Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
ÖZET Eğitim iktidar ve ideoloji arasında son derece yakın bir ilişki vardır. İktidarlar, toplumu arzu ettikleri değerler doğrultusunda dönüştürmek amacıyla eğitimi kullangelmektedir. Özellikle ulus devletlerin ortaya çıkışı ile eğitime daha çok önem verilmeye başlandı. Bu önem, ulusun inşasında kolektif kimlik oluşumunda eğitimin ayrıcalıklı bir yere sahip olmasından kaynaklanıyordu. Zira ulus devletlerin ortaya çıkışı ile toplumlar artık yeni tanımlamalar ve değerlerle karşı karşıya kaldı. Bu çerçevede eğitim, toplumun ulus devlet olarak inşasının vasıtalarından biri belki de en önemlisi olarak karşımıza çıkar. Hiç şüphesiz ki çocuk eğitimi, bu çerçevede iktidarlar için temel meselelerden biri olmuştur. Durum imparatorluktan ulus devlete geçişte Cumhuriyet yönetici ve elitleri için de benzer bir öneme sahipti. Çocuk eğitimi, milli eğitim politikalar içindeki önemli aşamalardan biri olarak ele alınıyordu. Yeni devlet için yeni insanın yani vatandaşın inşası bağlamında çocuğun cumhuriyet değerleri doğrultusunda inşasını sağlayacak olan çocuk eğitim, merkezi bir yere sahipti. Ancak Cumhuriyet yöneticileri bu süreci yalnız çocuğun eğitimi olarak düşünmemiş, aile ile ilgili tasarımlar başta olmak üzere, yetişkin eğitimi olduğu gibi kadının iyi bir anne olması amacıyla eğitimi de çocuk eğitiminin bir parçası olarak ele alınmıştır. Cumhuriyet değerlerini içselleştirmiş görev ve sorumluluklarının bilincinde olan iyi çocuğun inşasında iktidar, eğitim aracılığıyla ideoloji kullanmış ve toplumu dönüştürecek yeni bir nesil inşa etmeye çalışmıştır. ABSTRACT There is an extremely close relationship between education, the power and ideology. The governments have been making use of education in order to transform the societies in accorrdance with the desired values. More importance was given to education especially with the emergence of nation-states. This importance arises from the * Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu tespit edilmiştir.
Sinecine, 2019
Öz İnsan ve toplumsal yaşamının örüntülenmesi birbiriyle ilişkili çok boyutlu bir süreçtir. Bireyin inanç, değer ve gündelik yaşam edimleri kapsayıcı bir iktidar mekanizmasının gölgesinde sürekli olarak düzenlenmektedir. Güç, iktidar ve sınıf mücadelelerinin olduğu her tarihsel dönemde direniş pratiklerinin ortaya çıkması, mücadele süreçlerinin çelişkisiz işlemediğini gösterdiği gibi iktidarla-rın mutlak olamayacağını da ortaya koymaktadır. Bu doğrultuda insanlık tarihi oldukça zengin bir çelişki, mücadele ve ilişkiler sistemi sunmaktadır. Bireyi ve toplumu yakından ilgilendiren tarihsel olay ve olguların filmlerde ele alınma-sı ise sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Dolayısıyla belirli bir tarihsel olgunun sinema filmlerinde nasıl ve ne şekilde kendine yer bulduğunu anlamak önemli-dir. Bu çalışmada, Ken Russell'ın The Devils (1971) adlı filmi dönemin güç müca-deleleri, iktidar yapısı ve Katolik Kilisesi'nin, bireylerin inanç ve yaşam pratik-leri üzerinde ne türden denetim yapıları kurduğu, bu bastırma ve düzenleme mekanizmalarının hangi direniş biçimlerini yarattığını anlamak amacıyla nitel yaklaşımla, betimsel analize tabi tutulmuştur. Sonuç olarak filmde bastırılmış cinsellik ve inanç özgürlüğü gibi konuların Hıristiyanlığın sert bir eleştirisiyle sunulduğu, Katolisizm ve onun normları üzerindeki mücadelenin büyük ölçüde siyasi iktidar mücadeleleriyle ilişkili biçimde ortaya konulduğu görülmüştür. Anahtar Sözcükler: Ken Russell, The Devils, sinema, iktidar, inanç, yabancılaş-ma, engizisyon.
