Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
…
14 pages
1 file
MODERN GÜVENLİK YÖNETİMİ ANLAYIŞINDA DEMOKRATİK POLİSLİK: TÜRK POLİS TEŞKİLATI ÇALIŞANLARININ PSİKOLOJİK DURUMLARI ve SOSYALLEŞME DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ Özet Avrupa Birliği (AB) uyum sürecinin en önemli konularından birisi sosyal entegrasyon olup, bu alanda özellikle yapılan çalışmalarda daha sivil bir toplum yapısına geçilmesinin gerekli olduğu vurgulanmaktadır. Emniyet teşkilatının daha sivil bir yapıya dönüşmesi için ise öncelikle bireysel bir yaklaşım çerçevesinde, mevcut duruma uygun projelerin geliştirilmesi gerekir. Bu nedenle bu çalışmada, emniyet teşkilatında görevli personelin psikolojik durumlarının incelenmesi ve örgütsel sosyalleşme düzeyleri ile ilişkisinin ortaya konması amaçlanmıştır. Çalışmada 2015 yılında Adana ve Malatya İl Emniyet Müdürlüğünde görev yapan (n=418) personele Kısa Semptom Envanteri ve Örgütsel Sosyalleşme Ölçeği uygulanmıştır. Daha sonra katılımcıların psikolojik durumları ile sosyalleşme düzeyleri arasındaki ilişki incelenmiştir. Çalışma sonuçlarına göre emniyet teşkilatında görevli personelin psikolojik semptomları ve örgütsel sosyalleşme düzeyleri, demografik özelliklerden rütbeye göre istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar göstermektedir (p<0,05). Öte yandan ilişkisel tarama analizi sonuçları, örgüte ilişkin anlayış ve çalışan desteğinin tüm psikolojik semptom boyutları ile istatistiksel olarak anlamlı ilişkiler gösterdiğini ortaya koymuştur (p<0,01).
İlköğretimini köyünde tamamladı. İlkokula devam ederken bir yandan da köyün medresisinin müderrisi Molla Salih Kozi'den Sarf, Nahiv derslerini aldı. Sonra Erçiş ilçesinin ortaokulunu okudu. Ardından Muş İmam Hatip Lisesine devam etti. Bu arada İslami ilimlerdeki tahsiline de devam etti. Molla Abdurrahman Soskuni'den Hadis derslerini tahsil etti. 1981 yılında girdiği Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri Arap Fars ve Edebiyatları Bölümünden 1985 tarihinde mezun oldu. Bugüne kadar çeşitli dergilerde yayımlanmış makaleleri ve kırkın üzerinde tercüme eseri mevcuttur. İslami ilimlerin hemen her alanında tercüme eserler vermiştir. Yayımlanmış olan tercüme eserlerinden bazıları şunlardır: Fi Zilal'il Kur'ân 10 Cild, El Mizan Fî Tefsiri'l Kur'ân 20 Cild, Et-Tefsiru'l Hadis 7 Cild, Hz. Muhammed'in Hayatı 2 Cild, Ehl-i Beyt Ahlakı, Usul-u Kafi 3 Cild, Mutezile ve İnsanın Özgürlüğü Sorunu, İslam Düşüncesinde Değişim.. Ayrıca Yayınevimiz Kitsan'dan M.İbn Arabi Hazretlerinin külliyatından bazı eserlerinin de tercümeleri yayımlanmıştır. Bunlar sırasıyla şunlardır: Ruh'ul Kuds, Üstün Ahlâk (Mekarimu'l Ahlâk / Rasulullah (s.a.v.)ın övülmüş ahlakı), Nurlar Menbaı (Mişkat'ul-Envar), Hırka (Nesebu'l Hırka / Tasavvuf Hırkası), Kur'ân Mührü / Hatmu'l Kur'ân (M. İbn Arabi'nin Kendi Kaleminden Kapsamlı Hayatı) M. İbn Arabi'nin 29 Risalesinin Tercümesi 3 Cild.
