Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
DEAŞ’ın 2014’te küresel bir tehdide dönüşmesi ve Avrupa ülkelerinde gerçekleştirdiği terör saldırıları AB’nin Suriye politikasını güvenlik merkezli bir politikaya dönüştürmüştür. Buna bir de Suriye’den Avrupa’ya yaşanan göç eklendiğinde AB’nin temel hedefi vatandaşlarının ve sınırlarının güvenliğini sağlamak olmuştur. Benzer bir durum da Türkiye’nin Suriye politikasında yaşanmıştır. Türkiye, bölgede artan çatışmalar karşısında güvenliği öncelemiştir. Ancak AB ile Türkiye’nin güvenlik öncelikleri de farklılaşmıştır. Temel hedefi sorunu sınırlarının ötesinde tutmak olan AB, bu durumun Türkiye’ye olası etkilerini göz ardı etmiştir.
Bu çalışma, Türkiye hükümetinin Suriye mülteci krizini yönetiş biçimlerini inceleyecek ve Avrupa Birliğinin sürece dâhil olabilmesi için politika önerileri geliştirecektir. Türkiye’nin yönetim şekli, yasal durum ve kampların fiziksel koşullar olarak iki farklı açıdan incelenecektir. Birinci bölümde, yasal durum kapsamında, Suriyeli mültecilere sağlanan koruma ve Türkiye’nin 1951 tarihli Mültecilerin Durumuna Dair Sözleşmeye koyduğu coğrafi çekince ile İskân Kanunu’nun bu korumaya olumsuz etkileri tartışılacaktır. İkinci bölümde, Türkiye’deki kampların fiziksel koşulları ve yaratığı güvenlik sorunlarına değinilecektir. Son olarak üçüncü bölümde ise Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye ne şekilde destek verebileceğine odaklanılacaktır. Mültecileri çevreleyen ciddi yasal ve politik sorunların aşılması için ise Türkiye’nin kendisini yeniden Batı çerçevesinde tanımlaması gerektiği üzerine değerlendirme yapılacaktır. Aynı zamanda yapılandırmacı(constructivist) teoriden yola çıkarak mültecilerin Avrupa’ya yerleşimi için Avrupa Birliği içinde yapılabilecek düzenlemeler ve finansal yardımlar tartışılacaktır.
As a result of the civil wars in the Middle East after the Arab Spring, the number of people forced to migrate from the ir countries has reached the highest level of human history. Turkey, the country that is most affected by the refugee crisis brought with it by the Syrian Civil War, is the key country in the process of fighting this problem. Especially after 2015, there was a solution to the perception of Syrian refugees migrating to Europe as a threat, while Turkey played an active role in world politics as a part of this solution. Germany, which needs Turkey's help in solving the refugee crisis, has made some promises at this stage. It is requested that the refugees remain within the borders of Turkey with short-term solution proposals such as financial assistance, visa exemption and invitation of Turkish leaders to European Union summit. The implementation of commitments made to the refugee crisis, which is effective both in relations with Germany and in the review of the European Union accession process, has not gone beyond financial aid. The European Union and its member states are trying to solve their refugee demands in directly by making Turkey a buffer zone. In this con text, in the first stage of the study, the limits of the European Union's refugee law were discussed, and in the other part, Germany and Turkey’s attitude to wards the refugee crisis was examined in terms of bilateral relations. Regulations, treaties, statements in written and visual media and articles and boks constitute the tools of the study.