Çizgi Kitabevi Yayınları, 2021
BÖLÜM 1: ÇOCUKLARIN SPORA BAŞLAMASINDA AİLELERİN ROLÜ Oğuzhan UYSAL, Utku GÖNENER & Cansu GEDİK BÖLÜM 2: ADÖLESAN DÖNEM ÖNCESİ ÇOCUKLARDA KUVVET ÇALIŞMALARI Cansu GEDİK, Hilal ŞEŞEN & Oğuzhan UYSAL BÖLÜM 3: ADÖLESAN DÖNEM ÖNCESİ SÜRAT ÇALIŞMALARI Mustafa BÜLBÜL, Kenan Emre KARA & Osman KABA BÖLÜM 4: ADÖLESAN DÖNEMİ ÖNCESİ ÇOCUKLARDA DENGE Muhammed Abdullah KAPTAN, Serkan Necati TANRIVERDİ & Beyza ÖZER BÖLÜM 5: ÇOCUKLARDA ANTRENMAN VE KARDİYOVASKÜLER SİSTEM Serkan Necati TANRIVERDİ & Utku GÖNENER BÖLÜM 6: ADÖLESAN DÖNEMİ ÇOCUKLARDA SÜRAT Hilal ŞEŞEN& Ahmet GÖNENER BÖLÜM 7: ADÖLESAN DÖNEMDE KUVVET ANTRENMANLARI Kenan Emre KARA & Ahmet GÖNENER BÖLÜM 8: ÇOCUKLARDA KOORDİNASYON Osman KABA, Mustafa BÜLBÜL & Muhammed Abdullah KAPTAN
Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları/Makaleler [1. Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Bilgi Şöleni], 2017
İmdat Avşar, modern dönemde toplumcu hikâyeleriyle göze çarpan bir yazardır. Kendisine asıl ününü kazandıran hikâyeleri yanında, Türk Dünyası'nın tanınmış romanlarından da Türkçeye aktarmalar yapmaktadır. Öğretmenlik mesleği dolayısıyla Anadolu'nun pek çok yerinde bulunan ve Anadolu insanını çok iyi gözlemleme imkânı bulan yazar, halkbilimin unsurlarından da yararlanmak noktasında önemli bir konumdadır. Yüksek bir gözlem gücüyle kaleme aldığı hikâyelerinde, Anadolu coğrafyasında, bozkır ikliminde yaşayan halkın fakirliği, saflığı, günlük hayatı ve dünyaya bakışı gerçekçi bir açıyla anlatır. Esasında bu hikâyeler kimi zaman köyden şehre giden köylüyü kimi zaman şehirden köye giden öğretmeni, kimi zaman da abdalların yaşayışlarını anlatırken, Türk dünyası ile yakın ilişkiler de tesis edilir. Anlatıların çoğunun merkezine çocuğu alan yazar, küçük insanın dramını da aksettirmek için iyi bir ayna bulmuş olur. Avşar, yayımlamış olduğu iki hikâye kitabında da gerek kendi çocukluk anılarına gerekse Anadolu'nun çeşitli şehir/kasaba/köylerinde öğretmenlik yaptığı yıllardaki gözlemlerine yoğun bir şekilde yer vermektedir. Biz bu bildiride Avşar'ın hikâyelerinde çocuk kavramına bakacak, çocukların nasıl kurgulandığını tipolojik ve tematik anlamda inceleyecek, böylece yazarın Anadolu imajlarını gözlemci gerçekçi çizgide irdeleyeceğiz.
Bugünden bakıldığında mit ile hakikat arasında birbirine tamamen zıt bir ilişki vardır. Hakikat, doğruluğu tartışılmaz bir varlık alanını ifade ederken mit, tamamen uydurulmuş, gerçek dışı bir bilgi alanını gösteriyor gibidir. Kısaca hakikat doğru olan, mit ise yalan olandır. Peki, bu doğru mudur? Hakikati tartışmayı bir yana bırakalım da mit tamamen yalan olandan mı ibarettir? Evet, bugünden bakıldığında öyle görünüyor ve gerçekte ise hiç de öyle değil.
