Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
Summary: In this study, the life of İshâk Nûrî Rizavî who is a scholar in the last period of Ottoman Empire and his work which is named as Zubdat al-İzhâr that is about Arabic grammar will be studied.
Bu çalışmada, Nûrî adlı/ mahlaslı biri tarafından manzum olarak yazılmış, 1308/1891 yılında taşbaskısı yapılmış 24 sayfalık Manzûme-i Âdâb-ı Zikr adlı eserin tanıtımı, incelenmesi ve metnin transkripsiyonlu aktarımı yapılmıştır. Edirneli Mehmed Nûrî’ye ait olabileceğini düşündüğümüz “Manzûme-i Âdâb-ı Zikr” adlı eser; iki manzum risaleden meydana gelmektedir. Eserin sonunda yedi beyitlik bir Na’t-ı Şerif ve Hatm-ı Hâce duası da yer almaktadır. İlk risale; “Haza er-Risâletü’l-Manzûme Fî Âdâbi‘z-Zikri‘n-Nakşibendiyyi‘l-Hâlidî” başlıklı 160 beyitlik bir mesnevidir. Bu mesnevi, Hâlid-i Bagdâdî’nin “Risâle Fî Âdâbi’zZikr”inde yer alan, zikirde gerekli yirmi adabı açıklayan manzum bir Türkçe tercümedir. Nasihat-nâme türündeki ikinci risale; 92 beyitlik “Haza Risâletü‘lManzûme Fî Hakkı‘n-Nasîha ve Musâbabetü’l-İhvân” başlıklı bir kaside olup, tarikat ehlinin kendi içerisinde ve toplum içinde dikkat etmesi gereken hususları, bazı uyarı ve öğütleri ihtiva etmektedir. İSAM Osmanlıca Risaleler Veri Tabanı’nda kayıtlı olan bu eserin tanıtılıp gün yüzüne çıkarılması, bu alanda yapılacak olan yeni çalışmalara katkı sağlayacaktır.
Osman Ezici
Bu çalışma, Yusuf Ziyaeddin Ersal’in Nüvvâb’da okutulan İslâm tarihi dersleri için Osmanlı Türkçesiyle yazdığı ve Şumnu’da 1932’de basılan Tarih-i İslâm adlı eserinin detaylı tahlilini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışma temelde iki bölüm olup birinci bölümde Yusuf Ziyaeddin’in doğumu, ailesi, eğitim hayatı, üstlendiği ilmî ve idari görevler ile Bulgaristan’daki faaliyetlerine ait bilgilere yer verilmektedir. İkinci bölümde ise Tarih-i İslâm adlı eser detaylı olarak tahlil edilmektedir. Bu eser, İslâm tarihinin muteber kaynaklardan faydalanılarak telif edilmiştir. Ders kitabı olmak üzere yazılan eserde konular ana hatlarıyla ve kronolojik sırayla yer almıştır. Yusuf Ziyaeddin, girişte klasik İslâm tarihi kaynaklarına benzer tarzda ama kendine has üslubuyla önce insan ve evrenin yaratılışından başlayarak Arabistan yarımadasının tarihini anlatmıştır. Sonrasında Câhiliye Arapları ve bölgedeki büyük İmparatorluklardan Roma ve Sâsânîler’in ahvaline kısaca değinmiştir. Sonrasında ise Hz. Peygamber’in (s) doğumundan vefatına kadar siyeri kendi düşünce ve açıklamalarıyla anlatmıştır. Devamında Hulefâ-i Râşidîn dönemini ve Emevîler’i yıkılışına kadar geçen süre zarfındaki tarihi hâdiseleri kronolojiye bağlı kalarak ele almıştır. Tüm bunların yanında o, öğrencileri bulundukları toplumunda karşılaşabilecekleri meselelere cevap verebilecek bir yetkinlikte olmalarına yönelik açıklamalarıyla kitaba kendi özgünlüğünü katmıştır. Günümüze kadar herhangi bir akademik çalışmanın yapılmadığı bu önemli eserin etraflıca ele alınmasıyla; Medresetü’n-Nüvvâb’da tarih bilincinin oluşmasının anlaşılması ve Yusuf Ziyaeddin’in tarih ve siyer algısının ortaya çıkarılması yönüyle alana katkılar sunması hedeflenmektedir. Anahtar Kelimeler: Yusuf Ziyaeddin Ersal, Bulgaristan, Medresetü’n-Nüvvâb, İslâm Tarihi, Hz. Muhammed, Râşid Halifeler, Emevîler.
