Academia.eduAcademia.edu

BİLİM, EDEBİYAT VE SOSYOLOJİ İLİŞKİSİ

Abstract

Rönesans ve reformun ardından özellikle 18-19. yy'dan sonra Avrupa'da ortaya çıkan ve dalga dalga tüm dünyayı etkileyen gelişmeler, bilim kavramının tanımlanması açısından önemli bir dayanak noktası oluşturmuştur. Buharlı makinelerin icadı, mekaniğin gelişmesi buna bağlı olarak yeni sınıfların ve üretim biçimlerinin ortaya çıkması gibi birçok durum, geniş halk kitlelerinin yaşamında olumlu manada birçok değişiklik yaratmıştır. Maddi refahın her ne kadar üst zümreden aşağı doğru bir yayılma yönü olsa da insanoğlunun yeryüzünde yaptığı değişikliklerin toplumla kurduğu ilişki bilimin devamlılığını sağlamıştı. Rönesans ve reformun din karşısındaki seküler yönelimleri başarıya ulaşan sanayi devriminin çekirdekleri olmasının yanında tüm Avrupa'da metafiziğe karşı duyulan güveninin sarsılması anlamına da gelmekteydi. Anakronizme düşme tehlikesini göze alarak bugünden baktığımızda görece olarak içinde yanlışlığı da içeren şu görüş ortaya atılabilir: Geniş halk kitleleri hıristiyanlığın kendilerini kurtarmadığını; fakat-en az 200 yıl ezildikten sonra-yoksul mahallelerdeki her evde bulunan elektriğin İsa'nın söylemlerinden daha aydınlatıcı olduğunu bilinçaltlarında kazımışlardı. Tüm bu gelişmeler sosyal bilimler ile ilgili disiplinlerin tamamına karşı bir güvensizlik geliştirmiştir. Modern çağdaki bilimin kendisi ile ilgili geliştirilen bakış açısının bilimsel bilgiyi ve doğa bilimlerini bütün diğer bilgi birikimlerinin daha üstünde ve onlardan daha geçerli bir konuma taşıdığını söylemek yanlış olmaz. Sanat, edebiyat, estetik, tarih, felsefe ve din bilimleri de bilimsel bilginin tahakkümü altında yaşamalarına izin verilen alanlar haline gelmiştir. Örneğin " Din Sosyolojisi " kavramı Weber'in çalışmalarında dini, incelenecek bir meta haline getiren, onu tanımlama gayretinde bulunan ve bu suretle onun bilgisini ele geçirmeye çalışan bir nesne haline dönüşmüş görünür. Evet, Weber din karşısında bilimsel kriterlerin hepsine uyar. Duygusuzdur, tarafsızdır ve mesafesini sürekli korur. Fakat bu durum din, güzellik, tutku, lirizm gibi duyguları ortadan kaldırmış değildir. Bilimsel kavramının daha çok fen bilimleri ile ilgili faydacı bir gerçekliği öncelemesi öncelikle edebiyata karşı genel bakış açısında değişikliklere yol açar. Öncelikle edebiyat için-özellikle roman için-kullandığımız bir sözcük olan " kurmaca " , her şeyden iki kere iki dört eder kesinliği bekleyen zihinler için çok muğlak ve güvensiz bir durumu ifade eder. Daha önce edebiyat kendine gönderme yapan yalnızca kendini ifade eden bir kavram olarak görülmüyordu. Din, felsefe, kültür, toplumsallık, mistik simgeci öğretiler ve daha birçok düşünme biçimi edebiyatı bir araç olarak kullanıyor ve onun özerk bir inceleme alanı olarak görülmesini engelliyordu. Fakat bilimsel düşünce tüm bu kavramları bir kenara itip edebiyatın kendine ait yasaları olan bir inceleme alanı olarak ortaya çıkışını odağa alan bir bakış açısı geliştirmeye neden olacaktı. Benzer bir durum sosyoloji için daha açık bir biçimde geçerlidir. Zira sosyoloji edebiyata göre oldukça genç bir düşünme biçimi ve sonradan olma bir bilim dalıdır. Weber'e göre sosyoloji, " toplumsal davranışı yorumlayarak anlamak ve bu yolla davranışı kendi akışı ve doğurduğu tesirlerle birlikte sebeplerini ortaya koyarak açıklamak isteyen bir bilimdir.1 " Weber'in tanımdaki iki ifade bilim ve yorum konusundaki gerilimi içinde taşır: yorumlamak ve sebepleri ile ortaya koyup açıklamak. Bu iki ifade edebiyat ve sosyoloji arasındaki ortak metodolojik problemlerin ifadesi olarak düşünülebilir. Zira sosyoloji de aydınlanma düşüncesi ile sistematikleşmenin ilk adımlarını yaşar. Edebiyat gibi, toplum ve sosyoloji kavramları da tek başına çözümlenebilir yapılar değildir. Bu yüzden sosyoloji, modern bilimin tüm alanlarından istifade yoluna gitmiştir. 19. yüzyılın son dönemlerinden itibaren diğer bilim alanlarının imkânlarından faydalanan sosyoloji, bir bilim dalı olduğunu ıspatlama girişimi doğrultusunda nicel verileri kullanabileceği veri toplama girişimlerine uygun yöntemlere teveccüh göstermiştir. Bunun yanında kaçınılmaz bir biçimde hedefi insan ruhu olan sanattan ve edebiyattan yararlanma düşüncesine ulaşmıştır.