Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
…
3 pages
1 file
Gazi Türkiyat, 2012
Turkish is accepted to be an agglutinative language. In Turkish in formation of suffixes is seen a plenty of examples of words, which were originally words and then became a suffix or of two suffixes, which became one united suffix. –gInçA is one of suffixes, which were compounded of more than one suffix. In this paper will be discussed opinions about origins of suffixes. Our suggestions on this theme will be presented.
Akşemseddin Uluslararası İnsan, Toplum, Spor Bilimleri Sempozyumu Tam Metinleri, 2018
Ödünçleme kelimelerin de zaman içinde anlam değişikliğine uğrayarak kaynak dildeki anlamından uzaklaşması oldukça sık yaşanan bir durumdur. Bununla birlikte acaba anlam değişimindeki temel faktör dil bilimcilerin yukarıda da yer verilen tanımlarında sıklıkla belirtildiği gibi “zaman” mıdır? Aynı dilin farklı kollarında benzer şekilde tanımlanan somut kelimeler aslında aynı kavramları mı yansıtmaktadır? Somut bir kelime aynı lehçenin çağdaş temsilcileri için aynı şeyi mi ifade eder? Bu çalışmada bu soruya Farsça bir kelime olan gīyāh örnekleminde cevap aranacaktır.
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te İle, Kutadgu Bilig’de Ayla Sözcükleri Üzerine, 2021
'de "On The Words ile in Dîvânu Lugâti't-Türk and ayla in Kutadgu Bilig" adıyla yayımlanmış olan makalenin çevirisidir.
Güneş Dil Teorisi'nin ne olduğunu, ne dediğini, bu teoriyle ne denmek ve nereye varılmak istendiğini anlamak için, en öncelikle, onun önüne bir dağ silsilesi gibi yığılmış ve onu görmeyi, bilmeyi, araştırıp incelemeyi ve anlamayı engelleyen unsurları tam ve doğru şekilde tanımlamak gerekiyor. Aksi halde, Güneş Dil'i anlamak için gösterilecek tüm çaba beyhude olacak ve bir sonuca da varılamayacaktır. Düşünün ki, üzerinden yalnızca 80 yıl geçmiş. Düşünün ki, ATATÜRK tarafından ve bütün dünyaya ilanen duyurulmuş, onlarca ülkeden en ileri gelen üniversitelerin ve o günün en saygın bilim araştırma kurumlarının temsilcileri bu kurultaya özel davetli olarak katılmış, günlerce İstanbul'da ağırlanmış, neticesinde, dünyanın en büyük gazetelerinde ve haber kanallarında, ABD'den İngiltere'ye, Fransa'dan Japonya'ya sürmanşetten haberi verilmiş. Düşünün ki, yıllarca üzerinde büyük emekler verilmiş ve ULU ÖNDER BÜYÜK BİLGE ATATÜRK'ün bizzat kendisine ait olup, başmimarı, başemektarı bulunduğu, kendi adıyla özdeşlemiş olan bir markadan söz ediyoruz: "GÜNEŞ DİL TEORİSİ"! Düşünün ki, yine ilk olarak ATATÜRK'ün kurup geliştirdiği, üzerinde binbir emek verip dünyaya mal ettiği o çok meşhur Türk Tarih Tezi'nin bir parçasından söz ediyoruz. Ve düşünün ki, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi gibi en nadide