2023
Uluslararası çevre, devletlerin çıkarlarındaki değişiklikler nedeniyle değişken ve daima canlı bir yapıya sahiptir. Bu değişken uluslararası ortamda devletler, değişen dünya düzenine ayak uydurmak için çıkarları doğrultusunda işbirliği yaparlar. Türkiye ve AB’nin geçmişten günümüze dostane bir ilişkiyle birçok noktada işbirliği yaptığı söylenebilir.. Bu ilişki ekonomik, politik ve kültürel temellere dayanır ve bu nedenle Türkiye ile AB arasında geçmişten gelen karşılıklı bağımlılığın olduğunu söylemek mümkündür. Bununla beraber, Suriye krizinin meydana gelmesi ilişkilerdeki ana konulardan biri haline gelmiştir. Bu siyasi krizin, özellikle AB ve Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülke üzerinde ekonomik ve kültürel açıdan çok önemli bir etkisi olmuştur. Suriyeli mülteciler AB ve Türkiye için sorun haline geldiğinde, gelişen ikili ilişkiler ve işbirlikleri kaçınılmaz hale gelmiştir ve birçok farklı alanda yeni bir karar alma süreci oluşturulmuştur. AB, mülteci kriziyle baş etmekte yetersiz kalınca Türkiye'yi çözüm olarak görmüştür. Çünkü Türkiye coğrafi konumu nedeniyle birçok mülteci ve göçmen için ilk giriş ve geçiş noktasıdır. Böylece, ekonomik ilişkiler, AB’deki Türk nüfusu ve siyasi ittifak gibi karşılıklı bağımlılığı güçlendiren yapılara yenisi eklenmiştir. Bu bilgiler ışığında, bu çalışma Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri açıklayacaktır. AB ve Türkiye'nin zaten karşılıklı olarak bağımlı oldukları ve bu karşılıklı bağımlılığın mülteci krizinin etkisiyle arttığı savunulacaktır. Öncelikle işbirliğine neden olan mülteci sorununun tarihsel arka planı verilecektir. Ardından Türkiye'nin mülteci sorunuyla gelen işbirliğinden beklentileri ve bu işbirliğinin vize serbestisi, katılım müzakereleri ve Gümrük Birliği'ne etkileri anlatılacaktır. İkincil kaynaklar, makaleler, kitaplar ve tablolardan yararlanılarak sonuç ve kaynakça verilecektir.
Göç, insanların yeni bir yere ya da ülkeye daha iyi çalışma ve yaşama koşulları bulmak üzere hareketliliğini tanımlayan bir kavramdır. Bir göç çeşidi olarak beyin göçüne bu bağlamda ayrı bir çerçeve çizilmiş ve nitelikli insan gücüne olan ihtiyacın artmasıyla da beyin göçüne ayrı bir önem atfedilmiştir. Uluslararası alandagöç çeşitleri içerisinde ayrı bir yere sahip olan beyin göçü, bedelsiz transfer olarak nitelendirilmiş ve beşeri sermaye olarak insan gücü olarak adlandırılmıştır. Gelişmiş ülkelerin nitelikli işgücünü kendilerine çekmek için uyguladıkları politikalar onların ekonomik ve siyasal veriler bağlamında nispi olarak daha iyi bir konumda yer almalarını sağlamış,aynı zamanda gelişmekte olan ülkeler ve gelişmemiş olan ülkeler arasındaki ekonomik gelişmişlik ve siyasal istikrar uçurumu arttırmıştır. Gelişmekte olan bir ülke olarak ele alındığında Türkiye, vasıflı/nitelikli insan gücüne ihtiyaç duymakta ve Türkiye'nin bununla ilgili başarılı politikalar geliştirmesi gerekmektedir. Suriye Krizi kaynaklı Suriyeli sığınmacıların içerisinde eğitimli olan insanların bir kısmının Türkiye'de kendi mesleklerini icra edememelerinden dolayı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerine göç etmesi, beyin göçü ile ilgili politikaların oluşturulmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Araştırmada beyin göçünün olumlu ve olumsuz yanları düşünüldüğünde Suriye Krizi kaynaklı göç örneği ele alınarak, Türkiye üzerindeki etkilerinin nasıl gerçekleştiği beyin göçü kapsamında ele alınmış, araştırma sonucunda Türkiye'de ikamet eden Suriyeli sığınmacıların eğitim durumu, Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerine göç eden Suriyeli sığınmacılarınki ile karşılaştırılarak nicel bir şekilde ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Soğuk Savaş döneminden bugüne kadar uluslararası arenada yaşanan stratejik mücadelenin Suriye-Rusya ilişkileri üzerinde teşvik edici bir etkisi olmuştur. Her iki ülkenin Batı’yla ilişkilerinde yaşadığı gerilim, tarafların yakınlaşmasında önemli rol oynamıştır. Bu ilişki ağı Şam rejimi için hayati bir önem taşırken, Rusya’ya kendi çevresinin dışında stratejik bir alan kazandırmıştır. Bu çalışmada bu söylem üzerine yoğunlaşılarak Rusya-Suriye ilişkileri ele alınmıştır.
