Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
"Yalnızca koltuklarını, diyor Camus, her zaman tarihle aynı yöne yerleştiren eleştirmenlerden etkililik konusunda sürekli ders almaktan biraz yorulmaya başlıyorum". —"Sizden sağcı bir insan yaratmaya çalış tığımı düşünüyorsunuz, diye karşılık veriyor Jeanson. Hayır, bunu isteyemezdim : Çünkü bunun hiç önemli olmadığına fazlasıyla inanmıştım. Siz sağda değilsiniz Camus, havadasınız." Arkasından Sartre, daha sert ve yukardan vuruyor: "Koyu bir kendini beğenmişlikten ve kusurluluk duygusundan oluşan bir karışım, gerçeklerin tamamını söylemenizde gözünüzü korkuttu. Sonuçta, içinizdeki güçlüklerinizi maskeleyen ve sanıyorum Akdeniz ölçülülüğü diye adlandırdığınız karanlık bir ölçü süzlüğün kurbanı oldunuz." Bana öyle geliyor ki, bir Fransız okuyucu bu güzel vuruşmaların özgünlüğüne her zaman duyarlı olacaktır: P.L. Courier'nin canlılığını sağlayan dil, kalem kavgasının parlak anlatımına ve kalleşçe saldırılarına ne kadar uygun düşüyor! Bununla birlikte, Camus'yü Temps Modernes takımıyla karşı karşıya getiren tartışmada, biraz acımasızca da olsa, bu güzel söz söyleme ustalığından ve bir dost luğun, bir beraberliğin gürültülü bir biçimde bozuluşundan başka bir şey olmasaydı üstünde hiç durmamak yerinde olurdu. Ama, çok daha fazlası var 1. Genellikle iyi yazılar yayınlayan bir İsviçre gazetesinde, yetenekli olduğu söylenen genç bir eleştirmen, geçenlerde, insana şaşkınlık veren şu satırları yazıyordu: "Sartre-Camus kavgası, özellikle isteyerek umursamaz olan şu kentsoylu kesimin ilgisini çekiyor. Temps Modernes, Kara Dizi'nin aşağılık romanlarında bulduğu serüven duygularına çok benzeyen toplumsal ve siyasal heyecanlar uyandırıyor onda...
Özet Sartre'ın kendi döneminin psikoloji yaklaşımlarını eleştirerek fenomonolojik psikoloji temelinde geliştirdiği duygu kuramı birçok özgün değere sahiptir. Bu çalışmanın genel amacı bu özgünlüğü ortaya koymaktır. Çalışmanın ikinci amacı Sartre'ın kuramının çağdaş duygu kuramları arasındaki yerini göstermek, özellikle bilişsel duygu kuramı üzerine olan etkisini tanıtmaktır. Onun fenomenolojik duygu kuramı duyguda öznelliği savunuyor olsa da duyguyu fiziksel-bedensel açıklamaya indirgeyen duyuşsal kuramlardan temelde farklıdır. Buna karşın, son dönem kimi çalışmalarda savunulan bilişsel-duyuşsal yaklaşımının temel iddialarının Sartre'ın fenomenolojik duygu kuramında yer aldığını görüyoruz. Anahtar kelimeler: Sartre, duygular, fenomenolojik duygu kuramı SARTRE'S PHENOMENOLOGICAL THEORY OF EMOTIONS Abstract Having criticized the dominant psychological theories of his time, Sartre developed a theory of emotions based on a phenomenological psychology. The general aim of this paper is to introduce the originality of his phenomenological theory of emotions. The paper also attempts to show the place of his theory among contemporary theories of emotions, paying special attention to identify his influence on cognitive theory. Although Sartre's theory takes subjectivity into account, it differs in essence from the theories that reduce the explanation of emotions to physical-bodily statements. However, the basic claims of the cognitive-cum-affective theory of emotions, one of the latest theories exited in the literature, constitute substantial parts of Sartre's theory.