Uluslararası İbnü’l Arabi Sempozyumu İnsanlığın Hakikat Arayışı ve İbnü’l Arabi, 2018
İslam tarihinin teşekkül sürecinden günümüze değin dinî, iktisadî ve ilmî muvacehelerle öne çıkmış şehirler vardır. Şehirleşmeler Hicaz coğrafyasında Medine ile başlamış, Müslümanların Akdeniz havzasına inmesiyle birlikte Irak’ta Bağdat, Şam, Basra; Mısır’da Kahire, Fustat; Endülüs’te Zehra, İşbiliye, Tuleytula (Toledo) ve Anadolu’da Konya, Kayseri ve İstanbul gibi şehirlerle İslam düşüncesi Ortaçağ dünyasına yayılmıştır. Nitekim Malatya da bu zengin atmosfere katkı sağlayan şehirlerden biridir. İbnü’l-Arabi, Sadreddin Konevî, Niyazî-i Mısrî gibi birçok mutasavvıfa ev sahipliği yapmıştır. Şüphesiz oluşan bu tasavvufî hava gerek şehre gerekse şehrin sakinlerine sirayet etmiştir. Tebliğimizde aynı zamanı paylaşmasalar da aynı şehri ve metafiziksel zemini paylaşan İbnü’l-Arabî’nin Niyazî-i Mısrî üzerindeki etkisi üzerinde duracağız. Muhyiddin İbnü’l-Arabî (638/1240) Endülüs’te doğmuş, doğduğu yerde durmayıp birçok beldeye seyahatte bulunmuştur. İsmi gibi gittiği yerleri diriltmiştir. Bu coğrafyalar arasında Malatya sayılı bir yer tutmaktadır. Malatya’nın irfanî geleneğinin müessisi denilse yeridir. İbnü’l-Arabî etkisi asırlar boyu devam etmiş, birçok kişinin düşünce dünyasına nüfuz etmiştir. Bunlardan biri de Malatya’da doğup Diyarbakır, Mardin, Mısır, Bursa, İstanbul ve birçok Arap ve Rum diyarını gezip nihayet bugün sınırları Yunanistan’da olan Limni’de sürgündeyken 1105/1694 yılında vefat eden Niyazî-i Mısrî’dir. Her iki mutasavvıfın da birer ilim ve irfan ummânı olmaları hasebiyle bu etkiyi Niyazî-i Mısrî’nin Risâle-i Vahdet-i Vücûd adlı eseri ile sınırlandıracağız. Eser ismiyle müsemma olup vahdet-i vücuda dair bilgileri ihtiva etmektedir. Niyazî-i Mısrî, İbnü’l-Arabî’nin sistemleştirmiş olduğu vahdet-i vücûd nazariyesi üzerinde durmuş birçok ayeti ve hadisi bu düşünce ile tefsir edip açıklamıştır. Bunun yanında başta kendi şiirleri olmak üzere Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Nesîmî, Mevlânâ Hüdavendigâr gibi mutasavvıf şarihlerin Farsça ve Türkçe şiirleriyle sözü geçen ayet ve hadislere yapmış olduğu tefsirlerin etkisini pekiştirmiştir. Özellikle İbnü’l-Arabî’nin sıfat nazariyesini ele alan yazar özelde insanı genelde bütün âlemleri bu sıfatların tecellileri olarak işlemiştir.
