Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
In today’s world, one of the most pressing issues is undoubtedly the refugee crisis. Inequalities between countries, illnesses, wars and conflicts and other factors have led to significant flows of population from poorer countries in the South to the more prosperous North with better living conditions. One important example of this has been the conflicts and turmoil which has marred the Mediterranean region and led to such flows in the last years. As a result of the Arab spring and more specifically of the ongoing Syrian civil war, these flows instead of tarnishing have been further enhanced. Turkey, at the crossroads between the EU and Syria has been for many refugees their first port of entry and as such has been known as the country which hosts the largest number of refugees in the world. Turkey thus plays a vital role in regulating migration and refugee flows and cooperates actively with the EU in that respect. In that contest, the parties came to an agreement on 18 March 2016 which highlighted the critical importance of increasing cooperation and joint actions in order to effectively manage and regulate the flow of migrants as well as help the integration of populations already present in Turkey. As IKV, we have been following closely Turkey-EU cooperation with respect to the refugee crisis as well as the Visa Liberalisation Dialogue. Furthermore, we have been organising meetings and colloquia with the expressed objective of increasing the understanding of notions regarding the refugee crisis and beyond. As such, IKV Junior Researcher Deniz Servantie prepared a publication entitled “Turkey-EU Refugee Dictionary” (No: 290) where he analysed the main concepts of the refugee jargon, the latest developments in the refugee crisis and its Turkey and Turkey-EU relations dimensions along with a more broad perspective.
Bu çalışma, İKTİSADİ KALKINMA VAKFI’ndan Uzman Ahmet CERAN tarafından yayına hazırlanmıştır. Bu çalışma, 2 Haziran 2016 tarihinde İKTİSADİ KALKINMA VAKFI ve İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ AB ENSTİTÜSÜ işbirliğiyle düzenlenen Mülteci Krizi Ekseninde Türkiye-AB İşbirliği: Fırsatlar&Zorluklar başlıklı panel oturumunun içeriği derlenerek hazırlanmıştır. Bu yayında yer alan yorum ve görüşler İKTİSADİ KALKINMA VAKFI’nın resmi görüşünü yansıtmamaktadır. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI; panelistler Prof. Dr. Ayhan KAYA, Doç. Dr. Çiğdem NAS, Doç. Dr. M. Murat ERDOĞAN ve Sayın Damla TAŞKIN’a teşekkür eder.
Çağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2008
Türk siyasi hayatında son yıllarda ağırlık kazanmaya başlayan milliyetçi söylemlerin en önemli nedenlerinden biri, 1999 yılında Türkiye'nin AB'ne tam üye olabilecek aday ülkeler listesine alınmasıyla ilgili kararın getirmiş olduğu ulusal zorunluluklardır. Öte yandan, Türkiye'nin Birlik'e üyeliği konusunda ilerlemeler oldukça, Avrupa'da ortaya çıkmaya başlayan Türkiye karşıtlığı da kıtasal milliyetçi söylemde kendisine yer bulmaktadır. Bu kapsamda, bu çalışmada son yıllarda her iki tarafta yükselen, ancak dinamikleri farklı olan milliyetçi söylemlerin nasıl şekil aldıkları gözden geçirilecek; Birlik ve Türkiye arasındaki müzakerelerde her iki taraftaki milliyetçiliğin üstlendiği işlevlerin neler olduğu incelenecek; Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği konusunda milliyetçi söylemlerin ne kadar etkili olabilecekleri tartışılacaktır.
