Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
Bu yazı dini inancın ‘yüksek yapılı’ sistemlerin bir yan ürünü ya da önceden varolan uyarlamalar olarak toplumsal dünyada nasıl ortaya çıktıklarını tartışmaktadır. Yazı, insan zihninin genel alışkanlıkları yüzünden dinin evrensellerinin varolduğunu iddia eden kanı- tın sunulmasıyla başlar: Her şeyin ‘etkenleri ve tasarımcıları” oldu- ğu düşüncesi ile bedenler ve ruhların ayrı olduğu şeklindeki düalizm konusunda bir ortak duyuya sahip olma düşüncesi. Yazı ayrıca bu düşünme alışkanlıklarının birbirine karştırılmalarını da açıklamaktadır.
Mütefekkir, 2015
Oldukça fazla din olmasına rağmen, dünyadaki nerdeyse herkes aynı şeylere inanmaktadır: Ruhun ve ahiretin varlığına, mucizelere ve evrenin ilahi bir güç tarafından yaratıldığına. Son zamanlarda psikologlar, çocukların zihinleri üzerinde araştırma yaparlarken bu durumu açıklayabilecek birbiriyle alakalı iki gerçeği keşfettiler. Birincisi; insan doğaüstü olaylara inanmaya yatkın olarak dünyaya gelmektedir. İkincisi ise; bu yatkınlık, ters giden bilişsel işlevlerin tesadüfî bir yan ürünüdür.
Ekoller ve Kuramlar Düşünce Bilimleri, 2022
Pandeminin başladığı sırada sosyal medyada yayılan bir karikatürde, farklı dinî kıyafetleri içinde din adamlarının, bir hemşire portresi önünde bo-yun eğdiği görülüyordu. Buna göre, pandemi gibi ciddi bir sorun çıkana kadar tanrıya inanan insanlar, yani dinî iddiaları olan insanlar, canlarını kurtarmak için daha rasyonel olan bir seçime boyun eğmek zorunda kalmışlardır. Yani bi-lime. Tıbbın bilim olup olmadığı tartışması bir yana, bu karikatürün dinî iddi-aların rasyonel olmadığına dair geniş kabul gören bir yaklaşıma dayandığı söylenebilir. Bu yaklaşıma göre, Tanrı'nın var olduğuna veya dua edene yardım ettiğine dair inançlar, başı ağrıyan birinin ağrı kesici alması ile otoritesini, gerçekçiliğini veya inandırıcılığını kısacası rasyonelliğini yitiriyordur. Hayatı-mızın her köşesinde rasyonelliği önceleyen bir kültürde, dinî iddiaların rasyo-nel olmadığının ileri sürülmesi büyük ölçüde onların reddedilmesi için daya-nak olarak yeterlidir. Bugün kişinin özel yaşamı, kariyeri ve genel olarak hayat tarzı karmaşık olsa da rakamlarla takip edilebilir ve örüntülere dayalı olarak yönetilebilir sistemler tarafından belirleniyor. Örneğin akademisyenler olarak topladığımız puanlar bizim kariyerimizi belirliyor. Söz konusu yaşam tar-zında, rasyonel kriterlere uymayan bir iddianın yeri ne olabilir? Hobilerin bile psikolojik faydasından bahsedilerek toplumsal kabul gördüğü, sanatın ve ah-lakın işe yararlık ilkesine bağlı olarak rasyonel sayıldığı bir kültür ortamında, dinî bir iddianın değeri nedir? Bu soruya olumsuz yanıt verenlerin tamamı dinî iddiaları reddetmek ni-yetinde değildirler. Dinî iddiaların akılla değil kalple yani kabaca ifade edecek olursak rasyonel çıkarımla değil imanla olacağı da ileri sürülür. Bu yaklaşıma göre dünya rasyonel olabilir ama din meseleleri dünyevî değil uhrevî olduğun-dan rasyonellik ötesidir. Bu yüzden, dinî iddiaların rasyonel kriterlere uyması beklenmez. Demek ki rasyonellik ve dinî iddialarla oluşturulan bu ikilem, dinî iddiaları reddetmek için kullanılabileceği gibi dini kabul etmek için de kullanı-labiliyor. Din gerçekten rasyonel kriterlere uymaz mı? Bu soruyu cevaplamak için, bahsettiğim her iki yaklaşım için rasyonelliğin kriterlerinin neler oldu-ğunu sorgulamak gerekir. İlk yaklaşımda açıktır ki, rasyonalitenin belirleyicisi bilimselliktir. Kişinin bedensel gelişiminden gündelik psikolojisine, toplumun yapısından, insanlık ideallerine kadar her şey için rasyonel açıklamalar sunulan seküler kültürde, rasyonelliğin paradigmasının tekrar edilebilir, hesapla-nabilir, deney ve gözleme (yani