Karadeniz Araştırmaları (Journal of the Black Sea Studies, 2019
Güney Kafkasya Bölgesi, Avrasya jeopolitiği bakımından kritik önemdedir. Bu bölge, silahlı çatışma ve siyasi uyuşmazlık alanlarının sunduğu riskler yanında Hazar havzasının hidrokarbon zenginliklerinden kaynaklanan fırsat ve imkânları da barındırmaktadır. Türkiye, topraklarının kuzeydoğusu, Güney Kafkasya’da olan bir bölge devletidir. Türkiye’nin Avrasya bölgesine ilişkin politikasının güvenlik ve enerji boyutları temel belirleyenlerdir. Bu, Azerbaycan için de aynen geçerlidir. Gürcistan için ise güvenlik ve ekonomi başlıkları öne çıkar. Bu üç devlet birbirleri ile 1990’ların başlangıcından beri sağlam ve çok boyutlu ikili ilişkiler geliştirmişlerdir. Ancak 2000’li yıllarda bu ilişkilere üçlü bir format da eklenmiştir. Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan arasındaki üçlü işbirliği, sadece enerji nakil yolları, ulaşım ve ticaret konularından ibaret kalmamış, savunma ve güvenlik alanına da güçlü biçimde yansımıştır. Çalışmada, bu üç devlet arasındaki savunma/güvenlik alanındaki işbirliğinin boyutları araştırılmakta, bu işbirliğine dönük risk ve tehditler ortaya konmaktadır. Bu bağlamda, bir diğer Güney Kafkasya devleti olarak Ermenistan’ın tutumu, bölgenin kuzeyine sahip olan Rusya Federasyonu’nun bu ilişkiye bakışı gibi sorular üzerinde durulmaktadır. The South Caucasus has a critical importance from the aspect of Eurasian geopolitics. Besides the risks posed by armed conflicts and political disputes, this region also includes opportunities and chances arising from hydrocarbon richness of the Caspian basin. Turkey is a state of the region which has north east parts of its territories in South Caucasus. The energy and security dimensions of Turkey’s policy towards Eurasia are principal determinants. This is also true for Azerbaijan. For Georgia on the other hand, security and economy issues are prominent. Since the beginning of the 1990’s, these three states have developed solid and multidimensional bilateral relations with each other. However, a tripartite format has been added to these relations since 2000’s. Trilateral cooperation between Turkey-Georgia-Azerbaijan did not left only at energy transport routes, transportation and commerce but had reflections on defense and security dimensions. Within this work, the dimensions of the defense/security cooperation of those three states are being researched and the risks and threats to this cooperation is revealed. Within this context, questions such as the attitude of Armenia as another South Caucasian state and the view of the Russian Federation, which has the northern part of the region, are discussed.
TÜRKİYE’NİN AB ÜYELİĞİ AÇISINDAN KIBRIS SORUNU, 2018
Geçmişten günümüze birçok medeniyete ev sahipliği yapan Kıbrıs, tartışma ve çekişmelerin merkezinde yer almıştır. 16. yüzyılda Osmanlı egemenliğine giren ada göç ve iskân politikalarıyla Türk nüfusunun yerleşimine açılarak, Türkiye açısından günümüzde mevcut olan Kıbrıs Sorununun başlamasına neden olmuştur. II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye-Yunanistan ve İngiltere’nin garantör devlet olarak yer almalarıyla birlikte Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Gücü elinde tutan kesimin diğer kesimi dışlamasıyla, uluslararası bir sorun haline gelen bu problem Türkiye’nin AB üyeliğini de etkiler hale gelmiştir. Türkiye karşıtı olan Yunanistan’a ek olarak 2004 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin de AB üyesi olmasıyla birlikte Kıbrıs Sorunu daha bir kaotik hal almıştır. Türkiye’nin AB üyelik sürecini de etkileyen bu çok önemli uluslararası ilişkiler sorunu, ağırlıklı olarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi eksenli olmak üzere çok yönlü bir analize tabi tutulmuştur.
