Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
İncelemeleri Merkezinde (AVİM) Misafir Akademisyen olarak çalışmalarına devam emektedir. Caucasus International Vol. 7 ∀ No: 1 ∀ Summer 2017'de yayınlanan UNDERSTANDING THE IDEOLOGICAL BLOCKADES IN ARMENIAS CONTEMPORARY POLITICS başlıklı ojinal metinden çevrilmiştir. Ermenistan, bağımsızlığını ilan ettiği 1990 yılından beri, sürekli olarak uluslararası hukuku ihlal etmektedir ጀ ki bu yalnızca bölgesel barışa, istikrara ve güvenliğe karşı değil aynı zamanda kendi halkının çıkarlarına karşı da engel teşkil eden bir politik seçimdir. Ermenistan, egemen bir devlet fakat uluslararası toplumun da güvenilmez bir üyesi olarak, komşu ülkesi Azerbaycanı işgal etmiş ve BM kararlarını uygulamayı da reddetmiştir. Bir diğer komşusu olan Türkiyenin toprak bütünlüğüne karşı saldırgan iddialarda bulunmuş ve 2009 yılında diplomatik ilişkiler kurmak ve ikili ilişkileri geliştirmek için Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan Zürih protokollerinin onaylanmasını askıya almıştır.[1] Daha da kötüsü, yakın bir zamanda Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sargsyan Türkiyeye karşı toprak iddialarını Batı Ermenistandaki tarihi toprakların özgürleştirilmesi (
I. Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi , 2022
Göstergebilim, görsel öğelere yüklenmiş birtakım anlam ve altındaki gizil dilin açığa çıkarılmasını sağlamaktadır. Her görsel oluşum, ilk ifade ettiği anlamın dışında görenin zihninde çeşitli anlamlar yaratma potansiyeline sahiptir. Bu anlamlar göstergenin bulunduğu yere ve zamana göre değişebileceği gibi kişinin kültürel-çevresel deneyimleri, fiziksel-psikolojik durumu gibi belleğindeki çağrışımları etkileyen niteliklere göre de çeşitlenmektedir. Göstergenin nerede ve nasıl sunulduğu kişinin anlamlandırma sürecini doğrudan etkileyen en önemli öğelerden biridir. Çünkü göstergeler sunulduğu şekli ile içeriğinde çeşitli anlamları barındıran toplumsal ve kültürel değerlerin etkisini taşımaktadır. Bu araştırmada, bir anlamda göstergelerle yapılandırıldığı görülen Eskişehir Odunpazarı Modern Müzesi (OMM) seçilmiştir. İç mekâna yönelik yapılan araştırmada; yapının ön izlemesi niteliğindeki giriş mekânına odaklanılmıştır. Her binada olduğu gibi bu binanın da giriş bölümü kullanıcıya yönelik önemli anlatım değeri olan göstergelerle tasarlanmıştır. OMM girişinin işlevi bağlamında yüklendiği anlam ve kodlanmış değerlerin nasıl bir söylemle temsil edildiğini analiz etmek hedeflenmiştir. Giriş mekânındaki müze gereksinimleri doğrultusunda yapısal ve estetik öğeler; işlev, mekânsal organizasyon, malzeme ve biçim olmak üzere göstergebilimsel açıdan çözümlemeli bir yaklaşımla irdelenmiştir. Çözümleme, çağdaş göstergebilimin temelinde bulunan Ferdinand de Saussure ve Roland Barthes’in kuramsal bakış açısını oluşturan; Umberto Eco’nun da mimari göstergelerin anlatım – içerik paralelinde anlamlandırılmasında kullandığı “düzanlanlama ve yananlamlama” ikiliği üzerinden yapılmıştır. Göndergesel bütün, çözümleme yöntemi ile parçalara ayrılarak işlevle-söylem arasındaki değerlerin yorumlanıp yeniden düşünsel kurgusu yapılmıştır. Bu doğrultuda, müzenin tarihi çevresiyle kurduğu yerel ilişkinin, giriş mekânındaki iç mekân tasarımında gösterge bağlamı taşıyıp taşımadığı çözümlenmiştir. Sonuç olarak görülmüştür ki; iç mekânın yapısını oluşturan öğeler işlevsel ve estetik kaygıların dışında kullanıcıya anlamsal düzeyde ileti gönderme amacını da taşımaktadır. Özellikle içerisindeki sanatsal, kültürel ve bilimsel değer kodlarıyla yüklü eserlerin sunulduğu müze kimliği taşıyan yapılarda mekânın kendisi ziyaretçiyle iletişim kurma düzeyindeki bir gösterge niteliğindedir. Bu iletişim de ilk olarak; henüz mekân içerisindeki sergilere ulaşmadan, yakın çevresiyle doğrudan ilişkili olan giriş mekânında başlamaktadır. Bu çalışma, Eskişehir Teknik Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü İçmimarlık Anasanat Dalı Sanatta Yeterlik Programı’nda bulunan İç Mekân Tasarımında Analitik Yaklaşım adlı dersin kapsamında yürütülmüştür.