delile) dayalı, sorgulanabilir ve yanlışlanabilir iddialara dayalı bilim olması şaşırtıcı değildir. Bilimsel kriterlere indirgenen rasyonellik paradigmasında, bilimsel olarak henüz açıklanamayan şeylerin de bir gün bilimle açıklanacağına dair inanç, saydığımız tekrar edilebilirlik, he-saplanabilir olma gibi kriterlere dayanmadan da rasyonel kabul edilir. Bilimsel paradigma kendisiyle ilgili inançları belirlemekle kalmaz, düşünce alanına gi-ren her iddianın (ve onlara bağlı olarak her eylemin) rasyonalitesini belirleme görevini de üstlenir. Dinî iddiaların da rasyonel olmak için kaçınılmaz olarak bu kriterlerden geçmesi beklenir.
2020
TOPLUMSAL GÜÇLERİN VE SOSYOLOJİNİN AÇMAZINDA EVRENSEL DİNLERDE BEKLENEN KURTARICI İNANCI Özet: Tarih boyunca toplumlar, toplumlararası ilişkilerde kendi çözüm önerileri tükendiğinde ya da bir çıkmaza girdiklerinde kendilerinin üstünde bir kurtarıcı beklentisi içine girmişlerdir. Kadim din ve geleneklerde olduğu gibi, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi evrensel dinlerde de durum bu şekildedir. Bu bağlamda söz konusu dinlerde Mehdilik/Mesihlik inancının toplumsal temeli incelenecek, ardından günümüz dünya egemenlik ilişkileri içinde ele söz konusu inancın anlamı ortaya konmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Mehdilik, Mesihlik, Yahudilik, Hıristiyanlık, İslamiyet. THE FAITH OF EXPECTED SAVIOR IN UNIVERSAL RELIGIONS IN THE OPENNESS OF SOCIAL FORCES AND SOCIOLOGY Abstract: Throughout history, societies have expected a savior over themselves when their solutions in inter-communal relations are exhausted or when they come to a deadlock. This is the case with universal religions such as Judaism, Christianity, and Islam, as well as in ancient religions and traditions. In this context, the social basis of Mahdism / Messianism belief in these religions will be examined, and then the meaning of the belief in question will be tried to be revealed in today's world domination relations. Keywords: Mahdism, Messianism, Judaism, Christianity, Islam.
The Journal of Academic Social Science Studies, 2014
Dil, kendi içinde bir dünya görüşü taşıyan ve bu nedenle o dil dünyasında varlık sahnesine çıkan bireyler için olay ve olgulara bakış açısı sunan önemli bir unsurdur. Her dilin içerisinde kullanıma bağlı olarak "özel dil" gelişir. Bu özel dillerden biri de kuşkusuz din dilidir. Bütün dinler içinde doğduğu dil dünyasında gerçeklik kazanır. Ancak din bu kültürel dünyayı kendi görüşü açısından yeniden inşa eder. Dil yoluyla kendi gerçekliğini daha güçlü kılar. İnsanın düşünce ve davranışlarını etkilemeyi amaçlayan din, dil aracılığı ile bilgi, anlam ve bilinç telkin eder. Dildeki bir takım kavramlara yeni anlamlar yükleyerek dili kendisi için kullanır. İnsan bir kültür dünyasında yer alır. Yer aldığı kültürün manevi boyutu dil aracılığıyla inşa edilir. Din de kendi kutsal dünyasını dil üzerinden kurar. Her dil farklı kullanım özelliğine sahiptir. Dilin farklı kullanımı sadece tarihsel değil aynı zaman dilimi içerisinde farklı alanlarda ve değişik yaşam biçimlerine sahip topluluklarda da kendisini göstermektedir. Buna bağlı olarak benzer şekilde din içerisinde oluşmuş farklı dinî grupların da kendine özgü bir dili vardır. Bu nedenle bir dini veya dinî bir grubu anlamak beraberinde o gruba hâkim olan dili bilmeyi ve anlamayı gerekli kılar. Dildeki değişim kaçınılmaz olduğu gibi din dilindeki değişim de kaçınılmazdır. Bundan dolayı dinî gruplar bir takım kavramlara yeni anlamlar yükleyerek kendilerini yeniden üretme çabasına girerler. Sosyolojik açıdan gerek dinî gruplar arasındaki değişimi analiz etmek ve anlamak ve gerekse toplum genelinde din algısındaki değişimi görebilmek için dilsel çözümlemeler önem arz etmektedir.