Türkiye-İran ilişkileri güvenlik perspektifinden bağımsız olarak değerlendirilemez. Zira, güvenlik kaygıları, uzun yıllar boyunca her iki ülkenin dış politikalarının belirlenmesinde başat rol oynamıştır. Güvenlikçi bir bakış açısı uzunca bir süre Türkiye’nin Orta Doğu politikasının belirlenmesinde en etkili faktör olurken, devrim sonrası İran’ın dış politikasında ideolojinin belirleyiciliğine güvenlik kaygıları eşlik etmiştir. Hatta denilebilir ki devrimden sonra güvenlik kaygıları daha da artmıştır; zira yeni rejimin güvenliği iktidarı ele geçiren devrimci güçlerin en büyük önceliği haline gelmiştir. Türkiye ile İran’ın uzun yıllardan beri herhangi bir çatışmaya girmediği ve iki ülke arasındaki sınırın 450 yılı aşkın süredir değişmediği doğrudur, ancak bu gerçeklik iki ülkenin birbirlerine yönelik güvenlik kaygılarının olmadığı anlamına gelmemektedir. Bu yazının amacı İran devrimi sonrasında iki ülke arasındaki ilişkileri güvenlik perspektifinden analiz etmektir. Türkiye-İran ilişkilerini güvenlik perspektifinden ele alırken konuyu bir kac kısımda incelemek faydalı olacaktır; iki ülkenin doğrudan birbirlerine güvenlik açısından yaklaşımı; bölgesel, jeopolitik gelişmeler; bölgesel ittifak ilişkileri; uluslararası güvenlik kaygıları ve Türkiye-İran ilişkileri.
The Middle East having the characteristic of being a central and strategic point through the history have been a region that hosts the developments from past to present that direct Turkish foreign policies and behaviours. In reality, this situation was prooved obviously by the civil war that developed after the social acts – Arab Spring- occurred in the mentioned region and spread to Syria. In these sense, examining the effects of civil war in Syria relations and Turkey’s foreign policy directed to Syria is of crucial importance. As a matter of fact, this study aims to analyze the effects of mentioned civil war on Turkey-Syria relations and Turkey’s foreingn policy directed to Syria in the framework of assumptions concerning the security perspective of Neorealism.
IV. Uluslararası Orta Doğu Sempozyumu: Orta Doğu’da Barışı Tesis Etmek (17-19 Nisan 2018, İstanbul, Türkiye), 2018
Bu çalışma, sosyal inşacı yaklaşım çerçevesinde, Türkiye, Kosova ve Arnavutluk dış politikalarının belirlenmesinde kimliklerin, kültürlerin, söylemlerin ve karşılıklı imgelerin etkisini Suriye krizi üzerinden ortaya koymaya çalışmaktadır. Çalışma, söz konusu üç ülkenin Suriye krizine yaklaşımlarını inceleyerek karşılıklı ilişkilerin şekillenmesinde ötekilik söyleminin etkisini, Arap Baharı ve özellikle de Suriye krizi üzerinden yorumlamaya çalışmıştır. Türkiye’nin Kosova’nın ve Arnavutluk’un özellikle Soğuk Savaş süresince ve sonrasındaki kimlik ve müttefik algılamalarındaki değişimler göz önüne alınarak çalışmada Suriye Krizinin bu üç ülkenin karşılıklı algılarına etkisi çalışmada irdelenmiştir. Sonuç olarak Türkiye, Kosova ve Arnavutluk ilişkilerinde ve karşılıklı imgelerin inşasında “içsel” yani tarihsel ortak geçmişin etkisi olduğu kadar “dışsal” yani “Batı kimliği” içerisinde yer almanın da etkisinin olduğu saptanmıştır.
REKABETTEN İŞBİRLİĞİNE GİDEN SÜREÇTE TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİNDE BİR TEST: SURİYE KRİZİ, 2017
Soğuk Savaşın sonra ermesinin ardından Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler geleneksel " rekabet " ağırlıklı çizgiden uzaklaşarak " işbirliği " çizgisine evirilmiştir. 2000'li yıllarda iktidar değişimleri ile gelişen ilişkiler, 2011'de başlayan Suriye'deki krizle beraber inişli çıkışlı bir durum sergilemiştir. 2011'den günümüze kadar süren krizde Rusya'nın ve Türkiye'nin takındıkları tavır ve uyguladıkları politikalar bu makalede ele alınırken, iki ülkenin Suriye krizine bakışı ve kriz esnasındaki işbirliği ve rekabet alanları açıklanmaya çalışılacaktır. /After the Cold War ended, the relations between Turkey and Russia have evolved from being traditionally “competitive” into “cooperative”. The developing relations thanks to the govermental changes in 2000s have had up and downs since the crisis that broke out in Syria in 2011. This article deals with the attitudes and the policies of Russia and Turkey and tries to explain both countries’ approaches to the crisis in Syria and their cooperation and competition during that crisis in Syria since 2011.