Anadolu Universitesi Cevre SOsyolojisi Kitabi
ÜNİVERSİTESİ t .c . a n a d o l u ü n iv e r s i t e s i y a y in i n o : 40 26 AÇIKÖĞRETİM f a k ü l t e s i YAYINI n o : 2808
Uluslar Arası Cami Sempozyumu, 2018
Cebrail (AS)’ın Hz. Peygamber’e namaz kıldırması ile başlayan imamlık müessesesinin, aslında Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinde Kuba mescidini inşa ederek ilk cuma namazını kıldırmasından itibaren başladığı kabul edilebilir. Bu tarihten günümüze gelinceye kadarki süreçte imamlık müessesesinin zaman içerisinde kurumlaşmasını görmekteyiz. Bu kurumlaşma, tarihte ortaya çıkan farklı İslam toplumları yönetimlerine göre daha düzenli ve farklılaşma içerdiği görülmektedir. Biz bu çalışmamızda imamlık müessesesinin Hz. Peygamber döneminden Cumhuriyet Türkiye’sinin 21. yüzyıla kadar geçen süreçlerindeki durumunu ve tarihçesini vererek geçirmiş olduğu değişim ve başkalaşımı tespit etmeyi amaçlamaktayız.
2019
Ilk insandan gunumuze uzanan surecte, doga sartlari insanlari oncelikle ortunmeye, daha sonraki donemlerde giyinmeye yonlendirmistir. Giyim seklini yasanilan cevrenin iklimi, dogal cevre, inanclar, kulturel degerler, ekonomik sartlar ve sosyal yasam sekillendirmistir. Giyimin en onemli tamamlayici unsurlari dugme, kemer, kusak, eldiven gibi yardimci aksesuarlaridir. Giysi ve giysi aksesuarlari toplumda farkli statu ve gorevlerin ayirt edici unsuru olmustur. Giysi aksesuarlari arasinda onemli bir yer tutan kemer veya kusak oncelikle gereksinim yani isleve yonelik; daha sonra suslenme amacli kullanilmistir. Kemer ve kusaklarin birincil islevi giyilen alt giysi parcasini belde sabitlemektir. Zaman icinde bu asal giyim unsuru islevsel nitelik kazanmis ve silah, alet, yiyecek tasiyicisi hatta para, taki gibi degerlerin tasinmasi ve guvenceye alinmasi konusunda onemli bir aksesuar haline donusmustur. Sumerlerden baslayarak, hemen tum antik medeniyetlerde kemer kullanimi sekil farkliliklar...
ve Medresesi, yaklaşık yediyüz yıllık tarihi geçmişiyle 14. yüzyıl Beylikler döneminden günümüze ulaşan en önemli anıtsal yapılardan birisidir. Manisa ili, Merkez ilçesinde, Sandıkkale Tepesi'nin yamacında, şehre hâkim bir konumda bulunan Manisa Ulu Cami ve Medresesi 1 ; birbirine bitişik olarak inşa edilmiş olan cami ve medrese ile medrese içinde yer alan türbe ve caminin elli metre kuzeydoğusunda yer alan Çukur Hamam ile birlikte bir yapı grubu oluşturur. Yapı; cami, medrese ve türbe işlevlerinin bir arada çözümlendiği birleşik işlevli 2 tasarımıyla Beylikler döneminden günümüze ulaşan tek örnektir. Saruhanoğulları Beyliği 3 dönemine ait olan yapıda; cami, mihrap önü kubbeli mekânıyla merkezi mekân yaratma açısından önemli bir aşamayı gösterirken, medrese; iki katlı, revaksız açık avlulu, ana eyvanı dışarı doğru taşkın, ikinci katı L planlı ve asimetrik tasarımıyla Anadolu Selçuklu dönemi medreselerinden farklılıklar gösterir.