Çalışmamızda, ahlakın ve dinin kaynağı ile ilgili laboratuar çalışmalarıyla tanınan ve savunduğu; "evrimsel rastlantı" tezi ile uluslararası bilim camiasının dikkatlerini üzerine çeken Paul Bloom'un dini inançların nasıl ortaya çıktığına dair görüşlerini değerlendirip, ülkemiz bilim camiasına tanıtmayı amaçlamaktayız. Din felsefesinin temel konularından olan Tanrı ve Tanrı inancının kaynağı ile ilgili oldukça iddialı görüşlere sahip olmasına rağmen, Paul Bloom ve görüşleri ile ilgili Türkçe yazında daha önce herhangi bir çalışmanın yapılmamış olması böyle bir çalışmayı gerekli kılmıştır.
2017
Ruya insanoglunun cozmeye calistigi muammalardan birisidir. Ruya herhangi bir seyin gecerli kaniti olarak kabul edilmemektedir. Ancak tasavvuf ve tarikat tarihinde ruyanin onemli bir yeri vardir. Her tarikat seyhinin ve cemaat liderinin hayatinda ruya metaforuyla bir kesisme gormek mumkundur. Fethullahci Teror Orgutu (FETO) elebasi Fethullah Gulen de ruya metaforunu kendi somurucu amaclari icin siklikla kullanmistir.Bu nedenle bu calismanin amaci, Fethullah Gulen’in militanlarini kontrol altina almak icin bu ruya metaforunu nasil kullandigini analiz etmek ve ozellikle de 15 Temmuz 2016’daki basarisiz darbe girisimi sonrasinda ruya metaforunun militanlar tarafindan nasil kullanildigini ortaya koymaktir
Modern devletin temellerinin atıldığı döneme kadar başarılı bir şekilde uygulanan şeriat sisteminin ve pratikteki uygulamalarının oluşturduğu ahenkli toplum ondokuzuncu yüzyıl başlarından itibaren derin bir mantalite dönüşümünün eseri olarak parçalanmıştır. Legal olmakla beraber moral meşruiyete sahip olan şeriat yeni dönemde, uygulayıcılarına göre değişen oran ve ağırlıkta, ya moral alana sıkıştırılmış veya modern hukuk sistemine meşruiyet aktarımı yapacak ham malzeme taşımakla sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırılmışlığı içinde bile meşruiyetini ciddi oranda erozyona uğratan bir dizi zihni ideolojik süreç sonunda tamamiyle işlevsiz bir yere hapsedilmiştir. Günümüzde ise ilmihal kitaplarında dini-moral ihtiyaçlara hazır cevaplar sağlamaya çalışan, spiritüel bir alanın fantastik süjesi olarak hayatını sürdürmeye çalışmaktadır. Otonomisini ve özgünlüğünü yitirmiş akademik alanda da güncel sorunlara cevap vermekten uzak, “nakilcilik” yapmakla meşguldür.
