha fazla geliştirildiği gözlenmiştir. Bununla birlikte ticari faaliyetler sırasında gümrüklerden geçen eşyaların sıhhi muayenelerinin yapılmasının gerekliliğinden dolayı laboratuarlarda, rüsumat dairesi bünyesinde kimyagerler istihdam edilmiştir. İstihdam edilen kimyagerler vasıtasıyla gümrükten geçecek olan gıdaların, içeceklerin ve diğer eşyaların sağlık ve güvenlik açısından muayene edilmesine özen gösterilmiş olup bu hususta nizamnamelerin yayınlandığı ve bu nizamnamelere riayet edilmesinin önemi üzerinde durulduğu bilinmektedir. Nitekim çalışmaya esas alınan Gümrüklerce İcra Edilecek Muayene-i Sıhhiyeye Dair Nizamname adlı eserin de gümrüklerde sıhhi muayenenin icrasında takip edilecek uygulamaları ortaya koyması konuya Osmanlı yönetim erkinin duyarlılığını göstermesi açısından önemlidir. Talimatnamede öncelikle sıhhi muayeneye tabi olacak eşyaların türleri hakkında bilgiler tespit edilmiş olup bu türlerin,kimyevi karışımlar, eczacılığa dair olan ilaçlar ve özel ilaçlar, yağ, un, kahve, çay ve alkollü içecekler olduğu dile getirilmiştir. Daha sonra Sıhhi muayenenin yapılması için İstanbul’da rüsumat emanetinde bir tahlilhane bulunması gerektiği, burada 1 baş kimyager, 3 kimyager ve 1 bakteriyolog istihdam edileceği, tahlilhanenin Galata Emtia-i Ecnebiye gümrüğünde bir şubesinin yer alacağı ve orada da 3 kimyager bulundurulması gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca İzmir, Selanik, Trabzon, İşkodra, Beyrut, İskenderun, Basra, Trablusgarp limanları gümrük idarelerinde de birer kimyager bulunması gerektiği belirtilmiştir. Kimyagerlerin, münhasıran İstanbul’da rüsumat emaneti, vilayetlerde ve rüsumat nezaretleri maiyetinde yer almak suretiyle istihdam edileceği, kimyager bulunmayan bölgelerde ise sıhhi muayenenin belediye tabipleri vasıtasıyla yapılacağı belirtilmiştir. Muayene sırasında tahlil olmadan kimyevi ilaçların kesinlikle sınırdan geçirilmemesi ve bu gibi durumların belediye tabipleri tarafından rüsumat idarelerine bildirilmesi ve bildirilen bu eşyaların numunelerinin kimyager bulunan en yakın rüsumat idaresine sevki ile orada tahlil ettirilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur. Muayene sırasında, eşyanın bozuk veya sağlığa zararlı olduğu tespit edildiğinde, kimyagerler tarafından bu eşyaların deftere kayıtları sırasında bu eşyalara dair bilginin kaydedilmesi ve bu eşyaların mühürlenip tarih atılarak tahlilhanede 30 gün kadar muhafaza edilmesi ve eşyaların tahlil evrakı ve makbuz karşılığında eşya sahibine verilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur. Buna ilaveten, muayene sırasında geçişine izin verilmeyen eşyanın, gümrük idaresi tarafından içeri geçirilmeyip, bu durumun sahibine bildirilmesi, eşyanın geldiği mahalle veya sahibi tarafından seçilecek diğer bir memlekete kurala uygun bir şekilde iade edilmesi ve bu durumda eşya sahibinin, eşyanın iade olunduğunu açıklayan ikinci “konşimentosu/alındı belgesini” rüsumat idaresine vermek zorunda kalacağı dile getirilmiştir. Yiyecek ve içecek bağlamında, domuz etinden yapılmış olan sucuk, pastırma ve jambon gibi gıdaların, bulaşıcı hayvan hastalıklarının bulunduğu bir memleketten getirilmesi durumda sadece sıhhi muayenenin yeterli görülemeyeceği, bu mamullerin hastalıklı olmadıkları hakkında resmi dairelerden bir tasdiknamenin ibraz edilmesi gerektiği, alkollü içkilerden olup, muhafaza için asid salisilik katılmış ve zararlı madde ilave edilmiş olanların girişinin yasaklanacağı belirtilirken, tanınmış fabrikalar tarafından üretilen ürünlerden olan ve şişeleri üzerindeki etiketlerde mahiyetleri yazılı olan şampanya, şarap, konyak ve likör gibi müskirata dair muayene ve muamelenin doğrudan doğruya gümrük memurları vasıtasıyla yapılacağı gibi konulara dair maddelerin yer aldığı tespit edilmiştir.
