Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
DOĞU ARAŞTIRMALARI
…
210 pages
1 file
Özet Kitab-ı Mukaddes yapısı itibariyle birçok konuyu ele alır. Ele aldığı konular-dan biri de ilginç varlıklardır. Kitap bu varlıklardan olan Lilith, Nefiller, Lucifer hakkında yeterli sayıda bilgiye yer verir. Böylece Kitab-ı Mukaddes'te bu varlıkların izleri aranabilir. Nitekim ele aldığımız konu bunu kapsamaktadır.
Güncel Filoloji Çalışmaları, 2020
Makalenin konusun olan mektup, gerde bıraktığımız yüzyılın en öneml Nakşî şeyhlerinden bir olan ve daha ziyâde Necip Fâzıl Kısakürek’n (ö.1983) hayâtındak büyük değişim ve dönüşüme vesîle olan kişi olarak tanınan Abdülhakîm- Arvâsî’ye (1965-1943) âittir. Bu mektup, cevâbıyla birlikte, Abdülhakîm- Arvâsî’nin matbû iki eserinden biri olan Râbıta-i Şerîfe isimli eserin 1-11 sahifeleri arasında yer almaktadır. Mektubun tam adı “Mübtedîler için Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşbendiyye’nin Âdâbını Mübeyyin Bir Mektup Sûreti” şeklindedir. Abdülhakîm- Arvâsî, Râbıta-i Şerîfe isimli eserin ulaştığı herkese bu mektubu da ulaştırmak istemiş olabilir. Zîrâ mektup, tekkeler kapatılmadan önce 1923(1339) tarihinde yazılmış, eser ise tekkelerin kapatılmasından sonra 1926(1342) yılında yayınlanmıştır.
Turkish Studies, 2011
Akademik Platform İslami Araştırmalar Dergisi, 2022
Fıkıh ilminin olgunlaşmasıyla birlikte fıkhî miras, farklı bakış açılarıyla incelenmeye başlamıştır. Buna bağlı olarak da kavâid, fürûk, eşbâh ve'n-nezâir, tahrîcü'l-fürû 'ale'l-usûl, nevâzil, vâkıat gibi konuları ele alış tarzı, amaç ve işlevleri hem muhtevâ yönünden hem de teknik açıdan birbirinden farklı yazım türleri ortaya çıkmış ve zamanla kavâid düşüncesini ele alan zengin bir literatür meydana gelmiştir. Ortaya çıkan bu alt edebî türler, fıkıh ilminin dinamik yapısına işaret etmekle beraber, hükümlere ulaşmada büyük bir kolaylık sağlayarak fıkıh ilminin ilkesel yönünü göstermesi açısından büyük bir önemi haiz olduğu söylenebilir. Fer'î meseleler arasındaki benzerlik ve farklılıkları konu edinen eşbâh ve'n-nezâir ilmi de bu yazım türlerinden biridir. Fıkıh ilmi açısından Şâfiî fakihlerin öncülüğünde ortaya çıktığı bilinen "el-Eşbâh ve'n-Nezâir" isimli çalışmalar, kavâid düşüncesine yeni bir boyut kazandırarak fıkıh ilminin gelişimine katkı sunmuştur. Kavâid düşüncesine kazandırılan bu boyutun sınırlarını göstermesi açısından Celâleddin es-Suyuti'nin (v. 849-911/1445-1505) kaleme aldığı el-Eşbâh ve'n-nezâir isimli eserinin incelenmesi, son derece önemlidir. Bu çalışmada fıkıh ilmi açısından el-Eşbâh ve'n-nezâir geleneği hakkında özet bilgilere yer verilip Suyuti'nin eseri teknik ve muhteva açısından incelenecektir. Ardından Suyuti'nin eserinin kavâid düşüncesinde edindiği konum hakkında değerlendirmelerde bulunulacaktır.
