Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
Uluslararası İnsan Çalışmaları Dergisi, 7(13), 165-191, 2024.
This study aims to understand the concept of border as a fundamental subject of sociological enquiry. In this study, which aims to understand the basic concepts of border sociology, the concept of border and other concepts used instead of this concept in academic literature, bureaucracy, politics, media and everyday language are analysed. The main problematic of this study is what kind of meanings borders contain, with which concepts they are expressed, and how the concepts related to borders are defined sociologically. Within the framework of this
Sosyoloji Dergisi, Sayı:40, ss. 239-263, 2019
In this article, the functional role of modern territorial borders which emerges as a nation state phenomenon in the project of nation-building is discussed from a sociological approach. From the first quarter of twentieth century, with the emergence of nation-states in Islamic World, especially in the Middle East, the national-"territorial identities" have substituted with the concept of "ummah "which has a religious social imagination and a sense of belonging, and, these identities were consolidated via borders. In this process, the borders, both as hard and impassable barriers and as discourse and symbols, have become the functional instrument for nation-states. So, they have undertaken the role in concretising the ethnic and secular communities. However, with the weakening of the nation-state system in our days, it can be argued that the borders function mostly as bridges. Thus, it is also possible to say that this flexibility in the structure of the borders enables the emergence of a transnational Muslim identity.
Akademik İncelemeler Dergisi, 19(1), 166-186, 2024.
Sosyolojinin yeni bir alt dalı olarak 1990'lı yıllarda ortaya çıkan sınır sosyolojisi, sınır ve toplum ilişkilerinin karşılıklı etkileşimini konu edinen ve sınır ve toplumsal değişme arasındaki ilişkiyi anlamayı amaçlayan bir bilimsel disiplindir. Soğuk Savaşın son bulması ve Sovyetler Birliği'nin çöküşü, Berlin Duvarı'nın yıkılması, yeni devletlerin ortaya çıkması, Avrupa Birliği'nin genişlemesi, küreselleşme ve teknolojik gelişmeler sınır sosyolojisinin ortaya çıkmasında doğrudan doğruya etkili olmuştur. Söz konusu gelişmeler sınırların yeniden düşünülmesini gerektirmiştir. Toplumların kuruluşunda sınırların nerede yer aldığı, sınırların kimlik ifade etmede nasıl bir role sahip olduğu, sınırların nasıl algılandıkları ve sınırötesi ilişkilerin nasıl şekillendiği sınır sosyolojisinin temel sorularını oluşturur. Bu çalışmanın temel sorunsalı, sınır sosyolojisinin bağımsız bir disiplin olarak gelişiminde kapsamının, yönteminin ve tarihsel gelişiminin nasıl bir rol oynadığıdır. Bu sorunsal çerçevesinde sınırların farklı anlamları içerdiği, psikolojik, sosyolojik, siyasal, ekonomik, kültürel, dinsel, etnik, dilsel, toplumsal cinsiyet, mekân, güvenlik, milliyetçilik, göç ve küreselleşme gibi boyutları taşıdığı ve değişik toplumsal işlevlere sahip olduğu görülmüştür. Sınır sosyolojisinin sosyolojinin bir alt dalı olarak gelişim gösterdiği, sosyologların sınır ve toplum ilişkilerini görünür kıldıkları, sınırların tarihsel bir perspektiften inşa edildiği, genel sosyolojinin yanı sıra sınır sosyolojisinin kendisine özgü yönteminin olduğu ve sınırlarla ilgili sosyolojik çalışmaların bir tarihsel süreklilik taşıdığı tespit edilmiştir. Bu bağlamda, sınır sosyolojisinin sosyolojide yeni bir alan olarak geliştiği anlaşılmıştır.