Sanat, en basit ifadeyle ortaya koyma, yaratma demektir. Duygu, düşünce ve güzelliğin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı " sanat " olarak ifade edilir. Bu ifade edişte estetik bir boyutun ve " erek " in öne çıkması sanatı ayırt eden en önemli özelliktir. İnsan bu yaratım sürecinde herhangi bir canlıdan farklı olarak " hayal gücü " nü devreye sokar. Sanat, bir toplumsal varoluş şekli olarak kabul edilebilir. Bu varoluşu belirleyen başat öğe insanın sınıfsal konumu ve düşünüş şeklidir. Sanat, özü gereği muhaliftir. Gerçek bir sanatçı, işte tam da bu yüzden iktidarın emrinde ve ekseninde olamaz. Sınıflı toplumlarda, çok katmanlı sanatsal yaklaşımlarla karşı karşıya geliyoruz. Genel olarak nitelikli sanat ürünlerinin ve sanatçıların " muhalif " olduğunu söylemek pek de gerçek dışı olmaz. Ama yine de egemen sınıf, üretim araçlarını ellerinde bulundurduğu gibi sanatsal yaratımı da belirler. Burada tam bir hâkimiyetten söz edilemez kuşkusuz; ancak baskın olan sanat anlayışı yine burjuva sanat anlayışıdır. Bu sanat anlayışının karşısına ezilenlerin, işçi ve emekçilerin sanatının çıkabilmesi, sınıf mücadelesinin gelişim düzeyine bağlıdır. Bir Muhafazakârlaşma Hikâyesi 2002 seçimlerinden tarihi bir zaferle çıkan AKP geniş bir liberal kesimi de arkasına alarak ve özellikle toplumsal beklentileri iyi analiz edip ve yeni beklentiler yaratarak, 2007'de yeniden iktidara gelmeyi başardı. Toplumsal yaşamın neredeyse bütün alanlarına müdahale etmeyi kendine görev edinmiş bu siyasi parti, Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana, onunla bütünleşmiş ekonomik, sosyal, siyasi ve askeri öğeleri alaşağı ederek kendi iktidarını daha da güçlendirdi. İşin ironik yanı ise bütün bunları yaparken bir mağdur edasıyla davranmasıydı. Son genel seçimlerden sonra artık kalfalık döneminin bitip ustalık döneminin başladığını müjdeliyordu Başbakan! Her konuda bir projeleri, neredeye ülkedeki her şeyi yeniden dizayn etmeye dönük de yaklaşımları vardı! Ne de olsa toplumun yarısı onlara koşulsuz biat ediyordu! Toplumun diğer yarısı umurlarında değildi, onlar kahir çoğunluk ve hatta devlet erkinin biricik bekçileriydi ya, her şeyi yapabilirlerdi. Toplum tamamını muhafazakârlaştırmayı amaçlayan iktidar, toplumun her alanı üzerinde koşulsuz bir hegemonya kurmak istiyor. Eğitim alanında yaptıkları önemli yapısal değişimlerde bu amacı açıkça ifade etmişlerdi: " Dindar gençlik " yetiştirmek! Kısacası " kayıp " olarak gördükleri şimdiki kuşaklardan pek de medet ummuyor, en önemli yatırımlarını geleceğe, gençliğe yapıyorlardı. " Muhafazakâr Sanat " a Doğru Muhafazakârlık, siyasal ve toplumsal düzeni olduğu gibi sürdürme anlayışı anlamına geliyor. Toplumsal düzenin, düşüncelerin, ilişkilerin, kurumların, alışkanlıkların ve kültürün değişmeden korunması kuşkusuz, emekçilerin değil muktedir olanların yararınadır. Onların da " muhafazakârlık " diye şarkılar tutturmaları, mevcut soygun, talan ve rüşvet düzenlerini sürdürme
2024