Bu makalede, toplumsal modernleşme süreçlerine paralel olarak, 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı sanatının form ve üsluplarını benimseyen Osmanlı-Türk sanatının görsel planda içinde barındırdığı modernleşme pratiklerine dair sosyolojik fikirler Osman Hamdi Bey ve Şeker Ahmet Paşa özelinde tartışılmıştır. Bu doğrultuda, özellikle, Osman Hamdi Bey’in oryantalizmi olarak adlandırılan olgu eleştiriye tabi tutulmuş ve ‘kültürel tercüme’ kavramı öne çıkarılmıştır.
2017
17. Yüzyıldan itibaren Batı’da siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda büyük değişimler yaşanmış, yeni bir yaşam ve örgütlenme biçimi oluşmuştur. Modernite olarak adlandırılan bu durum; bilimsel gelişme, sanayileşme, kentleşme, demografik değişim, ulus devlet, kapitalist dünya sistemi gibi sayabileceğimiz özelliklerle var olmuştur. Batı dışı toplumların Batının bu yeni durumunu örnek alması modernleşme kavramı ile açıklanmıştır. Türk Modernleşmesi; toplumun ihtiyacı üzerine, kendi dinamikleri ile ortaya çıkmadığından, kadim kültür ve medeniyet ile uyuşmamış, modernleştirme projesi olarak kalmış, günümüze kadar sosyal ve fikri bir mesele olarak süregelmiştir. Bu araştırmanın amacı; İlk modernleşme hareketlerinden Cumhuriyet’e kadar Türk modernleşmesinde modernlik algısını ve bu algının ideolojik yansımalarını ortaya koymak; günümüze kadar gelen “alternatif modernlik” tartışmalarına katkıda bulunmaktır. Ayrıca ilk modernleşme hareketlerinin nasıl bir zihni atmosferde gerçekleştirildiği, aydın elit-bürokratlar ile halk arasında oluşan algı mesafesi ve farklılığı açıklanacaktır. Cumhuriyet döneminde modernleşmenin karakteri ve sistemleştirilmesi sosyolojik olarak değerlendirilecektir. Kendimize özgü bir modernlik oluşturup oluşturamayacağımız tartışılacak, bu minvaldeki tartışmalara katkı sağlanacaktır. Çalışmada kaynak araştırma yöntemi kullanılmış, literatür taraması yapılmış, birincil ve ikincil kaynaklardan faydalanarak dönemlerin düşünce yapıları analiz edilmiştir. Konu ile ilgili kitap, makale ve internet kaynaklarından yararlanarak bu kaynaklar çalışmanın amacı doğrultusunda kullanılmıştır. Sonuç olarak; ilk modernleşme hareketleri Batıya duyulan hayranlık ve geri kalmışlık psikolojisinin oluşturduğu algı ile aydın-bürokratlar öncülüğünde, yüzeysel, tepeden inmeci bir şekilde yapılmıştır. Yine Batı’nın üstün ve güçlü olduğu algısı ve bu güce ulaşma saiki modernleşme hareketlerinin arkasındaki itici güç olmuştur. Modernlik askeri, teknik ve eğitim alanında ıslahatların yapılması ve Batılı yaşam tarzının alınması ile giderilebilecek bir eksiklik olarak algılanırken, Batıdaki modernliğin arka planı anlaşılmamıştır. Cumhuriyet döneminde modernliğin doğasında bulunan ötekileştirme ideolojisinin işlediği, modernleşmenin “muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak” algısı üzerinden sistemleştirilerek yürütüldüğü görülmüştür. Modernlik algısını oluşturan aydın-bürokratlar için modernleşme ilericilik iken halk modernleşmeyi “yabancılaşma” olarak adlandırmıştır. Osmanlı ve Cumhuriyet Aydınının modernlik algısının birbirinden farklı olduğu görülmüştür. Son kertede ise ait olduğumuz medeniyetten ve değerlerden hareketle kendi modernleşmemizi oluşturup oluşturamayacağımız tartışılmıştır.
