Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
ÖZET Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri yarım asrı geride bırakırken, bu süre zarfında duraklamalar, hızlanmalar ve yerinde sayışlar yaşansa da bir türlü 1963'de imzalanan Ankara Antlaşması'nın öngördüğü tam üyelik süreci gerçekleşememiştir. 2005'de başlayan müzakere süreci doğrultusunda Türkiye-AB ilişkileri öngörülen başlıkların akıbetine endekslenmiş konumdadır. Müzakere süreci, AB adayı bir ülkenin Birliğe " tam " üye olabilmek için ulusal mevzuatını AB müktesebatına (acquis communatiare) " tam " uyumlaştırma dönemidir. Ancak Türkiye belirtilen standart süreci normal bir aday ülke gibi yürütememektedir. Bugüne kadar toplam on üç fasıl müzakerelere açılırken sadece " Bilim ve Araştırma " faslı geçici olarak kapatılmış ve sekiz başlık ise çeşitli gerekçelerle bloke edilip müzakerelere dahi başlanamamıştır. Bu durum, Türkiye-AB ilişkilerini belirsiz bir sürece soktuğu gibi ilişkilerin geleceğiyse büyük bir tartışma konusu olmuştur. İlişkilerin belirsiz bir sürece ilerlemesindeki en büyük etkenlerden birisi de müzakereler olumlu sonuçlansa dahi Türkiye'nin AB üyeliğini referanduma götüreceğini açıklayan başta Avusturya olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinin tutumudur. Bu çalışmada Avusturya'nın Türkiye-AB ilişkilerine bakışı analiz edilerek iki ülke arasındaki ilişkilerin dünü, bugünü ve yarını değerlendirilecektir. ABSTRACT
As industrialized European nations demanded labor from Turkey, a new era dawned. After the Second World War grow the European economy very rapidly.For this reason grow also the demand on workers. The European countries turned to countries as Turkey, to satisfy this demand on workers. Not having encountered such an experience previously, Turkey was caught off guard for this new emergence. Until recent years, it was rather indifferent towards the labor force sent to many countries of the world. The labor migration from Turkey focused primarily on Germany. For the first time The Labor Force Demand Agreement was signed with Germany. This Labor Force Demand Agreement has been an example for the other countries. Like other countries that signed Labor Force Demand Agreements with Turkey, Austria had gained significant momentum in its economy. Neither Turkey, as the sender of labor, nor Austria as the recipient could anticipate the political and social ramifications of labor force migration in those times.After signing the Labor Force Demand Agreements between Turkey and Austria, officially the labor migration began from Turkey to Austria. The first intention of the agreement was to decrease the needed amount of workers. For this reasons there have been no studies about the impact of social and political sides of the worker migration.
… dönemde Türk Dış Politikası: Uluslararası IV. …, 2010
Enerji tıpkı canlılarda olduğu gibi ülkelerde de hayat ile eş anlamlıdır. Enerji temininde sorun yaşayan ülkelerin ekonomileri yavaşlamaya başlar, rekabet gücü azalan ülkeler ekonomik ve siyasi alanlarda sorunlar yaşarlar ve bu sorunlar kısa sürede toplumsal alanlara yayılır. Kısacası gerek duyulan enerjiyi ucuz ve sürekli olarak sağlamak her devlet için hayati bir konudur. AB de bu konuda bir istisna oluşturmamaktadır. Gelişmiş ekonomisi ile AB diğer bölgeler ile kıyaslandığında enerji ihtiyacı hızla artan bir bölgedir. Buna karşın enerji kaynaklarını istediği düzeyde çeşitlendirebildiği ve güvenli hale getirebildiği söylenemez. AB'nin en önemli enerji kaynaklarının başında gelen Rusya'nın hala tam istikrarlı bir tedarikçi olduğu söylenemez. Siyasi belirsizlikler ve Rusya'nın enerji kaynaklarından elde ettiği gücü siyasi alanda da kullanma hevesi, ilişkilerde soru işaretlerini arttırmaktadır. 1 Bu bağlamda Türkiye Rusya ve Kuzey Afrika hatlarını dengeleyecek önemli bir güzergâhın kilit ülkesi olarak ön plana çıkmaktadır. Bu bağlamda bu çalışma, Türkiye'nin artan önemini, bunun nedenlerini ve olası sonuçlarını ele almaya çalışmıştır.