En yaygın anlamıyla bir şeyin varlığını veya doğruluğunu herhangi bir delil olmadan kabul etmek olan inanç, insan doğasının (fıtrat, tabiat) önemli unsurlarından biri olup, fıtri (doğal, tabii) bir olgudur. Bu bölüm- de konumuz inancın mantıksal ve felsefi doğruluğu veya yanlışlığı değil, bizi ilgilendiren genelde inancın özelde de dini inancın psikolojisidir. İnsan niçin inanır? Dini inancın fıtri dinamikleri nelerdir? Dini inancın birey ve çevresi üzerinde nasıl etkisi vardır?
Düşün Yayıncılık, 2021
Darwin öncesi ve sonrası dönemlerde İslam dünyasında hayatın kökenine ve evrime dair görüşler Yaratılış konusuna ve evrime işaret eden ayetler
Kaygı, 2012
Varoluscu filozoflarin bazilarinin (B.Pascal, S.Kierkegaard gibileri), fideistik kaygilarla rasyonel teolojiyi elestirdikleri bilinen bir durumdu. Bu varoluscular, Teolojinin temel konusu olan Tanri'nin, rasyonel kanitlarla kanitlanmasinin imkansiz oldugunu iddia ediyorlardi. Onlara gore Tanri'nin varligina, insan varolusunun somut durumundan hareketle ulasabiliriz. Bu, Pascal’a gore; ulfet, Kierkegaard’a gore; sacma’dir. Kisaca inanc, ussal kategoride degil, somut varolussal kategoride ele alinmalidir. Temel hareket noktasi, varolus’un oz’den once geldigine olan inanc idi. Bu tartisma cok eski bir tartismadir. Bu eski tartisma konusuna P.Tillich tarafindan yeni bir boyut katilmistir. P.Tillich, saf aklin kavramlarinin karsisina somut dini sembolleri koymustur. Bu itirazi ile, teizmin askinlik kaygilari neticesinde uzaklara gonderdigi Tanriyi, P.Tillich, insanin simdi ve surada duyumsadigi somut hayatina yeniden sokmak istemistir. Bir tarafta insan aklinin en degerli faaliye...
Hitit Universitesi Ilahiyat Fakultesi Dergisi, 2002
Teizm lehindeki önde gelen delillerin (arguments) hepsi ciddi felsefî eleştirilere açıktır, çağdaş filozoflar arasında bu delillerin ortaya koyma iddiasında oldukları şeyi başaramadıklarına dair yaygın bir uzlaşı bulunmaktadır. Bu delillerden, ne Mutlak bir Varlığın var olduğunu kesin bir biçimde kanıtlamayı üstlenenler, ne de Tanrı'nın varlığının olası olduğunu gösterme iddiasında olanlar bu iddialarını gerçekleştirmeyi başarmışlardır. Öyle görünüyor ki, Tanrı'nın gerçekliği; (i) ne a priori bir akıl yürütme ile ispatlanabilir (çünkü böyle bir akıl yürütme kavramlar alanıyla sınırlı kalmaktadır); (ii) ne a posteriori bir akıl yürütme ile ispatlanabilir (çünkü bu, problemle ilgili en temel savı kanıtsamak (begging question) 1 anlamına gelecek bir önermeyi konuya dahil etmek olacaktır); 2 (iii) ne de yüksek veya dü-* Çevirisi sunulan metin, "Rational Theistic Belief without Proofs" özgün ismiyle, ilk olarak J. Hick'in, Arguments for the Existence of God (Tanrı'nın Varlığı Lehinde Deliller), (Macmillian, London, 1970, ss. 101-120) adlı eserinde yayınlanmıştır. Fakat bizim çeviride esas aldığımız metin, son baskısı için J. Hick tarafından gözden geçirilerek, üzerinde küçük düzeltmelere gidilen ve A John Hick Reader (Bir John Hick Derlemesi), ed. Paul Badham, (Macmillan, London, 1990, ss. 49-67) içinde aynı adla yayınlanan makaledir. J. Hick'in bu makalede ileri sürdüğü ana savın eleştirisi için bkz. Ferit Uslu, İmanı Temellendirme Sorunu, basılmamış doktora tezi, A.Ü.S.B.E., Ankara, 2002 (çev.). ** Dr., Çorum İlahiyat Fakültesi Din Felsefesi Anabilim Dalı 1 Savı kanıtsamak (müsâdere ale'l-matlup, Lat. "petito principi"), bir mantık terimidir ve bir mantık yanlışına verilen isimdir. Savı kanıtsamak, bir akıl yürütmede sonucun, kendisini kanıtlamak için ileri sürülen öncüllerde örtük biçimde kabul edilmiş olmasından doğan informal bir mantık hatasıdır. Bkz. Boruch A.