“TARİHİN İZİNDE BİR ÖMÜR” PROF. DR. NURİ YAVUZ’A ARMAĞAN, 2019
17. ve 18. Yüzyılın siyasi, soysal ve ekonomik çalkantılarına rağmen, Osmanlı, 19. Yüzyılın başlarında geleneksel ekonomik sistemiyle, kendi kendine yetebilen bir ekonomik yapıya sahip durumdadır. Ancak 19. Yüzyılda Osmanlı ekonomisi için bir dönüm noktası olan 1838 tarihli Balta Limanı ticaret antlaşması, İngiltere başta olmak üzere batılı devletlere imtiyaz yolunu açmıştır. Buna ilaveten Osmanlının geleneksel ekonomik uygulamaları olan yed-i vahid ve vergi sınırlaması gibi uygulamaları kaldırması, ekonominin dışa bağımlılığını artırmış ve Osmanlıyı batılı devletlerin pazarı durumuna getirmiştir. Bununla birlikte Tanzimat dönemi ıslahatları da dışa bağımlılığı ve ekonomik bunalımı artırıcı bir durum yaratmıştır. Dolayısıyla devlet, ıslahatların maddi gereksinimlerini karşılamada zorlanırken, 1854 yılındaki Kırım Savaşı, bu durumu daha da kötüleştirmiştir. Bundan dolayı devlet ekonomik sıkıntıları çözme adına ilk defa dış borçlanma yoluna gitmiştir. Devletin dışarıdan aldığı borçları ödeyemez durumda olması, aldığı borçları ödemek için tekrar borçlanması Avrupalı devletlerin borçlarını tahsil edebilmek için Duyûn-u Umumiyeyi kurmasına neden olmuştur. Duyûn-u umumiye borçları tahsil edebilmek için, Osmanlı maliyesi üzerinde denetim kurarak, rüsûm-u sitte adı verilen tuz, tütün, damga, içki, balık ve ipek gelirlerini borçlara karşılık ipotek yoluna gitmiştir. Bu gelir kalemleri içerisinde önemli bir yere sahip olan tütün gelirleri üzerinde denetim kurmak, tütün işletilmesi faaliyetlerini yürütmek için de reji idaresi yetkili kılınmıştır. Tütün işletmesi faaliyetleri içerisinde tütünlerin satın alınması, gerek yurt içine gerek yurt dışına satılması gibi uygulamaları reji idaresi üstlenmiştir. Bu bağlamda bu yetkileri kullanabilme ayrıcalığını sağlayan ise Osmanlı devleti, Duyûn-u Umumiye ve Reji Şirketi arasında yapılan ve çalışmanın esasını oluşturan tütün inhisarına dair hazırlanan mukavelename olmuştur. Bu mukavelenamede, öncelikli olarak tütün imtiyazının 15 yıllığına reji idaresine bırakıldığından bahsedilmektedir. Şirketin merkezinin İstanbul’da olacağı, hissedarlar tarafından belirlenen 15 kişiden oluşan bir heyet tarafından idare edilip, damga, pul