Yüksek Lisans Tez, 2024
İlk Arap edebiyatı tarihi eserleri 19. yüzyılda Batı’da kaleme alınmıştır. 19. yüzyılın sonlarına doğru Doğulu edebiyat tarihçileri, Batı’daki edebiyat tarihi çalışmalarını örnek alarak ilk kabul edilebilecek bazı Arapça çalışmalara imza atmışlardır. 20. yüzyılla birlikte artan bu çalışmalar, edebiyat tarihi yazımında birçok farklı metodun ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Bu süreçte Alman oryantalistlerin edebiyat tarihi yazım metodunu örnek alan Corcî Zeydân (öl. 1914) gibi edebiyat tarihçilerine karşılık Mustafa Sâdık er-Râfiî (öl. 1937) gibi gelenekçi tutum benimseyen edebiyat tarihçileri ortaya çıkmıştır. Edebiyat tarihinin dönemlere ayrılmasında ve edebî türlerin incelenmesinde büyük önem arz eden bu metotlar uzun süre sadece uygulanmış, teorik yönleri üzerinde durulmamıştır. Tunuslu akademisyen Hüseyin el-Vâd (öl. 2018), bu eksiklikten yola çıkarak Fî Ta’rîhi’l-edeb mefâhîm ve menâhic adlı eserinde Arap edebiyatı tarihi yazıcılığında öne çıkan metotları ve bu metotların özdeşleştiği bazı isimleri incelemiştir. Vâd, hangi metodun nasıl uygulandığı, metotlar arasındaki farklılıkların ve benzerliklerin ne olduğu, edebiyat tarih ilişkisinin nasıl incelendiği gibi birçok konuyu ele almıştır. Söz konusu hususlar bağlamında değerlendirdiği metotların olumlu ve olumsuz yönlerine dikkat çekmiştir. Ayrıca Vâd, Arap edebiyatı tarihi yazıcılığında öne çıkan kavramların analizini yaparak bunların, incelediği eserlerin içeriğine ne derece etki ettiğine dair kapsamlı değerlendirmeler yapmıştır. Vâd’ın eserinden hareketle bu çalışmada Arap edebiyatı tarihi yazıcılığının arka planı üzerinde durulmuş, Batı’da ve Doğu’da bu alanda öne çıkan çalışmalar literatür bağlamında ele alınmıştır. Vâd’ın metotları değerlendirirken dayandığı esasların daha iyi anlaşılması için ilk olarak Arap edebiyatı tarihi eserlerinin içeriği hakkında bilgi verilmiştir. Sonrasında Vâd’ın hayatı ve ilmî kişiliği incelenmiştir. Çalışmanın ana konularından olan üçüncü bölümde ise, Fî Ta’rîhi’l edeb adlı eseri ele alınarak bir edebiyat tarihi eleştirmeni olarak Vâd’ın edebiyat tarihi eserlerine yaklaşımına dikkat çekilmiştir. Sonuç kısmında ise, çalışmadan elde edilen veriler değerlendirilmiştir. Alanında ilk olan bu çalışmanın birincil amacı, Doğu dünyasında özellikle 20. yüzyılda ilerleme kaydeden edebiyat tarihi yazıcılığının serüvenini ve dinamiklerini tespit ederek alandaki çalışmalara mütevazi bir katkı sağlamaktır.
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2022
Türk boyları içinde erken dönemde yerleşik hayata geçerek mimari, resim, minyatür, müzik, geleneksel meslekler gibi alanlarda zengin bir kültürel birikime sahip olan Uygurlar, Türk kültürünün gelişmesinde ve yayılmasında da büyük bir etkiye sahip olmuştur. Sözlü gelenekte şekillenen bu zengin kültürel miras, 15. yüzyıldan itibaren Çağatay Türkçesi ile yazılı olarak da yayılmaya başlamıştır. Kültürel mirası konu alan ve sözlü gelenekten beslenen bu yazılı eserlerin bir kısmının müellifi veya müstensihi bilinmezken bir kısmının ise yazılış tarihi ve müellifi bilinmektedir. Özellikle 19. ve 20. yüzyılda Doğu Türkistan'da yaşayan ve klasik eserler kaleme alan şairlerin büyük bir kısmı Uygurların tarihi ve kültürel mirasına ilişkin konuları işleyen mesnevi ve tezkire türünde eserler kaleme almışlardır. Bu tarzda eser veren isimlerden biri de Turdi Nâzım Garîbî'dir. Garîbî'nin 1841 yılında kaleme aldığı ve geleneksel meslekleri konu alan eseri, Çağatay Türkçesiyle ve mesnevi nazım biçimiyle yazılmış olup Kitâb-ı Garîbî adını taşımaktadır. Eser, mukaddime, 32 bölüm ve 978 beyitten oluşmaktadır. Dönemin Kaşgar hakimi Zuhûriddîn Beg'in isteği üzerine yazılan eserde, Uygurlar arasında yaygın olarak icra edilen çiftçilik, demircilik, kerpiç ustalığı, kuyumculuk, marangozluk, kumaş dokumacılığı, tüccarlık, fırıncılık, kazancılık, miskerçilik, kürkçülük, tamçılık (yapı ustalığı), kilimcilik, ayakkabıcılık, kumaş boyacılığı, boyacılık, sarraclık, dokumacılık gibi geleneksel meslekler ve bunların özellikleri hakkında bilgi verilmiştir. Eserin bazı bölümlerinde meslek erbaplarının münazaraları yer almaktadır. Toplamda 32 meslek hakkında bilgiye yer verilen eser, geleneksel mesleklerin Uygurların sosyokültürel ve ekonomik hayatındaki yerini ortaya koyması bakımından önemlidir. Makalede, Uygurlar arasında geleneksel mesleklerin oluşma ve gelişme süreci, meslekleri konu alan eserler, günümüze kadar varlığını sürdürülebilen meslekler ve Kitâb-ı Garîbî'de yer verilen geleneksel meslekler tanıtılıp değerlendirilecektir.
İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi, 2015
Bâb-ı Âli Bölgesi'nin Kent Tarihindeki Önemi eçmişi Bizans devrine dek uzanan, Osmanlı döneminde ağırlıklı olarak ekâbirlerin konaklarının yeraldığı Cağaloğlu-Bâbıâli bölgesi, sınırları net olarak çizilmemekle birlikte; tarihi yarımada içinde Sirkeci'den itibaren Vilâyet'e doğru tırmanan Ankara Caddesi'nin Ebussuud-Aşirefendi dörtyol ağzından başlayarak Nur-ı Osmaniye ve Yerebatan Caddelerini dikey keserek güneybatıya doğru ilerledikten sonra Divanyolu'nda Türbe mevkiinde sonlanan 800 metrelik caddenin her iki yanını kaplayan alana verilen isimdir. Güneyinde Türbe semti, batısından Çemberlitaş ve Nur-ı Osmaniye, doğusundan Ayasofya-Yerebatan, kuzeydoğusundan Bâb-ı Âli taç kapısı, kuzeyinden ise Ebussuud-Sirkeci-Aşirefendi semtleriyle çevrelenir. Osmanlı'nın son dönemlerinde Sirkeci ile Vilâyet-Nur-ı Osmaniye Caddesi kesişimi arasındaki dik yokuş Bâb-ı Âli olarak isimlendirilirken, Cumhuriyet'ten sonra Sirkeci-Vilâyet-İran Sefarethânesi-Türk Ocağı (Çifte Saraylar Caddesi kavşağı)'na kadar olan kesimi Ankara Caddesi; bu noktadan itibaren güneye doğru, Türbe'ye kadar uzanan kısmı da Bâbı Âli Caddesi olarak adlandırıldı. Osmanlı'nın yönetim merkezi olarak bilinen Bâb-ı Âli, XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren sözkonusu bölgede yerleşip gelişmeye başlayan Türkçe matbuat âlemi de aynı isimle anılagelmeye başladı. Fransızca başta olmak üzere muhtelif yabancı dillerde basılan gazete, mecmua, kitap ve benzeri Levanten yayınların merkezinin Haliç'in kuzeyinde, Galata (Pera) bölgesinde kümelenmesine mukabil, sayıları ve baskı adetleri oldukça düşük de olsa Türkçe olarak yayınlanan yayınlar, bu bölgeyi kendilerine mesken edindi. Karşı yakaya, yani Beyoğlu'na alternatif olarak Suriçi'nde kendi kültürel kimliğini bu şekilde korumak ve bir arada bulunmak amacıyla Cağaloğlu-Bâb-ı Âli bölgesini kendilerine üs olarak seçen Türkçe yayınevlerinin sayısı, zaman içinde giderek artmaya başladı. 1920'lerin ilk çeyreğinde Osmanlı Devleti'nin tarihe karışmasıyla birlikte bundan böyle Bâb-ı Âli kelimesi adıgeçen bölgede yeralan matbuat âlemine bir nevi marka oldu. Sirkeci Garı önlerinde 10 metre olan rakım, caddenin başladığı rampadan itibaren hızla yükselerek Vilâyet önlerinde 35 metreye, Türk Ocağı kavşağında 50 metreye ve Nur-ı Osmaniye Caddesi kesişiminde 55 metreye dek ulaşmakta, bu noktadan sonra ise Türbe'ye kadar hemen hemen aynı seviyesini korumaktadır. Kısa ve genişçe bir yay çizerek ilerleyen aks boyunca oldukça hızlı şekilde yükselen kottan dolayı, Bâb-ı Âli Caddesi halka diline kısaca "Yokuş" olarak yerleşmiştir. Cadde altın çağlarını XX. yüzyılın başından itibaren 1980'lerin ortalarına dek yaşadı, tüm İstanbul ve memleket çapında basılan gazete, dergi, kitap ve benzeri yayınların merkezi konumuna yükseldi. II. Meşrutiyet günlerinde ülke çağında basılan 120 farklı süreli yayının 52'si İstanbul odaklıydı. Her nekadar yayın sayısı yarıyarıya gözükse de, aslında memleket genelindeki toplam tirajın %90'ını kapsamaktaydı. Cumhuriyet'in ilânıyla birlikte basın sektöründe ivmelenme arttı. Osmanlıca harflerden Lâtin harflerine geçişte yaşanan sancılı süreç zarfında tirajları ciddi şekilde azalsa da, 1930'larda yeniden yükseldi. Kırklı yıllarda patlak veren 2. Dünya Savaşı'na dahil olmasak da, sektör bundan büyük ölçüde etkilendi. Ellili ve altmışlı yıllarda ise