Çocuk ve felsefe birbirine yakışacak en güzel iki kelimedir. Çocuk düşünmeyi felsefe de düşüneni sever. Felsefenin çocuk için mahsuru yoktur önemli olan felsefenin çocukla nasıl ve hangi zeminlerde buluşacağıdır. Çocuğun hem zihni hem de ahlaki gelişimine katkıda bulunacak felsefe eğitimi vermek mümkündür. Kendi düşünce ve yazın dünyamızdan metinler seviyeleştirilerek çocuklarla buluşturulabilir. İthal metinlere, söylemlere ve drama örneklerine ihtiyaç duymadan bize özgü “Çocuklar için Felsefe” programı inşa etmeliyiz. Nitekim yazın dünyamızda bunun kaynakları var
Uzun yıllardır toplumsal cinsiyet çalışmalarında atlanan veya gözden kaçırılan, çok önemli olan bir konu var. Özellikle 1960'lı yıllarda yükselen feminist hareket ile birlikte kadın ve kadınlığın doğası üzerine yapılan birçok çalışma yayımlanmaya başlandı. Bu çalışmalar, adın-erkek eşitsizliği, kadınların nasıl ezildiği ve onları ezen ataerkil sistemin nasıl bir olgu olduğu üzerine açıklamalar getirmeye çalışıyordu. Fakat anlatılanlar doğal olarak hep kadınlardı; ataerkilliğin kadınlar üzerinde kurduğu tahakküm ve bu tahakkümün nasıl işlediği üzerinden ele alınıyordu. Halbuki ataerkillik, erkeklerin kurallarını koyduğu ve iktidarını belirledikleri bir olguydu. Bu yüzden, ataerkilliğin kadınlarla olan ilişkisi üzerinden açıklanmaya çalışılması 'ataerkil ağ' adı verilen bu yapının nasıl işlediğini ve yeniden üretildiğini açıklamakta yetersiz ve eksik kalmaktaydı. Ataerkillik, sadece " sistem " kavramıyla açıklanabilecek bir gerçek değildir. Sistem kavramı, işleyen bir süreci ve düzeni imler. Ataerkillik sistem-üstü bir olgudur, daha çok bir yapı veya yapılanmadır. Kandiyoti (1997)'nin antropoloji ve sosyal bilimler literatürüne kazandırdığı 'ataerkil pazarlıklar' kavramı ile ataerkillik olgusu daha fazla açıklık kazanmaktadır. Kandiyoti, bu terimle iki cinsiyet arasında geçen, her ikisinin de rıza gösterdiği ama bunun yanında zaman içerisinde değişebilen, karşı koyulabilen ve yeniden tanımlanabilen bir ilişki ağına dikkat çeker. Bu pazarlıkların niteliği toplumdan topluma farklılık göstermekle birlikte kadınların aktif veya pasif direnişlerinin hem niteliğini hem de biçimini etkiler. Ataerkil pazarlıklar toplumsal cinsiyet ilişkilerinin yeniden kurulması sırasında birtakım mücadele ve tarihsel dönüşümlere açıktırlar (Kandiyoti 1997:114). Biz de bu kavramdan yola çıkarak ataerkilliğin bu pazarlıkları da kapsayan ve ataerkil sistemi içeren çok daha genel bir ağ olduğunu tasavvur ettik. Ataerkil ağ tüm ataerkil algılayışları, pazarlıkları, sözleşmeleri, hiyerarşik ilişkileri v.b. olguları kapsayan soyut bir yapı olarak düşünülebilir. Ataerkillikle ilgili tüm gerçekler ve kurgular bunun içerisinde varolur. Ataerkil sistem ise bu kürenin içerisinde yer alan soyut hiyerarşik biçimlenmeler olarak görülebilir. Ataerkil ağın içerisindeki tüm unsurlar ve bunların nitelikleri bu sistemi etkiler; sistem de zaten bu unsurların en başlıcası ve hayati olanıdır. Ataerkil ağın devamı ataerkil hiyerarşik sistem olmadan düşünülemez. Aynı şekilde, ataerkil sistem de ağın kapsamındaki tüm öğeler olmadan işleyemez. Bu iki boyut arasında karşılıklı bir ilişki vardır.
