Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2016, Bizim Külliye
…
14 pages
1 file
Zeynep Tek, L e v e n t B a y r a k t a r , İ b r a h i m T ü z e r v e Y a ğ m u r T u n a l ı
kimliklenme oluşumlarına da doğrudan katkıda bulunmaktadır. Türk ede-biyatı, özelde Türk romanı kimlik oluşturma düzleminde önemli işlevler üstlenen temel kaynak olmuştur. Toplum ve kimlik alanındaki dönüşümün tanığı olan romanlar, kimlik, modernleşme bakımından da okunabilmekte-dir. Anahtar Kelimeler: Edebiyat, Kimlik, İdeoloji, Türk Romanı. Giriş Kimlik, bir toplumun, bir halkın ve bir kişinin kendisini nasıl gördüğü, tarih ve toplum süreçlerinde kendini nasıl konumlandırdığı meselesini açıklayan merkezi kavramlardan biridir. Benzerlikleri ve farklılıkları açıkladığı gibi insan ve topluma ait belli nitelikleri de ifade etmektedir. Toplumun, halkın, ulusun doğrudan yansıması, imgesi ve göstergesidir. 'Kim' sorusunun te-mel açıklayıcı birimidir. Kimlik o denli merkezi bir kavramdır ki, neredey-se bir topluma, bir halka ve kişiye ait bütün hususları kendinde toplayabil-mekte, kendi alanında o hususlara yer verebilmektedir. Bir ayna-kavram olarak kimlik, toplumsal ve bireysel hayatın tüm yönlerine ışık tutmaktadır. Yaşam tarzını yansıtan kimlik, insan ve toplum tanımında önemini bir kez * Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.
Autobiography, Woman and Identity, 2017
Autobiography, Woman and Identity Abstract The concept of identity is encompassed in diverse disciplines and has become a more controversial notion especially after the postmodernist declaration of the disappearance of the subject. Identity is handled in two ways as individual and societal concepts, the former of which reflects the person and defines his or her invariable personal traits, the latter of which is the total reflections of the impacts of social life on the individual. These two concepts based on Freud’s ‘id, ego’ and ‘superego’ are both reflective of one’s social and psychological development. In the face of social norms, one’s possession of contradicting multiple identities leads one to strike a balance between the individual identity and these roles. When viewed from the viewpoint of feminism, the case can be said succinctly as follows: Having the sensation of being displaced by the system, woman suffers from a split within herself due to firstly her life devoted to the others and secondly, one and at the same time, her desires to participate in social life and to perform her duties attributed to her by the society. Having been excluded by history and the system of cultural values woman expresses herself in autobiographies and states, on the social level, that the problem is not a personal one. Biographies and autobiographies with their communicative dimension play a significant role in this matter. Taking these ideas as a point of departure, this study attempts to make a connection between biographical learning and identity, following the explorations of the concepts of identity and (auto)biography. Keywords: Autobiography, Identity, Subject, Socialization.
The West which proved its superiority in every field following the19th century created an identity crisis not only in social life but also in novel genre which is the mirror of social life. Considering the centuries-long history of culture and identity and the challenge of leaving traditional values, it is undeniable that the transition obliged by Westernization within almost every field would encounter a natural resistance. This resistance would lead to a natural civilization crisis. It can be seen that culture and identity crises which started by Tanzimat period are commonly discussed as a subject in Turkish novels. The dimensions that this transition and resistance expanding the 21st century reached in Turkish literature can be explained only through a systematic reading and the attitudes that characters adopted against Westernization movement. Unlike very clear characters like black-and-white fictionalized by the first period novelists, characters who internalize Western culture and even take the position of “Other” against their own culture are encountered in late period novels. In this paper, I will try to examine the culture and identity crisis which has reflected on modern novels from Tanzimat period.
RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi
Günümüz yazarı Murat Gülsoy'un son romanı Ve Ateş Bizi Tüketiyor (2019), benlik bölünmesi, yabancılaşma, arayış gibi temaları ele alan, postmodern niteliklere sahip bir roman olarak dikkat çekmektedir. Çalışmada, romanın içerik ve biçim özellikleri incelenecektir. İçerik yönünden benlik bölünmesi, rüya ve arayış temaları tahlil edilecek, biçim yönünden ise postmodern nitelikler ve gerçeklik algısı ele alınacaktır. Roman, emekli bir ağır ceza reisinin geçmişi ile bugünü arasındaki bölünmüşlüğünü konu alır. Uzun zaman acı çekmiş, geçmiş hayatını belleğinden silmeye çalışan bir adamın kendi zihninde, hayal, rüya, gerçeklik labirentinde kayboluşu ve benlik bütünlüğüne ulaşma isteği temel izlektir. Bu yolculuk gece vakti, bilinç ve bilinçdışı katmanlarında gerçekleşir. Dolayısıyla romanda teknik olarak rüya, hayal ve gerçek iç içedir. İki benlik de acı, korku, kaçış isteği, yaşama sevinci/isteği gibi duyguları ortak olarak yaşarlar. Kaybolan başkişi, mutsuzluk çektiği hayatında kendini bir hikâyenin içinde sıkışmış ve özgürlüğünü kaybetmiş gibi hisseder. Bu sebeple "kendi hikâyesinden çıkıp gitmek" arzusuyla evden uzaklaşır. Sonrasında paralel olarak kayboluşu ve arayışı bir arada yaşar. Başkişinin kendi hayatına yabancılaşması yoluyla gerçekleşen benlik parçalanması, kayboluşun asıl mânâsını taşır. O zamana kadar insanlardan uzak kalmış, yakınlarını kaybetmiş, evinin ıssızlığında yalnız bir adam iken o gece, insanlarla birlikte vakit geçirerek kaybettiği dengesini, bütünlüğünü bulmaya çalışır. Bu kayboluş ileriki yaşlarda ortaya çıkan zihin dağınıklığının da bir sonucu olarak gösterilir. Dolayısıyla okuyucu, olayları yaşlı bir adamın zihninden takip eder. Geceye, rüyalara hâkim olan arzu ve korku duyguları damga vurur. Yaşama sevinci, yeniden hayata dönme isteği ve yaşlılıkla birlikte gelen ölüm korkusu iç içe verilir. Arayış ise, hayatın ateşini yeniden tutuşturmanın bir yoludur.
Sosyolojik Açıdan Edebiyat ve Din, 2018
Din, ilk insanların tarih sahnesine adım atmalarından bu yana varlığını korumuş en temel sosyal olgulardan biridir. Söze dayalı bir sanat olan edebiyatınsa, insanlığın bu uzun geçmişinde, insanın var oluşu anlamlandırma çabalarının bir ürünü olarak varlık kazandığı açıktır. İnsanlık tarihiyle ilgili yapılan en erken çalışmalar gerek biçim gerekse öz açısından ilk dinî metinlerin, aynı zamanda ilk edebî metinler olduğunu göstermektedir. Din, geçmişten günümüze edebî metinleri güçlü bir biçimde etkilemiş ve yaygınlık kazanabilmek için edebiyatın işlevselliğinden yararlanmıştır. Aynı şekilde edebiyatın da bu süreçte, dinden çok yönlü beslenerek yaratıcı potansiyellerini artırdığı tarihsel bir gerçektir. Modern dönemle birlikte, birçok alanda olduğu gibi din de hem felsefeden hem de edebiyattan ayrılarak bağımsız bir kimlik kazanmıştır. Ancak tarihsel süreç içinde dinin ve edebiyatın yolları sürekli kesişmiş, aralarındaki ilişki güçlenerek devam etmiştir. Dolayısıyla edebiyat ve din gibi kapsamlı iki disiplin arasındaki ilişkiler, her dönemde farklı bağlamlarda dile getirilmiştir. Bu makalede, din ve edebiyat olgusu, tarihsel bir perspektif içinde, sosyolojik bir yaklaşımla ele alınacaktır. İlk önce, din ve edebiyat, kendileriyle ilişkili kavramlar dâhil açıklanacak, sonra tarihsel süreç içinde din ve edebiyat ilişkisi diyalektik bir bakış açısıyla, örneklendirilerek ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Yarım aşırı aşan bir geçmişe sahip Almanya’ya göç olgusu beraberinde önemli bir edebi birikimi (Migrantenliteratur) de getirmiştir. Farklı adlandırmalar ile anılan bu edebi birikim, kendi içinde de farklı renkleri de barındıran bir özelliğe sahiptir. Edebi yazını besleyen en önemli kaynaklardan biri toplumdur. Yazarın içinde yaşadığı toplumsal yapı ve problemler üstü kapalı