Yunanca 'bios' (hayat) ve 'graphe' (yazma) kelimelerinden oluşan biyografi, sözlükte karşımıza "özgeçmiş" anlamıyla çıkmaktadır. Biyografi, başlangıçta tarih ilminin içinde yer alırken, zamanla tarihten ayrılarak müstakil bir tür olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarihte biyografinin bilinen ilk örneğini Yunan tarihçi ve yazar Plutarkhos vermiştir. En ünlü eseri ise Bioi Paralelloi'dir (Paralel Yaşamlar). Milattan sonra 1. yüzyılda yazılan bu eser, Helen ve Romalı ünlü kişilerin biyografilerini içermektedir. 23 çift ve 4 tek parçadan oluşan bu eserin amacı karşılıklı önyargıları olan Hellen ve Romalıların birbirini daha iyi anlamalarını sağlamaya çalışmaktır. 1 Türün devam eden örneklerini Avrupa yerine İslam medeniyetleri vermiştir. İslam dünyasında biyografyacılık, peygamberlerin, özellikle İslam peygamberinin, ashab-ı kiram'ın, tabiinin, halifelerin, evliyaların, muhaddislerin, sultanların, şair, edib ve ilim adamlarının hâl tercümelerini veren siyer, kısas, menkıbe, tabâkat, fihrist, ensâb, şecere, tezkire, tuhfe, vefayat vs. gibi adlar altındaki eserlerde toplanmıştır. Ortaçağ İslam dünyasındaki biyograficilik, Avrupa'ya göre çok daha gelişmişti ve medreselere sokulan bir branş hüviyetinde idi. Bu alanda gerek Araplarda, gerek İran'da yazılmış pek çok genel, bölgesel, ihtisas biyografileri vardı. İslam âleminin ortaçağdaki biyografi anlayışı, Avrupa'ya ancak yeniçağda hâkim olmaya başlamıştır. 2 Önemli kişilerin hayatlarını anlatan eserlerin toplamına içinde bulunduğumuz edebi gelenek doğrultusunda tezkire ismini veriyoruz. Sözlükte "anmak, hatırlamak" mânasındaki zikr kökünden türeyen tezkire (çoğulu tezâkir) "hatırlamaya vesile olan şey" demektir. 3 Pek çok konuda tezkire yazılmıştır, Osmanlı tarihçilerinin toplandığı eserler olduğu gibi hattat 1 Plutarkhos, Paralel Yaşamlar, çev., Furkan Akderin, (İstanbul: Alfa Yayınları, 2006), I. 2 Abdülkadir Özcan, "Osmanlı Tarih Edebiyatında Biyografi Türünün Ortaya Çıkışı ve Gelişmesi", Nazımdan Nesire Edebi Türler, (İstanbul: Turkuaz Yayınları, 2009), 125. tezkireleri de mevcuttur. Eğer tezkireler, şairlerin hayatların anlatıyorsa, Tezkiretü'ş-Şuara (Şairler Tezkiresi) olarak adlandırılmaktadır. Şiir alanında yazılan biyografilerin çıkış yeri ise yine Doğu medeniyetleridir. Elde bulunan ilk örnek, Muhammed b. Sallam el-Cumahi'nin Tabakatü'ş-Şuara isimli eseridir. 9. yüzyılda başlayan ve 12. yüzyılın sonuna kadar Arapça devam eden bu gelenek, müteakip yüzyıldan itibaren yerini Farsça örneklere bırakmaya başlar. Farsçada türünün ilk örneğini Lübabü'l-Elbab adıyla, Muhammed el-Avfi verir. Arapça yazılan biyografiler gibidir. 