Din Bilimleri: Klasik Sorunlar-Güncel Tartışmalar, 2018
Dindarlık ile maneviyatın ilişkisini ele alan akademik çalışmalar son yıllarda yoğun bir artış göstermektedir. Yapılan çalışmaların büyük bir kısmı batı dünyasında kaleme alınan çalışmalardır. Bu çalışmaların bir kısmı maneviyat ile dindarlığın birbirinden ayrılamayacağını savunmaktadır. Bir kısmı ise maneviyatın, dindarlığı da içine alan oldukça geniş bir alam yelpazesine sahip olduğunu iddia etmektedir. Bu görüşe savunan araştırmacılara göre dinler ve bireysel olarak dindarlık bireylerin aşkın/manevi ile olan ilişkisi ihtiyacını gidermenin sadece bir yoludur. Buradan anlaşılacağı üzere bireyler dinler olmadan da manevi ihtiyaçlarını giderebilmektedirler. Dindar olmadığı halde maneviyata sahip bireylerin sayısının gittikçe arttığı günümüzde bu bakış açısının yansımaları görülebilmektedir. Tanrısız dindarlık ve deizm tartışmalarının yapıldığı günümüzde, dindarlığı maneviyatın bir boyutu ve hatta alternatifi olarak gören bakış açısının, İslami perspektiften net bir şekilde ayrıldığı görülmektedir. Bu çalışmanın amacı, dindarlık ile maneviyatın İslam dini açısından nasıl bir ilişkisi olduğunu incelemektir. Bu çalışma, İslami bir yorumlama biçimi kullanarak; maneviyatın dindarlığın bir boyutu olarak değerlendirilebileceğini ortaya koymaktadır. Dindarlık, din psikolojisi literatüründe beş ana boyutta incelenmektedir. Bunlar; İdeolojik (inanç), uygulama (ibadet), duygusal (tecrübi), bilgi (ideolojik) ve etki boyutlarıdır. İnanan bireyin aşkın varlıkla olan bireysel ilişkisini ifade eden maneviyat, dindarlığın duygusal boyutunda yaşanan bir deneyimdir. Sonuç olarak, maneviyatın dindar birey için vazgeçilmez ve istenen bir yaşantı olduğu ve bu yaşantının İslam dininin çizdiği sınırlar içerisinde yaşanmasının uygun olacağı söylenebilir.
M istik veya dinî tecrübenin nerede başladığı ve ilk olarak kim tarafından tecrübe edildiği vb. soruların cevaplarının olmadığı "birlik"in tecrübesinin insanın kendisiyle birlikte meydana geldiğini kabul etmenin mantıklı olduğu birçok düşünür tarafından savunulmuştur (Abhayananda, 2007, s. 7). Düşünce tarihine bakıldığında hemen her toplumun bir din dolayısıyla da bir Tanrı inancının olduğu görülmektedir. Kur'an ve sünnetteki fıtrat ile ilgili bilgiler, Bergson'un bilim, sanat, felsefesi olmayan insan toplumlarının geçmiş ve günümüzde var olduğunu ancak tarihin hiçbir döneminde hiçbir zaman dinsiz bir toplumun olmadığını ifade etmesi (Bergson, 2004, s. 91), benzer şekilde Tolstoy'un da, geçmişte olduğu gibi, bugün de tek bir insan toplumunun veya aklı başında olan bir kişinin dahi dinsiz yaşamadığını ve din insanlara fıtraten verildiği için insanın dinsiz yaşayamayacağını vurgulaması (Tolstoy, 1998, s. 11) bunu desteklemektedir.