kurumlarımızın var oluşlarının asli nedeni olan bir bilimsel teoriden söz ediyoruz, adı: "GÜNEŞ DİL TEORİSİ"! Hakkında, açık-kapalı, ulusal-uluslararası sayısız toplantılar yapılmış, günler, geceler, aylar, yıllar harcanmış, onu inceleyeni her yeni bir adımda hop oturtup hop kaldırtmış, şapkaları havalara fırlattırmış, şaşkınlık üstüne şaşkınlık, hayranlık içinde hayranlık yaratmış bir dil teorisi. Uluslararası bilim çevrelerinin nefeslerini tuttuğu, Cizvit misyonlarının en korkunç kabuslara boğulduğu, dünyaya egemen durumdaki 'the estanblishment / kurulu düzen' denilen siyasal ve ideolojik yapının büyük bir paniğe sürüklendiği bir dil teorisi. Adı: "GÜNEŞ DİL TEORİSİ"! Çok kısaca özetlemeye çalıştığım bu bilgi, yani GÜNEŞ DİL bilgisi, yalnızca 80 yıl gibi, göz açıp kapamak kadar kısacık bir zaman içinde, bugün, öyle bir hale gelmiş ki, artık onun hakkında hemen hiçbir şey bilmiyoruz. Sadece bilmiyor olsak, bu bile nispeten daha iyi olurdu, çünkü bizler, böyle bir teorinin varlığından bile artık haberdar değiliz. Bir anket çalışması düzenleseniz ve bin (1.000) kişiye sorsanız, deseniz ki:
Özet: Ana akım felsefe tarihi yazımınca farklı farklı başlıklar altında ele alın-salar da, XVIII. yüzyılın dört önemli filozofunu, Vico, Condillac, Rousseau ve Herder'i birbirine bağlayan özel bir sorun vardır: Dilin kökeni meselesi. Aslında dönemin başka düşünürlerinin de katkıda bulundukları önemli bir tartışmadır bu. Tartışmanın en ilginç yönü ise, ilgili filozofların konuya dair açıklamalarının neredeyse istisnasızcasına hep bir anlatı formu taşıması, bu anlatıların hem birbirleriyle hem de Kitabı Mukaddes'in dilin kökeni anlatı-sıyla bağlantılı olması ve mitos niteliği taşımasıdır. Bu çalışmada, felsefi söy-lem içerisinde üretilen bir mitos olarak dilin kökeni anlatıları incelenmekte; dile dair anlatılar üretilirken doğan epistemolojik ve ontolojik kavrayış kalıp-ları, özellikle de kökencilik ve özcülük izlenmekte ve bu mitos üretiminin dönemin romantik eğilimleriyle ilintisi kurulmaktadır. Giriş XVIII ve XIX. yüzyılların felsefe metinlerinde nüksedip duran özel bir anlatı çeşidi vardır: Dilin kökeni hikâyesi. Aşağıda sunulacak Vico, Condillac, Rousseau ve Herder örneklerinde görülebileceği gibi, tam ve düz anlamıyla "anlatı"dır bunlar-kişileri, mekânı, zamanı iyiden iyiye belirgin, motifleri, temaları rahatlıkla saptanabilir hikâyeler. Daha ilginci, bu hikâyeler münferit anlatılar değil, kuruluş özellikleri bakımından ortak bir kalıbı çeşitleyen, bir-biriyle ilintilendirilebilir "değişke"lerdir. Dolayısıyla okurlarını iki farklı dü-zeyde beliren zorlu bilmecelerle karşı karşıya bırakırlar. Öncelikle, bunların, 1 Yrd. Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi, Felsefe Bölümü.