Özet: Tasavvuf, bu topraklarda yaşayan insanların inançlarını, hayat tasavvurlarını ve din-dünya telakkilerini belirleyen unsurların başında gelir. Modernleşme döneminde tasavvufa ve tasavvufun şekillendirdiği hayat biçimine yönelik bir dizi tenkit ve tahkir hemen hemen her meselede karşımıza çıkar. İşte bu noktada Çağdaş Türk Düşüncesinin en önemli temsilcilerinden biri olan Namık Kemal'in tasavvufa dair görüşleri ve tasavvufî çevrelerle olan münasebetleri incelemeye değer bir meseledir. Bu tebliğimizde modern Türkiye'nin birçok refleksini de belirleyen bu etkileşimi incelemeyi hedefliyoruz. Abstract: Tasawwuf is the leading factor setting the believes, life perceptions and religion-earth edifice of the people living in these lands. In the modernizing era, a series of criticism and affront against tasawwuf and the life style shaped by tasawwuf come up almost in every issue. At this very point, as one of the most important representatives of Modern Turkish Thought Namık Kemal's ideas on tasawwuf and his relations with sufist surroundings are worth to study. In our present rescript, we aim to analyze this interaction assessing many reflexes of modern Turkey at the same time.
edip (usülünü) öğretmek dinen sabit midir? 38.SORU: Nakşî tariki sâdâtının mûtâdı olduğu üzere, dil kıpırdamadan, harf ve savt olmaksızın, sadece kalp ile Allah'ı zikretmek meşru mudur? 39.SORU: Bir insan Allah'ın dostu olabilir mi? Zaten bütün müminler Allahın dostu değilmi? 40.SORU: Keşif ve keramet nedir? 41.SORU: Keramet hak mıdır? 42.SORU: Evliyanın kerâmeti hak ve sâbit midir? Ehlüllâh'ın kerâmetini inkâr edip itirazda bulunanlar, Ehl-i sünnetten sayılabilirler mi? 43.SORU: İstidraç nedir? Keramet ve istidraç arasında ne gibi farklar vardır? 44.SORU: Bey'at ne demektir? 45.SORU: Mürid ile mürşid arasında yapılan ahdin dini bir dayanağı var mıdır? 46.SORU: Süluk etmek isteyen kimse, mürşide el verip tevbe etmek suretiyle bey'at eder. Bunun dinde yeri var mıdır? 47.SORU: Kadınlardan bey'at alma, erkeklerde olduğu gibi musafaha ile mi, yoksa sadece karşılıklı sözleşme ile mi yapılır? 48.SORU: Rabıta nedir? 49.SORU: Rabıta şirk midir? 50.SORU: Rabıtanın yanlış bir yol olduğunu iddia edenlere ne dersiniz? 51.SORU: Nakşî tarikatinde oduğu gibi, diğer tarikatlerde de rabıta var mıdır? Bu rabıta evvelki devirlerde var mıydı? 52.SORU: Seyr-i Süluk ne demektir? 53.SORU: Cezbe nedir? Tasavvuf ehli bazı kimselerin vecd haline gelerek kendilerinden geçmektedirler. Bu şer'an caiz midir? 54.SORU: Tasavvufta "Cezbe" Nedir? islamda Cezbe var mıdır? 55.SORU: Murakabe ne demektir? 56.SORU: Hatme-i Hacegân nedir? 57.SORU: Teberrük caiz midir? Peygamberle velilerin kendilerine has hırka ve sarık gibi eşyalarını, giyeni düşünerek, sahibine saygı ve hürmet besleyerek ziyaret etmek caiz midir? 58.SORU: Nakşibendiyye'nin Halidiyye koluna mensup sofilerin yapmakta olduğu, sessiz, hareketsiz, dil damağa rabtedilmiş olduğu halde susarak, yalnızca kalben yapılan zikir doğru mudur? 