Sobider, 2017
Korku; herhangi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu düşünen bireyin zihnini bulanıklaştıran, bedenini donuklaştıran; başa çıkılmadığı takdirde hayatını zindana çevirecek kadar güçlü olan bir duygudur. Korkunun oluşmasında birçok sebep/etken vardır. Biz bu çalışmamızda korkunun kökenlerini modernizm ve entelektüellik arasındaki bağda arayacağız. Modernizm, hem dünyada hem ülkemizde sancılı bir süreç olarak kendini göstermiştir. Korkunun, modernizmin ürettiği sorgulayan, düşünen, entelektüel bireyin zihninde açık veya örtülü olarak yerleştiğini söylemek mümkün. Modernizmin yaratmış olduğu Doğu-Batı ayrımı ve bu ayrımın entelektüel kesimde yarattığı çatışmaların korkuyu da içerdiği açıktır. Çalışmada özellikle ülkemiz entelektüelinin şartları ve bu şartların doğurduğu korku açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu nedenle çalışmamızda öncelikle korku kavramı açıklanmış, sonrasında modernizm ve entelektüelitenin yarattığı korkulara değinilmiştir.
2023
Copyright © Bu kitabın Türkiye'deki her türlü yayın hakkı Eğitim Yayınevi'ne aittir. Bütün hakları saklıdır. Kitabın tamamı veya bir kısmı 5846 sayılı yasanın hükümlerine göre kitabı yayımlayan firmanın ve yazarlarının önceden izni olmadan elektronik/mekanik yolla, fotokopi yoluyla ya da herhangi bir kayıt sistemi ile çoğaltılamaz, yayımlanamaz.
Günümüze kadar Ermeni diasporası, Amerika, Avrupa ülkeleri ve Rusya gibi devletler, "Ermeni Meselesi"ni "mazlum" Ermenilerin "zalim ve barbar" Türklerin sömürüne karşı direniş, yani ezilenler ve ezenler arasındaki sınıf çatışması olarak algılamaktadır.
