Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
Uzun yıllardır toplumsal cinsiyet çalışmalarında atlanan veya gözden kaçırılan, çok önemli olan bir konu var. Özellikle 1960'lı yıllarda yükselen feminist hareket ile birlikte kadın ve kadınlığın doğası üzerine yapılan birçok çalışma yayımlanmaya başlandı. Bu çalışmalar, adın-erkek eşitsizliği, kadınların nasıl ezildiği ve onları ezen ataerkil sistemin nasıl bir olgu olduğu üzerine açıklamalar getirmeye çalışıyordu. Fakat anlatılanlar doğal olarak hep kadınlardı; ataerkilliğin kadınlar üzerinde kurduğu tahakküm ve bu tahakkümün nasıl işlediği üzerinden ele alınıyordu. Halbuki ataerkillik, erkeklerin kurallarını koyduğu ve iktidarını belirledikleri bir olguydu. Bu yüzden, ataerkilliğin kadınlarla olan ilişkisi üzerinden açıklanmaya çalışılması 'ataerkil ağ' adı verilen bu yapının nasıl işlediğini ve yeniden üretildiğini açıklamakta yetersiz ve eksik kalmaktaydı. Ataerkillik, sadece " sistem " kavramıyla açıklanabilecek bir gerçek değildir. Sistem kavramı, işleyen bir süreci ve düzeni imler. Ataerkillik sistem-üstü bir olgudur, daha çok bir yapı veya yapılanmadır. Kandiyoti (1997)'nin antropoloji ve sosyal bilimler literatürüne kazandırdığı 'ataerkil pazarlıklar' kavramı ile ataerkillik olgusu daha fazla açıklık kazanmaktadır. Kandiyoti, bu terimle iki cinsiyet arasında geçen, her ikisinin de rıza gösterdiği ama bunun yanında zaman içerisinde değişebilen, karşı koyulabilen ve yeniden tanımlanabilen bir ilişki ağına dikkat çeker. Bu pazarlıkların niteliği toplumdan topluma farklılık göstermekle birlikte kadınların aktif veya pasif direnişlerinin hem niteliğini hem de biçimini etkiler. Ataerkil pazarlıklar toplumsal cinsiyet ilişkilerinin yeniden kurulması sırasında birtakım mücadele ve tarihsel dönüşümlere açıktırlar (Kandiyoti 1997:114). Biz de bu kavramdan yola çıkarak ataerkilliğin bu pazarlıkları da kapsayan ve ataerkil sistemi içeren çok daha genel bir ağ olduğunu tasavvur ettik. Ataerkil ağ tüm ataerkil algılayışları, pazarlıkları, sözleşmeleri, hiyerarşik ilişkileri v.b. olguları kapsayan soyut bir yapı olarak düşünülebilir. Ataerkillikle ilgili tüm gerçekler ve kurgular bunun içerisinde varolur. Ataerkil sistem ise bu kürenin içerisinde yer alan soyut hiyerarşik biçimlenmeler olarak görülebilir. Ataerkil ağın içerisindeki tüm unsurlar ve bunların nitelikleri bu sistemi etkiler; sistem de zaten bu unsurların en başlıcası ve hayati olanıdır. Ataerkil ağın devamı ataerkil hiyerarşik sistem olmadan düşünülemez. Aynı şekilde, ataerkil sistem de ağın kapsamındaki tüm öğeler olmadan işleyemez. Bu iki boyut arasında karşılıklı bir ilişki vardır.