59.SORU: Zamanımızda kendilerinin tasavvuf ehli olduklarını iddia eden kimseler ile gerçek tasavvuf ehli arasında ne gibi farklar vardır? 60.SORU: Mürşid kendisine intisap eden bir kimsenin her şeyine vakıf mıdır? 61.SORU: Bazı kimseler; "Mürşidim bana putlara tap, kafir ol dese, bunu bir emir kabul eder ve kafir olurum." diyerek bu ve buna benzer cümleler kullanmaktadırlar. Böyle konuşmak caiz midir? 62.SORU: Bazı kimseler; "Mürşidim bana rızık gönderdi, mürşidim bana dünya ve ahiret ni'metlerini verdi" gibi sözler sarfetmektedir. Böyle söylemek caiz midir? 63.SORU: Mürşidi ziyaret esnasında, mürşidin elini defalarca öpmek uygun mudur? 64.SORU: Her görülen rüyanın mürşide anlatılması gerekir mi? 65.SORU: Mürşidin verdiği selam alınır mı? 66.SORU: Tarikat değiştirmek caiz midir? 67.SORU: Bazi sofiler arasında; "Benim Mürşidimin makamı daha büyüktür" gibi tartışmalar olmaktadır. Bu şekilde tartışan kimselere ne dersiniz? 68.SORU: Kişinin bir şeyh edinmeksizin zikir ve fikirde bulunması, evrâd-ı şerife okuması câiz değil midir? 69.SORU: Hallâc Mansûr'un sarf ettiği "Enel-hak" sözünü nasıl tevil edersiniz? 70.SORU: Sahih bir nisbeti bulunan bir mürşidten ruhsat ve icâzet almaksızın, bir şahıs kendi kendine (şeyhlik iddiasında bulunarak topladığı) müridlerini irşâd ve terbiye etmeye muktedir olabilir mi? 71.SORU: İrşada salahiyeti olan mürşidin kerâmet ehli olması şart mıdır? 72.SORU: İrşada salahiyeti bulunan mürşidin şartı ve alâmeti nedir?
Sultan Cem’in Türkçe manzumelerini ihtiva eden eseri.
ABA: Arapça abâe veya abâye de denir. Geniş, fakat kısa bir nevi gömlek olup, dizden biraz aşağı iner ; üst tarafında, baş ve yanlarında kollar için birer delik bulunur. Keçi kılından dokunan kalın ve kaba kumaştan yapılır. Beyaz veya kahverenkli olur. Dervişlerin giydiği bir elbise olup, kökeninin Hz. Peygamber (s)'e kadar uzandığı söylenir. Aba giyen dervişlere, "Abâ-pûş" denir. Sûfiyyenin abadan elbise giymesinin, Hz. Peygamber (s)'in sünnetine ittiba için olduğu zikredilir. ABADİLE: Abdullah kelimesinin çoğulu olup, Arapça Abdullahlar, anlamına gelir. Allah'ın esma-i hüsnasının başına "âbd" kelimesi muzaf kılınarak yapılan isimler de bu cümledendir. Allah'ın isimlerine mazhar olan kullar çeşit çeşittir. Kimi Allah'ın "es-Sabûr" isminin mazharı olur, yani amelen, kavlen ve halen, o sıfatı (sabr) kendinde gerçekleştiren kişi, Abdussabûr adını alır. Bu kişi, sabrı gerçekleştirmeye muvaffak olduğu için, sabrına nihayet bulunmayan yüce Allah'ın kulu özelliğini (veya ismini) almaya hak kazanır. Kaşanî, Allah'ın güzel isimlerinin hepsinde bu durumun geçerli olduğunu kaydeder. Kişi, tahakkuk ettirdiği ismin, bilincine ermiştir. Şeyhu'l-Ekber Muhyiddin Arabi'nin "Abadile" adlı bir eseri vardır. Arapça yüce, ulvi babalar demektir. Birinci akıl, tümel nefs, tümel tabiat ve heba, âbâ-i ulviyyeden addolunur. Zira bunlar, yaratıkların ortaya çıkışında rolü olmaları bakımından, âba (babalar) adını alırlar. Yine, isimler de bunlarla ortaya çıkar. ABASI KIRK YERİNDEN YAMALI: Bu deyim, dilimize