2017
Bu tezde II. Selim (1566-1574) dönemi mesnevîhan ve siyâsetnâme müellifi olan Alâî b. Muhibbî eş-Şîrâzî’nin, (ö. 966/1559’dan sonra) Gazzâlî’ye (ö. 505/1111) ait olan Nasîhatü’l-mülûk adlı eserinin Türkçe tercümelerinden Netîcetü’s-sülûk fî terceme-i nasîhati’l-mülûk adlı eserinin tanıtımı, kaynak ve içerik analizi ile siyaset düşüncesi ele alınmıştır. Eser Nasîhatü’l-mülûk çevirileri içinde yer yer şerhli ve mütercimin önemli ilavelerini hâvi olması bakımından önem arz ettiği gibi II. Selim’eşehzadeliği döneminde sunulması bakımından da kayda değerdir.Tezde ilk önce Nasîhatü’l-mülûk hakkındaki tartışmalar ve literatür, ayrıca eserin çevirileri üzerinde durulmuştur. İkinci olarak siyâsetnâme geleneği üzerinde durulmuş ve bir siyâsetnâme müellifi olarak Alâî b. Muhibbî hakkında bilgi verilmiştir. Ayrıca Netîcetü’s-sülûk fî terceme-i nasîhati’l-mülûk’un Muhibbî’ye aidiyeti, yazılış amacı ve tarihi, ayrıca nüshaları ve şerh tekniğine değinilmiştir. Son olarak Muhibbî’nin esere eklediği hususlar bağlamında eserin muhteva tahlili yapılmış ve Muhibbî’nin siyaset düşüncesinin ana hatları sunulmuştur.
Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2019
Ziyâuddîn İbnu’l-Esîr, İbnu’l-Esîr künyesiyle meşhur olan üç kardeşin en küçüğü olup belagat ve tenkid alanında uzmanlaşmıştır. Vezir olmasından dolayı siyasetin içinde yaşamış olsa da ilimle ilişkisini sürdürmüş ve belagat, fesahat, tenkid, inşâ usulü gibi alanlarda pek çok risâle ve ilmî eser kaleme almıştır. Bu araştırmada, Ziyâuddîn İbnu’l-Esîr’in (ö. 637/1239), XIII. yy.da belagat ve kitabet alanında kaleme almış olduğu Kifâyetu’ṭ-ṭâlib fî naḳdi kelâmi’ş-şâʿir ve’l-kâtib adlı eserin Arap dilindeki yeri ve önemi incelenmeye çalışılmıştır. Bundan dolayı araştırmanın başında İbnu’l-Esîr’in yaşadığı dönemdeki ilmî ve kültürel durum kısaca anlatılmış, hayatı ve eserleri hakkında da genel bilgiler verilmiştir. Anahtar Sözcükler: İbnu’l-Esîr, tenkid, şiir, risale, belagat, bedîʿ, edebî sanatlar
Yüksek Lisans Tezi, 2023
Astronomy, the study of planets, stars, and celestial bodies, has long attracted the curiosity of humanity. From ancient times, people have constantly studied the sky and arranged their work accordingly by making certain calculations. So that as a result of the observations, they calculated the time, location, directions and many other things. In this way, they have made their lives simpler in many aspects from agriculture to trade, from prayer times to their daily lives. Astronomy has always played a significant role in human life and continues to do so now. Nīsābūrī's work called Sharhu Sī Fasl, which is the subject of our thesis, is one of the important works written in the field of astronomy. We aim to introduce this study to the scientific community by critical edition and evaluation. Nīsābūrī's work consists of thirty chapters. Each chapter contains basic information about astronomy, calendars and astrology. It should not be forgotten that particularly the critical editions created in the history of science, not only brings to light the scientific research carried out in ancient, but also makes it possible to utilize this information to conduct numerous comparisons and tests.
Akademik Platform İslami Araştırmalar Dergisi, 2022
Fıkıh ilminin olgunlaşmasıyla birlikte fıkhî miras, farklı bakış açılarıyla incelenmeye başlamıştır. Buna bağlı olarak da kavâid, fürûk, eşbâh ve'n-nezâir, tahrîcü'l-fürû 'ale'l-usûl, nevâzil, vâkıat gibi konuları ele alış tarzı, amaç ve işlevleri hem muhtevâ yönünden hem de teknik açıdan birbirinden farklı yazım türleri ortaya çıkmış ve zamanla kavâid düşüncesini ele alan zengin bir literatür meydana gelmiştir. Ortaya çıkan bu alt edebî türler, fıkıh ilminin dinamik yapısına işaret etmekle beraber, hükümlere ulaşmada büyük bir kolaylık sağlayarak fıkıh ilminin ilkesel yönünü göstermesi açısından büyük bir önemi haiz olduğu söylenebilir. Fer'î meseleler arasındaki benzerlik ve farklılıkları konu edinen eşbâh ve'n-nezâir ilmi de bu yazım türlerinden biridir. Fıkıh ilmi açısından Şâfiî fakihlerin öncülüğünde ortaya çıktığı bilinen "el-Eşbâh ve'n-Nezâir" isimli çalışmalar, kavâid düşüncesine yeni bir boyut kazandırarak fıkıh ilminin gelişimine katkı sunmuştur. Kavâid düşüncesine kazandırılan bu boyutun sınırlarını göstermesi açısından Celâleddin es-Suyuti'nin (v. 849-911/1445-1505) kaleme aldığı el-Eşbâh ve'n-nezâir isimli eserinin incelenmesi, son derece önemlidir. Bu çalışmada fıkıh ilmi açısından el-Eşbâh ve'n-nezâir geleneği hakkında özet bilgilere yer verilip Suyuti'nin eseri teknik ve muhteva açısından incelenecektir. Ardından Suyuti'nin eserinin kavâid düşüncesinde edindiği konum hakkında değerlendirmelerde bulunulacaktır.