Türkiye ve AB’de tarım; istihdama katkısı, tarımsal sanayi’ye hammadde sağlaması, insanların besin ihtiyaçlarını karşılaması yanında, üretilen tarımsal ürünlerin ihraç edilmesi gibi nedenlerle, ekonomik ve sosyal açıdan stratejik bir sektör konumundadır. Türk tarımının Ortak Tarım Politikası’na uyumunda beklenen gelişme sağlanamamıştır. Bunun sebebi, finansman sorununu ve iki tarafın tarım sektörünün yapısal, sosyal ve ekonomik açıdan gösterdiği farklılıklardır. Bu nedenle bu çalışmada, Türkiye ile AB’nin tarımsal yapı, girdi kullanımı, bitkisel ve hayvansal üretim düzeyleri ile tarım politikalarındaki farklılıklar ele alınmıştır.
Avrupa Birliği'ne katılım müzakereleri Türkiye'nin uzun zamandır gündeminde olan bir konudur. Bu süreçte Türkiye'nin birçok alanda uyum çalışmaları yürüttüğü görülmektedir. Bu alanlardan bir tanesi de sosyal politika ve istihdama ilişkin düzenlemelerdir. Müzakere fasılları içerisinde 19. başlıkta yer alan Sosyal Politika ve İstihdam faslı iş hukuku, iş sağlığı ve güvenliği, sosyal diyalog, istihdam politikası, sosyal içerme ve sosyal koruma, ayrımcılıkla mücadele ve eşit fırsatlar ile Avrupa Sosyal Fonu gibi konularda yapılan ve yapılması gereken düzenlemeleri kapsamaktadır. Bu çalışmanın amacı da müzakerelerin başladığı 2005 yılından günümüze sosyal politika ve istihdam alanında ne gibi gelişmelerin yaşandığını incelemektir. European Union accession negotiations is an issue that remains on the agenda of Turkey for a long time. In this process, it is seen that Turkey conducted harmonization studies in several areas. One of these areas is the regulations on social policy and employment. Social Policy and Employment Chapter No. 19 within the negotiation chapters includes the necessary arrangements on issues such as labour law, occupational health and safety, social dialogue, employment policy, social inclusion and social protection, anti-discrimination and equal opportunities as well as European Social Fund. The purpose of this study is to analyse the developments in the area of social policy and employment since 2005 when the negotiations started.
Europe stressed from immemorial times. Europe conducted difficult times during and after Second World War thus countries of Europe started to peace and peaceful life. Via this idea, European country led to solidarity. European Coal and Steel Coorperation was first step of peace. European Coal and Steel Coorperation achievement in economy hastened political coorperation process. Political Coorperation process started via Hague Summit, as soon as signed European Single Act take a different dimension after Willy Brandt's effort, separated England between France, insistence denied of De Gallue, denied of reports.
MÜZAKERELER SÜRECİNDE TÜRKİYE VE AVRUPA BİRLİĞİ, 2005
Pek çok araştırmacı Türkiye'nin Avrupa organizasyonlarına bağını 17'nci yüzyıla kadar götürür. En azından 17'nci yüzyılda Avrupalı düşünürlerin Türkiye ile ilgili önerileri vardır. İngiliz Hıristiyan dini lider, meşhur yazar William Penn 1693’te yazdığı “Avrupa Barışının Bugünü ve Geleceğine Doğru Bir Roman” (An Essay Toward the Present and Future Peace of Europe) kitabında, bağımsız devletlerden oluşan bir Avrupa Birliği – Meclis “Common Assembly” önermektedir. 90 sandalyeli bu mecliste Almanya 12, Fransa ve İspanya 10, İtalya 8, İngiltere 6 sandalyeye sahip olacak, Türkiye de isterse 10 sandalye ile katılabilecektir. Bu öneri, Osmanlı İmparatorluğu’nun şaşaalı bir döneminde, bir Hıristiyan dini lider tarafından yapılmaktadır. Öneriler dışında, Türkiye’nin ilk Avrupalılık belgesi 1856’da Paris’te imzalanan anlaşma olarak gösterilmektedir. 30 Mart 1856 Paris Anlaşması’nın 7’nci maddesi şöyledir: “Avusturya İmparatoru, Fransız İmparatoru, Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Kraliçesi, Prusya Kralı, Sardunya Kralı ve Rusya İmparatoru, Osmanlı Hükümeti’nin Avrupa Devleti sayılmasını, Avrupa Devletlerinin bütün haklarından ve Avrupa Devletleri Konseyi’nden faydalanmasını kabul ettiklerini duyururlar. Bu hükümdarlardan her biri, Osmanlı Devleti’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeyi kabul ederlerken bu saygının devamı konusunda birbirlerine kefil olurlar. Bu kurala aykırı olan her hareket, kendileri tarafından genel çıkarlarla ilgili bir mesele şeklinde görülecektir.” Türkiye böylece, Sultan Abdülmecid zamanında, “Avrupa Devletleri Konseyi”ne girmiş oluyordu. Tabii Osmanlı İmparatorluğu ile yapılan savaşlar bu anlaşmayı kâğıt üzerinde bıraktı. Ancak 1920’lerde yeni öneriler ortaya atılmaya başlandı.