Makale: Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010
Dini tecrübe, hem felsefe hem de ilahiyat alanında tartışılan önemli bir konudur. Dini tecrübenin önemi, Tanrı-insan-alem ilişkisini canlı tutmasından kaynaklanır. Herhangi bir dini tecrübe yaşayan insan, bu tecrübenin sonucunda ondan etkilenir, hayatına yön vermeye ve hayatını düzene sokmaya başlar. Ayrıca dini tecrübe, dinin maneviyat boyutunu oluşturarak dinin dinamik bir yapı içinde devam etmesini sağlar. Bu çalışmada dini tecrübenin mahiyeti, özellikleri ve imkânı ele alınmıştır. Böyle bir tecrübe yaşayan insanın yoğun duygu halinin psikolojik sorunlarla ilgisinin olup olmadığı, bu tecrübenin başkalarına aktarılması ve özellikle de dini tecrübenin nesnel bir bilgi sunma problemi üzerinde durulmuştur.
Artuklu Akademi, 2024
Various approaches have been proposed as to how we should deal with disagreement among epistemic peers about religious beliefs. One of these proposals comes from the conciliatory view put forward by thinkers such as Feldman and Christensen. According to this view, the fact that we are confronted with a peer disagreement about a belief entails a reduction of confidence in that belief or a suspension of the judgment. In other words, these thinkers consider the peer disagreement as a threat to the epistemic basis of religious belief. In this paper, first, I will discuss the main claims of the conciliationist view and try to identify its implications for religious beliefs. Second, I will argue that it is far from being a convincing argument, given the criticisms against it, especially the skepticism objection.
Bir Düşünür Bir Kavram ve Din, 2024
Bu çalışma, Türk düşünce dünyasının önde gelen düşünürlerinin modernleşme, kimlik, milliyetçilik, din, ahlak, toplumsal kontrol ve Doğu-Batı medeniyet tartışmaları konularında geliştirdikleri kavramları ele alarak Türk toplumunun sosyal ve kültürel dönüşüm süreçlerini anlamayı amaçlamaktadır. Çalışma, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecindeki toplumsal yapının dinamiklerini, bu dinamiklerin kimlik ve toplumsal aidiyet üzerindeki etkilerini ve bu süreçlerin yarattığı sosyal, kültürel ve siyasal kırılma noktalarını altı ana başlık altında toplar. Her bir düşünür ve kavram, Türk toplumunun tarihsel, sosyolojik ve kültürel yapısını daha derinlemesine anlamak için ele alınmıştır. Çalışmanın amacı, Türk toplumunun modernleşme sürecinde yaşadığı kimlik bunalımlarını, toplumsal değişim dinamiklerini ve bu süreçlerde öne çıkan sosyal, kültürel ve dini çatışmaları teorik bir zeminde analiz ederek, Türk düşünce tarihindeki temel yaklaşımları ortaya koymaktır. Çalışma, her bir düşünürün geliştirdiği kavramların toplumsal yapıyı nasıl etkilediğini ve modern Türk toplumunun kimlik, aidiyet, din ve medeniyet tartışmalarına nasıl katkı sunduğunu analiz etmeyi hedeflemektedir. Bu çalışma, Türkiye’nin modernleşme ve toplumsal dönüşüm süreçlerinde yaşadığı gerilimleri ve kırılma noktalarını anlama açısından önemli bir kaynak teşkil etmektedir. Türk düşünce tarihinde iz bırakan önemli isimlerin fikirlerini bir araya getirerek, toplumsal yapının dinamiklerini ve bu dinamiklerin kimlik, aidiyet ve kültürel yapı üzerindeki etkilerini anlamayı amaçlamaktadır. Özellikle modernleşme, kimlik ve medeniyet tartışmalarının yoğunlaştığı günümüzde, çalışmanın sunduğu yaklaşımlar, Türk toplumunun kimlik arayışlarını ve toplumsal yapının geleceğini anlamak açısından değer taşımaktadır. Modernleşme ve Toplumsal Değişim Kavramları Çalışmada, modernleşme ve toplumsal değişim sürecinde toplumsal yapıdaki değişimleri