4 Türkçe yazılan tezkirenin gelişimine baktığımızda ise, ilk örneğinin 15. yüzyılda, Doğu Türkçesi ile Ali Şir Nevai'ye ait Mecalisü'n-Nafais olduğunu biliyoruz. Batı Türkçesi ile kaleme alınan ve bir tür olarak yazılmaya ve okunmaya başlanan şair tezkirelerinin coğrafyamızda ortaya çıkışı 16. yüzyıla isabet etmektedir. İlk örneği ise Sehi Bey'in Heşt-Bihişt adlı eseridir. Müstakil bir tür olarak tezkire, dilimize ve coğrafyamıza 16. yüzyılda yerleşmiştir. Fakat türün edebi gelenek içerisindeki gelişiminde kırılmalar ve evrimler meydana gelmiştir. Tezkire türündeki bu değişim devam etmektedir çünkü tür, bir yerde son bulmamış, hâlâ örnekler vererek gelişmektedir. Yalnızca zaman içinde kendisini yenilemiş, farklı formlara bürünerek varlığını devam ettirmiştir. Türün zaman ve gelenek içerisindeki gelişimini iyi anlamak için, bazı soruların sorulması kaçınılmaz oluyor; Türler hangi koşullarda oluşurlar? Türlerin belirleyenleri nelerdir? Türler arası etkileşim mevcut mudur? Türler zaman içerisinde nasıl bir dönüşüm geçirmişleridir? Sırası ile bu soruların cevabı verildiği zaman, önce türün ortaya çıkışını, ardından zaman ve edebi gelenek içerisindeki dönüşümünü ve son olarak da türün vardığı noktayı saptayabiliriz. attığım bu görüşü, bir tezkireyi örneklendirerek desteklemek istiyorum. 1826 yılında Mehmet Tevfik'in tamamladığı Mecmuatü't-Teracim adlı eser, kanonun içerisine 19. yüzyılda üretilen şuara tezkiresi olarak dâhil olmuştur. Fakat bu eser, ne bölümlere ayrılmış ne de herhangi bir dizim sırasını takip etmiştir. 541 kişi rastgele arka arkaya sıralanmış ve bir tezkire meydana getirilmiştir. Hatta içerisinde İncili Çavuş gibi şair olmayanlar kişiler de vardır. Peki, bizim bu eseri, kendi içerisinde belli bir tertip düzeni olan tezkire türüne dâhil etmemizin sebebi nedir? Tür değişmiş, içerisinden farklı bir yapı meydana getirmiştir. Opacki, bu yeni oluşan formu bir "hybridisation" 8 (melezleşme) olarak tanımlar. Türler arasında bir hiyerarşi vardır. Döneme en uygun olan tür, dominant tür olarak karşımıza çıkar. Baskın tür de diğer türleri yanına çekince bir melezleşme olur. Tür, hem kendisini korur, hem de baskın türün özelliklerini alır. Türler arasında bir "blood relationship" (kan bağı) olduğunu söyler Opacki. Mehmet Tevfik'in tezkiresi içinse böyle bir kan bağından bahsedebiliriz. Tür, melezleşmiştir. Dönemin ve geleneğin baskın türü, üretilmekte olan metni yanına çekerken, yeni oluşan metin de kendisine bir alan açmaya ve tür belirlemeye çalışır. Böylelikle hem dominant türün özelliklerini taşır, hem de kendi özelliklerini. Ama artık o tamamıyla orijinindeki tür değildir. Tam buradayken Fowler'den de bahsetmekte de fayda görüyorum. Fowler, türlerin statik değil, dinamik olduğunu söyler. Yeni konular yeni türler üretirler. 9 Tezkirelere de zaman 7 Antoine Compagnon, Literature, Theory and Common Sense, Fransızcadan İngilizceye çev: Carol Cosman (Princeton: Princeton University Press, 2004), ilk örneklerini vermiş ve Türkçe edebiyata bir tür olarak bu yüzyılda yerleşmiştir. İlk örnekleri İran edebiyatına özenerek Herat ekolünün devamı niteliğinde üretilirken, ardından gelenler kendi üsluplarını oluşturarak eser vermeye devam etmişlerdir. Tezkire geleneği devam etmiş fakat gelenek içerisinde üretilen metinler daima değişme göstermiştir. Tarih