ÖZ Toplumsal cinsiyet çalışmaları içinde, kadın çalışmaları ağırlıklı bir yer tutar. Oysa alanın zenginleşmesi için erkekleri de anlamak gerekir. Erkekliğin, sabit olmayan, zamana, kültüre ve topluma bağlı olarak değişen anlamları vardır. Bireyler toplumsal yaşantı içinde sosyalleşirken, toplumun bek-lentilerini karşılayarak " kadın " ya da " erkek " olurlar. Bu çalışma, erkekliği doğumsal bir olgu olmak-tan çok, toplumsal süreçlerde kazanılan bir kimlik şeklinde ele almakta, sünnet, askerlik, iş bulma ve evliliği, erkeklerin " erkek olma sürecinde " geçmesi gerekli bir " imtihan " niteliğinde değerlendirmekte-dir. Erkekler, kamusal göz önünde sürekli " erkekliklerini " kanıtlamak zorundadır. Sünnet, askerlik, iş bulma ve evlilik bir erkeğin " erkek oluş serüvenin " önemli menzilleridir. Sünnet, ülkemizde dinî bir gereklilik olarak uygulansa da erkeklik ile bağlantılandırılmıştır, bunun gibi askerlik de belli sü-relerde erkeklerin yerine getirmesi gerekli bir görev olmaktan çıkarılmış, toplumsal hafızada vatan borcu ve namus eşitlenmiştir. Bu nedenle askerliğini yapmayan erkekler " erkeklik " açısından kusurlu sayılmaktadır. Sünnet ve askerliği " başarı " ile atlatan erkeğin diğer önemli " imtihan " ları, iş bulmak ve evlenmektir. Erkekler doğumlarından itibaren, kültürel ortamda bu dört süreç içinde sınanmak-ta ve onlardan bu süreçleri başarıyla tamamlamaları beklenmektedir. Çalışmada, 27 görüşmeci ile derinlemesine görüşmeler yapılarak, erkeklerin bahsi geçen süreçlerde hangi duyguları yaşadıkları, bu süreçleri nasıl deneyimledikleri araştırılmıştır. Sonuç olarak, erkeklerin geçtiği her aşamada er-kekliklerinin ispat edilmesinin gerekliliği, erkekliğin verili bir olgu olmaktan çok toplumsal yaşantıda zorlukları aşarak kazanıldığı gösterilmiştir. Anahtar Kelimeler Erkeklik, sünnet, askerlik, iş bulma, evlilik, kimlik ABSTRACT A large number of works in the field of gender studies are about women. Yet, it is equally essential to know about men and masculinity for a wider comprehension of the field. Masculinity acquires different meanings according to the time, the culture and the society in which we live in. In this study, masculinity is essentially regarded as an identity acquired in a social process and not as an inborn property. The socializing individuals become " men " and " women " by responding to the expectations of the society. In the public space, men always have to prove their " masculinity ". Circumcision, the military service, job seeking and marriage are important stages in one's adventure of " becoming a man ". While circumcision is a religious requirement, it is nevertheless connected with masculinity. Similary, the military service goes beyond being a duty to be fulfilled by the men in a certain period; it is regarded as a debt to the country, as part of a man's honour. So the men who have not served in the military are considered as imperfect with regard to their " masculinity ". For those who passed through circumsition and the military, the next " tests " to be passed are job seeking and marriage. Throughout their life, men are tested through and expected to complete these four processes in the cultural environment. In this study, through interviews with 27 persons, we investigated how and in what feelings these persons experienced the above " tests " .
Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar, 2020
Bu yazıda, farklı kuşaklardan üç yazarın, babalarının ölümünden sonra farklı edebi türlerde yazdıkları metinlerinden yola çıkarak babanın açtığı yaralar, baba ile hesaplaşma/uzlaşma ve yazarlık konumu tartışılıyor. Bu doğrultuda, Orhan Kemal'in Baba Evi romanı, Oğuz Atay'ın "Babama Mektup" öyküsü ve Orhan Pamuk'un başta İstanbul Hatıralar ve Şehir olmak üzere kurgu dışı metinleri ele alınıyor. Yeni kuşak yazarlar açısından "baba" yazar konumunda görülen bu üç yazarın otobiyografik nitelikteki metinleri üzerinden baba ile hesaplaşmanın ne ölçüde sağlandığı, bu hesaplaşmanın sonucunda varılan uzlaşının niteliği ve bu hesaplaşma/uzlaşma anlatılarının yazarların yazarlık anlayışı ile bağlantısı karşılaştırmalı biçimde inceleniyor. Father Wound: Masculinity, Authorship and Reconciliation This article discusses the wounds inflicted by the father, reckoning/reconciliation with the father and the authorship position based on texts written in different genres by authors from different generations after their fathers' death. In this respect, Orhan Kemal's novel Baba Evi [Father's House], Oğuz Atay's story "Babama Mektup" [Letter to My Father] and Orhan Pamuk's non-fiction texts, especially Istanbul Memories and the City, are examined. Through comparative reading of autobiographical texts of these three authors, who are seen as the "fathers of literature" by the new generation of writers, the extent of the reckoning with the father, the nature of the reconciliation after this reckoning, and the connection of these reckoning/reconciliation narratives with the authors' understanding of authorship are analyzed.