ÖZET Türkiye iktisadi kalkınmaya her zaman önem vermiş ve Avrupa Birliği'ne girme yolunda büyük bir çaba ve gayret içinde olmuştur. Ekonomik, siyasal, askeri, sosyal ve kültürel anlamda gelişmesini sağlamak amacıyla insanlık tarihinin en büyük barış projesi olarak nitelendirilen Avrupa Ekonomik Topluluğu'na 31 Temmuz 1959'da ortaklık başvurusunda bulunmuştur. Türkiye, ayrıca 14 Nisan 1987'de Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (AET) tam üyelik için başvurmuştur. Süreç içinde Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Böylece, Türkiye-AB Ortaklık İlişkisinin "Son Dönemine " geçilmiştir. Türkiye-AB ilişkilerinin dönüm noktası, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki'de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'dir. Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin adaylığı resmen onaylanmış ve diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir. Türkiye için hazırlanan ilk Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Mart 2001 tarihinde AB Konseyi tarafından onaylanmıştır. Türkiye'nin küresel kriz karşısında gösterdiği başarılı tutum gerek dünya ve gerekse Avrupa Birliği tarafından dikkatle izlenmektedir. Bu konuda doğrudan yabancı yatırımların artırılması yönünde çalışmalar yapan Türkiye, Avrupa Birliği'yle arasındaki ticari ilişkilerin daha ileri bir seviyeye götürme yönünde bir takım bürokratik işlerin hafifletilmesi yoluna gitmiştir. 2002 yılı Aralık ayında Kopenhagen'de toplanan Avrupa Birliği Konseyi Türkiye'nin Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerini başlatma talebini Aralık 2004 tarihinde toplanacak Avrupa Birliği Konseyi toplantısında ele almayı kararlaştırmıştır. Bu karar Türkiye'nin tam üyelik sürecinin gecikmesine neden olacaktır. Ancak Türkiye ile Avrupa Birliği arasında tam üyelik müzakerelerinin başlaması Türkiye ve Avrupa Birliği ekonomik ilişkilerinin gelişimiyle yakından bağlantılıdır.
GPoT Policy Brief no.39, 2014
The corruption investigation, which was made public on 17 December 2013, raised concerns about abuses of the separation of power, restrictions of the fundamental rights and freedoms and deviation from the rule of law. Despite the encouraging progress over the last few years on the Cyprus issue, which has been one of the most troublesome matters standing in the way for Turkey's EU-accession, Turkey-EU relations were thought to be interrupted by the current domestic political developments. This paper, however, claims that the internal turmoil that Turkey faces does not seem to affect its negotiations with the EU. Conversely, it is considered that the challenges regarding the rule of law may be overcome by continued negotiations with the EU. Yet, Turkey, in its implementations, should strongly avoid any attempts that damage democracy and human rights, which may worsen its relations with the EU.
İKV DEĞERLENDİRME NOTU, 2015
1915 olayları, Ermeni lobisinin yoğun mesaisi sonucunda Nisan ayında AB'de de tartışmaların merkezine oturdu. Bazı Üye Devletlerin ulusal parlamentolarında konuya ilişkin aldığı kararlar, söz konusu ülkelerle Türkiye arasındaki ikili ilişkilerde gerginliğe yol açtı. Papa'nın yaptığı konuşmada 1915 olaylarına ilişkin kullandığı ifadelerle ve AP'nin konuya ilişkin kabul ettiği raporla derinleşen tartışmalar, Avrupalı bazı siyasetçilerin yaptıkları, Ermeni tezlerini savunan açıklamalarla konuya dahil olmalarıyla birlikte, Türkiye-AB ilişkileri gündemini de meşgul etti.
Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde kimlik meselesi ve bu mesele ile bağlantılı olan uygarlık, kültür, coğrafya, tarih gibi unsurlar AB’deki muhafazakar Hristiyan Demokrat kesimlerce giderek daha fazla gündeme getirilmekte ve Türkiye’nin AB üyeliği karşısında argüman olarak kullanılmaktadır. Kimlik meselesinin gündeme getirilmesinin hem AB için hem de Türkiye için içsel boyutları bulunmaktadır. Bu meselenin Türkiye – AB ilişkilerini nasıl etkilediği ve Türkiye ve AB içerisinde bu algının ne gibi neden ve sonuçları olduğu, hem Avrupa bütünleşmesi açısından, hem de Türkiye’deki öz algı ve Avrupa algısı bakımından önemlidir. Bu makalede yukarıdaki sorunsal ışığında Türkiye – AB ilişkileri değerlendirilmektedir.