veya açık bir şekilde onun yazılarına yansımaktadır. Bu bağlamda araştırma, 50’li yaşlarında Almanya’ya giden ve ömrünün sonuna kadar orada yaşayan, birçok edebi ve düşünsel çalışması ile Türk edebiyatında önemli bir isim olan Fakir Baykurt’un “Koca Ren” ve Yüksek Fırınlar” adlı romanları ile birlikte Duisburg Üçlemesi’nin son kitabı olan “Yarım Ekmek” romanında ele aldığı konu ve roman kahramanları üzerinden din ve gelenek olgusu sosyolojik bir yaklaşımla ele alınmaktadır. Toplumcu-gerçekçi çizgide yer alan yazarın, uzun yıllar yaşadığı Türkiye’deki siyasi ve ideolojik geçmişi bu romanda kullandığı dil ve kurguladığı kahramanlarda kendini göstermektedir. Romanda Almanya’nın Duisburg şehrinde yaşayan Türklerin yeni kültürel ortamda yaşadıkları çatışma, kültürel şok, arada kalmışlık, iki kültürlülük temaları ön plandadır. Yazar romanda sadece Almanya’daki Türkleri ele almamakta, aynı zamanda Türkiye ile hatta başka ülkeler ile de ilişkilendirmeler yaparak bireysel ve toplumsal konuları ele almaktadır. Araştırmada, romanda yer alan dini ve geleneksel unsurlar sosyolojik olarak analiz edilmiştir. Genel anlamda bir göç romanı olma özelliği yanında Yarım Ekmek romanında dini, siyasi ve ideolojik birçok yorum ve tartışma söz konusudur. Romandaki bu veriler, inanç, ritüel, siyaset ve toplumsal boyutlarda kategorize edilerek ele alınmıştır. ENGLISH ABSTRACT Religion and identity reflections in literature of immigrant: Religion and Tradition in Fakir Baykurt’s novel Yarım Ekmek The immigration fact which has nearly half century in Germany have brought a significant literal accumulation (Migrantenliteratur) in its wake. This literal accumulation, which is named as several denominations, has a feature including different colours in itself. One of the most important source snourishing literature is society. Societal structure and problems that the writer lives inside, directly or indirectly reflect on his/her compositions. In this context, the matter of religion and tradition by way of the issue and fictious characters in the novel of Fakir Baykurt who went to Germany in her 50’s and lived in there till his death and who is a considerable name in Turkish literature with his several literal and intellectual workings; “Yarım Ekmek” which is the third novel of Duisburg Trilogy with “Koca Ren” and “Yüksek Fırınlar” are discussed sociologically in the study. The political and ideological past of the socialist realist lined writer in Turkey where he spent his life for a long time, manifest itself on the speech and fictious characters of novel. In the novel, themes of new Turks’ conflict, cultural shock, being in the middle, bi culturalism in their new cultural nature in Duisburg which is the city they live in. The writer not only deals with Turks in Germany but also personal and social subjects via comparing them to Turkey and even other countries. In the study, religious and traditional elements analyzed sociologically. Besides the speciality of being a migration novel in general, there are a lot of religious, political and ideological interpretations and discussions in the novel. These datum in the novel are examinated in the context of belief, ritual, politics and social categorisation.
İSLAMOFOBİNİN KURGUSAL DÜNYADA YANSIMALARI: REALİTEDEN DİSTOPİYE: MOHSİN HAMİD’İN “GÖNÜLSÜZ KÖKTENDİNCİ” VE MICHEL HOUELLEBECQ’İN “UNTERWERFUNG” (DİZÇÖKÜŞ) BAŞLIKLI ROMANLARI, 2018