Strata: V.İlişkisel sosyal bilimler Kongresi, 2021
ÖZ: Bir kökü biyolojik cinsiyetle bağlantılı olsa da toplumsal cinsiyet temel olarak kültürün tarihsel süreç içerisinde erkek ve kadına biçmiş olduğu rolleri imlemektedir. Biyolojik cinsiyet gibi genetik kodlarla aktarılmayan; fakat genetik bir mirasmış gibi sürdürülmesi beklenen toplumsal cinsiyet rollerinin belli bir kural çerçevesinde şekillenmediği aksine kurgulanmış rollerden ibaret olduğu açıktır. Toplumlarda var olan bu rollerin ne şekilde temsil edildiği, tarihsel süreç içerisinde varlığını nasıl sürdürdüğü, ne gibi değişimler geçirdiği gibi sorulara cevap arandığında ise toplumsal dinamikler önemli bir kaynak olarak dikkat çekmektedir. Medyadan modaya, dil kullanımından meslek seçimine, yazından spora kadar daha birçok alanda toplumsal cinsiyet kodlarının varlığı gözlemlenebilmekte; bu kodların çözümlenmesiyle toplumsal cinsiyet algısının ortaya koyulacağı düşünülmektedir. Çalışma kapsamında; Türk kültür tarihi açısından önemli bir yeri olan ve toplumsal dinamikleri geniş bir perspektifle ortaya koyan Dede Korkut Hikâyelerinde "erkek=iktidar" ilişkisi ele alınmış ve bu ilişkinin açmazları irdelenmiştir. Çalışmada söz konusu erkek-iktidar ilişkisi üç aşamalı olarak değerlendirilmiş olup; ilk aşamada erkeğin toplum tarafından dayatılan iktidarı kazanma mücadelesi, ikinci aşamada kazanılan iktidarı koruma çabası ve son aşamada da elde edilen iktidarın erkeğin düşünsel ve duygusal dünyasını ne şekilde etkilediği ortaya koyulmuştur. Anahtar Kelimeler: Dede Korkut, toplumsal cinsiyet, toplumsal cinsiyet rolleri, iktidar, erkeklik. ABSTRACT: Although one of its roots is related to the biological sex, gender essentially envisages the roles of man and woman in the historical process of culture. It is obvious that gender roles, which cannot be transferred through genetic codes like biological sex can, but are expected to be maintained as if they are some sort of a genetic heritage, are not shaped around a certain rule, contrariwise, they consist of constructed roles. When it is sought to answer questions like in what way these roles in the societies are represented, how they continue their existence in the historical process, what sort of changes they have been through, social dynamics draw attention as being an important source. The presence of gender codes can be observed in several fields, such as from media to fashion; from use of language to the choice of profession; from writing to sports, and it is thought that the perception of gender can be set forth by analysing these codes. Within the scope of this study, the "masculine=power" relation in the Book of Dede Korkut, which has an important place from historical point of view and presents social dynamics through a broad perspective, has been examined and the impasse of this relation has been analysed. The masculine-power in question has been evaluated in three stages; and the battle
Özet Postmodern tüketim kültürü içerisinde, tüketicinin kimlik oluşturmasına olanak veren kültür imgelerinin yaratıldığı alanın medya olduğu söylenebilir. Nesnelerin tüketimi, yeni imajların ve markaların tüketimi şeklinde yeniden şekillenmiştir. Nesnelerin içerikleri kullanım değerlerinden ziyade gösterge değerleri ile anlam kazanmaya başlamıştır. Bu anlamda, tüketim artık işlevsel amaçlarla değil, gösterge değerlerine göre yapılmaktadır denilebilir. Bu nedenle, bu çalışmada önce postmodern tüketim kültürünün ne olduğunu tartıştım. Bu bağlamda, bireylerin postmodern kültürün bir ürünü olarak, satın aldıkları mal ve hizmetlerle nasıl kimlik sahibi haline geldiğini anti-kahraman erkeklik imajları üzerinden inceledim. Bu çalışmada anti-kahraman erkek imajlarının tüketim kültürü içerisinde üretilmiş imajlar olduğunu ve Türkiye’de hali hazırda var olan geleneksel erkeklik söylemlerinin yeniden üretilmesine hizmet ettiğini savunuyorum. Bunun için, analizde, medya ürünlerinin erkeklik imajlarını dolaşıma sokmada önemli bir rol oynadığı varsayımına dayanılarak, eleştirel bir metin analizi yaptım. Anahtar Kelimeler: Postmodern tüketim kültürü, anti-kahramanlar, imajlar, erkeklikler. Abstract In postmodern consumption culture, the media is placed in which consumers can find the ways to create identities. The consumption of the object is reshaped as the consumption of the new image and brand. The content of the object began to make sense to use value rather than the indicative values. In this sense, consumption is no longer related to a functional purpose but is made according to the display value. Therefore, firstly, I discuss what the postmodern consumption culture is in this study. And in this context, as a product of the postmodern consumption culture of individuals, how they have constructed the identity with the goods and services they buy. I have studied this construction process over masculinity of the anti-hero images. In this study, I argue that, the anti-hero images of male-consumption in the postmodern consumption culture are produced images and anti-hero images of male-consumption images reproduce the traditional masculinity discourse in Turkey. Key Words: Postmodern consumption culture, anti-hero, images, masculinities.