tebd.gazi.edu.tr
Özet Araştırmada, Türkiye ile AB ülkelerinin eğitim istatistikleri yönünden karşılaştırmalı çözümlemesini yapmak ve Türkiye açısından öneriler getirmek amaçlanmaktadır. Araştırmada, kullanılan yöntem belge taramasıdır. Evreni, 25 AB ülkesi oluşturmakta olup, örneklem alınmaksızın tüm evrene ulaşılmak istenmiştir. Ancak, veriler 2004 OECD Göstergeleri'nden alındığı için araştırmanın çalışma alanı bu Gösterge'de yer alan AB ülkeleri ile sınırlı olmaktadır. Verilerin çözümlenmesinde, AB ülkeleri değerlerinin aritmetik ortalamalarına bakılmış ve Türkiye ile karşılaştırılması yapılmıştır. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre AB ülkeleri; eğitime ayrılan kaynaklar, okullaşma oranları, çalışmakta olan ve eğitim alan genç nüfusun yüzde değişimi, ilköğretimde sınıf başına düşen öğrenci sayısı, öğrencilerin öğretim kadrosuna oranı, bir öğretim yılında öğretmenlerin çalışma saatleri, öğretmenlerin maaşlarını belirleyen unsurlar ve kamu ortaöğretim kurumlarında alınan kararların yüzdelikleri bakımından Türkiye'den daha iyi durumdadır. Anahtar Sözcükler: AB Süreci, Türkiye eğitim istatistikleri, AB eğitim istatistikleri. Abstract In this research, a comparative analysis of the educational statistics of Turkey and EU countries and offering suggestions for Turkish education system are aimed. The method used in the research is document observation. The universe is constituted of 25 EU countries and without taking a sample, the whole universe is wanted to be reached at. However, as the data is gathered from 2004 OECD Educational Indicators, the research is limited to the countries mentioned in the Indicators. As data analysis, the arithmetic mean of EU countries' values are examined and compared with the values of Turkey. According to the findings of the research, the EU countries are in a better position than Turkey in terms of resources invested to education, enrolment rate, the average percentage of young population which both in schools and at work, the number of students per class in primary education, the ratio of students to teaching staff, the rate of working hours of teachers within a teaching year, the components determining the salaries of teachers employed at public schools and the percentage of the decisions taken at secondary education level in public schools.
2010
Kapitalizmin küreselleşmesi ve sermayenin kendine yeni alan açma projesi olarak ifade edebileceğimiz AB genişleme süreci sadece piyasaların entegrasyonunu değil aynı zamanda siyasal ve sosyal bir bütünleşmeyi de kapsamaktır. Bu çerçevede bugüne kadar gerçekleşen genişlemeler ile birlik hem güvenlik hem de dış ticaret politikalarında küresel etkinliğini ve rekabet gücünü arttırmıştır. Ancak gerçekleşen genişleme süreci değişen küresel konjonktür ile beraber birliğin yapısını ve uygulanan politikaları birliğin çıkarları doğrultusunda değiştirmiştir. Değişim esas itibariyle üçüncü ve beşinci genişleme süreçlerinde kendini hissettirmektedir. Merkez-Doğu Avrupa ülkelerinin ve Türkiye’nin müzakere süreçlerine bakıldığında izlenen politikalardaki bu değişim önemli ölçüde görülmektedir. Bu doğrultuda Avrupa Birliği’nin artık Türkiye’nin tam üyeliğinden ziyade imtiyazlı ortaklık benzeri bir entegrasyon sürecini benimsediği izlenimi ortaya çıkmaktadır.