Koruma kavramı, insanoğlunun var olduğu günden bugüne kadar süregelen bir kavramdır. Tarihi çevrenin korunması, yapıya olduğu kadar yakın çevresine de duyarlı kalınarak koruma uygulamalarının yapılmasının gerekliliği ilk olarak 1931 yılında Carta Del Restaura'da gündeme gelmiş ve ardından 1964 yılında Venedik Tüzüğünde ilkeleşmiştir. Özellikle 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde gelişim gösteren koruma kavramı, tek tek yapıların korunmasından öte, süreç içerisinde geçmişten gelen mesajların geleceğe aktarılabilmesi adına, kültürel değişimin okunabildiği ve tarihsel süreklilik içeren çevrelerin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Geçmişten geleceğe bilgi aktarımının somut birer örneği olan tarihi çevreler kent kimliğinin en önemli bileşenlerinden biridir. Bu alanların taşıdığı tarihi, kültürel, mimari ve ekonomik değerler, günümüze geçmiş hakkında ışık tutan, gelecek nesle bu bilgilerin aktarılması hususunda önem taşımaktadır. İçerisinde bulunulan toplumun sosyal ve kültürel değerlerini, mimari oluşumlarını yansıtan tarihi çevrelerin; toplum, sosyal yaşam, kültür, doğal yapı, sokaklar, caddeler ve mimari ürünler ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu alanlara yapılacak yeni yapıdan beklenen tarihi çevredeki özgün kimliğin korunması ve alana değer katmasıdır. Tarihi çevrede yeni yapı ile ilgili farklı fikirler olsa da yapının çevreye saygılı ve yapıldığı döneme ait olması beklenmektedir. Tarihi çevrede tasarım için önemli bir kriter de bağlamdır. O yere ait tasarımların yapılabilmesi için detaylı analiz ve araştırmaların eksiz yapılıp yorumlanması gerekmektedir. Çalışma kapsamında Eskişehir Odunpazarı'nda, koruma amaçlı imar planı sınırları içerisinde, birçok tarihi yapı ve sivil mimarlık eseri komşuluğunda yeni yapılan Odunpazarı Modern Müzesi ele alınmıştır. Tarihi dokuda yeni yapının nasıl olabileceğine yönelik olarak uluslararası koruma belgeleri taranmış ve bu belgelerden oluşturulan kriterler bağlamında yapı analiz edilmiştir.
Erken Cumhuriyet Dönemi (1923-1950) mimarlık ortamı, Cumhuriyet yönetiminin siyasi ve kültürel yönelimlerini açıkça ortaya koyan etkili bir dile sahiptir. Bu ortamda özellikle 1930’lar boyunca uygulanan Uluslararası Mimarlık Üslubu’nun Türkiye’ye yerleşmesinde Almanca konuşulan ülkelerden gelen mimarların önemli katkıları olmuştur. Bu mimarlardan İsviçreli Ernst Egli, özellikle başkent Ankara’daki çok sayıda tasarımı, eğitimci ve yönetici kimliği ile bu “modern” üslubun öncülerinden birisidir. Egli, Cumhuriyet yönetiminin titizlikle ve özenle ele aldığı ve açıkça prestij sembolü olarak gördüğü eğitim yapıları alanında önemli çalışmalar yapmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı İnşaat Bürosu yöneticiliği, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Şubesi yöneticiliği ve eğitimciliği ile başta eğitim yapıları olmak üzere Ankara’daki önemli kamu binalarının tasarım ve uygulamaları sözkonusu çalışmalar arasındadır. Makalemizde Ernst Egli’nin Türkiye’deki çalışmalarında belirginleşen mimarlık anlayışı ile 1936 yılında tasarımını ve yapımını gerçekleştirdiği Siyasal Bilgiler Okulu Binası özellikle Eidgenössichen Technischen Hochschule Zürich (ETHZ) Arşivi’nden elde edilen özgün belgeler ile tanıtılmış ve değerlendirilmiştir. Uluslararası Mimarlık Üslubunun Cumhuriyet’in “modernlik”ten beklentilerini nasıl karşıladığı, Siyasal Bilgiler Okulu binasında bu biçim dilinin nasıl kullanıldığı ve yapının başkentin mimari estetiğine nasıl bir katkı sağladığı bu makalenin ana tartışmasıdır. Makalede önce Erken Cumhuriyet Dönemi mimarlık ortamının 1920’ler ve 1930’lar kesiti kısaca ele alınmıştır. Daha sonra Ernst Egli’nin Türkiye’deki çalışmaları ve mimarlık anlayışı tanıtılmıştır. Ardından Egli’nin Ankara’daki önemli uygulamalarından olan Siyasal Bilgiler Okulu binası ele alınmış, son bölümde ise yapı, Ernst Egli mimarlığı ve Erken Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı bağlamında değerlendirilmiştir.