Okuma Yazma Eğitimi Araştırmaları
The letter is closely related to daily life, considering that the purpose of writing is to communicate. It has the superficiality of everyday speech, sometimes deepening as in a dark conversation. In fact, it allows us to share our feelings and thoughts that we cannot express verbally with the people or persons in front of us. The letter was not only a literary genre in our literature, it was also used as a narrative method called "talking by letter". It is possible to see the examples of this narrative style in the form of letters, novels and poems. The purpose of the authors, who use letter format in another genre, is to convey the sincere and warm expression in the letter to their works. The "chitty-chatty" style in the letter is both internal and has the power to directly affect the reader. This expression possibilities in the letter suggests that it is a genre which should be used in children's literature. In children's literature, it is aimed to contribute to the development of basic language skills along with the psychological, mental and social development of children with literary products. The letter genre is a kind that supports the realization of these objectives. However, when children's literature of us is examined, it is seen that this type has not been used sufficiently. In this study, the genre letter in the context of children's literature and the place of this species in anthologies and textbooks are examined. In addition, it is stated that the letter should be given more space as a kind of expression tool in children's literature.
Akıllı Kentler (Uygulamalar, Sorunlar Ve Çözümler), 2021
Modernleşme ve kentleşmenin gündelik hayatımızda yeri büyüktür. Bu- gün, dünya nüfusunun yarıdan fazlası kentlerde yaşamaktadır ve 2050lere gelindiğinde kentleşme oranının %68’leri bulacağı düşünülmektedir (BM, 2019). Kentsel nüfusun hızla artışıyla, kentsel alanlardaki sağlıksız yapıdan kaynaklı sorunlar artmaktadır. Yetersiz teknik ve sosyal altyapı, hızlı değişen kentsel çevredeki bozulmalar, insani ölçekte olmayan yapılanmalar gibi nedenlerden ötürü bugün kentler yaşanılabilir yerler olmaktan uzaktır. Bununla beraber kentler; nüfus artışı, göç, beslenme, sağlık, güvenlik ve çevre sorunları gibi giderek küreselleşen sorunların hem sebebini hem de çözümünü içinde barın- dırmaktadır.
Arkeoloji ve Sanat Dergisi, 2021
Özet Aile, temelde türün devamlılığını sağlamak için kurulmuş en küçük toplumsal birim olarak kabul edilse de içerisinde üretim, dağıtım ve mülkiyet ilişkilerinin gerçekleşmesi nedeniyle bir dayanışma ve ekonomi birliğidir. Bunun yanı sıra aile, çocuğun içine doğduğu toplumsal çevreye uyumunu sağ layan kural, norm, değer, dil ve semboller sisteminin öğrenildiği ilk yerdir. Bu çalışmanın konusunu oluşturan Hitit ailesi ile ilgili olarak doğrudan Hitit arşivlerinde bilgi veren yazılı metinler yoktur fakat eğitimden, hukuk sistemine, masallardan tarihi belgelere, büyü ritüellerinden fal metinlerine göz atıldığında fikir sahibi olmamızı sağlayacak nitelikte veri mevcuttur. Çalışmada bu veriler üç farklı aile kategorisini analiz etmek amacıyla kullanılmıştır: Arinna’nın güneş tanrıçası ve fırtına tanrısı çiftinin yönettiği bir panteon (tanrılar ailesi); kral ve kraliçe tarafından yönetilen kraliyet ailesi ve halktan evli bir çiftin yönettiği çekirdek aile. Her üç aile yapısı da “anne-baba-çocuklar” üçlüsünden oluşmakta dır. Hititlerde soy ve veraset sisteminin erkek merkezli olması; tanrının kral, kralın ülkesi, ülkedeki babaların çocukları ve ailesi üzerindeki tahakkümü ataerkil bir aile sisteminin varlığına işaret etse de panteonun başındaki tanrıyla benzer güç ilişkisinde olan tanrıça; kralla birbirini tamamlayan bir ilişki içinde olan kraliçe; kocası ile birlikte aileyi yöneten ve hak sahibi olan kadınların varlığı Hitit ailesinin çağına göre dengeli ve eşitlikçi yapısıyla ilgilidir. Bu dengeli ilişki kendisini aile ve çocuk arasındaki ilişkide de göstermektedir. Hitit ailesi metinlerde çocuklarının eğitimine bütçe ayıran; şefkatli anne ve babalar olarak belirmekte, Hitit kanunları anne, çocuk ve gençlerin haklarını koruyucu hükümler içermektedir. Büyü ritüelleri aile içi bütünlüğün ve birliğin önemsendiğini göstermektedir. Tarihi metinlerde, kurucu kral I.Hattušili, tahtı devredeceği veliahttan ülkeler fetheden korkusuz bir savaşçı olmasını değil iyi ve merhametli bir insan olmasını beklemekte, II.Muršili, intikam duygusundan, kendisine ihanet eden kralın annesi