ÖZET Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri yarım asrı geride bırakırken, bu süre zarfında duraklamalar, hızlanmalar ve yerinde sayışlar yaşansa da bir türlü 1963'de imzalanan Ankara Antlaşması'nın öngördüğü tam üyelik süreci gerçekleşememiştir. 2005'de başlayan müzakere süreci doğrultusunda Türkiye-AB ilişkileri öngörülen başlıkların akıbetine endekslenmiş konumdadır. Müzakere süreci, AB adayı bir ülkenin Birliğe " tam " üye olabilmek için ulusal mevzuatını AB müktesebatına (acquis communatiare) " tam " uyumlaştırma dönemidir. Ancak Türkiye belirtilen standart süreci normal bir aday ülke gibi yürütememektedir. Bugüne kadar toplam on üç fasıl müzakerelere açılırken sadece " Bilim ve Araştırma " faslı geçici olarak kapatılmış ve sekiz başlık ise çeşitli gerekçelerle bloke edilip müzakerelere dahi başlanamamıştır. Bu durum, Türkiye-AB ilişkilerini belirsiz bir sürece soktuğu gibi ilişkilerin geleceğiyse büyük bir tartışma konusu olmuştur. İlişkilerin belirsiz bir sürece ilerlemesindeki en büyük etkenlerden birisi de müzakereler olumlu sonuçlansa dahi Türkiye'nin AB üyeliğini referanduma götüreceğini açıklayan başta Avusturya olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinin tutumudur. Bu çalışmada Avusturya'nın Türkiye-AB ilişkilerine bakışı analiz edilerek iki ülke arasındaki ilişkilerin dünü, bugünü ve yarını değerlendirilecektir. ABSTRACT
ÖZ 31 Temmuz 1959' da başlayan Türkiye-AB ilişkileri, 12 Eylül 1963'te im-zalanan Ankara Anlaşması ile hukuki bir boyut kazanmıştır. Ankara Anlaşması'ndan sonra özellikle 1990'lardan itibaren yeni kavramlar ortaya atılmaya başlanmıştır. Örneğin, AB tarafından Türkiye için ileri sürülen " Ay-rıcalıklı Ortaklık " ya da " Stratejik Ortaklık " gibi bazı kavramlar 1990'larda ortaya atılmıştır. 2000'lerin başında ise Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasını istemeyen Almanya, Fransa, Hollanda, Avusturya gibi bazı AB üyesi ülkeler-deki merkez ve aşırı sağ gruplar tarafından " İmtiyazlı Ortaklık " adında bir seçenek ortaya atılmıştır. Tam üyelik dışı bir model olarak ortaya atılan bu seçenekle, Türkiye'nin AB karar-alma mekanizmalarına dâhil olmadan daha yoğun ve sıkı bir işbirliği tesis edilmesi öngörülmektedir. Söz konusu gruplarca bu seçenek ortaya atılırken, devletlerin iç politikasına, hükümetlerin tutumu-na, hükümet dışı yapıların etkisine ve kamuoyunun tutumuna göre hareket edilmekte ve Avrupa bütünleşmesi yönlendirilmek istenmektedir. İçeriği muğ-lak olan, hukuki bakımdan belirsizlikler içeren " İmtiyazlı Ortaklık " seçeneğine Avrupa Komisyonu ve Türk hükümetleri karşı çıkmaktadır.