tasavvuftan geçmiştir ; dervişlerin abalarının yırtık pırtık olmasını ifade eder. Eskiden dervişler, hırkalarının helal maldan olmasına itina gösterirler, bu yüzden mallarının helâl olduğuna inandıkları sufilerden kumaş parçaları toplarlar, bunları birbirine dikip ekleyerek kendilerine aba yaparlardı. Bu çeşit aba ve hırkaya, Arapça'da yamalı manasına gelen, murakka da denir. Ayrıca, "abalı" kelimesi, fakir ve yoksul kimseler için kullanılır. ÂBÂU'L-AHVAL: Arapça, hallerin babaları demektir. Hâlin tasarrufu altında olan ve hal tarafından kullanılan kimseye İbnu'l-vakt; hali kendi tasarrufuna alan kişiye ise Ebu'l-vakt denir. Halleri bu şekilde kullanabilme gücüne sahip olanlara "hallerin babaları" (abaü'l-ahval) denir. Abau'l-ahvalin mukabili ebnau'lahval'dir. ABBASİYYE: Ebu'l-Abbas Ahmet b. Muhammed b. Abdurrahman b. Ebi Bekri'l-Ensari'l-Endelusî (ö. 633/1235) tarafından kurulan bir tarikat. İspanya'da yaygınlık kazanmış Medyeniyye'nin bir koludur. ABD : Arapça, lügatta köle insan için kullanılır. Bir insanın kalbi, Allah'ın gayri herşeyden sıyrılmadıkça, kul olamaz. Bu durumda olan kişiye de, Allah'ın kulu denir. Allah mümin kulunu "abd" dan daha güzel bir isimle anmamış, Kur'an'da "ibâdun mukramun" (ikram olunmuş kullar)" (Enbiya/26) buyurmuştur. Nebilerini ve Resullerini de bu isimle anmıştır : "kullarımızdan İbrahim'i an" (Şad/45), "kulumuz Eyyub'u an" (Şad/41), "ne güzel kul" (Şad/30). Hz. Muhammed (s) de ibadetten ayakları şişip kendisine : "Ya Rasulullah (s), Senin geçmiş ve gelecek bütün günahların afvolmadı mı?" diyen eşine : "Şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını vermiştir. Yine Hz. Peygamber (s) şöyle der : "Melik peygamber olmakla kul peygamber olmak arasında serbest bırakıldım, ikinci şıkkı tercih ettim" Allah ile mahlukat arasında kulluktan daha yüksek bir derece olsaydı. Rasulullah onu kaçırmaz. Allah da, O'na verirdi. O, bu yüzden şehadet kelimesinde" abduhü ve resulüh" diye anılır. Görüldüğü veçhile, kulluk bir insan için en yüksek makamdır. Tasavvufta, aşağıdan yukarıya doğru manevi yükselişi ifâde eden makamların başına tevbe, en üst zirvesine de kulluk konulmuştur. Kul olun kişi gerçek hürriyet sahibidir. Zira o, Rab'dan başka kimseye boyun eğmez. O, sadece Allah'ın emirlerine sarılır. O'ndan başka herşeyden bağımsız ve hür olur. Allah'ın emirlerine uzak kalan kimse, nefis veya şeytanın esareti altında demektir. Mutasavvıflar, abd lafzını er-Rabb mukabilinde kullanırlar. Ubudiyyet salih kula mahsus olup, Allah onu birine nasip etti mi, artık o, Allah tarafından yardım görmüş demektir. Bu şekilde kulun nefsinin ve nevasının hazları örtülür. Sonunda, Allah onu kulluk nimetlerine daldırır ve sadece kendisi ile meşgul eder. ABDAL: Arapça, bedel, bidl ve bedii kelimelerinin çoğulu olup, büdela da bu meyanda zikredilir. Karşılık, halef, şerefli, cömert, ivaz gibi lügat manaları bulunmaktadır. Tasavvufta ise veliler arasında, insanların işlerinde tasarruf için mânevi müsaade verilmiş kişilerdir. Türkçe'de kullandığımız