anlamak için dört önemli düşünür ve onların kavramları ele alınmıştır. İlber Ortaylı’nın geliştirdiği “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” kavramı, Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyıldaki modernleşme sürecinde yaşadığı sancıları ve bu sürecin sosyolojik etkilerini açıklamak için önemli bir referans noktasıdır. Nermin Abadan Unat ise “Bitmeyen Göç” kavramı ile modernleşme ve sanayileşme sürecinde ortaya çıkan göç olgusunun toplumsal yapı üzerindeki etkilerini inceleyerek, Türkiye’nin kırsaldan kente geçiş sürecini aydınlatır. Cavit Orhan Tütengil’in “İkili Yapı” kavramı, Türkiye’de modernleşme sürecinde kırsal ve kentsel yapılar arasındaki dengesizliği ve bu dengesizliğin toplumsal gelişmeyi nasıl sekteye uğrattığını ortaya koyar. İsmail Gaspıralı’nın “Hakkaniyet Kavramı” ise toplumsal adalet ve dengeyi sağlama çabasını vurgular, modernleşme süreçlerinde toplumsal barışın tesis edilmesi gerektiğine dikkat çeker. Kimlik, Milliyetçilik ve Sosyolojik Esaslar Bu başlık altında, Türk toplumunun kimlik arayışı ve milliyetçilik anlayışına dair beş düşünür ve onların geliştirdikleri temel kavramlar ele alınmıştır. Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” kavramı, Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecinde kimlik ve aidiyet sorunlarına dair üç farklı politika modelini (Türkçülük, Osmanlıcılık, İslamcılık) analiz eder. Sadri Maksudi Arsal’ın “Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları” kavramı, milliyetçiliğin yalnızca siyasal bir ideoloji değil, aynı zamanda sosyolojik bir olgu olduğunu ve toplumsal kimlik ile aidiyet duygusunu nasıl şekillendirdiğini açıklar. Seyyid Ahmed Arvasi’nin “İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri” kavramı, geleneksel değerlerle uyumlu ve çağın gereklerine uygun bir milliyetçilik modeli sunar. Remzi Oğuz Arık’ın “Anadoluculuk” kavramı, Türk kimliğini ve kültürel mirasını Anadolu merkezli bir bakış açısıyla ele alırken, Hilmi Ziya Ülken’in “Soyaçekme” kavramı ise toplumsal yapının genetik miras ve kültürel kalıtım yoluyla nasıl şekillendiğini ve kimlik inşasının biyolojik ve sosyolojik temellerini inceler. Din, Sekülerleşme ve Laiklik Bu başlık altında, din-toplum-devlet ilişkilerini analiz eden üç düşünür ve kavramları ele alınmıştır. Durmuş Hocaoğlu’nun “Milli Sekülerizm” kavramı, Türkiye’de sekülerleşme sürecinin milli değerlerle nasıl uyumlu hale getirilebileceğini savunur ve dinin toplumdaki işlevini korurken, modern devlet yapısı ile entegrasyonunu ele alır. Bahattin Akşit’in “Laikleşme Tipolojisi” kavramı ise farklı toplumlarda laikleşme süreçlerinin işleyişini ve bu süreçlerin toplumsal yapıyı nasıl dönüştürdüğünü analiz eder. Sabri Ülgener’in “Zihniyet Söylemi” kavramı, ekonomik kalkınma süreçlerinde din ve zihniyetin rolünü, ekonomik gelişmenin kültürel ve dini temellerle nasıl ilişkilendirildiğini açıklayarak sosyo-ekonomik yapıların derinlemesine incelenmesine katkıda bulunur. Toplumsallaşma, Ahlak ve Sosyal Kontrol Birey-toplum ilişkisi ve toplumsal kontrol mekanizmalarının toplumsal yapıyı nasıl şekillendirdiğini analiz eden düşünürler bu başlık altında ele alınmıştır. Şerif Mardin’in “Mahalle Baskısı” kavramı, toplumsal kontrol mekanizmalarının bireyler üzerindeki baskısını ve sosyal çevrenin bireyin davranışlarını nasıl şekillendirdiğini ifade eder. Cahit Tanyol’un “Ahlak ve Toplum” kavramı, ahlakın toplumsal yapıdaki rolünü ve ahlaki değerlerin toplum içindeki işlevini inceler. Özcan Güngör’ün “Nesnelerin Sosyalleştirmesi” kavramı, gündelik hayatta nesnelerin bireylerin kimlik ve toplumsallaşma