Kalemâne, 2022
Çalışmanın konusu Nâbî’nin duygu ve düşünce dünyasında Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin konumunu ve değerini tespit etmektir. Bu tespit çalışması, sadece Nâbî Dîvânı’nda İbnü’l-Arabî hakkında yazılmış kaside ile sınırlı tutulmuştur. Makalenin kapsamı kaside ile sınırlı olmakla birlikte kasidenin haricinde Nâbi’ye ait bazı kaynaklara da müracaat edilmiştir. Yöntem olarak klasik metin şerhi geleneğinde yer alan, müellif, dönemin dil ve ima özellikleri, konu edilen kişinin kendi düşünce ve duygu dünyası, ima ve işaretlerin bağlamı dikkate alınmıştır. Okur merkezli denebilecek yorumdan kaçınılmış, mezkûr iki kişinin de düşünce bütünlüğü gözden kaçırılmamaya çalışılmıştır. Aynı kaside üzerine yapılan çalışmalar incelenmiş; tespit edilen çalışmaların kapsam, yöntem ve inceleme konusundaki eksikleri dikkate alarak özgün bir inceleme yapılmaya çalışılmıştır. Kasidenin dil içi çevirisi yapılmış ve her bir beyit kendi içinde şerh edilmiştir. Çalışma sonucunda Osmanlı duygu ve düşünce dünyasının önemli bir figürü olan Nâbî’nin nezdinde İbnü’l-Arabî’nin yeri tespit edilmiş ve Nâbî’deki yansımaları ortaya konmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Klasik Osmanlı Şiiri, Tasavvuf, Nâbi, İbnü’l-Arabî
Amasya Şairleri Bilim Şöleni, 2019
Özet Şehirler tarih, edebiyat, kültür ve sanatın oluşumuna imkân sağlamanın yanı sıra medeniyet tasavvurunun biçimlenmesinde de etkili olmuştur. Şehirler bazen kendi ruhu ile medeniyet oluşturur bazen de şehirdeki kültür ve sanat faaliyetleri o şehrin medeniyet ruhunu biçimlendirir. Osmanlı Devleti de medeniyet sahnesinde şehirleri ile var olmuştur. Her şehir de kendine has kültürel faaliyetleri meydana getirmiştir. Bu bakımdan Osmanlı döneminde medeniyetin oluşumunda bazı şehirlerin payı diğerlerine nazaran daha fazla olmuştur. Başta İstanbul olmak üzere Bursa, Edirne, Amasya, Diyarbakır gibi kültürel faaliyetlerin yoğun olarak yaşandığı şehirler Osmanlı medeniyetinin inşasına daha fazla katkı sunmuşlardır. Bu bakımdan Amasya şehri, Osmanlı kültür ve medeniyet havzasında önemli bir etkiye sahip olmuştur. Amasya'nın yaklaşık iki yüz yıl boyunca şehzadelerin yetişme alanı olmasıyla şehir sanat yuvası halini almıştır. Şehzadeler ile birlikte şehre ilim ehli ve sanatçılar toplanmıştır. Böylece Amasya, kültürel anlamda gayet önemli kazanımlar elde etmiştir. Çalışmamızda Amasya'nın bu kültür ve sanat kaynağından beslenen, 16. yüzyılda yaşamış olan Muhibbî adlı/mahlaslı bir şâiri tanıtmaya çalıştık. Kanûnî Sultân Süleymân dönemi şâirlerinden olan şairin, Tuhfetü'l-Ahyâr adlı bir eserini de edebiyat dünyasına tanıtmayı amaçladık. Dinî-tasavvufî ve didaktik bir eser olan Tuhfetü'l-Ahyâr adlı eserde asıl gayenin Hak için halka bazı uyarı ve niyazları aktarmak olduğu görülmüştür. Bu çalışmamızla daha önce edebiyat dünyasına tanıtılmamış olan, Amasya edebî havzasında yetişen Muhibbî ve eserini istifadelere sunduk. Çalışmamız ile Amasya'nın kültür tarihine ve bilim dünyasına az da olsa bir katkı sunmayı amaçladık. Anahtar Kelimeler: 16. yüzyıl, Amasya, Muhibbî, Tuhfetü'l-Ahyâr. Abstract Cities are efficient in formation of concept of civilisation along with