Ayrıntı Dergi, 2017
İnsanlar daima hareket halindedir. Yaşamlarını daha iyi koşullarda sürdürebilmek, hatta kimi zaman sadece yaşamlarını sürdürebilmek için bulundukları yerlerden başka yerlere gitmektedir. Yüzbinlerce yıllık bu göçerlik tarihinin yanında insanların yerleşik hayata geçmeleri çok daha yakın bir döneme, tarıma dayalı yaşamın ortaya çıkmasına denk düşmektedir. Buna rağmen günümüzdeki toplumsal algı, göçün arızi bir olgu olduğu yönündedir. Bu algı, kentlerin uygarlık alanı olarak ortaya çıkmasıyla yakından ilgilidir. O andan itibaren göç ve göçmenlik doğal bir olgu olarak değil, uygarlığın dışında ve ona tehdit olarak görülen bir olgu olarak görülmeye başlanmıştır. Yerleşiklik, toprak, ülke, sınır, egemenlik, devlet gibi kavramların gelişimi ile göçün bir sorun olarak kodlanışı arasında doğrudan bir ilişki vardır. Dolayısıyla göçmen sorunu temelinde siyasal bir sorundur. Bu siyasallığın saptanıp, altının çizilmesi, burada yürütülecek olan göçmenlik tartışması bakımından birincil önemdedir.
Nosyon: Uluslararası Toplum ve Kültür Çalışmaları Dergisi, (11), 1-18, 2023.
Sosyolojinin temel inceleme ünitelerinden biri olan sınırlar, toplumların, kültürlerin, kimliklerin, bireylerin ve grupların benzeşmesini ve farklılaşmasını belirten hatlardır. Sınırların toplumların birbirleriyle karşılaştıkları, temas kurdukları, iç içe geçtikleri ve çatıştıkları bir saha olması, sosyolojinin sınırları kendisine konu edinmesindeki temel motivasyonu oluşturmaktadır. Sınırlarla toplum arasında sözü edilen karşılıklı ilişki ve etkileşimler, sınır sosyolojisinin temellerini anlamada önemli bir yer tutmaktadır. Bu çalışma, sosyolojinin alt dallarından biri olan sınır sosyolojisinin imkânı ve inşası amacıyla sosyolojik teorilerde sınırları anlamayı amaçlamaktadır. Bu amaçla, sosyolojik teorilerde sınırların nerede yer aldığı ve ne tür anlamları içerdiği bu çalışmanın temel sorunsalını oluşturmaktadır. Bu sorunsal bağlamında bu çalışmada klasik sosyoloji teorilerinde Comte, Durkheim, Marx, Weber ve Simmel; modern sosyoloji teorilerinde
Modern öncesi dönemlerde iki devleti birbirinden ayıran sınırlar, bugünkü kadar keskin çizgilerle ayrılmamışlardı. Günümüzde sınırlar sadece bir ülkeyi diğerinden ayıran alanlar olmakla kalmıyor, aynı zamanda devletin hakimiyet alanlarını ve homojen ulusal kimliğin görünür yüzünü temsil etmektedir. Orta Asya Rus Çarlığı döneminde, imparatorluğun ulaştığı noktalar hudutlarla belirlenirken, Sovyetler Birliğinin kurulması ile diğer Rus hakimiyeti altındaki bölgelerde olduğu gibi Orta Asya'daki Cumhuriyetlerin sınırları merkezi otorite tarafından belirleniyordu. 1991 yılında Sovyetlerin dağılmasıyla Orta Asya Cumhuriyetleri, Sovyet döneminde daha çok idari olarak belirlenmiş sınırları yeniden belirlerken ciddi anlaşmazlıklarla da karşı karşıya kalıyorlardı. 970 km olan Kırgızistan ile Tacikistan arasındaki sınırın önemli bölümü, bugün için sorun olma özelliğini devam ettirmektedir. İki ülke arasında yaşanan sorunlar zaman zaman ölümlerle sonuçlanan çatışmalara dönüşmektedir. Bu çalışma, Kırgızistan ile Tacikistan sınırı olan Batken şehrinin Ak-Say köyünde gerçekleştirilen alan araştırmasını esas alan gözlem ve mülakat sonuçlarına dayanmaktadır. Bölgede bu güne kadar çok sayıda çatışma yaşanmış ve bunun sonucunda ciddi can ve mal kayıpları söz konusu olmuştur. Bu makale, idari sınırların siyasi sınırlara dönüşmesi sürecinin, siyasal sorunların yanı sıra, sosyolojik/toplumsal sonuçların ortaya çıkmasına da neden olduğunu Kırgızistan-Tacikistan'ın Ak-Say köyü örneğinde ortaya koymaktadır.