abdal (hatta aptal) kelimesi. Arapça "Ebdal"den bozmadır. Kamus-ı Türkî'de safderun, ahmak, bir şeye akıl yormaz, kalendermeşrep ve derviş adam şeklinde tarif edilir. Tasavvufta, abdal, rical-i gaybtendir. Kur'an-ı Kerim'de geçmemekle birlikte. Aliyyü'l-Kari'nin Mevzuatı'ndan öğrendiğimize II, 1265)." Sizden önceki ümmete mensup bir kişi, hesaba çekildi. Hayırlı bir ameli bulunamadı. Ancak yumuşak bir insandı. Hizmetçilerine emrederken zora koşmazdı. Allah (c), şöyle buyurdu. "Buna ondan daha lâyıkız, onu affediniz (bırakınız)" Keşfu'l-Hafa, l, 135. Bu isim Kur'an'da beş yerde geçer. Her şeyin sonunda Allah'ın varlığının devam etmesi, bulunması, O'nun el-Âhir ismini tanımlar. Yaratılanların fânî olmasından sonra, Allahü Ta'âlâ'nm bekâsını ve âhiriyyetini görüp, "Onun üzerine bulunan her şey fânîdir. Celâl ve ikram sahibi olan Rabbinin vechi kalıcıdır" (Rahman/26, 27), âyetini gerçekleştiren (hakikatına eren) kula denir. Bakî olan Allah'ın vechi, onun üzerine doğduğu için, O'nunla bakî kalmıştır. Allah'a kavuşmakla yok olmaktan kurtulmuştur. Velilerin bir kısmı, hatta büyük bir çoğunluğu bu ikisiyle (fena ve beka) muttasıftırlar. el-Âhir ismi Kur'an'da bir yerde geçer. ABDU'L-ALÎM:El-Alîm, hakkıyla bilen demektir. Düşünme ve öğrenme söz konusu olmaksızın, aksine, sırf fıtrî saflık ve kudsî nurun te'yidi ile, Allah'ın kendi katından, keşfe dayalı ilmi verdiği kula, Abdu'l-Alîm denir. Kur'an'da 163 kere geçer. El-Aliyy, izzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce demektir. Gücü akranına üstün, mânâları istemede, himmeti, kardeşlerininkinden fazla, üzerinde bütün rütbeleri toplayan, yüce faziletlerin tümüne ulaşan kula, Abdu'l-Aliyy denir. Kur'an'da 11 yerde geçer. El-Azim, azamet sahibi anlamınadır. Allah'ın azametiyle tecelli ettiği kul. Bu, azametinden dolayı Allah'a tam anlamıyla tezellül eder. Allah, bu kulunu, insanların gözünde büyük gösterir, şanını insanlar arasında yüceltir. Onlar ona saygı duyar, onu zahirinde görünen azamet sebebiyle yüceltirler. Kur'an'da altı yerde geçer. ABDU'L-AZÎZ: El-Azîz, yenilmeyen yegâne galip, izzet sahibi anlamınadır. Allah'ın izzet tecellîsi ile azîz kıldığı kul, olaylar ve mahlûkattan hiç bir şey onu yenemez iken o her şeye üstün gelir. İşte bu durumdaki kula, Abdü'l-Azîz denir. Kur'an'da 99 yerde geçer. El-Bâ'is, ölümden sonra dirilten demekter. Nefsinin, sıfat, hevâ ve heveslerini iradî ölümle (nefis terbiyesi ile) nihayete erdirdikten sonra, Allah'ın, kalbini hakikî hayatla dirilttiği kişidir, işte Allah, bu kulu, el-Bâ'is isminin mazharı kılar. Böylece o, cehalet ölümünü, ilimle diriltir, Hakk'ın isteğine uygun olarak, onlara hayat verir. Kur'an'da yedi yerde fiil olarak geçer. ABDU'L-BÂKî: El-Baki, devam eden demektir. Allah'ın bekasını gösterip fena-i külle erdiğinde onunla baki kıldığı kuldur. Allah'a bununla onun taayyünü için mutlaka gerekli ubudiyetle ibâdet eder. Bu, tafsilen cem'an, ta'ayyünen ve hakikaten, âbid ve ma'bûddur. Zira el-Baki vechinin tecellisinin tesiriyle resmi (şekli) kaybolmuştur. Hadis-i kudsi; "onu öldüren ben isem diyeti üzerimedir. Diyeti üzerime olanın diyeti benim" Kur'an'da müştak olarak iki yerde geçer." ABDU'L-BÂRî: El-Bari', modeli olmaksızın canlıları güzel bir şekilde yaratan demektir. Manası, Abdu'l-Hâlık'a yakındır. O'nun ilmi, eksiltmek ve değişmekten uzaktır. O, böylece, dengeli, uygun ve eksilmekten uzak şekilde, el-Bârî isminin hazretine uygun olarak iş yapar. Âyet: "Rahman'ın yarattığında bir eksiklik göremezsin" (Mülk/3). Zira, el-Bârî, o kula, Rahman isminin altındaki isim şubelerinden biriyle tecelli eder. Kur'an'da iki yerde geçer. ABDU'L-BÂSIT: El-Bâsıt, rızkı genişleten veya ruhları bedenlere yayan demektir. Allahü Ta'âlâ'nin hilkatinde (yaratılışında) bast verdiği kişi. Bu kişi, Allah'ın izni üzere kendisiyle ferahlık duyduğu kullara, malını, canını, emrine uygun olarak verir, bunun sonucu, onlar da, basta ererler. Çünkü Abdu'l-Bâsıt, el-Bâsıt isminin tecellîsi ile bast eder. Bu, şeriata aykırı olmayacak tarzda vuku bulur. Fiil faili halinde onbir defa Kur'an'da geçer.
Fen bİlİmlerİ enstİtüsü Anabilimdalınızıseçiniz Bilim dalınız yoksa bu sekmeyi siliniz tez başlığınızı buraya giriniz programınızı seçiniz adınızı soyadınızı giriniz DENİZLİ, Tarih girmek için burayı tıklatın.
Halk hekimliği kısmen yazılı metinlerden ulaşabildiğimiz, tanımlanması ve sınıflandırılması zor bir alandır. Taş ve cevherlerden halk hekimliğinin hem doğal hem de dinsel-büyüsel uygulamalarında hastalıkları önlemek ve tedavi etmek amacıyla yararlanılmıştır. Taş ve cevherler; doğal halk hekimliğinde yenilerek, suyu içilerek, deriye sürülerek, göze sürme yapılarak kullanılırken, halk hekimliğinin dinsel- büyüsel uygulamalarında doğal halk hekimliğinden farklı olarak taşların sahip olduğu güce, enerjiye dayalı bir yöntem uygulanır. Bu uygulamalar genellikle kişinin o taşı üstünde taşıması, kolye, yüzük olarak takması veya bulunduğu odaya asması şeklindedir. Bu çalışmada XV- XVII. yüzyıllar arasında yazılmış telif, tercüme veya derleme Türkçe tıp yazmalarında geçen değersiz, yarı değerli, değerli taşlarla ilgili doğal ve dinsel-büyüsel halk hekimliği uygulamaları üzerinde durulmuş ve örnekler verilmiştir.
Bu karar, Sözleşme'nin 44. maddesinin 2. fıkrasında öngörülen koşullar çerçevesinde kesinleşecektir. Bazı şekli değişikliklere tabi tutulabilir. ________________________________________________________________ © T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2016. Bu gayrıresmi çeviri Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme'yi bağlamamaktadır. Bu çeviri, davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu ile Dışişleri Bakanlığı'na atıfta bulunmak suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Zeitschrift für die Welt der Türken / Journal of World of Turks [ZfWT], 2023
İslam Tarih Usulü ve Kaynakları, 2023
The Sivasi Lodge and Its Place in Sufism History, 2014
TARİH KÜLTÜR DERGİSİ, 2020
MANAS JOURNAL OF SOCIAL STUDIES / MANAS SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ, 2006