Bu çalışma, İKTİSADİ KALKINMA VAKFI’ndan Uzman Ahmet CERAN tarafından yayına hazırlanmıştır. Bu çalışma, 2 Haziran 2016 tarihinde İKTİSADİ KALKINMA VAKFI ve İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ AB ENSTİTÜSÜ işbirliğiyle düzenlenen Mülteci Krizi Ekseninde Türkiye-AB İşbirliği: Fırsatlar&Zorluklar başlıklı panel oturumunun içeriği derlenerek hazırlanmıştır. Bu yayında yer alan yorum ve görüşler İKTİSADİ KALKINMA VAKFI’nın resmi görüşünü yansıtmamaktadır. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI; panelistler Prof. Dr. Ayhan KAYA, Doç. Dr. Çiğdem NAS, Doç. Dr. M. Murat ERDOĞAN ve Sayın Damla TAŞKIN’a teşekkür eder.
Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2023
Türkiye ile Rusya ilişkileri 2011 yılında Suriye'de başlayan iç karışıklıklar sonrası inişli çıkışlı bir seyir izlemeye başlamıştır. Suriye'deki iç savaşın başlaması, iki ülkenin farklı pozisyonlar almasına ve zaman zaman çatışmaya dönüşen krizler yaşamasına neden olmuştur. Türkiye, Esad rejimine karşı muhalif grupları destekleyerek Rusya'nın Suriye'ye müdahalesine karşı çıkmış, Rusya ise Suriye hükümetine destek vererek Esad rejimini korumaya çalışmıştır. Bölgesel ve küresel güç denkleminin önemli iki aktöründen olan Rusya ve Türkiye'nin Suriye politikaları, sorunun çözümü açısından kritik önem taşımaktadır. Bu bağlamda çalışmanın amacı Rusya ve Türkiye'nin Suriye'ye bakış açılarının her iki ülkenin dış politika tutumları üzerinden analiz edilmesidir. Çalışmada öncelikle Suriye krizinin ortaya çıkışı ele alınmıştır. Ardından Rusya ve Türkiye'nin Suriye politikaları ve Suriye'deki varlık nedenleri dış politika tutumları üzerinden analiz edilmiştir. Son olarak her iki aktörün izledikleri Suriye politikaları nedeniyle yaşadıkları krizler ile iş birliği alanları ele alınmıştır. Her iki ülkenin karşılıklı bağımlılığının artması durumunda Suriye özelinde iki ülke arasında yaşanan krizlerin çözülebileceği sonucuna ulaşılmıştır.