Uluslararası İlişkiler, 2017
Turkish transnational civil society movement has started to emerge following the Gastarbeiter movement in the 1960s, and has accelerated following the 1980 coup and the political asylum mobility in its aftermath. Over the past two decades, there have been significant changes in the axis of state-emigrant civil society relations, particularly as a result of the state’s changing approach to its citizens living abroad and the newly formulated institutional structures. This study reveals that the transnational practices of the state and emigrant communities are processes that affect each other. The divisions along the lines of ideological, religious and political membership within the civil society deepens with the governments’ objective of creating and strengthening the informal lobby in the recent years. Keywords: Emigrants, Civil Society, Emigrant Engagement Policies, State-Society Relations, Transnational Movements
Sayı editörlerinden...
İDEALKENT, 2020
Ulus devlet sınırlarının geçirgenliklerinin artması ile sınır bölgeleri eskiye kıyasla daha yoğun mal ve insan akışına ev sahipliği yapmakta ve çeperde kalan dışlanmış mekânlar olmak yerine, daha merkezi ve önemli aktivitelerin mekânlarına dönüşmektedir. Hacimsel olarak artan etkileşimler, sınırın çok boyutlu ve analitik olarak değerlendirilmesini ve bu çerçevede ortak yönetişim arayışlarını gündeme getirmiştir. Bu kapsamda Türkiye'nin ulusal sınırlarındaki, sınır ötesi ekonomik, sosyal, idari ve mekânsal etkileşim seviyelerinin, merkezi düzeyde elde edilebilen nesnel göstergeler yardımıyla ölçülmesi, etkileşimin görece yüksek seviyede olduğu sınır bölgelerinde sosyo-mekânsal etkileşim biçimlerinin ağ analiz yöntemleri ile tanımlanması ve sınır bölgelerinin özgün nitelikleri bağlamında ortak yönetişim çerçevesi geliştirilmiştir. Bu çalışma ile; sınır bölgeleri için ulusal düzeyde Çok Değişkenli Sınır Geçirgenlik Endeksi (ÇDSGE) geliştirilmiştir. Yapılan ağ analizleri, sınır bölgelerindeki merkezi yerleşimlerinin ağ karakterlerine bağlı olarak farklılaştığını, sınır bölgelerinin etki alanının literatürde ve uygulamadaki mesafelerin ötesine geçebildiğini, sınırın mekânsal etki alanı dışında bulunan ulusal düzeyde merkezi özellik taşıyan yerleşmelerin de sınır ötesi ile önemli derecelerde ilişkilerinin olduğunu ortaya çıkarmıştır. Yönetişim boyutunda ise, kırılganlık ve komşu devletler arasındaki hassas dengelerin sınır bölgeleri için kuvvetli bir yönetişim çerçevesinin sürdürülmesine olanak sağlayamadığı ve bu çerçevede sınır bölgeleri için "ortak yönetişim aralığı" kavramının önemi vurgulanmıştır.
Kürtlüğün bir mesele haline geldiği süreç, artık kamuoyu tarafından genel hatlarıyla biliniyor. Yüzlerce yıldır birlikte yaşayabilen etnik ve dini grupların Osmanlı İmparatorluğunun sona ermesi ve ulus-devletlerin kurulmasıyla birlikte birbirlerini siyaseten ötekileştirdiği bir gelişme yaşandı. Türkiye Cumhuriyeti özelinde ise en büyük etnik gruplardan biri olan ve tarihsel süreçte siyasi olarak varlıkları tanınan Kürtlerin kimliğinin seküler bir Türklük olarak tanımlanan devletin içinde eritilmeye çalışılması sorunların habercisiydi. Bu, siyasi olduğu kadar bu coğrafyanın insanlarının hayatlarına, toplumsal dokularına dışarıdan sosyal ve manipülatif bir müdahaleydi. Bununla birlikte gerek yine reddedilen bir kimlik olarak Müslümanlık açısından gerekse Kürtlük açısından toplumun normalleşmek adına ürettiği her gelişme, bir askeri darbeyle rayından çıkarıldı. Bu durumun en önemli sonucunun, mevcut sorunlara toplumun kendi dinamiklerinden hareketle çözüm sunamaması ve sorunun kendisi gibi çözümünün de dışarıdan devşirilmesinin olduğunu söylemek çok abartı olmayacaktır. Bu toplantıda Kürt meselesini şekillendiren ulus-devlet paradigmasının çözüm olarak da sunulduğu çerçevenin dışında, toplumun kendi dinamiklerinden hareketle çözüm önerilerinin imkanı konuşuldu. Konuklarımız Gazeteci-Yazar Müfid Yüksel, Yayıncı-Yazar Kazım Sağlam ve İlahiyatçı-Yazar Veli Karataş.