providing opportunity to generation of history, literature, culture and art. While sometimes cities generate a civilisation with their own spirits, sometimes culture and art activities in city form civil spirit of the city. Ottoman Empire has been in existence with its cities in the stage of civilisation, as well. Each of this cities have created idiosyncratic cultural activities. From this point of view, in the Ottoman period, share of some cities have been more than the others in the generation of civilisation. Cities, in which cultural activities have been done intensely such as Bursa, Edirne, Amasya, Diyarbakır and most notably İstanbul, have contributed to the construiction of Ottoman civilisation more. From this point of view, the city of Amasya has had an important impact in the basin of Ottoman culture and civilisation. Amasya's being the upbringing zone of the sultans' sons approximately through two hundred years, has made the city heart of art. Pundits
Emîr Hüsrev-i Dihlevî, Hindistan"da doğup büyümüĢ Türk soylu bir Ģairdir. Nitekim bizzat kendisi "Türkî-i Hindustâniyem/Hindistanlı Türküm" derken, intisap edip terbiyesinde yetiĢtiği Ģeyhi ġeyh Nizâmüddîn-i Evliyâ da onu "Türkü"llah/Allah"ın Türk"ü" ve "Türk-beççe/Türk oğlu" Ģeklinde isimlendirmiĢtir. Emîr Hüsrev, gerek Ġran edebiyatında gerekse Hindistan"da Farsça Ģiir söyleyen Ģairler arasında meĢhur olup bunlar içinde en büyük ve yetkin Ģairlerden biri olarak kabul edilmektedir.
Bilindiği gibi Hz. Peygamber, hayatta bulunduğu Asr-ı Saadet boyunca İs Him toplumunun dini, ahlaki, hukuki, sosyaJ ve siyasi her tür meselesini doğrudan doğruya kendisi çözmekte, bunun tabii bir sonucu olarak müslümanlar arasında tam bir inanç ve fikir birliği hüküm sürmekte idi. Bu durum, O'nun irtihaliyle birlikte yerini başta hilafet meselesi olmak üzere büyük günah, irade hürriyeti, Allah-'ın sıfatları vb. konular etrafında gelişen tartışmalara bıraktı. İlk dört halife döneminde gerçekleştirilen fetihlerle İslam coğrafyasının genişlemesi, müslümanların Helen, İran, Hint ve diğer yabancı kültürlerle tanışmaianna imkan sağladı. Bu gelişmeler sözü edilen meselelere yenilerinin eklenmesi ve süregelen tartışmaların yeni boyutlar kazanmasının yanısıra İslam düşüncesi açısından iki önemli sonucun ortaya çıkmasına yol açmıştır: Bunlardan ilki, keHim ilminin teşekkülü yani kelami fırkaların ortaya çıkması, diğeri de tercüme hareketinin başlamasıdır.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2020
Özet Bu çalışma, hayatı hakkında elimizde sınırlı bilgiler olan, XVIII. asrın ikinci yarısında Anadolu coğrafyasında yetişmiş Osmanlı kurrâ ve müderrislerinden Rizeli Hâfız Hüseyin Efendi'nin (ö. 1237/1821), İmam Şâtıbî'nin (ö. 590/1194) Râ'iyye manzûmesine Osmanlı Türkçesi'yle yazmış olduğu şerhi konu almaktadır. Makalede, müellifin hayatının yanı sıra şerhte takip ettiği metot ve resmü'l-mushaf yönünden ilmî değeri üzerinde durulmuştur. Bu çerçevede, şerhte yer alan, Kur'an kelimelerinin imlâ hususiyetlerindeki illetlere yönelik açıklamalar, Şâtıbî'nin Mukni' üzerine yaptığı ilavelere dair açıklamalar ve müellifin bazı âlimlere yönelik yaptığı eleştiriler ele alınmıştır.