vb. vergilerden muaf olacağı belirtilmiştir. Her yıl sonunda şirketin, borç ve alacaklarını bir bilanço düzenleyerek kaydetmesi gerektiği ve elde edilen gelirlerin Hükümet-i seniyye, Duyûn-u Umumiye ve şirket arasında taksim edileceği dile getirilirken, 344400 Osmanlı lirası değerindeki hasılat fazlasından,% 30 oranında miktar hükümet-i seniyyeye, %35 oranında miktar Duyûn-u Umumiyeye, %35 oranında miktar şirkete, Hasılat fazlası 594400 lirayı aşarsa 250.000 liraya kadar olan fazladan, % 60 oranında miktar Hükümet-i seniyye’ye, % 30 oranında miktar Duyûn-u Umumiye’ye, % 10 oranındaki miktar ise şirkete, Hasılat fazlası 1.344.400 lirayı aşarsa fazladan, % 70 oranında miktar Hükümet-i seniyye’ye, % 20 oranında miktar Duyûn-u Umumiye’ye, % 10 oranındaki miktarın ise şirkete olacak şekilde gelirin dağıtılacağı ifade edilmiştir. Şirkete devredilen tütün işletmesi faaliyeti kapsamında, Osmanlı devletinde hasıl olan tütünlerden sigara tütünü, yaprak sigarası, sigara, çekme ve çiğneme tütünü imal edip satmak gibi uygulamalar olduğu, ayrıca şirketin, tütün ziraatı, teftişi, tütün ihracat faaliyetleri, yabancı mahsullerin ithali, mamul tütünlerin satın alınması ve kaçakçılığın önlenmesine dair ceza tedbirleri ile ilgili kanun layihaları, kanun ve nizamnameler hazırlama salahiyetine de haiz olduğu gibi konular üzerinde durulmuştur.
Yabancı düşmanlığı tüm toplumlarda belli oranda rastlanılan bir durumdur. Eski Yunan’da zenofobi olarak bilinen “yabancı korkusu” tarihsel süreçte “öteki”ye dönüşerek yerini Avrupa’nın bugünkü yabancı düşmanlığına bırakmıştır. Batı ve Doğu kültürlerinin temel çatışma alanlarında Hıristiyanlık ve İslamiyet belirleyici olmuştur. Özellikle Avrupa’da gerçekleştirilen Türk fetihlerinden bugüne dek Avrupa’da Hıristiyan kutbu, gitgide keskin bir çizgiyle diğer etnik ve sosyal grupları dışsallaştırarak, kendi tarihsel misyonunu oluşturma, geliştirme ve koruma yoluna gitmektedir. Avrupa’da bugün Türk-İslam topluluklarına karşı ciddi bir dışlama, baskı, ayrıştırma yapılmakla birlikte İslamofobik ve Türkofobikprovokatif eylemler gerçekleştirilmektedir. Bu çalışmada, Avrupa merkezli İslamofobik ve Türkofobik eylemlerden hareketle 2015 yılında Gümülcine’de gerçekleşen bir cami kundaklama olayı incelenmiştir.