Çamardı is a county of Niğde City in Central Anatolia Region. It falls into the Toros Mountain Ranges’ northern foot. Its surface area is 1204 km2 and its altitude is 1600 metres. The center of county has 1250 meters altitude. The surface feature of the county is very rough and hilly. One-third of the county is plateau. It belongs to the highest peek, Mountain Demirkazık(3756m.) of the Toros Mountain Ranges. The spring “Karapınar” from Aladağ Mountain Ranges creates Ecemiş River. The territory has also Bulduruş Pass which comes along with Ecemiş river lying on Gülek Bosporus. Bulduruş Pass links to meditterian to middle anatolian and it is the most useful way to throghout Kayseri City. This way from Çukurova to Kayseri is a geological fault. the territory has continental climate and the surface is very hilly; for this reason agriculture is limited. From bronze age to our times, another income of the territory has become mining. The county has many mineral stratum of iron, copper, lead-zinc, hydrargyrum. It is known that the oldest stannic minings of Turkey(Anatolia) were here. Both minings were around Celaller village. It is found from drillings in adits that here was used for stannic mining at First Bronze Age and Hellenistic Period. The miners set up their village doing shelters up the hill calling Göltepe nowadays which is in southern Kestel. Gülek Bozporus is the most important pass which links to Çamardı and Pozantı (in hittite language; Paduwantu) and it provides connection between firstly Clicia, Mesopotamia-Syria and Anatolia. States and empires always used this clician gates to dominate Anatolia. The reason of the value of this territory is not only mining; but also cedar trees of Toros Mountains which give economic welfare to the area. This economic welfare was mentioned in Bulgarmaden Inscription which is known to be belonged Tabal Kingdom and was written Hitit-Luvi hieroglyphics. In the inscription it is written that Princes Tarhunzas is servant of the King Warpalavas and the King let him be the controler of the Mountain Muti(gülek bosporus) Üçkapılı plateau in Çamardı County which had central role in middle ages, is known to be based the center of trading spread. Our study completes with the samples of historical and cultural values from after-middle ages.
The Problem of Personality and Freedom in the Sartre’s and N. Berdyaev’s Philosophy This study examines the problem of personality and freedom in the thoughts of Berdyaev and Sartre. The problem of personality and freedom has attracted the attention of philosophers throughout the history and it was among the issues on which existentialist philosophy focused especially in the XIXth and XXth centuries. In this study, we will try to examine Russian philosopher Berdyaev’s personalist thoughts which were grounded on the philosophy of German philosophers, and his effects on Sartre. The problem of freedom and personality shows itself, in both Russian and Western philosophy, as an effort to the sense that an independent and original status is to be given to the moral problem. This effort, in the Berdyayev and Sartre’s existential philosophy, appeared as a problem of personality and freedom. But the way both thinkers solve the problem has led them to different forms of argumentation in their thoughts. In our article, it is an important point to dig deeper into the problem and to compare two different argumentations with each other. In addition, the effort of people in Berdyayev philosophy is directed to the self-recognition/self-knowledge/ self-realization. In this context, experimental side of “Existence”, for Berdyayev, is “To be internally experience of existence itself”; “It is descend to the mystery of Being”. Because, God is the realm of freedom and this area is blessed to human being. According to Berdyaev, the moral itself is “the philosophy of freedom”. Freedom is not only restricted to the values sphere; it is, at the same time, associated with the existence of human being. However, according to Sartre, freedom has no ground. On the contrary, freedom is the essence of all things. Keywords: Personality, freedom, ego, J. P Sartre, N. A Berdyayev
2019
Bu dosyada, daha önce çeşitli mecralarda yayımlanmış yedi yazımı bir araya getiriyorum.
Tarih Araştırmaları V, 2022
2011 yılında başlayan olayların ardından dünya kamuoyunun ilgisi Suriye’ye yoğunlaşmıştır. Türkiye’nin en uzun sınır komşusu olan Suriye, tarihi süreçte uzun yıllar Türk idaresinde huzurlu yaşayan, Türkiye’nin sosyal ve kültürel temasının sık olduğu ülkelerdendir. Bugün olduğu gibi geçmişte de coğrafi konumu Ortadoğu’da boy göstermek isteyenleri Suriye hâkimiyetine zorunluluğuna yönlendirmiştir.