Şarkiyat, 2021
One of the most important factors in making the identities we carry as individuals become clear is our different affiliations shaped by the social and cultural environment. These belongings are defined as “clothed identities” by social scientists. One of the most important belonging elements that individuals have is those obtained through certain groups. One of the most important con- ditions of belonging to a group as an individual arises as a result of the association with the common past of that group and its reflection on daily practices. In Assmann’s words, this is called “common memory” or “cultural memory”. This memory passes from generation to generation by being passed on through thou- ght carriers. One of the most important factors that carry ideas to future generations is the elements of belonging produced by religions and sects. One of the most common functions of religions and sects is to mediate the continuation of the past by remembering, enacting and repeating social phenomena that will appeal to the imagina- tion of their members. Rituals, one of the most important tools of this, have functions beyond being repeated phenomena in a certain part of time. One of its most important functions is to pre- serve group identity and belonging in the process of transferring culture to new generations through repetition. It is possible to find one of the most important examples of sectarian belongings based on social interaction through sacred symbols and rituals in the historical process in the shaping of the Shiite society. Shiism, with the effect of being a minority, has been a sect that has been shaped according to social belongin- gs compared to other sects and sharpened its power according to these belongings. In the Shiite thought, Karbala is not seen as an incident that took place and ended in a certain period of history. After completing the formation process of the sect, the event of Karbala lost its characteristic of being a historical event as a result of the reconstruction of the past with new and original contents in every period, and was kept alive by being transformed into “selected and transferred trauma”. According to the Hijri calendar, which is seen as one of the most important days of the Shiite tradition, 20 Safar days are cal- led “Arba‘eene Husaini”. The visit on this day is regarded as one of the symbols of the Shia culture. One of the most important fa- ctors that make Arba‘een stand out compared to other ceremonies and make him have such a different meaning is the march activity between Najaf and Karbala cities with a wide participation. This march has come to the fore as an event with various dimensions, including political, social, cultural and geopolitical meanings, rather than just having a religious meaning. It is seen that until recently, the special march for Arba‘een was an activity carried out only by Iraqi Shiites with local followers, and it has reached an international dimension recently. With the disappearance of the Ba’ath power in 2003, the social and political visibility of the Shiites increased considerably, and a new era entered, the Arba‘e- en march continued to be carried out more gloriously every year and expanded with new facts and interpretations. The effort to see the Arba‘een march as a social movement, not a state-based organization, is an issue emphasized by the Shi- ites. In Shiite circles, it is frequently emphasized that Arba‘een cannot be limited only as the visit of Husain but is also an activity that will enable an Islamic model against the secular Western ci- vilization. One of the most important functions Arba‘een has undertaken in recent years, in addition to assuming various social and cultu- ral meanings, is the gradual gaining of a political dimension. The political dimension of this march can be read as the projection of the Arab Spring, which started in the region after 2011, in the Shi- ite world. It is observed that Arba‘een started to be symbolized by gaining a meaning intertwined with the concept of “Islamic Awakening”. On the one hand, cultural activities on the preserva- tion of Shi’ite identity through socialization among visitors from various nations, and on the other hand, it has become a large or- ganization that brings with it the use of such an activity by Iran as an element of soft power in the international arena. Iran gains power over the Shiites coming from various geographies of the world by taking measures to facilitate their visit to Arba‘een, and as some authors have stated, it acts with the idea of responding to the strategic power that Saudi Arabia has gained due to the Hajj activity with an alternative activity. On the other hand, it propa- gates this activity as a deterrent force against other countries in the region. This situation rightly causes it to be stated that Iran has given itself a very important advantage in the “Shiite Cres- cent” understanding emphasized earlier.