ATLAS INTERNATIONAL REFERRED JOURNAL ON SOCIAL SCIENCES, 2018
Güneybatı Asya'yı Avrupa'ya bağlayan Türkiye, coğrafi konum itibariyle göç yollarının kavşağında bulunmaktadır. Türkiye-Avrupa geçiş güzergâhında bulunan ve 1365-1453 döneminde 88 yıl Osmanlı'ya başkentlik yapmış olan Edirne Vilayeti ise tarih boyunca yaşanan bu göçlerden etkilenmiştir. Bilhassa Osmanlı Devleti'nin yoğun bir şekilde toprak kaybettiği XIX. yüzyılın ikinci yarısında cereyan eden hadiseler; Osmanlı kültürüne ve güvenlik teminine inanan tehdit altındaki insanların dışardan içeriye doğru göç etmelerine neden olmuştur. Osmanlı özelinde Edirne Vilayeti'ne yapılan göçlerin en önemli kilometre taşlarını 1853-1856 Kırım Savaşı ve 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) oluşturmaktadır. Bu savaşlar sonrasında yaşanan toprak kayıpları neticesinde Rusların ve Bulgarların baskı ve zulümlerine uğrayan Kırım, Kafkasya veya Balkanlardaki halk, kitlesel bir şekilde Osmanlı merkezine doğru göç etmiştir. Edirne, XIX. yüzyılın ikinci yarısında adeta bir insan selini andıran göç dalgalarına maruz kalmıştır. Bahse konu vilayetin hem daimi hem de geçici göçler açısından incelendiğinde-özellikle Balkanlardan gelen göç hareketleri karşısında-bir "dalgakıran" görevi yaptığı anlaşılmaktadır. Zira Dersaadet'e veya Anadolu'ya ulaşmak isteyen göçmenler için ilk durak Edirne olmuştur. Kendisine sığınanlara her daim kucak açan Edirne halkı da göçmenlerin her türlü ihtiyaçlarını karşılamada üzerine düşeni ziyadesiyle yapmıştır. Edirne'ye iskân edilen göçmenlere geçici bir süreliğine vergi muafiyeti getirilmiştir. Göçmenlere yapılan yardımların en önemlilerini ise arazi tahsisi oluşturmuştur. Osmanlı devlet adamları ve Edirne halkının fedakârâne çalışmalarına rağmen, göçmenlerin gelmesiyle bölgede bazı asayiş sorunları da yaşanmıştır. Yaklaşık 44 yıllık zaman dilimini kapsayan bu çalışmanın mekânsal alanını Edirne Vilayeti'nin geneli oluşturmaktadır. Böylece Edirne Vilayeti'nin nüfus hareketliliği bakımından yoğunluk yaşadığı bir kesitinin tarihi perspektifle ortaya konması amaçlanmıştır. Bahse konu araştırma dönemiyle ilgili Edirne'ye dair özel bir çalışmanın yapılmamış olması ise makalenin önemini artırmaktadır. Bu çalışma; başta Başbakanlık Osmanlı Arşiv Belgeleri olmak üzere, hatırat ve tetkik eserlerden faydalanılarak oluşturulmuştur. Kaynaklardan elde edilen bulgularla; muhacirlerin nüfusu, göçmenlere tahsis edilen toprak miktarları ve göçmenlere yapılan diğer yardımlar, vilayet genelinde yaşanan asayiş sorunları gibi hususlara açıklık getirilmiştir. ABSTRACT Turkey that connects with southwest Asia and the Europe lies at the intersection of migration routes. The city of Edirne was a former capital of the Ottoman Empire between1365 and 1453 was affected from migration flows throughout the history. In the second half of the 19th century, the Ottoman Empire began to lose territories and subjects those who believed shared culture and security under the Ottoman Empire migrated to inner provinces of the Empire. The Crimean War (1853-1856) and the Ottoman-Russian War (1877-1878, aka 93 War) were important events increasing migration in the province of Edirne. As a result of losing territory in these wars, people who were oppressed by Russians and Bulgarians in Crimea, the Caucasus and the Balkans migrated into the middle of the Ottoman Empire massively.
Osmanlı Araştırmaları, 2023
Due to its proximity to the ports of the Aegean Sea on the coast of Western Thrace and being on the east-west transit route, Komotini (Gümülcine) was favorably located as a mining region in Ottoman Europe in terms of production and distribution of underground resources. Komotini was affected by the conditions of Ottoman mining, in which mine revenues had been gradually decreasing since the end of the 18th century and losing ground against Europe. The emergence of Komotini as a mining exploration zone was accompanied by new developments after Tanzimat. The innovations made during this period for the improvement of the mines and their functioning can be specified as inviting foreign experts in, opening schools to train local engineers, preparing a mining bureaucracy, issuing mining regulations, and increasing foreign capital. As a matter of fact, after these developments, Komotini became an exploration and production basin of copper, lead, silver, and antimony resources and became one of the sanjaks of Edirne province with the most mineral income compared to the other sanjaks. In this article, the example of Komotini will be examined to show the reflections of the innovations that were desired in Ottoman mining especially from the second half of the 19th century on. The factors that made Komotini a mining discovery region, mineral distribution and marketing opportunities, the diversity and quantity of ore, and the effects of changes in mining law on entrepreneurs will also be the discussed.