ÖZ Bu kısa inceleme türündeki makalede İzmir şehrinin tarihsel gelişimine değinmekle beraber şehrin kalıtsal dokularına, özü diye nitelendirilebilecek şehrin ruhuna ait dokuları, ana hatlarıyla coğrafi yapısı ve iklimi hakkında bilgiler sunmaya gayret edilecektir. İzmir şehrinin körfez ilçelerinden olan Karşıyaka ilçesi hakkında da bilgiler, değerlendirmeler sunulacak olup ilçenin tarihteki konumu, gelişim süreci ve şimdiki konumu, bilhassa dokusu hakkında bilgiler sunulmaya çalışılacaktır. Karşıyaka İlçesinin ismi ile ilgiler bilgiler, ilçenin tarihi bazı mekanları ve noktaları da nakledilmeye çalışılacaktır.
12. Uluslararası Eskişehir Pişmiş Toprak Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 2018
Seramik binlerce yıldır pek çok kültürde, öncelikle işlevsel ürünlerde kullanılmış bir malzemedir. Farklı bölgelere ait kil bünyeleri, teknikler ve gelenekler ile bu ürün çeşitliliği ve kullanım alanları zenginleşerek günümüze ulaşmıştır. Bugün pek çok geleneksel teknik uygulanmaya devam ederken bunların bir kısmı zaman içinde unutulmuş, bir kısmı da sanatçılar tarafından güncele yorumlanmıştır. Seramik malzeme bugün de duvar ve yer karosu, seramik sağlık gereçleri, sofra grubu ürünleri ve çömlekçilik gibi pek çok alanda hayatımızda olduğu gibi sanat nesnesi olarak da varlığını sürdürmektedir. Bu durum sanat, zanaat ve tasarım alanında malzemenin pek çok farklı biçimde deneyimlenmesine, sunduğu olanak ve kısıtlamaların keşfedilmesine ve malzeme üzerindeki teknik hakimiyetin gelişmesine olanak sağlamıştır. Günümüz sanatında seramiği malzeme olarak kullanan pek çok sanatçı vardır. Bu araştırma, seramik malzemenin özgün yapısı ve karakteristiklerini eserlerinde kişisel üslupları ile yansıtan ve farklı kültür ve eğitim geleneklerinden gelmelerine rağmen, malzemeye dair benzer sorunları farklı bakış açıları ile ele alan Danimarka asıllı Amerikalı sanatçı Anders Ruhwald ve Japon sanatçı Takuro Kuwata’nın eserlerini inceler. Seramik malzemelerin olanaklarının; sanatçıların sanatsal ifadeleri ile ele aldıkları konu ve temalarına olan etkilerini ve malzemenin sanatçıyı nasıl yönlendirdiğini irdeler ve örneklerle açıklamayı amaçlar.