ÖZET Osmanlı Devleti, 18. yüzyıldan itibaren benimsediği Batılılaşma siyasetiyle ekonomik ve siyasi gelişmelerin sonucu olarak ortaya çıkan modern dünyaya uyum sağlamayı, dolayısıyla ayakta kalmayı amaçlamıştır. 17. yüzyılla birlikte görünür hale gelen idari, mali ve askeri sorunların devlet merkezli algılanması, çözüm olarak görülen Batılılaşmanın da devletle sınırlı bir alanda hayata geçirilmesine neden olmuştur. Böylece kalemiye, ilmiye ve seyfiye olmak üzere üç sacayağı üzerine kurulu Osmanlı bürokrasisi, modern dünyanın Batı’da ürettiği yeni siyasi model olan modern devlet esaslarına dayalı bir dönüşüm içerisine girmiştir. Osmanlı bürokrasisinde, söz konusu dönüşümün ilk ve en köklü olarak yaşandığı yönetici sınıf seyfiye olmuştur. Eğitim, teçhizat ve teşkilatlanma konularında modern orduları model alan Osmanlı ordusunun Batılı esaslar çerçevesinde güçlendirilmesiyle devletin de güçleneceği düşünülmüştür. Ancak savaş meydanlarında öncekilere benzer bir biçimde üst üste alınan yenilgiler amaçlanılana ulaşılamadığını göstermiştir. Asli görevleriyle ilgili kendisinden bekleneni yerine getiremeyen seyfiye, Tanzimat Dönemi’nden itibaren bünyesinde belirginleşen modern kadroların öncülüğünde, Klasik Dönem’den farklı bir hareket alanına sahip olmaya başlamıştır. Tanzimat Dönemi ile başlayan bu farklılaşma, sırasıyla II. Abdülhamid ile İttihad ve Terakki Cemiyeti (İTC) Dönemlerinde yaşanan gelişmelerle daha da pekişmiştir. Ortaya çıkan ise Batı’da modern devletin iç ve dış egemenlik iddiasını yerine getirmekle yükümlü modern ordularla işlevsel açıdan örtüşmeyen askeri bir yapı olmuştur. Anahtar Kelimeler: Batılılaşma, Osmanlı, bürokrasi, seyfiye. ABSTRACT The Ottoman Empire aimed to adapt to the modern world, which emerged as the result of economic and political developments through Westernization politics adopted as of 18th century, and thus aimed to survive. The fact that administrative, financial and military problems, which became apparent in 17th century, were perceived as state-centred caused Westernization, which was considered as a solution, to be implemented in a state-limited area. Thus, the Ottoman bureaucracy based on three trivets as kalemiye, ilmiye and seyfiye underwent a transformation that is based on the principles of modern state, the new political model produced by the modern world in the West. In the Ottoman bureaucracy, seyfiye was the ruling class where the transformation in concern was experienced first and most profoundly. It was thought that the state would also be strengthened by strengthening the Ottoman army, which took modern armies as a model in education, equipment and organizational matters, within the framework of Western principles. However, the defeats sustained one after the other on the battlefields in a similar fashion to the previous ones showed that they could not reach what was intended. Seyfiye, which was unable to fulfil what was expected from it regarding the principal duties, started to have a movement area different from the Classical Period in the pioneer of the modern establishments that became evident within its body as of Tanzimat period. This differentiation, which started in Tanzimat Period, was further strengthened through developments experienced in the periods of Abdul Hamid and the Committee of Union and Progress (CUP). What was emerged was a military structure that was not functionally compatible with modern armies which were obliged to fulfil the modern state's internal and external sovereignty claim in the West. Keywords: Westernization, Ottoman, bureaucracy, seyfiye.