Özet: Atasözleri ve deyimler yaşayan bir kültürün atalarından günümüze mirasıdır. Atasözleri ve deyimler toplumun ve bireyin davranış kodlarını belirleyen birer nirengi noktası olarak, genel kabul gören, olumlanan davranışlar ve düşünce biçimlerinin yanısıra kabul görmeyen ve reddedilen davranış ve düşünce biçimlerini de anlamlarında barındırırlar. Bu bağlamda Türk Atasözleri ve Deyimleri ışığında Türk toplumunda kadın imgesi araştırılmıştır. Bu araştırmada Türk atasözleri ve deyimlerinde kadın imgesinin nasıl sunulduğunu incelemek amacıyla içerik analizi yöntemi kullanılmıştır. Türk kültürü içerisinde kadın imgesinin bir kahramandan değersiz bir varlığa kadar geniş bir perspektifte tanımlandığı tesbit edilmiştir. Yapılan içerik analizi sonucunda kadınların olumlu ve istenilen özelliklerinin yanısıra kadına ve kadın imgesine olumsuz özellikler de atfedilmiştir. Anahtar Kelimeler: atasözleri, deyimler, Türk kültürü, kadın, kadın imgesi WOMAN IMAGE IN TURKISH PROVERBS AND IDIOMS Abstract: Proverbs and idioms are the heritages of a living culture from the ancestors to today. Proverbs and idoms are the reference points of the society and individuals behavioral patterns and they not only represents the general acceptable and valued behavioralpatterns and thought processes but also unacceptable and rejected behavioral patterns and thought processes. In this context image of women in Turhish society was explored from the Turkish Proverbs and Idıoms. In this research in order to explore the woman image in Turhish proverbs and Idioms the content anaylsis method was used. As a result Turkish women described in a wide range of perspective from a hero to a unvaluable object, not only the precious and wanted characteristics but also unacceptable and rejected characteristics are the part of woman image.
In the second half of the 16th century, Atak Sanjak was one of the most prominent Ottoman sanjaks in terms of its non-Muslim population. Non-Muslims played an important role in the socio-economic life of the Sanjak of Atak as they constituted 98% of the urban population in the nafs-i Atak, the city center, and 76% of the rural population. While non-Muslims were known to live in villages en masse, there were also a few villages where they lived together with Muslims. The fact that non-Muslims in the Sanjak used Turkish names such as Budak, Karaca, Murad, Iskender should be an indication that they were influenced by Turkish culture. On
MOMENT , 2021
Spiritüel topluluklar ve yeni dini hareketler içinde erkeklere, kadınlara kıyasla daha az rastlanmakla birlikte, bu tür arayışlara daha önce uzak duran erkeklerin çeşitli erkeklik krizleriyle yüzleştikçe manevi arayışlarında bir artış ve çeşitlenme olduğu görülüyor. 2018-2020 arasında TÜBİTAK desteğiyle gerçekleştirdiğimiz alan araştırmasının verilerinden yola çıkan bu çalışma, Ankara, İstanbul, İzmir, Konya, Muğla ve Çanakkale illerinde en az üç yıldır aktif bir biçimde spiritüel arayış içerisinde olan bireylerle yapılan derinlemesine görüşmeler ve gözlemler üzerinden, Türkiye'deki spiritüel pratiklerle erkeklik arasındaki ilişkileri tartışmayı amaçlıyor. Yaptığımız derinlemesine görüşmeler ve katılımcı gözlemler, erkeklerin maneviyat arayışının büyük ölçüde kendini koruma ve yeterlilik kazanma motivasyonuyla şekillendiğini gösteriyor. Çalışma, Türkiye'de spiritüel erkeklik hallerinin bir ihtiyat ve cazibe ikileminde şekillendiğini iddia ederken; erkeklerin spiritüel tercihlerinin bizatihi kendisinin erkeklerin karşılaştıkları problemlerle yüzleşmesinin ve güçlenmesinin bir aracı olduğunu savunuyor.