Özet Türkiye'de Cumhuriyetin ilanı ile birlikte eğitim sahasında ciddi bir değişim ve dönüşüm sürecine girildi. Öncelikle Heyet-i İlmiye toplantıları, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Maarif Teşkilatına Dair Yasa ve de Talim ve Terbiye Kurulu vasıtası ile değişim ve dönüşümün hukuki ve idari temelleri oluşturuldu. Bunlarla eş zamanlı olarak eğitim programları yenilenmeye ve yeni okullar açılmaya başlandı. 1928 yılına gelindiğinde ise okur-yazar oranını yükseltmek, öğretimi kolaylaştırmak ve Türkçeyi ortak dil yapmak amacıyla Lâtin temelli yeni bir alfabe kabul edildi. Yeni harflerin kabulü ile gerek okul çağındaki kuşağa ve gerekse de toplumun tüm kesimlerine yönelik olmak üzere bir eğitim seferberliği başlatıldı. Yeni harfler bir taraftan okullarda öğrencilere öğretilirken, bir taraftan da okul ders ve araçları bu yeni duruma göre düzenlenmeye çalışıldı. Yeni harfleri toplumun tüm kesimlerine öğretebilmek, sıfır noktasına gelen okuma yazma oranını bir an önce arttırmak üzere millet mektepleri faaliyete geçirildi. 1935 yılında millet mektepleri ulus okulları adı altında faaliyetlerine devam etti. Abstract Turkey witnessed a considerable change and conversion process in the field of education after the proclamation of the Republic. Initially, legal and administrative basis of this change and transformation was provided by means of Heyet-i İlmiye meetings, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Maarif Teşkilatına Dair Yasa and Talim Terbiye Kurulu. Simultaneously, training programs were redeveloped and new schools were established. In 1928, a new alphabet based on the Latin alphabet was adopted in order to increase the literacy rate, to facilitate teaching and to make Turkish a common language. With the adoption of the new letters, an education campaign was launched aiming both school students and all the other segments of society. The new letters were, on one hand, being taught to students in schools and on the other hand school lessons and tools were reorganized according to the new situation. Millet Mektebi was activated to teach the new alphabet to all sections of society, to improve the literacy rate-decreasing to the zero level-immediately. Public schools continued to operate under the name of national schools in 1935.
2021
Öz Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde başlayan Avrupa medeniyeti kültür etkisine giriş ve gelişme sürecimiz hâlâ devam etmektedir. Bu süreç içinde kurumsal yapılar ve kültürel dokuda da Avrupalılaşma belirtileri görülür. Osmanlı; felsefe, coğrafya, edebiyat ve ilmi eserleri süreç başında Avrupalıların dillerinden okunmaktaydı. Ancak her ferdin ikinci veya üçüncü bir dil öğrenme imkânı bulunmadığından yabancı dildeki eserlerin tercüme edilmesi, daha çok okuyucuya ulaşma amacı yeni bir sahayı da ortaya çıkardı. Özellikle genç araştırmacı ve öğrencilerin Avrupa dillerinde yazılan felsefe, coğrafya, edebiyat ve ilmi eserlere ulaşma ihtiyacı kurumsal veya özel matbaacı teşebbüslerce tercüme edilerek sağlanmıştır. Tercüme eserler, Osmanlı yenileşmesinde önemli bir saha olarak etkin biçimde böylelikle yerini almıştır. Tabii olarak bütün sahada olduğu gibi Türk edebiyatının yenileşmesinde de tercüme eserlerin rehberliği değişimin önderi olur. Böylelikle, hemen hemen bütün edebî türler üzerinde tercümenin büyük etkisi görülür. Türk edebiyatında Tanzimat'la başlayan gelişmeler ve tercüme faaliyetleri birçok yeniliği ve aydın tipini de beraberinde getirir. Çalışmamızda, 1860-1912 dönemi edebî hatırat türündeki kaynaklarda tercüme ve tercüme eserler hakkındaki görüş ve tespitler bulunmaktadır. Türk edebiyatının gelişim sürecinde etkili olan tercüme faaliyetlerine ediplerin bakışı incelenmiştir.