Özet: Son yıllarda sıkça duymaya başladığımız bir kavram olan 'İslamafobi' tarihsel boyutu olan bir gerçekliğe işaret eder. Kökeni haçlı seferlerine kadar uzanan İslam karşıtlığı, günümüzde ise 11 Eylül saldırılarından bu yana bir önyargının somutlaşmış hali olarak karşımıza çıkmaktadır. Batı'nın ötekileştirme tarihiyle paralellik gösteren İslamafobinin arkasında, kendini Müslüman olarak tanımlayan grupların yapmış olduğu terör eylemleriyle anılsa da emperyalizmin manipülasyonu gözden kaçmaktadır. Ülke içinde yaratılan terör ve daha ileri hali iç savaşın yol açmış olduğu zorunlu göç dalgası da Batılı insanda endişe yaratan ve önyargıyı kuvvetlendiren bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. İslamafobinin edebiyat dünyasına yansıma biçimi bulunulan konuma göre farklı biçimde olmaktadır. Burada ele alacağımız romanlardan Michel Houellebecq'in 'Dizçöküş' (Unterwerfung) başlıklı romanı olumsuz ütopya olarak adlandırabileceğimiz distopik bir özellik gösterir. Müslüman bir cumhurbaşkanının seçilmesi sonrası Fransa'da yaşanan değişimi işleyen eser, Batılı insanın gelecek korkusunu ifade eder. Ele alacağımız ikinci eser ise, ABD'de öğrenim hayatını önemli bir üniversitede sürdüren, ancak 11 Eylül sonrası insanların değişen tutumlarından rahatsız olarak memleketine geri dönen Pakistanlı bir gencin yaşadıklarını anlatır. Her iki eser farklı yola çıkış ve farklı sonuçlarıyla birbirine zıt bir dünya sunmaktadır. Biz de bu çalışmada öncelikle kavram olarak İslamafobiye değindikten sonra, her iki eserde ortaya çıkan durumu bireysel sonuçlarıyla tartışmak istiyoruz. Anahtar kelimeler: İslamafobi, distopi, Michael Houellebecq, Mohsin Hamid. A. Giriş: Batılı ülkelerin denizaşırı ülkeleri keşfetmelerinden ve keşfedilen yerlerin zorla dilini, dinini kan dökerek değiştirmelerinden bu yana yaklaşık 500 yıl geçmiş olmasına rağmen, bugün Batıfobi kavramı veya Batının yaptıklarını ifade eden başka bir kavram yoktur. Halbuki kapitalizmin tarihinin kanla yazıldığı gizli bir gerçek değildir. Günümüzde yaşananlar ise dış görünüş olarak biraz daha farklı görünüme sahiptir. Kolonyalist hareketin mutant bir biçimi olarak küreselleşme adı altında sermayeye sınırsız hareket alanı yaratan gelişmeler belirli bölgelerde bir hareketliliğe de yol açmıştır. Tam da 'öteki' kavramı yeniden tanımlanmaya, kadın hakları daha çok yankı uyandırmaya başlamışken ve kültürlerarası ilişkiler farklı düzlemde gündeme gelmişken, bunlara paralel olumsuz gelişmeler de önüne geçilemez boyuta erişmiştir. Savaşların biçim değiştirmesiyle doğru orantılı olarak özellikle 3. Dünya
RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 2021
Feminist hareketlerin görülmeye başlamasıyla birlikte geniş açılımlar kazanan toplumsal cinsiyet kavramı; kişinin dünyaya geldiği andan itibaren toplumsal düzeyde birtakım rollerle biçimlendirilerek erkeklik ve kadınlık kimliğine bürünmesini ifade eder. Bireyin içinde taşıdığı ve kendisine dayatılan kimlik modellerine bağlı olarak yaşadığı çatışma ve uyum ortamı, kendini gerçekleştirme sürecinin olumlu ve olumsuz sonuçlanmasına neden olur. Kavramlar, sosyolojik olduğu kadar edebiyat eserlerindeki boyutlarıyla da karşımıza çıkar. Bu bağlamda toplumsal cinsiyet rollerinin kültürlenme ve bireyleşme sürecinde kişiler üzerindeki etkisinin sorgulandığı Üç Beş Kişi romanında, birey-toplum çatışması ekseninde toplum bilimsel gerçeklikler kurgulanmıştır. Bir dönemin Türkiye'sinde ailenin ve toplumun, bireyler ve bedenler üzerindeki hâkimiyeti, iki kardeşin aile ve toplumla çatışması üzerinden yansıtılmıştır. Bu çalışmada, kolektif oluşumların bedenler, bireyler, kimlikler üzerindeki etkisine odaklanılmış; bedenler üzerinden yapılan toplum mühendisliğinin, kişiler ve kişilikler üzerindeki etkisi, öngörülen cinsiyet kimliğinin ve yaşam biçiminin reddedilmesiyle ortaya çıkan çatışma unsurları, çalışmanın sınırları dâhilinde değerlendirilmiştir.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Türk kültürü incelemeler dergisi, 2017
Kimlik ve Kültür, 2021
Karakter: Edebiyat Çalışmalarında Üç Soruşturma, 2024
Gazi Türkiyat, 2023
The journal of academic social science studies, 2022
Pasajlar Sosyal Bilimler Dergisi- Doğu Batı, 2019
100. YILINDA İSTİKLÂL MARŞI VE MEHMED ÂKİF, 2021