Milli Folklor Dergisi, 2014
Toplumsal cinsiyet çalışmaları içinde, kadın çalışmaları ağırlıklı bir yer tutar. Oysa alanın zenginleşmesi için erkekleri de anlamak gerekir. Erkekliğin, sabit olmayan, zamana, kültüre ve topluma bağlı olarak değişen anlamları vardır. Bireyler toplumsal yaşantı içinde sosyalleşirken, toplumun beklentilerini karşılayarak “kadın” ya da “erkek” olurlar. Bu çalışma, erkekliği doğumsal bir olgu olmaktan çok, toplumsal süreçlerde kazanılan bir kimlik şeklinde ele almakta, sünnet, askerlik, iş bulma ve evliliği, erkeklerin “erkek olma sürecinde” geçmesi gerekli bir “imtihan” niteliğinde değerlendirmektedir. Erkekler, kamusal göz önünde sürekli “erkekliklerini” kanıtlamak zorundadır. Sünnet, askerlik, iş bulma ve evlilik bir erkeğin “erkek oluş serüvenin” önemli menzilleridir. Sünnet, ülkemizde dinî bir gereklilik olarak uygulansa da erkeklik ile bağlantılandırılmıştır, bunun gibi askerlik de belli sürelerde erkeklerin yerine getirmesi gerekli bir görev olmaktan çıkarılmış, toplumsal hafızada vatan borcu ve namus eşitlenmiştir. Bu nedenle askerliğini yapmayan erkekler “erkeklik” açısından kusurlu sayılmaktadır. Sünnet ve askerliği “başarı” ile atlatan erkeğin diğer önemli “imtihan”ları, iş bulmak ve evlenmektir. Erkekler doğumlarından itibaren, kültürel ortamda bu dört süreç içinde sınanmakta ve onlardan bu süreçleri başarıyla tamamlamaları beklenmektedir. Çalışmada, 27 görüşmeci ile derinlemesine görüşmeler yapılarak, erkeklerin bahsi geçen süreçlerde hangi duyguları yaşadıkları, bu süreçleri nasıl deneyimledikleri araştırılmıştır. Sonuç olarak, erkeklerin geçtiği her aşamada erkekliklerinin ispat edilmesinin gerekliliği, erkekliğin verili bir olgu olmaktan çok toplumsal yaşantıda zorlukları aşarak kazanıldığı gösterilmiştir.
Geçmişten günümüze süregelen ataerkil yapı içinde kadının konumu hep ikinci plandadır. Bu ataerkil yapı içinde yaşayan kadın, erkeğin hâkimiyeti altında pek çok şiddete maruz kalmıştır. Uygulanan şiddet türleri kadını her alanda ve her anlamda olumsuz olarak etkilemektedir. Bu çalışma, Türkiye’de kadına yönelik ev-içi şiddetin ataerkil yapı içindeki boyutunu göstermektedir. Çalışmada çeşitli hipotezler geliştirilerek kadına yönelik ev-içi şiddet analizi yapılmıştır. Elde edilen bulgular, kadına yönelik şiddetin temel nedeni olarak ataerkil toplum yapısı olduğunu göstermektedir. Ayrıca sadece Türkiye özelinde değil, gelişmiş batılı ülkelerde de kadına yönelik şiddetin yaygın durumda olduğu gözlemlenmiştir.