Edebiyat tarihimizde şiirleri en fazla şerhedilen şâirlerin başında Niyâzî-i Mısrî gelmektedir. Mısrî’nin tekke şiiri mahsûlü olan şiirleri üzerine yazılan şerhlerden birisi de on sekizinci asır mutasavvıf şairlerinden olan Mustafa Azbî’ye aittir. Azbî, Niyâzî-i Mısrî’nin Rodos sürgününde yolda yanına görevli olarak verilen saray çavuşudur. Ancak Azbî Mustafa Çavuş, Niyâzî-i Mısrî’nin manevî hasletlerinden etkilenerek görevinden istifa etmiş, ona intisâb ederek dervîşi olmuş ve yirmi yıla yakın bir süre hizmetinde kalmıştır Azbî’nin Dîvân’ı ve Dîvân-ı Tahmîs-i Niyâzî-i Mısrî isimli eserlerinin dışında, bir de makalemize konu olan Şerh-i Gazel-i Mısrî adlı eseri bulunmaktadır. Şerh-i Gazel-i Mısrî’nin tespit edebildiğimiz tek nüshası Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmut Efendi Koleksiyonu, 3056 numarada kayıtlıdır. Hem şâiri hem de şârihi mutasavvıf olan şerhler kategorisinde değerlendirilebilecek olan bu eserde Mustafa Azbî, Niyâzî-i Mısrî’nin “içre” redifli yedi beyitlik bir gazelini açıklamıştır. Eser, kırk üç varaktan müteşekkildir. Bu makalede Azbî’nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi verilmiş; eserin nüsha tavsîfi, müstensihi, muhtevası, metot ve anlatım teknikleri değerlendirildikten sorna transkripsiyonlu metni verilmiştir. Vahdet-i vücûd nazariyesinden tasavvufun temel mevzûlarını - beyitlerin anlam alanı içerisinde- muhtasar bir şekilde ele alan şârih, sâlikin insan-ı kâmil olma yolunda gerçekleştirdiği mânevî yolculuğu bazı temsiller ve hikâyeler eşliğinde ele almıştır. Eser, remizler kullanılarak alegorik bir üslupta yazılmış, tasavvufî derinliği olan bir şerhtir.
Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2023
Yalnızca eylemi değil tümcenin tamamını kapsayan, konuşucunun olay ya da durum karşısındaki öznel yaklaşımını (niyeti, isteği, kişisel duyguları vb.) ifade eden anlamsal bir ulam olan kiplik, bu anlamsal ulamın biçimbirimlerle ve/veya sözlüksel birimlerle işaretlenmiş biçimi olan kip kavramıyla, sözdizimsel düzlemde gerçekleşmesi bakımından farklılık gösterir. Konuşmacının bir önermesindeki yargısını, kesinlik derecesine göre olası veya gerekli olarak gösteren kiplik, bilgi kipliğinin; bir önermenin, eylemin gerçekleşmesine yönelik konuşucunun yönlendirici tutumlarını ifade eden kiplik, yükümlülük kipliğinin kapsamında ele alınmaktadır. Çalışmaya konu olan yükümlülük kipliği (gereklilik, izin, zorunluluk ve buyrum) ulamları dil araştırmalarında konuşucunun daha çok otorite konumunda olduğu, dinleyiciye yönelik sorumluluklar yüklediği tutumlarına karşılık gelen söylemlerle ilişkilendirilmiştir. Bu çalışmada Türkçede tanımı ve sınırları konusunda net bir ayırımın yapılmadığı görülen kip ve kiplik kavramlarına değinilmiş; örneklem olarak seçilen Yunus Emre'nin Risâletü'n-Nushiyye (Fatih Nüshası) adlı öğüt kitabından bağlam odaklı inceleme yapılarak tanıklanan kiplik işaretleyicilerinin farklı anlamsal işlevleri ele alınarak değerlendirilmiştir.