6.ULUSLARARASI BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR KONGRESİ, 2019
Edebiyat ve tarih birbirini hem tamamlayan hem de müstakil bir bilim dalı olarak varlığını sürdüren iki ayrı disiplindir. Toplumsal birlik ve beraberliğin sağlanmasında bu iki disiplinin önemi tartışılmaz bir gerçektir. Maziyi atiye taşımada ise en özel yer “roman” türüne aittir denilebilir. Zira roman, tarihi malzeme olarak kullanmakla birlikte hem kendisini hem de yazarını besleyerek diğer edebî türlere de kaynak olacak niteliktedir. Tarihin ele alındığı roman türlerinden biri, tarihî romandır. Tarihî roman yazarlarının bir kısmı, tarihi dekor olarak kullanmaktan öteye götürmezken bir kısmı da muhtevayı tarih odaklı ele almayı ve tarihî bilgi vermeyi amaç olarak görmektedir. Bu tür bir yaklaşım ile oluşturulan romanlar ise geleneksel / kronolojik kurgulu gerçekçi tarihî romanlar kategorisinde değerlendirilir. Bu bağlamda tarih anlatmayı amaç olarak gören yazarlarımızdan biri Halide Nusret Zorlutuna'dır. Eşinin tayini nedeniyle Urfa'ya gelen ve burada kaldığı sürece öğretmen olarak görev yapan Halide Nusret Zorlutuna'nın hayatında Urfa'nın özel bir yeri vardır. Nitekim şiirlerine ve romanlarına mekân olarak seçtiği öncelikli şehirlerden biri İstanbul, diğeri Urfa'dır. Urfa'da geçirdiği dört yıl boyunca yazacağı romanı için malzeme toplayan yazar, her anı değerlendirerek kaydeder; yaşanan savaş sürecinin topluma tezahürünü "canlı şahitler"den dinleyerek olayların geçtiği yerleri görme fırsatı yakalar. Urfa'dan ayrıldıktan sonra ise Aşk ve Zafer romanını yazmaya başlayan yazar, 1917-1920 yılları arasındaki mütareke yıllarını Urfa özelinde ele alarak sosyal, siyasal, ekonomik ve fiziksel bakımdan geniş bir çerçevede şehre değinir. Söz konusu durum ise kronolojik kurgulu gerçekçi tarihî romanların temel özelliklerinden biridir. Ayrıca romanda tarihî kişilerden, mekânlardan ve olaylardan da oldukça fazla yararlanılmış ve âdeta bir dönem tahlili yapıldığı görülmüştür. Bu nedenle biz de çalışmamızda Aşk ve Zafer romanını kronolojik kurgulu gerçekçi tarihî roman bağlamında değerlendirmeye çalışacağız. Anahtar Kelimeler: Tarihî Roman, Kronolojik Kurgu, Aşk ve Zafer, Urfa.
ÖZET Toplumların doğal çevre içerisinde oluşturdukları fiziksel çevreler, sürekli bir biçimde değişmektedir. Bu durum, toplumsal yapıda varolan ortak değerlerin yansıması olan mevcut fiziksel çevrenin birer tarihi çevre olarak değerlendirilip, çağdaş yaklaşımlarla korunmasını gerekli kılmaktadır. Çağdaş koruma, tarihi çevre ve onun bileşeni olan yapıların yaşama entegre edilerek kullanılmalarını, yaşamsal sürekliliklerinin sağlanmasını hedef alan bir yaklaşım önermektedir. Tarihi mekanlarda sürekliliğin sağlanabilmesi yönünde öncelikli olarak başvurulan yöntemlerden biri ise " yeniden işlevlendirme " dir. Ele alınan çalışma bu doğrultuda yeniden işlevlendirmeye yönelik tarihi çevrede sahne tasarımının kurgulanmasına ilişkindir. Zaman içerisinde değişen sahne olgusu, 19.yy'a kadar tiyatro özelinde devam etmiş ve sonraki yıllarda farklı ele alışlar göstermiştir. Yapı, tiyatro yapısı; sahne de tiyatro sahnesi olmaktan çıkmış ve performans sanatları adı altında şekillenme göstermeye başlamıştır. Performans sanatı ise sahne olsun ya da olmasın herhangi bir şeyin sahnelendirilmesi olarak kavranır hale gelmiştir. Bu durum Brook'un ifade ettiği " Her Yer Sahne " dir söylemine karşılık gelmektedir. Bu kapsamda çalışmada, OISTAT tarafından düzenlenen " tarihi çevrede " sahne tasarımına yönelik " Kesişim Noktasında Performans Alanı " temalı yarışma analiz edilerek, dereceye giren projeler değerlendirilecek ve olası benzer tasarım problemlerine veri oluşturacak sorgulamalar ortaya konulacaktır. 