Osmanlı diplomasi literatüründe “Beç” ya da “Nemçe” olarak geçen Avusturya ile olan münasebetleri XVI. yüzyıla kadar gitmektedir. Bu tarihlerde Batı’nın en güçlü devleti olan Avusturya ile doğunun en güçlü devleti Osmanlılar arasında Mohaç Meydan Savaşı başlayan mücadeleler, XVIII. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir. Belirtilen bu üç yüz yıllık sürede ilişkilerde ilk zamanlarda Osmanlı Devleti’nde olan üstünlük, XVII. yüzyılın başlarında sona ermiş ve XVIII. yüzyılda Avusturya’nın üstünlüğü başlamıştır. Bu makalede 1526’da başlayan ve 1791 yılında sona eren Osmanlı Avusturya ilişkilerinin XVIII. yüzyıldaki süreci ele alınmıştır. Buna göre 1718 Pasarofça ile başlayan bu yeni dönemde yaşanan siyasi ve askeri değişimlerin diplomasi alanındaki yansımaları incelenmiştir. Temel amaç askeri ve siyasi gelişmelere paralel olarak gelişen Osmanlı diplomasisinde XVIII. yüzyılda yaşanan değişimler üzerinde Avusturya ile bu dönemde yaşanan gelişmelerin etkisini ortaya koymaktır. Anahtar Kelimeler: Osmanlı, Avusturya, XVIII. yüzyıl, diplomasi, antlaşma. Ottoman-Austria Political Relatıons In 18th Century Abstract Austria relations which was mentioned as “Beç” or “Nemçe” in Ottoman diplomacy literatur can be dated to 16th century. In this period, struggles which started with Mohaç Battle between Austria which was the strongest state of west and Ottomans which was the strongest state of east continued until the end of 17th century. Initially Ottomans had a superior position in the three century mentioned. This superiority finished in the beginning of 17th century and the superiority of Austria emerged in the beginning of 18th century. In this article, Ottoman-Austria relations which started in 1526 and continued until 1791 in 18th century is evaluated. The reflections of Political and martical changes in the new period started with Pasarofça treaty in 1718 todiplomacy is discussed. The main aim is to show the changes in Ottoman diplomacy in 18th century parallel with martial and politic changes and the influence of Austria relations of the term to these changes. . Key Words: Ottoman, Austria, 18th century, diplomacy, treaty.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yıkılmış bir görünüme sahip olan Avrupa’da; yeniden canlanmak, devletler arasındaki sorunları karşılıklı bağımlılık ve çıkarlar doğrultusunda ortadan kaldırmak isteyen Avrupalı devlet adamlarının girişimleri ile Avrupa Birliği’nin temelleri atılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda ilk etapta Fransa ve Almanya arasındaki kömür ve çelik sahalarının ortak işletimi için Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kurulmuş, bunu izleyen süreçte ise Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu kurularak ekonomik bir birliktelik oluşturulmaya çalışılmıştır. Kuruluş amacı ekonomik bir birliktelik sağlamak olan Avrupa Birliği, geçen zaman içerisinde genişleme ve derinleşme sürecini yaşamış, bununla birlikte sadece ekonomik bir birlikteliğin yeterli olmayacağı düşüncesi ile siyasi birliktelik yolunda da çalışmalar yapmaya başlamıştır. Bu çalışmada Avrupa Birliği’nin uluslararası sistemde kendisini ekonomik bir aktör olarak kabul ettirdiği argümanlar incelenmeye çalışılırken, siyasi ve askeri açıdan neden bir aktör olarak görülmemesinin sebepleri irdelenecektir. Bu bağlamda ilk olarak aktör nedir?, tanımına yer verilecek ve aktör tanımında yer alan hususiyetlere dayalı olarak ekonomik bir dev gücüne sahip Avrupa Birliği’nin neden askeri ve siyasi aktör olamadığının gerekçeleri üzerinde durulmaya çalışılacaktır.
Altınbaş Üniversitesi YAYINLARI -Nobel Yayıncılık, 2022
Bu çalışma, İKTİSADİ KALKINMA VAKFI’ndan Uzman Ahmet CERAN tarafından yayına hazırlanmıştır. Bu çalışma, 2 Haziran 2016 tarihinde İKTİSADİ KALKINMA VAKFI ve İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ AB ENSTİTÜSÜ işbirliğiyle düzenlenen Mülteci Krizi Ekseninde Türkiye-AB İşbirliği: Fırsatlar&Zorluklar başlıklı panel oturumunun içeriği derlenerek hazırlanmıştır. Bu yayında yer alan yorum ve görüşler İKTİSADİ KALKINMA VAKFI’nın resmi görüşünü yansıtmamaktadır. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI; panelistler Prof. Dr. Ayhan KAYA, Doç. Dr. Çiğdem NAS, Doç. Dr. M. Murat ERDOĞAN ve Sayın Damla TAŞKIN’a teşekkür eder.