Öz Bu araştırmanın temel amacı, üniversiteli öğrencilerde dindarlık (dinsel yaşantı biçimleri ve öznel dindarlık algısı) ile kişiler arası ilişkilerde tehdit hissetme ve psişik izolasyon arasındaki ilişkiyi din psikolojisi açısından incelemektir. Araştırmanın bir diğer amacı, söz konusu öğrencilerin kişiler arası ilişkilerde tehdit hissetme ve psişik izolasyon düzeylerinin belirlenen sosyo-kültürel ve demografik değişkenler açısından araştırılmasıdır. Bu bağlamda araştırma evrenini Bursa Uludağ Üniversitesi ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nde öğrenim gören öğrenciler oluşturmaktadır. Örneklemini ise söz konusu üniversitelerin değişik fakülte ve bölümlerinde öğrenim gören toplamda 632 kız ve erkek öğrenci teşkil etmektedir. Anket tekniği kullanılarak gerçekleştirilen araştırmada veri toplama aracı olarak " kişisel bilgi formu, " " dindarlık ölçeği, " " kişilerarası ilişkilerde tehdit hissetme ölçeği " ve " psişik izolasyon ölçeği " kullanılmıştır. Araştırmanın sonucunda üniversiteli gençlerin kişiler arası ilişkilerde tehdit hissetme düzeyleri ile dindarlık düzeyleri (dinsel yaşantı biçimleri ve öznel dindarlık algıları) arasında anlamlılık derecesinde pozitif bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Bunula birlikte öğrencilerin psişik izolasyon düzeyleri ile dindarlık düzeyleri arasında anlamlı bir ilişkiye rastlanmamıştır. Ayrıca araştırma sonucunda, bazı sosyo-kültürel ve demografik değişkenlere göre öğrencilerin kişiler arası ilişkilerde tehdit hissetme ve psişik izolasyon düzeylerinde anlamlılık düzeyinde farklılıklar ve ilişkiler olduğu tespit edilmiştir.
Giriş İman için aklın bir işlevinin olup olmadığı sorusu tarih boyunca insanlar arasında bir tartışma konusu olmuştur. Aklın iman için öne sürülmesi beraberinde irade kavramını da gündeme getirmiştir. Akıl, iman ve irade problemini tartışırken merkeze alınması gereken kavram iman kavramıdır. Bu tür kavramlar, nesnelerine uygun olduklarından dolayı, sınırları çizilebilir ve tanımlanabilir olan kavramlardır. Akıl, iman, irade kavramları da mahiyeti olup gerçekliği bulunmayan kavramlarımız arasında yer alırlar. Bundan dolayı onlar, haklarında tek bir tanıma ulaşılabilir türden kavramlar değildir. Yani iman ve iradeyi kesin sınırlarıyla akıldan ayıramayacağımız gibi, aklı işin içine sokmaksızın bir iman ve irade söz edemeyeceğimiz açıktır. Bu bağlamda Kant, Leibniz, Spinoza ve Kur'an örnekleminde bu kavramların nasıl ele alındığını tartışacağız. a.Kant'a Göre Akıl, İman, İrade İlişkisi Kant ve iman konusu gündeme geldiğinde muhakkak ki Kant'ın " İnanca yer açmak için bilgiyi inkar ettim " sözü akla gelecektir. Kant'a göre bütün bilgilerimiz deneyle başlar ve o, bu düşüncesinden hiçbir zaman kuşku duymamıştır. Çünkü filozofumuz Kant için zaman bakımından deneyden önce gelen hiçbir bilgi yoktur; ancak bu bütün bilgilerimizin kaynağının deneyden geldiği anlamına da gelmemelidir. Öyle ki Kant, aklın deneyden almadığı, doğrudan doğruya kendisinden çıkardığı bilgilerin var olduğu, bunların duyu bilgisine temel olan birtakım deneyden önce gelen a priori (önsel), kavramlarımız olduğuna ve deneyin içine bunları yerleştirmek suretiyle salt kavramlar ile bir düzen kazanıp bilgi haline geldiklerinden hiç şüphesinin olmadığını ifade etmiştir. Böylece bilgi bir yönüyle deneye, duyulara; öteki yönüyle de zihne dayanmış olmaktadır. Bu bağlamda Kant aklı ikiye ayırmıştır; pratik akıl ve teorik akıl olmak üzere. Teorik akıl bize olanı bildirir, pratik akıl ise olması gerekeni bildirir. Kant'ın bu ayrıma gitmesinde ki sebep, kendisinden önceki filozofların fizik ötesine ait düşünceleri sadece akla dayanarak açıklama çabalarının onları yanlış hükümler vermeye götürmesidir. O sadece saf akıl ile fizik ötesi şeylerin bilgisinin yani tanrı, ruh ve hürriyet gibi kavramların bilenemeyeceğini ifade etmiştir.1 Kant'ın konuya yaklaşma biçimini ön planda tutarak, teorik aklın sınırları içerisinde imkan dahilinde bulunan bilimsel bilgiyi, yani belirli bir zamanda ve mekanda yer alabilen nesnel varlıklardan 1 1 Mehmet Demirtaş, " Kant'ın " İnanca Yer Açmak İçin Bilgiyi İnkar Ettim " Sözünün İman Ve Bilgi Açısından Değerlendirilmesi " , C.Ü İlahiyat Fakültesi Dergisi 1, (2013): 290.