Bâb-ı Âli, deyim yerindeyse altın çağını yaşamaya başladı. Birbiri ardınca eklenen yeni yayınlar, bölgedeki matbaalarda ve yayınevlerinde çalışanların sayısının birkaç misli artmasını beraberinde getirdi. Bâb-ı Âli'ye ulaşım önemli bir detay haline geldi. Seksenlere dek süren bu yoğun hareketlilik sonrasında basın kuruluşlarının peyderpey Suriçi'ni terk ederek bilhassa İkitelli banliyösünde ve Mecidiyeköy civarlarında yerleşmeye başlamasıyla birlikte Bâb-ı Âli'nin önemi giderek azalmaya başladı. Günümüzde sözkonusu bölge ağırlıklı olarak turizm amaçlı müesseselere hizmet vermektedir. Kentin birbuçuk asrına damgasını vuran Cağaloğlu-Bâb-ı Âli basın sektörüne hizmet verenlerin bu bölgeye farklı zaman dilimlerinde gerçekleştirdikleri ulaşım alternatiflerini kısaca özetlemek gerekirse, konuyu beş altbaşlık halinde incelemek mümkündür: a. 1850'den 1871'e Kadar Denizyolu ve Atlı Arabalarla Ulaşım İstanbul'da kentiçi toplutaşımacılığına, 1850'lerde son derece kısıtlı olanaklarla ve dar bir bölge çerçevesinde ilk adım atıldı. Karada kısmen fayton ve at arabalarıyla, denizde ise Şirket-i Hayriye ve Hazine-i Hassa İdareleri'nin küçük evsaflı G
İslamiyeti kabul eden Türkler Kur’an ilimleri konusunda (Kur’anın okunması, yazımı, hattı, toplanması, dil ve üslûbu, tertibi, çoğaltılması, kırâati, ayet ve sûrelerin birbiriyle ilgisi) birçok çalışma yapmış ve eserler ortaya koymuşlardır. Türklerin hem doğu hem de batı coğrafyasında geniş bir alanda hüküm sürmeleri gerek dil gerekse muhteva bakımından çeşitlilik sağlamış büyük bir külliyatın oluşmasına olanak sağlamıştır. Bu büyük külliyât içerisinde ele alınan konulardan birisi de vakf ve ibtida konusudur. Vakf ve ibtida, Kuran’ı okurken anlamın gerekli olduğu yerlerde durmayı ve ardından tekrar başlamayı sağlamak, böylece de kastedilen anlamın dışına çıkmamak ve anlamı bozmamak için dikkat edilmesi gereken önemli bir konudur. Bu konuda kaleme alınmış olan eserlerden biri de Çağatay Türkçesiyle yazılan Vukûfu’l-Kur’ân adlı eserdir. Elimizde bilinen tek nüshası mevcut olan ve Süleymâniye Kütüphânesi Şehid Ali Paşa Koleksiyonu 2824 numarada bulunan bir mecmuada bulunmaktadır. Mecmuadaki bütün eserler Kur’ân ilimleriyle ilgili olup büyük çoğunluğu Farsçadır. Birkaç Arapça risâlenin de olduğu mecmuadaki tek Türkçe risâle “Vukûfu’l-Kur’ân” olup mecmuanın 93b-99a sayfaları arasında yer almaktadır. Eserin birinci bâbında Kur’ânda yer alan bazı ayetlerde okuyucunun yanlış yerde durup tekrar kaldığı yerde okumaya devam etmesi sonucunda anlamın bozulması hatta kişiyi küfre götürmesi meselesi, ikinci bâbında da Kur’ân-ı Kerîmde herhangi bir kelimede durulduğunda o kelimenin son harfinin harekesinin nasıl olacağı meselesi ele alınmaktadır. Hâfız Celâleddin Otrarî tarafından yazılan Vukûfu’l-Kur’ân’ın, mecmuadaki istinsah kayıtlarına, metnin yazım ve dil özelliklerine göre Çağataycanın Klasik dönemine ait olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada eserin tanıtımı yapılarak hakkında bilgi verilecek ve metni ortaya konacaktır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Uluslararası İbnü’l Arabi Sempozyumu İnsanlığın Hakikat Arayışı ve İbnü’l Arabi, 2018
Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2022
Akademik Bakış Dergisi, 2016
Amasya Şairleri Bilim Şöleni, 2019
Tefsir Araştırmaları Dergisi, 2022
ARAPÇA’DA İTBAʿLAR VE EBU’T-TAYYİB EL-LUĞAVÎ’NİN EL-İTBÂ’ ADLI ESERİ, 2016