2023
Uluslararası çevre, devletlerin çıkarlarındaki değişiklikler nedeniyle değişken ve daima canlı bir yapıya sahiptir. Bu değişken uluslararası ortamda devletler, değişen dünya düzenine ayak uydurmak için çıkarları doğrultusunda işbirliği yaparlar. Türkiye ve AB’nin geçmişten günümüze dostane bir ilişkiyle birçok noktada işbirliği yaptığı söylenebilir.. Bu ilişki ekonomik, politik ve kültürel temellere dayanır ve bu nedenle Türkiye ile AB arasında geçmişten gelen karşılıklı bağımlılığın olduğunu söylemek mümkündür. Bununla beraber, Suriye krizinin meydana gelmesi ilişkilerdeki ana konulardan biri haline gelmiştir. Bu siyasi krizin, özellikle AB ve Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülke üzerinde ekonomik ve kültürel açıdan çok önemli bir etkisi olmuştur. Suriyeli mülteciler AB ve Türkiye için sorun haline geldiğinde, gelişen ikili ilişkiler ve işbirlikleri kaçınılmaz hale gelmiştir ve birçok farklı alanda yeni bir karar alma süreci oluşturulmuştur. AB, mülteci kriziyle baş etmekte yetersiz kalınca Türkiye'yi çözüm olarak görmüştür. Çünkü Türkiye coğrafi konumu nedeniyle birçok mülteci ve göçmen için ilk giriş ve geçiş noktasıdır. Böylece, ekonomik ilişkiler, AB’deki Türk nüfusu ve siyasi ittifak gibi karşılıklı bağımlılığı güçlendiren yapılara yenisi eklenmiştir. Bu bilgiler ışığında, bu çalışma Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri açıklayacaktır. AB ve Türkiye'nin zaten karşılıklı olarak bağımlı oldukları ve bu karşılıklı bağımlılığın mülteci krizinin etkisiyle arttığı savunulacaktır. Öncelikle işbirliğine neden olan mülteci sorununun tarihsel arka planı verilecektir. Ardından Türkiye'nin mülteci sorunuyla gelen işbirliğinden beklentileri ve bu işbirliğinin vize serbestisi, katılım müzakereleri ve Gümrük Birliği'ne etkileri anlatılacaktır. İkincil kaynaklar, makaleler, kitaplar ve tablolardan yararlanılarak sonuç ve kaynakça verilecektir.
Zorlu süreçler içinde Türkiye'nin sürekli Avrupa birliğine girme çalışmaları ve tükenmeyen umudu aynı zamanda uyguladığı ve uygulamaya çalıştığı politikalar elli yıldır sürekli bu hayali gerçekleştirmek için birçok çalışmalarla süreklilik kazanmıştır. Bu süreci öncelikle Avrupa konseyi ve daha sonra Avrupa birliği çerçevesinde incelemek istiyorum.
İKV DEĞERLENDİRME NOTU , 2015
İKV DEĞERLENDİRME NOTU , 2015
DEAŞ’ın 2014’te küresel bir tehdide dönüşmesi ve Avrupa ülkelerinde gerçekleştirdiği terör saldırıları AB’nin Suriye politikasını güvenlik merkezli bir politikaya dönüştürmüştür. Buna bir de Suriye’den Avrupa’ya yaşanan göç eklendiğinde AB’nin temel hedefi vatandaşlarının ve sınırlarının güvenliğini sağlamak olmuştur. Benzer bir durum da Türkiye’nin Suriye politikasında yaşanmıştır. Türkiye, bölgede artan çatışmalar karşısında güvenliği öncelemiştir. Ancak AB ile Türkiye’nin güvenlik öncelikleri de farklılaşmıştır. Temel hedefi sorunu sınırlarının ötesinde tutmak olan AB, bu durumun Türkiye’ye olası etkilerini göz ardı etmiştir.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.