2019
Tarihsel olarak imparatorlukların bünyesinde varlık gösteren çokkültürlülük, Vestfalya antlaşmasından itibaren ortaya çıkan milliyetçi akımlar sebebi ile imparatorluklardaki yaşam alanını kaybetmeye başlamış ve ulus-devletlerin hâkim konuma yükselmesi ile birlikte birkaç yüzyıl boyunca etkisini neredeyse tamamen kaybetmiştir. Ancak küreselleşme süreci ile birlikte, ulus-devlet düşüncesine bir meydan okuma biçimde yeniden ortaya çıkan çokkültürlülük, modern dönemde, ulus-devletlerin yetersiz kaldığı noktalarda alternatif üretebilmeyi amaçlayan yeni bir siyaset fikri olarak ortaya çıkmıştır. Bu düşünce ile şekillenen çalışmada, öncelikle çokkültürlülüğün ara dönemi olarak adlandırılan ulus-devlet düşüncesi ve milliyetçiliğin yükselişi, sonrasında ise çokkültürlülüğün modern dönemde yeniden sahneye çıkışı ve gelişimi açıklanmaya çalışılacaktır.
The Journal of Academic Social Science Studies, Sayı: 49, ss. 375-395.
Sınır, sahip olduğu boyutlar, içerdiği anlamlar, taşıdığı işlevler, oluşturduğu yapılar ve neden olduğu değişimler açısından sosyolojik bir olgu olarak işlev görmektedir. Modern devletlerin egemenliklerini sembolize eden sınırları konu edinen bu çalışma, sınırları sosyolojinin bir inceleme nesnesi olarak ele almakta ve sınırlara yönelik sosyolojik bir bakış açısını ortaya koymaktadır. Türkiye-Gürcistan sınır bölgesinde yaşayanların sınırlarla ilgili nasıl bir bakış açısına sahip olduklarını ve gündelik yaşamda sınır aracılığıyla ne tür deneyimler oluşturduklarını anlamayı amaçlayan bu çalışmada, bir sınır bölgesi olan Hopa'ya odaklanılmaktadır. Çünkü Hopa, söz konusu coğrafyaya en yakın yer konumundadır, Gürcistan açısından bir sınır komşusudur, uluslararası ticaret yollarının kavşak noktasında yer almaktadır ve sınır nedeniyle meydana gelen sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal değişim ve dönüşüm süreçlerinin doğrudan etkilerini gösterdiği bir mekân olarak yer almaktadır. Hopa'da yaşayan 16 kişi ve Gürcistan'dan Hopa'ya çalışmak amacıyla göç eden 14 göçmen işçi olmak üzere toplamda 30 kişi ile nitel araştırma yöntemi kapsamında derinlemesine mülakatlar yapılmıştır. Yapılan alan araştırması sonucunda, sınırın sosyal ve kültürel değişme açısından bir anahtar işlevi gördüğü ortaya çıkmıştır. Modern devletin sınır anlayışı ile sınır bölgesinde yaşayanların sınırlar hakkındaki yaklaşımlarının kesişimi tespit edilmiştir. Sınır bölgesinde yaşayanlar açısından sınırın ekonomik dinamizmin motoru olduğu anlaşılmıştır. Bu bağlamda, ortaya çıkan bu sonuçlar, sınırın bir sosyolojik olgu olduğunu göstermektedir.
İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Cilt:10, Sayı:2, ss. 1231-1250, 2021.
Bu makale, en az iki hakem tarafından incelenmiş ve intihal içermediği teyit edilmiştir. / This article has been reviewed by at least two referees and confirmed to include no plagiarism.
Soysüren, İbrahim (2014) Sosyal Bilimler Yazınında Ulusal Devlet ve Yabancıların Sınırdışı Edilmesi Üzerine, (içinde) Danış, Didem ve Soysüren, İbrahim (Ed.) Sınır ve Sınırdışı. Türkeye'de Yabancılar, Göç ve Devlete Disiplinlerarası Bakışlar, Ankara: Notabene, ss. 289-321. SOSYAL BİLİMLER YAZININDA ULUSAL DEVLET VE YABANCILARIN SINIRDIŞI EDİLMESİ ÜZERİNE 1 İbrahim Soysüren Giriş Sosyal bilimlerin çeşitli disiplinlerinde yabancıların sınırdışı edilmesine ilginin gittikçe arttığı görülmektedir. Bu ilgiye daha temel bir noktadan, epistemolojik bir çerçeveden bakmak çalışmamızın temel kaygılarından biridir. Daha genel bir planda konuya bakıldığında sosyal bilimlerin, büyük çoğunluğu yaşadıkları toplumların en alt ve en dışlanan kesimlerini oluşturan göçmenlerle ilgilenmeleri kendi başına oldukça önemli ve olumludur. Fakat bu belirleme, ortaya çıkan ve hâlâ göç alanında yapılan pek çok çalışmada gözlenebilen zaafları görmezden gelmek anlamına gelmez. Bunlardan bazılarını ilk saptayan kişilerden biri Abdelmalek Sayad (1982, 1991, 1999) olmuştur.
ULUSLARARASI ÖRGÜTLER, DEVLETLER VE DIŞ POLİTİKA, 2022
Bu kitapta yer alan makaleler uluslararası örgütlerle devletler arasındaki ilişkilerin doğasını anlamayı amaçlamakta; uluslararası örgütlerin, uluslararası sistem ve başta dış politika olmak üzere devlet politikaları; devletlerin de, sistem ve örgütler üzerindeki rolünü, etkisini ve ağırlığını derinlikli bir biçimde ve eleştirel olarak analiz etmeye çalışmaktadır. Uluslararası sistem ve örgütlerin devletçi yapılarına ve aralarındaki simbiyotik ilişkiler ağına dikkat çeken bu kitap özellikle ulusalcı-devletçi elitlerin kullandıkları söylemlerin gerçekte sadece mevcut düzeni ve kendi iktidarlarını sürdürmek için en kutsalı bile sömüren nasıl birer araç olarak kullanıldıklarını ortaya koyuyor. Bu kısır döngüden çıkmak için de güçlü bir dip dalga olarak varlığını sürdüren "küresel" imkan ve fırsatlara örnekleriyle işaret ediyor.
History Studies, 16 (4), 555-569, 2024.
Bu çalışma ön inceleme sürecinde ve yayımlanmadan önce iThenticate ile taranmıştır. Sınırlar, tarihsel-toplumsal bir inşa sürecinin ürünüdür. Bu çalışma, sınırlara tarihsel bir perspektiften odaklanarak Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminde sınırları anlamayı amaçlamaktadır. Söz konusu dönemde sınırların hangi kavramlarla ifade edildiği, Osmanlı uç toplumunun oluşumunda sınırların nasıl bir rol ve işleve sahip olduğu, Osmanlı sınırlarında toplumsal yapı ve örgütlenmenin ne şekilde gerçekleştiği, Osmanlı sınır kültürünün nasıl üretildiği ve Osmanlı'nın sınırları üzerinde güç ilişkilerinin nasıl şekillendiği, bu çalışmanın temel sorunsalını oluşturmaktadır. Bu çerçevede, Osmanlı'nın geleneksel sınır anlayışının uç, serhat ve hudut gibi kavramlarla belirli bir coğrafi bölgeyi ifade ettiği görülmüştür. Osmanlı'nın Selçuklu-Bizans uç bölgesinde ortaya çıkması, uçlarda kendi toplumsal yapı ve örgütlenmesini oluşturması ve uçlara özgü değerler sistemlerini üretmesi, Osmanlı uç toplumunu oluşturan dinamikler olmuştur. Merkezdekilerden farklı ama uçtakilerle benzer olma hali, Osmanlı sınır kültürünün temelini oluşturmuştur. Merkezi iktidar karşısında uç beyliği, uçları hem düşmana karşı korumak hem de düşmana karşı akınlar düzenlemek maksadıyla uçlarda dini-toplumsal gruplar üzerinden teşkilatlanarak Osmanlı sınırlarında bir güce dönüşmüştür.