ayaklarına kapandığı için vazgeçmektedir. Abstract Although the family is considered as the smallest social unit that is established to ensure the continuity of the humankind , it is a solidarity and economic union owing to the realization of production, distribution and property relations within it. Besides, the family is the first place where the system of rules, norms, values, language and symbols that ensures the child's adaptation to the social environment in which he is born is learned. There is no cuneiform document in the Hittite archives about the Hittite family, that is the subject of this study, but there are a number of evidences that enable us to have an idea when looking at education, legal system, fairy tales, historical documents, magic rituals and oracular texts. In this study, these evidences were used to analyse three different kinds of family categories: a pantheon (family of gods) ruled by pair of deities called the Sun Goddess of Arinna and the Storm God the royal family ruled by the king and queen, and the elementary family led by an ordinary married couple. All three family structures consist of the "mother-father-children" trio. Although the genealogical and succession system in the Hittite society has a malestream structure, and the domination of the god over the king, the king's country, the father's children and family in the country indicates the existence of a patriarchal family system The goddess, who is in a similar power relationship with the god at the head of the pantheon; the queen, who is in a complementary relationship with the king; and the ordinary women who manage the family together with their husbands and have rights, all these suggest the balanced and equitable structure of the Hittite family in this period. However, this balanced relationship also manifests itself in the relationship between family and child. The cuneiform texts indicate that the Hittite family including caring parents allocates a budget for the education of their children; Hittite laws contain provisions protecting the rights of mothers, children and young people. The magic rituals indicate that family integrity and unity are important for Hittites. In historical texts, I.Hattušili, the constitutive ruler of Hittite Kingdom, does not expect him to be a fearless warrior who conquers countries from the heir to the throne, but a good and merciful person. II.Muršili gives up his sense of vengeance because the mother of the king who betrayed him fell at his feet.
Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi'ne aittir. Yazılı izin alınmadan ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz. ÜNİTE 1 © Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi'ne aittir. Yazılı izin alınmadan ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz. © Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi'ne aittir. Yazılı izin alınmadan ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz. © Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi'ne aittir. Yazılı izin alınmadan ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz. © Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi'ne aittir. Yazılı izin alınmadan ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz.
Medya Çalışmaları Medya Pedagojisi ve Küresel …, 2008
Farz edin ki sizden felsefenin aşırı kısa bir tarihini oluşturmanız istendi. Belki de felsefenin inanılmaz bir şekilde genişleyen çeşitliliğini yalnızca birkaç tweet'e sıkıştırmaya davet edildiniz.
Türkçe Eğitimine Adanan Bir Ömür Dr. Asiye Duman’a Armağan, 2020
Hafıza, cilt 3, sayı 2, 2021
İnsanlar çocukluğu genelde saflık ve masumiyetin temsili olarak algılar. Bu bakışa göre bozulma yetişkinlikle başlar ve çocuklar yetişkinliğin kötülüklerine henüz bulaşmamış iyilik timsalleridir. Çocukların bu saf ve masum imajı çoğu eserde kendine yer bulsa da bazı eserlerde bunun aksini sergileyen çocuk karakterlere de rastlarız. Şiddetin henüz çocukluktan itibaren başladığını gösteren bu hikâyelerde ise çocukların şiddet uyguladığı gruplardan biri olarak hayvanlar göze çarpar. Çocukların şiddet nesneleri genellikle toplum hiyerarşisinde kendinden daha altta yer alan hayvanlardır. Bu çalışmada da Ömer Seyfettin’in “İlk Cinayet”, Orhan Kemal’in “Köpek Yavrusu” ve Mine Söğüt’ün “Naz Neden Derine Gömmemiş Kediyi?” hikâyeleri üzerinden örneklerle Türkçe hikâyelerde çocuk şiddetinin hayvan zulmü üzerinden yansımaları ve bu yansımaların ortak göstereni olan şiddet ve iktidar ilişkisi incelenecektir.