Özet Eski inanç sistemlerini taşıma kapasiteleri, sembolik anlam taşıma güçleri ve hatırda kalıcı olmaları dolayısıyla renkler ve onların adı olan sözcükler bir toplum veya milletin kültürel miraslarını aktarmada önemli bir role sahiptir. Zaman içinde anlamlarında bazı değişmeler meydana gelse de, bir milletin yaşam tarzı ve inançlarıyla ilgili en eski evren ve dünyaya yönelik algıları renklerin adı olan kelimelerin kök anlamlarında taşıdıkları görülür. Farklı kültürlerde olduğu gibi, Türk kültüründe de renkler farklı anlamları taşıma yanında sembol olarak da kullanılmaktadır. Renkler başlangıçta bir inanç sisteminin temel unsurlarını yansıtan ritüellerde kullanılan semboller olarak kullanılırken, daha sonraları gerçek veya sembolik anlamlarıyla sözlü ve yazılı edebiyata taşınmış ve kullanılmaya başlanmıştır. Nerede kullanılırsa kullanılsınlar, renklerin bir toplumun erken dönem dünya algılarını kök anlamlarında her zaman korudukları görülür. Türk kültüründeki en eski renklerden biri " al " renktir. Al renk, Türklerin en eski inanç sistemlerinde ve törenlerinde kullanılmıştır. Bazen belli varlıkları olumlu olarak ifade eden, onları tanımlamada bir sıfat olarak kullanılırken, bazen de kötü varlıkların adı olarak kullanılmıştır. Her iki durumda da " al " renk Türklerin en eski dünya algılarını kök anlamında taşımaya devam etmiştir. Al renk her zaman " değişim ve dönüşüm " anlamına sahip olmuştur. Bu değişim ve dönüşüm anlamı yaratıcının vermiş olduğu veya yaratıcıdan gelen alan " ışık ve ısı " dan kaynaklanmaktadır. Bu ışık ve ısı güneşte, ateşte, altında ve diğer bazı varlıklarda görülebilir. Başka bir ifadeyle Tanrısal enerji de diyebileceğimiz bu ışık ve ısı her neye dokunursa, o varlık veya canlı " al " renge dönüşür, allaşır. Bu düşünceden hareketle " al " rengin ilk anlamını; " Tanrı tarafından verilen enerji ile değişen ve dönüşen nesne ve varlık " şeklinde açıklamak uygun olabilir. Bu makalede ilk olarak al rengin Türk düşüncesindeki temel anlamı açıklanacak, daha sonra bir sınıflama içinde bu rengin olumlu ve olumsuz anlamlarda kullanımı ve bunların nedenleri açıklanacak ve sonuç kısmında bu rengin her zaman koruduğu temel anlamın ne olduğu hakkındaki görüşlerimize yer verilecektir. Abstract Due to their capacity of carrying ancient beliefs, having symbolic meanings and being easy to keep in mind, colors and the words used as their names have important roles in transmitting the cultural heritage and the belief systems of a nation or a society. It should be pointed out that the colors related to ancient belief systems and lifestyle of a nation still carry on the deep rooted conceiving as a cultural heritage every time Ege Üniversitesi, TDAE, Türk Halk Bilimi ABD, [email protected]
Journal of Old Turkic Studies, 2017
The scholarly edition of Qutadγu Bilig was edited by Räšit Rahmäti ARAT in 1947. This edition is based on three manuscripts of Qutadγu Bilig. ARAT successfully prepared this edition after a long endeavour. When we look at the general view of the text, it is not much of an example that one reading is the same in three manu-scripts. It has been a great misfortune for us that ARAT’s explanations about this edition cannot reach to us. It should be appreciated that each problematic reading is explained in this edition. CLAUSON, ARAT and other philologists think that the verb ïl- ‘to descend’ turn to il- in Qutadγu Bilig, but It is clearly shown in Dīvān Luγāt at-Turk that the verb is with /ï/.
The article examines Old Turkic bound morpheme {-GAlIr / - KAlIr}, which serves as a proximative and supine marker. From grammaticalization point of view, we suppose that Old Turkic {-GalIr/- KAlIr} originally emerges from a postverbial construction including a vowel converb and auxiliary verb i.e A + kal-ir.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2014
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2024
Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, 2018
DergiPark (Istanbul University), 2022
Yeni Türkiye, 2018
Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2023
TARİHÎ VE ÇAĞDAŞ TÜRKÇE SÖZLÜKLERDE ‘ALTIN’ SÖZCÜĞÜNÜN TANIMLAMA YÖNTEMLERİ ÜZERİNE SÖZLÜKBİLİMSEL BİR İNCELEME, 2024
Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları (HÜTAD), 2006
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2016
VI. Uluslararası Türk Dili Kurultayı (TDK)
İslâm Araştırmaları Dergisi, 2019
Journal of Old Turkic Studies, 2020
Motif Akademi Halkbilim Dergisi, 2023
Modern Türklük Araştırmaları Dergisi , 2021