Mimarist, 2017
Marjinallik, zaman-mekana göre değişkenlik gösteren ve bundan bağımsız olmamak koşuluyla bir merkez-çevre ilişkisini içeren dinamik bir kavramdır. Kentsel marjinalite ise, marjinallik kavramında olduğu gibi farklı ölçek, zaman, mekan arasında değişkenlik gösterebilmektedir. Kentsel mekanda özellikli bir sokak veya bir bölge yerleşimler içerisinde marjinal olabilmektedir. Bu makalede kavramsal yaklaşımlar ışığı altında,gerek sosyal gerekse fiziki çevrede olan, sınırda kalan, farklı coğrafya ve farklı zaman dilimlerinde var olmuş yerleşim örnekleri üzerinden merkez-çevre paradigması incelenecektir.
Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları - Recent Period Turkish Studies, 2020
1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması'yla birlikte yeni Türk devletinin sınırları büyük ölçüde belirlenmişti. Ancak Irak'la olan sınırın belirlenmesi sonraki bir tarihe bırakılmıştı. Suriye sınırı ise fiilen son şeklini almamıştı. Bu çalışmada bu iki devletin yanı sıra İran ile Türkiye'nin 1923-1940 yılları arasındaki sınır ilişkileri ele alınmıştır. Bu ilişkilerin seyrini etkileyen en önemli hususlar Türkiye ile sınırların çizilmesinin gecikmesi, Irak ve Suriye'de kurulan İngiliz ve Fransız mandater yönetimlerin Türkiye aleyhtarı politikalarının yanı sıra devrin ve bölgenin kendine özgü koşullarıdır. Çalışma sonunda görülmüştür ki komşuluk ilişkilerinin düzelmesi ve alınan diğer tedbirlerle birlikte sınırlarda emniyet ve huzur ortamı sağlanabilmiştir.
MIDDLE EAST JOURNAL OF REFUGEE STUDIES, 2018
Dünyanın farklı bölgelerinde gerçekleşen savaş, çatışma veya çeşitli afetler sonucunda pek çok insan yaşadıkları yerleri terk etmekte, daha önce bilmedikleri, bulunmadıkları coğrafyalara gelmekte ve buralarda hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadır. 2011 yılında başlayan Suriye krizi dünyanın son yıllarda gördüğü en yoğun göç hareketine yol açmış, milyonlarca insan ülkelerinden ayrılarak komşu ülkelere sığınmak zorunda kalmıştır. Türkiye ise Suriyeli mültecilere ev sahipliği yapan ülkelerden biri olmanın yanı sıra hâlihazırda sınırları içinde en çok Suriyeli mülteci barındıran ülke konumundadır. Söz konusu süreç bağlamında Türkiye’ de göç ve mültecilik alanında toplumsal, ekonomik ve siyasi açılardan yeni tartışmalara ve gelişmelere de kapı aralanmıştır. Nitekim akademik olarak göç ve mültecilik alanında yapılan çalışmalara son yıllarda Suriyeli mültecilere ilişkin çalışmalar da eklenmeye başlamıştır. Literatürde göç ve mültecilik alanına ait epeyce çalışma olmakla birlikte güncel çalışmaların çok az sayıda kaldığı görülmektedir. Dolayısıyla Yeşim Özer’in kitabı bu anlamda önem arz etmektedir.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.