Giriş İman için aklın bir işlevinin olup olmadığı sorusu tarih boyunca insanlar arasında bir tartışma konusu olmuştur. Aklın iman için öne sürülmesi beraberinde irade kavramını da gündeme getirmiştir. Akıl, iman ve irade problemini tartışırken merkeze alınması gereken kavram iman kavramıdır. Bu tür kavramlar, nesnelerine uygun olduklarından dolayı, sınırları çizilebilir ve tanımlanabilir olan kavramlardır. Akıl, iman, irade kavramları da mahiyeti olup gerçekliği bulunmayan kavramlarımız arasında yer alırlar. Bundan dolayı onlar, haklarında tek bir tanıma ulaşılabilir türden kavramlar değildir. Yani iman ve iradeyi kesin sınırlarıyla akıldan ayıramayacağımız gibi, aklı işin içine sokmaksızın bir iman ve irade söz edemeyeceğimiz açıktır. Bu bağlamda Kant, Leibniz, Spinoza ve Kur'an örnekleminde bu kavramların nasıl ele alındığını tartışacağız. a.Kant'a Göre Akıl, İman, İrade İlişkisi Kant ve iman konusu gündeme geldiğinde muhakkak ki Kant'ın " İnanca yer açmak için bilgiyi inkar ettim " sözü akla gelecektir. Kant'a göre bütün bilgilerimiz deneyle başlar ve o, bu düşüncesinden hiçbir zaman kuşku duymamıştır. Çünkü filozofumuz Kant için zaman bakımından deneyden önce gelen hiçbir bilgi yoktur; ancak bu bütün bilgilerimizin kaynağının deneyden geldiği anlamına da gelmemelidir. Öyle ki Kant, aklın deneyden almadığı, doğrudan doğruya kendisinden çıkardığı bilgilerin var olduğu, bunların duyu bilgisine temel olan birtakım deneyden önce gelen a priori (önsel), kavramlarımız olduğuna ve deneyin içine bunları yerleştirmek suretiyle salt kavramlar ile bir düzen kazanıp bilgi haline geldiklerinden hiç şüphesinin olmadığını ifade etmiştir. Böylece bilgi bir yönüyle deneye, duyulara; öteki yönüyle de zihne dayanmış olmaktadır. Bu bağlamda Kant aklı ikiye ayırmıştır; pratik akıl ve teorik akıl olmak üzere. Teorik akıl bize olanı bildirir, pratik akıl ise olması gerekeni bildirir. Kant'ın bu ayrıma gitmesinde ki sebep, kendisinden önceki filozofların fizik ötesine ait düşünceleri sadece akla dayanarak açıklama çabalarının onları yanlış hükümler vermeye götürmesidir. O sadece saf akıl ile fizik ötesi şeylerin bilgisinin yani tanrı, ruh ve hürriyet gibi kavramların bilenemeyeceğini ifade etmiştir.1 Kant'ın konuya yaklaşma biçimini ön planda tutarak, teorik aklın sınırları içerisinde imkan dahilinde bulunan bilimsel bilgiyi, yani belirli bir zamanda ve mekanda yer alabilen nesnel varlıklardan 1 1 Mehmet Demirtaş, " Kant'ın " İnanca Yer Açmak İçin Bilgiyi İnkar Ettim " Sözünün İman Ve Bilgi Açısından Değerlendirilmesi " , C.Ü İlahiyat Fakültesi Dergisi 1, (2013): 290.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.