ÖZET Bilindiği üzere kadınlar ve erkekler arasında ücret, işgücüne katılım oranı, işsizlik oranı, istihdamın sektörel dağılımı, istihdam statüsü gibi birçok işgücü piyasası göstergesi açısından farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıkların birçok iktisadi, sosyolojik, kültürel, hukuki ve politik nedenleri bulunmaktadır. Bu çalışmada eğitim, yaş, medeni durum gibi bireylerin istihdam edilme olasılıklarını etkileyen faktörlerin gücünün cinsiyetler arasında farklılık gösterip göstermediği sorusunun yanıtlanabilmesi amacıyla 2004 ve 2013 Hanehalkı İşgücü Anketi mikro veri setleri kullanılarak söz konusu açıklayıcı değişkenlerin gücü her iki cinsiyet için test edilmiştir. Bu amaçla standart lineer bir probit modeli STATA istatistik programı kullanılarak yaklaşık 600 bin gözlemden oluşan veri setine uygulanmış ve sonuç olarak başta eğitim ve medeni durum olmak üzere hemen hemen tüm açıklayıcı değişkenlerin katsayılarının cinsiyetler arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklılık gösterdiği tespit edilmiştir. Sosyal politikalar ve/veya işgücü piyasası politikalarında kaynakların verimli kullanılabilmesi, istenen sonuçların elde edilebilmesi açısından niceliksel ve ampirik çalışmaların bulunması önem arz etmektedir. Anahtar Kelimeler: İstihdam Olasılığı, Probit Modeli, Cinsiyetler Arası Farklar, Hanehalkı İşgücü Anketi Jel Kodları: J71, J21, J82
2015, Evrensel Kültür 279: 76-78
Feminist Tahayyul Akademik Arastirmalar Dergisi
Toplumsal yapı ile edebiyat, birbirini besleyen ve etkileyen alanlardır. Bir toplumun içinden çıkmış yazınsal ürünlerde toplumsal yapının izlerini aramak, araştırmacıların sıklıkla başvurduğu yöntemlerdendir. Sosyoloji ile edebiyat arasında yapılacak okumalara en uygun yazınsal türlerden biri romandır. Türk edebiyatında roman türünün doğuşundan itibaren kadın kahramanların konumu pek çok araştırmaya konu olmuştur. Bu çalışmada 1980 sonrasında seçilen bazı romanlarda erkekliğin izleri araştırılacak ve toplumsal yapının kodlarından yola çıkılarak eril iktidarın baskı unsurları sorgulanacaktır. Çalışmada romanların kendi dünyalarındaki erkek kahramanların kadın kahramanlara yaklaşımları incelenirken bunun gerçeklikle ilişkisi de değerlendirilmiştir. Erkek kahramanların hangi güçlerden beslendikleri, iktidarı nasıl kurmaya çalıştıkları açıklanmaya çalışılmıştır. Romanlardaki erkeklik kodları; fiziksel özellikler, kişilik özellikleri, şiddet türleri, babalık ve eşcinsellik üzerinden ince...
“Feminizm: Ataerkil İktidarın Eleştirisi”, Modern Siyasal İdeolojiler ed.Birsen Örs, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007, s.412-475., 2007
Feminizmin tarihsel kökenleri ve Feminizmin turleri/ feminist yaklasimlar: liberal, radikal, sosyalist feminizm teorik, yontemsel temelleri, tartısmaları... Serpil Çakır, “Feminizm: Ataerkil İktidarın Eleştirisi”, Modern Siyasal İdeolojiler ed.Birsen Örs, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007, s.412-475.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.