Tarih ve Günce , 2022
İkinci Dünya savaşı sonrası ortaya çıkan durumda Sovyetler Birliği ve ABD’nin Ortadoğu’da geliştirdiği politikalar, iki kutup arasında kalan bölge ülkelerinin ilişkilerini olumsuz etkilemiştir. Bu olumsuzluk karşısında Türkiye, bölgedeki etkinliğini artırmaya ve Sovyetler Birliği tehditlerine karşı bölge ülkeleri ile ittifak kurmaya çalışmıştır. Türkiye bu amaçla bölge ülkeleriyle ilişkileri güçlendirmeye çalışsa da Soğuk Savaş nedeniyle başarılı olamamıştır. Soğuk Savaş’ın bölgeye etkisi neticesinde ortaya çıkan 1957 Türkiye Suriye Krizi, iki ülke ilişkilerinin yanı sıra bu dönemde yaşanan siyasi gelişmelerin de kırılma noktasıdır. Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye yönelik tehditleri, Türk dış politikasının Batı eksenli olması, Suriye dış politikasının Sovyetler Birliği etkisinde kalması, krizin ortaya çıkmasında etkili olduğu kadar süreçte de belirleyici rol oynamıştır. İki ülke arasında başlayan kriz, kısa sürede uluslararası bir mesele haline gelmiştir. Krizin çözümü için uluslararası çabalar verilmiş, politik anlamda tüm argümanlar kullanılmıştır. Kriz, Türkiye ile bölge ülkeleri ilişkilerinde kırılmaya neden olduğu gibi Soğuk Savaş’ın bölge sınırını belirlemiştir. Çalışmada krizin nedenleri üzerinde durulurken, dönemin siyasi gelişmeleri ele alınmaktadır. Krizin daha iyi anlaşılabilmesi için tarihsel olguların yanı sıra Arap Milliyetçiliği ana hatlarıyla belirtilerek krize etkisi üzerinde durulmuştur. Bu kriz hakkında arşiv belgeleri başta olmak üzere, ulusal ve uluslararası süreli yayınlar, kitap, makale ve tezler incelenerek sorunun niteliği tespit edilip dönemin koşullarında diplomatik tahliller belirtilmiştir. In the situation that emerged after the Second World War, the policies developed by the Soviet Union and the USA in the Middle East negatively affected the relations between the countries in the region between the two poles. In the face of this negativity, Turkey tried to increase its effectiveness in the region and to form an alliance against the threats of the Soviet Union. Although Turkey tried to strengthen relations with the countries of the region for this purpose, it could not be successful due to the Cold War. The 1957 Turkey-Syria Crisis, which emerged as a result of the effect of the Cold War on the region, is the breaking point of the political developments in this period as well as the relations between the two countries. The threats of the Soviet Union against Turkey, Turkish Foreign Policy being Western-oriented, Syrian Foreign Policy under the influence of the Soviet Union played a decisive role in the emergence of the crisis as well as in the process. The crisis that started between the two countries became international in a short time. Great efforts were made in the international arena to resolve the crisis, and all political arguments were used. The crisis caused a break in the relations between Turkey and the countries of the region and determined the regional border of the Cold War. While focusing on the causes of the crisis in the study, the political developments of the period are discussed. In order to better understand the crisis, besides historical facts, Arab Nationalism was outlined and its impact on the crisis was emphasized. National and international periodicals, books, articles and theses, especially archival documents, were examined about this crisis, and the nature of the problem was determined and diplomatic analyzes were stated in the conditions of the period.
… dönemde Türk Dış Politikası: Uluslararası IV. …, 2010
Enerji tıpkı canlılarda olduğu gibi ülkelerde de hayat ile eş anlamlıdır. Enerji temininde sorun yaşayan ülkelerin ekonomileri yavaşlamaya başlar, rekabet gücü azalan ülkeler ekonomik ve siyasi alanlarda sorunlar yaşarlar ve bu sorunlar kısa sürede toplumsal alanlara yayılır. Kısacası gerek duyulan enerjiyi ucuz ve sürekli olarak sağlamak her devlet için hayati bir konudur. AB de bu konuda bir istisna oluşturmamaktadır. Gelişmiş ekonomisi ile AB diğer bölgeler ile kıyaslandığında enerji ihtiyacı hızla artan bir bölgedir. Buna karşın enerji kaynaklarını istediği düzeyde çeşitlendirebildiği ve güvenli hale getirebildiği söylenemez. AB'nin en önemli enerji kaynaklarının başında gelen Rusya'nın hala tam istikrarlı bir tedarikçi olduğu söylenemez. Siyasi belirsizlikler ve Rusya'nın enerji kaynaklarından elde ettiği gücü siyasi alanda da kullanma hevesi, ilişkilerde soru işaretlerini arttırmaktadır. 1 Bu bağlamda Türkiye Rusya ve Kuzey Afrika hatlarını dengeleyecek önemli bir güzergâhın kilit ülkesi olarak ön plana çıkmaktadır. Bu bağlamda bu çalışma, Türkiye'nin artan önemini, bunun nedenlerini ve olası sonuçlarını ele almaya çalışmıştır.