In today’s world, one of the most pressing issues is undoubtedly the refugee crisis. Inequalities between countries, illnesses, wars and conflicts and other factors have led to significant flows of population from poorer countries in the South to the more prosperous North with better living conditions. One important example of this has been the conflicts and turmoil which has marred the Mediterranean region and led to such flows in the last years. As a result of the Arab spring and more specifically of the ongoing Syrian civil war, these flows instead of tarnishing have been further enhanced. Turkey, at the crossroads between the EU and Syria has been for many refugees their first port of entry and as such has been known as the country which hosts the largest number of refugees in the world. Turkey thus plays a vital role in regulating migration and refugee flows and cooperates actively with the EU in that respect. In that contest, the parties came to an agreement on 18 March 2016 which highlighted the critical importance of increasing cooperation and joint actions in order to effectively manage and regulate the flow of migrants as well as help the integration of populations already present in Turkey. As IKV, we have been following closely Turkey-EU cooperation with respect to the refugee crisis as well as the Visa Liberalisation Dialogue. Furthermore, we have been organising meetings and colloquia with the expressed objective of increasing the understanding of notions regarding the refugee crisis and beyond. As such, IKV Junior Researcher Deniz Servantie prepared a publication entitled “Turkey-EU Refugee Dictionary” (No: 290) where he analysed the main concepts of the refugee jargon, the latest developments in the refugee crisis and its Turkey and Turkey-EU relations dimensions along with a more broad perspective.
DEAŞ’ın 2014’te küresel bir tehdide dönüşmesi ve Avrupa ülkelerinde gerçekleştirdiği terör saldırıları AB’nin Suriye politikasını güvenlik merkezli bir politikaya dönüştürmüştür. Buna bir de Suriye’den Avrupa’ya yaşanan göç eklendiğinde AB’nin temel hedefi vatandaşlarının ve sınırlarının güvenliğini sağlamak olmuştur. Benzer bir durum da Türkiye’nin Suriye politikasında yaşanmıştır. Türkiye, bölgede artan çatışmalar karşısında güvenliği öncelemiştir. Ancak AB ile Türkiye’nin güvenlik öncelikleri de farklılaşmıştır. Temel hedefi sorunu sınırlarının ötesinde tutmak olan AB, bu durumun Türkiye’ye olası etkilerini göz ardı etmiştir.
2020
21. yüzyılın çok yönlü olarak jeopolitik açıdan doğrudan ve dolaylı olarak birçok devletin dış politikasını etkisi altına alan ve gelecek yıllar boyunca da bu ülkelerin karşılıklı ilişkilerini şekillendirecek olan Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynakları özellikle şu anki durum göze alındığında hak talebinde bulunan devletlerin sergiledikleri tutumda bir değişikliğe gidilmesi beklenilmemekte. Buna karşın siyasi iradelerden herhangi birinin geri adım atmaması diğer kuşkuyla karşılanmaktadır. İsrail, Suriye, Mısır ve ABD’ye nazaran Türkiye ve Yunanistan arasında gerçekleştirilen diyaloglar bugünün Doğu Akdeniz’inin kaderini tayin edecektir. Ancak Yunanistan’ın ortaya atmış olduğu argümanlar ve buna karşı Türkiye’nin gerçekleştirdiği misillemeler daha uzun yıllar bu iki devletin ortak bir paydada buluşamayacağını gözler önüne sermektedir.
This study examines the relationship deeply between Azerbaijan and EU, in addition provides general information about each of them, respectively. EU pursues strict policies such as democracy, human rights, rule of law and fundamental rights and freedoms since its foundation. EU makes no concession about European values which is called “Europeanization” and determines acceptance criteria for the union. EU seeks to spread the democratic policies not only for member, candidate and potential candidate countries but also countries which even do not have nomination for membership. The Republic of Azerbaijan, gained its independence in 1991, has shown its interest to maintain bilateral relations with Europe. The bilateral relations between EU and Azerbaijan since 1991 is investigated in the thesis as well as the tools which are used for facilitating integration. Accordingly, the study examines Azerbaijan in two stages: before and after European Neighbourhood Policy, in order to determine how and to what extend Azerbaijan has integrated to EU values. Key Words: European Union, Azerbaijan, European Neighbourhood Policy, Europeanization, Political Integration, Administrative Integration.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.