EDEBÎ TEMSİL VE İDEOLOJİ BAĞLAMINDA GELENEKTEN MODERNLİĞE KARAGÖZ’ÜN DEĞİŞİMİ, 2018
Öz Geleneksel Türk temaşa sanatları arasında yer alan Karagöz, 16. yüzyıldan 21. yüzyıla sosyal, kültürel ve politik gelişmeler paralelinde zamanın şartlarına göre konumlanır. Hayal perdesi, ışığını aldığı toplumsal yapının tabii olarak hakikatini de yansıtır. Osmanlı İmparatorluğu'nun modernleşme çabaları öncesine denk düşen Klasik-'Kâr-ı Kadîm' oyunlar; teolojik dünya anlayışı, tasavvuf, geleneksel toplu-luk ruhundan beslenen mahalle kültürü alegorilerine yaslanırlar. Osmanlı'nın yeni-leşme çabalarından sonraki dönemlerde 'Yeni-Nev-icad' oyunlarda Karagöz, siyasi hicve dönüşür. Oyunun bünyesindeki taşlama ve mizah unsurlarının 'yeni insan' bağlamında düşünülmesiyle Karagöz politize edilir, saraya karşı muhalefet sesi olur. Cumhuriyetten sonra ise kurucu iradenin 'ulus-devlet' prensibini sanat-kültür-eğitim alanında devlet eliyle düzenleme girişimlerinin uzantısı olarak gölge oyunu 'inkılâp edebiyatı' esaslarına uygun biçimde modernize edilir. Karagöz'ün dönü-şümü, perdedeki dil, oyunun tekniğine ve materyallerine dair hususiyetler, oyun tipleri repertuarındaki tasarruflar yanında, esas itibariyle kimlik ve temsil ilişkileri odaklıdır. Bu çalışmada öncelikle folklor unsuru olarak Karagöz'ün geleneksel ya-pı ve işlevi, devamında ise bu gelenekli türü modernleştirme çabalarının yeni ede-1 29-31 Mart 2018 tarihinde IKSAD tarafından Ankara'da düzenlenen Adriyatik'ten Çin'e Sosyal Bilimler Sempozyumu'nda sunulmuş bildirinin gözden geçirilmiş şeklidir.
Açık Radyo , 2023
Mars’a yerleşme planlarının yapıldığı bu yıllarda hâlâ mitolojiye gerek var mı?
Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, 2017
Öz Tanzimat'tan bugüne Türk şiirinin tarihi dönemlerine bakıldığında her dönemin kendi içinde çeşitli arayışlara, yeniliklere açık olduğu, yeni anlatım yolları/teknikleri keşfetme yolunda ciddi mesai harcadığı görülür. Bunun doğal sonucu olarak da birbirinden oldukça farklı-bazen de karşıt-teknikler ortaya çıkmış; duyguların, düşüncelerin ve olayların aktarılmasında dilin ve anlatımın olanakları geliştirilmiştir. Tekniklerin tarihi seyir içerisindeki ağırlıklarına bakıldığında Türk şiirinin ana damarının imge merkezli şiirde yoğunlaştığı söylenebilir; buna rağmen " anlatımcı teknik " de yadsınamayacak bir yoğunlukta kullanılmış, bu teknikte anlatmaya dayalı türlerin unsurlarından (olay, anlatıcı, zaman, mekân, çatışma vd.) yararlanılmıştır. Bu makalenin amacı bu gerçeklikten hareketle anlatımcı tekniğin imkânlarını sorgulamak, tekniğin farklı şairler tarafından kullanılış biçimini ortaya koymaktır. Seçilen örneklerin amaca hizmet etmesi için Cumhuriyet'ten bugüne her dönemi temsil gücü olan şiirler üzerinde durulmuştur. Bu şiirlerin çoğu zaman bir olay örgüsü ile anlatıcı sese sahip olduğu görülmüştür. Anlatımcı teknikle üretilen şiirlerde olaylar aktarılırken düzyazının mantıki cümle yapısından uzak durulmuş, çağrışım yüklü dizelerle çoğu kez şiirsel unsurlar öncelenmiştir. Gözlemci, ilahi ya da kahraman anlatıcıların ve bakış açılarının tercih edildiği bu şiirlerde; dil, cümle kuruluşu, yer yer özgün imgemlere ve ifadelere yer veriliş, çağrışım ve somutlamaya dayalı dolaylı aktarım ile olayların sunuluş tarzı anlatımcı şiiri diğer türlerden kesin çizgilerle ayırmıştır. Anahtar Kelimeler: Modern Türk Şiiri, anlatımcı teknik, olay, anlatıcı.
MİMARLIK BİLİMLERİNDE GÜNCEL AKADEMİK ÇALIŞMALAR, 2018
Zamanın İzleri, 2017
Milli Marş Metinlerinde İdeolojik Söylem
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.