2010
Kapitalizmin küreselleşmesi ve sermayenin kendine yeni alan açma projesi olarak ifade edebileceğimiz AB genişleme süreci sadece piyasaların entegrasyonunu değil aynı zamanda siyasal ve sosyal bir bütünleşmeyi de kapsamaktır. Bu çerçevede bugüne kadar gerçekleşen genişlemeler ile birlik hem güvenlik hem de dış ticaret politikalarında küresel etkinliğini ve rekabet gücünü arttırmıştır. Ancak gerçekleşen genişleme süreci değişen küresel konjonktür ile beraber birliğin yapısını ve uygulanan politikaları birliğin çıkarları doğrultusunda değiştirmiştir. Değişim esas itibariyle üçüncü ve beşinci genişleme süreçlerinde kendini hissettirmektedir. Merkez-Doğu Avrupa ülkelerinin ve Türkiye’nin müzakere süreçlerine bakıldığında izlenen politikalardaki bu değişim önemli ölçüde görülmektedir. Bu doğrultuda Avrupa Birliği’nin artık Türkiye’nin tam üyeliğinden ziyade imtiyazlı ortaklık benzeri bir entegrasyon sürecini benimsediği izlenimi ortaya çıkmaktadır.
International Journal of Politics and Security, 2019
Öz Her ülke, kendi bilişim sistemlerini siber saldırılardan korumak ve sahip olduğu bilgi ve verileri güvenliğini sağlamak için etkin ve sürdürülebilir bir siber güvenlik stratejisi geliştirmek ve uygulamak zorundadır. Günümüzde siber güvenlik olgusu, artık her ülkenin ulusal güvenliğinin birer parçası halini almıştır. Yaşadığı siber saldırılar sonrası AB; siber güvenliğe yönelik stratejilerini ve yasal düzenlemelerini 2000’li yıllar itibari ile oluşturmuştur. Ayrıca AB, siber güvenlik stratejilerini uygulamak üzere gerekli kurumlarını da hayata geçirmiştir. Buna karşılık Türkiye’deki siber güvenlik stratejilerinin belirlenmesi ve iyileştirilmesi konusunun AB’nin siber güvenlik stratejileri ile karşılaştırıldığında; Türkiye’deki yapının henüz oluşum safhasında olduğu fark edilmektedir. Bu noktada Türkiye’nin AB uyum sürecinde AB’nin siber güvenlik stratejileri ile ilgili yasal ve kurumsal düzenlemelerini öncelikle gözden geçirmesi gerekmektedir. Bu çalışmanın esas amacı, AB tarafından hayata geçirilen siber güvenlik stratejilerinin yasal ve kurumsal boyutunu inceleyerek Türkiye’deki siber güvenlik stratejilerinin oluşturulmasına ve geliştirilmesine belli ölçüde katkı sağlamaktır. Çalışmada ilk olarak siber güvenlik kavramı ve türleri ele alınacaktır. Ardından Avrupa Birliği tarafından uygulanan siber güvenlik stratejileri ile Türkiye’de uygulamaya konan belli başlı siber güvenlik stratejileri kapsamında başlıca yasal ve kurumsal düzenlemeleri incelenecektir. Çalışmanın sonunda ise, ulusal siber güvenlik stratejilerinin oluşturulması ve iyileştirilmesi kapsamında mevcut düzenlemeler kısaca değerlendirilerek birtakım öneriler geliştirilecektir. Anahtar Kelimeler: Siber Uzay, Siber Güvenlik, Siber Güvenlik Stratejisi, Siber Güvenlik Yönetimi. Turkey’s Cyber Security Strategies In The Adaptation Process To European Union Abstract Each country had to develop and implement an effective and sustainable cyber security strategy to protect its information systems from cyber attacks and to secure the information and data it has. Today, the cyber security phenomenon has become a part of the national security of every country. After the cyber attacks, the strategies and legal arrangements of the EU for cyber security were formed by the years 2000s. In addition, the EU has generated the necessary institutions to implement cyber security strategies. In contrast, in comparison with the EU's cyber security strategy, the structure in Turkey is yet to be realized as in the formation stage. At this point Turkey, in EU accession process, should revise "the EU Cyber Security Strategies" primarily related to legal and institutional arrangements. The main purpose of this study is to provide a certain degree of contribution to the creation and development of Turkey’s cyber security strategy by examining the legal and institutional aspects of cyber security strategy implemented by EU. Firstly, cyber security concept and its types will be discussed. Then the main legal and institutional arrangements will be examined within the scope of major cyber security strategies implemented in Turkey and in the European Union. Finally, some proposals will be developed
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.