GÜMÜŞHANE İLİNİN GASTRONOMİ TURİZMİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ, 2018
This study deals with the Southern Albania (or Northern Epirus) crisis among Albania, Greece and the Great Powers from 1912 to 1914. The issue emerged when Greece occupied the region during the First Balkan War. Despite negotiations it remained unresolved, divided the Great Powers and turned into one of the most important international crises that threatened the “world peace” in the process leading up to the First World War. While Austria-Hungary and Italy demanded that the region be ceded to Albania, Greece opposed this proposal by arguing that a significant part of the inhabitants of the region were Greek. According to Greece, Europe would face another Alsace-Loren issue if the territory ceded to Albania. After negotiations, the Great Powers signed the Florence Convention and decided to include Southern Albania within the borders of Albania. In February 1914, ensuring the balance of power in Europe and the Balkans, the Great Powers decided to include Southern Albania within the borders of Albania and to leave the Aegean Islands to Greece. But the issue remained unresolved. Greece did not want to withdraw from the region due to the insistence of the Ottoman Empire’ insistence not to give up some of the Aegean Islands to Greece, and the Great Powers’ reluctance to put the necessary pressure on the Ottoman Empire in this regard. The Greece’s goal was to evacuate the region after making sure that the Aegean Islands Qeustion resolve in its favour. The Triple Alliance, particularly Italy opposed this approach and threatened Greece with war. Although the crisis was ended with the Corfu Protocol signed between Albania and the Greeks, the anarchy in the region escalated again after the First World War. Greece reoccupied the region with the permission of the Great Powers, thus the Corfu Protocol was completely inapplicable. Based on the archival documents and newspapers in English, Greek, French, German and Ottoman, the aim of the work is to analyze comparatively the attempts of the Great Powers to terminate the Greek occupations in Southern Albania and the Greek attempts to turn the issue into a bargaining chip on the Aegean Islands and find an answer whether Greece succeeded in this policy or not. The hypothesis of the study is that the strategy implemented by Greece on Southern Albania was built on a deadlock and was concluded successfully. The issue is important because it reveals it reveals the difficulties experienced by the Ottoman Empire in its struggle to take back the Aegean Islands, and demonstrates how a regional crisis could become a cause of war between the Great Powers.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
PROF. DR. BİLGEHAN ATSIZ GÖKDAĞ ARMAĞANI, 2023
The Journal of Academic Social Science Studies, 2013
Gıda Paradoksları: Sürdürülebilirliğin Zorlukları ve Alternatif Perspektifler, 2021
Üniversitenin Kentin Nüfus Yapısına Etkileri: Gümüşhane Örneği (The Impact of the University on the Population Structure of the City: The Case of Gümüşhane City), 2021
PEGEM AKADEMİ, 2022
Karabük Türkoloji Dergisi, 2023
ERMENEK ARAŞTIRMALARI - I, 2018
Biga Yarımadası Altın Madenciliği, 2021
GELENEKSEL GÜMÜŞHANE MESKENLERİNİN KÜLTÜREL COĞRAFYA ANALİZİ, 2021
The Journal of International Social Research, 2018
KARADENİZ İNCELEMELERİ DERGİSİ, cilt.-, sa.23, ss.107-142, 2017, 2017
MA Thesis, 2023
Sobiad dergisi , 2018