1. GİRİŞ Çevre sürekli değişen bir olgudur. Toplumların doğal çevre içinde oluşturdukları fiziksel çevreler, sürekli olarak değişmekte ve gelişmektedir. Yapılaşma olarak da adlandırabileceğimiz bu fiziksel çevre, toplumların süreç içerisinde yaşadıkları, sosyolojik, ekonomik, politik, kültürel, teknolojik vb. olayların dışavurumları olarak açığa çıkmaktadır. Zamansal-mekansal düzlemde, kültürel birikimler ve yaşanmışlıklar bu çevrelerin, kent kimliğini belirleyen ve ortaya koyan temel unsurlar arasında yeralmalarına neden olmaktadır. Bu çerçevede toplumsal yapıda varolan ortak değerlerin korunması isteği ve de gerekliliği mevcut fiziksel çevrenin birer tarihi çevre olarak değerlendirilerek çağdaş yaklaşımlarla korunmasını gerekli kılmaktadır. Çağdaş koruma, tarihi çevre ve onun bileşeni olan yapıların yaşama entegre edilerek kullanılmalarını, yaşamsal sürekliliklerinin sağlanmasını hedef alan bir yaklaşım önermektedir. Tarihi mekanlarda sürekliliğin sağlanabilmesi yönünde öncelikli olarak başvurulan yöntemlerden biri ise " yeniden işlevlendirme " dir. Yeniden işlevlendirme eylemi, eski ile yeninin kendi özgünlük ve özelliklerini korurken birlikteliktelikten doğacak çeşitliliğe ve zenginliğe olanak tanıyabilmektir. Ele alınan çalışma bu doğrultuda tarihi çevrede sahne tasarımının kurgulanmasına yöneliktir. Sahne tasarlama, insanlıkla birlikte içerisinde performansı barındıran ancak performans olarak nitelenmeyen ve de ele alınan işin sahnesinin farklı amaçlara da hizmet ettiği adak, sunak ve ritüellerle başlamış bir eylem olarak açığa çıkmıştır. Zaman içerisinde değişen
Geçmişten Günümüze Tarih Araştırmaları, 2020
Orta Avrupa'nın stratejik açıdan öne çıkan ülkelerinden biri olan Macaristan 1 'da yaşayan Macarların tarihleri, en eski dönemlerden itibaren Orta Asya topraklarında başlamaktadır. Çeşitli ekonomik, coğrafik ve sosyolojik etkenlerin sonucunda aşamalı olarak buradaki topraklarından ayrılmışlar, yaklaşık bin yıldan fazla bir süreçte Orta Avrupa topraklarına gelerek yeni bir yurt tutana kadar farklı devlet düzenleri içinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. 2 Bu göçler süresince, özellikle milattan sonra V. Yüzyıldan sonra farklı kültür ortamlarında ve değişik bölgelerde çeşitli kavimlerle kaynaşmış olan Macarların hem kültürel hem de sosyal yapılarında önemli değişiklikler gerçekleşmiştir. 3 Eski Ural kavimlerinin Aral Gölü çevresinden Ural Dağları'nın doğusu ve Batı Sibirya'ya doğru hareket ettikleri düşünülmektedir. 4 Bu süreçte Fin-Ugor ana kavminin iki kola ayrılması ile Macarların atalarının da en yakın dil akrabaları olan Ostyaklar ve Vogullar ile birlikte Ural Dağları eteklerinin * Bu çalışma, "Macar Türkolojisi'nin Türklük Fikrine Katkısı 1870-1945" adlı doktora tezinden türetilmiştir.