HİKMET-Akademik Edebiyat Dergisi, 2023
Münâzara, önemli bir edebî gelenektir. Türk edebiyatı araştırmacıları münâzaranın edebî ‘tür’den ziyade edebî ‘tarz’ olduğu kanaatindedirler. Münâzaralar form veya içeriklerine göre çeşitli gruplarda sınıflandırılmaktadır. Münâzara geleneğinde genellikle iki canlı veya iki cansız, birinin diğerinden üstünlüğü konusunda tartışmaya başlar ve bu tartışmalar diyalog hâlinde gelişir. Önceki asırlardan Arapça, Farsça ve Türkçe çok sayıda münâzara risâlesi günümüze ulaşmıştır. Osmanlı sahasında yazılan ve bugüne kadar üzerine yeterli çalışma yapılmayan önemli münâzara risâlelerinden biri, İdrîs-i Bitlisî’nin Münâzaratü’s-savm ve’l-‘îd adlı eseridir. Bu eser Bitlisî’nin Anadolu’da telif ettiği ilk eseri niteliğindedir. Bu risâle Farsça kaleme alınmıştır ve eser Münâzara-i Rûze vü Iyd olarak da bilinmektedir. Bitlisî, eserini 909/1504 yılında tamamlayarak II. Bayezid’e sunmuştur. Eser, şekil olarak mensur ve manzum karışıktır ve şimdiye kadar ikisi Türkiye biri ise İran’da olmak üzere üç nüshası tespit edilmiştir. Münâzarayı başlatan oruç yani Ramazan ayıdır. Oruç, kendi üstünlüğünü dile getirir. Bayram veya Şevval ayı ise gerekçeler sunarak kendi üstünlüğünü savunur. Sonra sıra hakem olarak Kurban Bayramı’na geçer ve Kurban Bayramı münâzara taraflarının önce faziletlerinden bahseder, sonra da aslında biri olmazsa diğerinin de olmayacağına ve dolayısıyla ikisinin de aynı üstünlükte olduğuna hüküm verir. Eserin sonunda II. Bayezid’e hitâben yirmi üç beyitlik bir kaside de yer almaktadır. Bitlisî, oruç ve bayram arasında münâzarayı başlatmadan önce kısa bir mukaddimede Akkoyunlu hükûmetinden kaçarak Anadolu’ya doğru yola çıktığını, bu yolculukta tek başına olduğunu, Anadolu’ya vardığında Hristiyanların çok ve Müslümanların az olduğu bir şehre vardığını ve bu şehre ulaştığında Nevruz ve Ramazan ayının aynı günlere denk geldiğini dile getirir. İdrîs-i Bitlisî, İslâm diyarına varmak üzere yaklaşık bir asır önce Müslümanlar tarafından fethedilen Bulgaristan’ın Sofya şehrine gider. Sofya’da Oruç ve Bayram Münâzarası adlı risâlesini kaleme alır. Bu çalışmada İdrîs-i Bitlisî’nin münâzara türünde yazdığı iki eseri tanıtılmıştır. Akabinde Oruç ve Bayram Münâzarası risâlesinin nüshaları, eser üzerine çalışmalar ve bu eserin muhtevâsı ile ilgili bilgi verilmiştir. Ayrıca, kaynaklarda İdrîs-i Bitlisî’ye atfedilen Münâzara-i Akl bâ Işk adlı risâlenin İdris’e ait olmadığı ve Sâinüddîn Türke-i Isfahânî’nin eseri olduğu gösterilmiştir.
RİSÂLETÜ'N-NUSHİYYE VE DİVÂN-I YUNUS EMRE KARAMAN NÜSHASI , 2014
RİSÂLETÜ'N-NUSHİYYE VE DİVÂN-I YUNUS EMRE KARAMAN NÜSHASI (YUNUS EMRE DİVANI KARAMAN NÜSHASI-KİTAP 2014) Abdülbaki Gölpınarlı'nın 1965'te yayınladığı Risâlat al Nushiyya ve Divan adlı eserinden sonra müstakil inceleme, çeviri ve tııpkıasım yayınlanmış ikinci Yunus Emre Divanı Yusuf Yıldırım'ın hazırladığı Risâletü'n-Nushiyye ve Divân-ı Yunus Emre Karaman Nüshası'dır.. Yunus Emre Divanı Karaman Nüshası'nın en geniş ve kapsamılı, tıpkı basım, tam dizin ekli yayınıdır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.