Özet İbâdiyye mezhebi, Sıffîn Savaşı sonunda savaşan iki ordu arasındaki problemin iki taraftan belirlenen birer kişinin hakemliğinde çözülmesi (tahkim) şeklindeki kararı Kur’ân’a aykırı bularak Hz. Ali’nin ordusunu terkeden ve sonraki kaynaklar tarafından Hâricîler olarak isimlendirilen grubun içerisinden sonraki süreçte çıkmış bir mezheptir. Basra’da teşekkül eden ve mezhebin savunucularından Abdullah b. İbâd’a nispetle İbâdiyye olarak anılan mezhebin müntesipleri mezheplerinin kurucusu olarak tâbiûnun ileri gelenlerinden Câbir b. Zeyd’i kabul eder. Câbir sonrasında mezhebin lideri kabul edilen Ebû Ubeyde döneminde Emevîlerle ilişkilerin bozulması neticesinde Basra’dan göç etmek zorunda kalan mezhep tâbileri ayrıca Ebû Ubeyde tarafından oluşturulan ve hameletü’l-ilim şeklinde adlandırılan davet teşkilatıyla Yemen, Uman ve Kuzey Afrika gibi merkezden uzak bölgelerde yaşama imkânı bulmuştur. Mezhep diğer Hâricî fırkalara nazaran ılımlı görüşler benimsemesi ve dış dünyadan kendisini izole etmesi sebebiyle günümüze değin yaşamayı başarmıştır. Hem itikatta hem de amelde müstakil bir mezhep olan İbâdiyye sonraki dönemlerde Sünnî fıkhına gerek metot gerekse de görüşler bakımından yakınlaşmıştır. Zekât meselesi bunun bir örneğini teşkil etmektedir. Zekâta dair meselelerde Sünnî mezheplerin görüşleriyle benzeşen görüşlere sahip olan İbâdîler yalnızca sığırın nisabı ve zekâtın dağıtımı meselesinde kendilerine özgü bir duruş sergilemişlerdir. Zekâta dair meselelerin İbâdiyye’deki ele alınışını ele alan bu çalışmada öncelikle çoğu zaman Hâricîler üzerinden oluşturulan menfi algı ve muhaliflerce kaydedilen yanlış bilgiler sebebiyle gerçek kimliğinden farklı bir imaj ile tanınan İbâdiyye’ye dair genel bir çerçeve çizilecek, akabinde İbâdiyye fıkhı temel karakterleri itibariyle ortaya konulacak ve son olarak da zekât konusundaki görüşleri özet bir şekilde verildikten sonra farklılaştıkları iki mesele üzerinde durulacaktır.
Genellikle her bilim alanının pratiğinde sağlanan gelişmelerden sonra bu gelişmeleri değerlendiren bilim felsefesi, bu gelişmelerin hesabını vermeye çalışır. Tarihin de bu bakımından farklı olmadığı söylenebilir. Başka bir deyişle tarih yazıcılığı da üzerinde yorumlar yapmadan sürdürülebilir ve kendisinden beklenilen işlevleri yerine getirilebilir.
Bütünşehir Kent Kültür Dergisi, 2018
Samsun bölgenin refah seviyesi en yüksek ve en gelişmiş ili iken, ülkenin de istiklâle açılan kapısıdır. Hâl böyle iken Samsun, bazı fabrikalarının kapandığı, bazı tarım ürünlerinin üretiminin sekteye uğradığı, sanayisinin gelişmediği, iş olanaklarının artmadığı, siluetinin bozulduğu bir kent gerçeğini de yansıtmaktadır. Samsun, Kızılırmak ve Yeşilırmak havzalarına ait iki büyük ovanın yanında, Terme, Ladik ve Vezirköprü ovalarına sahip, yüzey şekillerinin genel itibariyle sade olduğu, iç kesimlerle bağlantı yollarının gelişmiş olması, doğu-batı ve güney-kuzey geçiş güzergahı üzerinde bulunması ve bölgenin tam ortasında olması gibi etkenleri topladığımızda, bu kadar zenginliğin bir arada bulunmasına rağmen hâlâ hak ettiği değerin çok altında olduğu görülmektedir. Samsun doğal güzelliği ile tüm olumsuzlukları törpüleyebilmekte ve bir cazibe merkezi olarak çevre illerden göç almaya devam etmektedir. Tüm bunlara rağmen 7’den 70’e, öğrencisinden öğretmenine, polisinden askerine, işçisinden memuruna, muhtarından belediyesine, şefinden valisine kadar herkesin bu şehre, Samsun’a sahip çıkması ve bu emaneti layıkıyla bir sonraki nesle bırakması büyük önem arz etmektedir.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.