süreçlerindeki rolünü tartışırken; Hüsamettin Arslan’ın “Epistemik Cemaat” kavramı ise bilgi topluluklarının nasıl oluştuğunu ve bu toplulukların düşünce yapıları üzerindeki etkisini inceleyerek bilgi ve sosyal yapı arasındaki ilişkiyi anlamaya yönelik bir zemin sunar. Doğu-Batı İkilemi ve Medeniyet Tartışmaları Doğu’nun manevi değerleri ile Batı’nın materyalist yaklaşımı arasındaki gerilim, Türk toplumunun kimlik inşasında sürekli bir denge arayışını gerektirmiştir. Bu bağlamda, Samiha Ayverdi’nin “Doğu-Batı Medeniyeti Üzerine Yaklaşımı” Doğu’nun ruhani değerlerinin Batı’nın maddi dünyası ile dengelenmesi gerektiğini savunur. Recep Şentürk’ün “Açık Medeniyet” kavramı, medeniyetler arası diyaloğun önemini vurgular ve çeşitliliklerin birlikte var olmasını savunan bir açık medeniyet modeli önerir. Nurettin Şazi Kösemihal’in “Sanat ve Fikir İşçileri” kavramı ise sanatçılar ve entelektüel bireylerin toplumsal değişimdeki rolünü incelerken; Vamık Volkan’ın “Divandaki Düşmanlar” kavramı, kimlik inşasında “dış düşman” imgelerinin toplumsal yapıyı nasıl etkilediğini ve bu imgelerin toplumların kendini tanımlama süreçlerindeki işlevini açıklamaktadır.
Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2023
Ahir zamanda gelecek bir kurtarıcı olarak Mesih ve Mehdi inancının sadece İslam kültüründe değil, neredeyse diğer bütün din ve kültürlerde ve özellikle Yahudi ve Hristiyan inancında yer aldığı görülmektedir. Medeniyetlerin hiçbir zaman mutlak saf olmadığı ve insanların, değişik kültürlerden daima etkilendiği gerçeği göz önüne alınırsa, insanlık tarihinde "Mehdi" ve daha sonraları ortaya çıkan "Mesih" inancının dinlerde müşterek bir fenomen oluşu yadırganmamalıdır. Mesih ve Mehdi, kavramsal olarak kültürler ve dinler arası ortak bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. İslam öncesi inançlarda da rahatlıkla görebildiğimiz bu inanışın özellikle buhran dönemlerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu çalışma, "The Messiah" adlı Netflix dizisinin sinematografik anlatımına odaklanarak farklı inanç sistemlerinin sinematografik anlatım biçimlerini keşfetmeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevede, Netflix dizisinin sinematografik anlatımını incelemek için tematik analiz, karakter analizi: Greimas eyleyenler modeli, karakterlerin içsel çatışmaları ve diğer insanlarla ilişkileri, karakterlerin dini ve kültürel bağlamı, Mesih’e ilişkin dini göstergeler: mucize gösterimleri üzerine değerlendirmeler gibi sinematografik anlatının temel unsurları kullanılarak bir analiz gerçekleştirilmiştir.
The traditional beliefs of Chuvash people were the system of beliefs that the central in this was the worship of God (Tengri), and this had been a belief system of Turkic people before converting other religions. There were beliefs of good and bad spirits, Earth-Water spirits, and life of the hereafter in this system, and also it carried nearly the entire characters of ancient Turkic beliefs. However, as the times goes on, there were some interactions between the names of beings, who were subjects of these beliefs and Islam and Christianity. In this paper, I will dwell upon a subject of traditional religious beliefs of Chuvash people more than Chuvash relationships between Islam and Christianity, since it can throw fresh light on history of Turkish religion. Key Words Chuvash people, traditional religion of Chuvash people, Tengri (God), Spirits, sacrifice, death, public medicine man of Chuvash people
Son zamanlarda özellikle bazı kesimlerce dini konularda hüküm verme yarışı yapılmakta, Kur'an ayetleri ve vahyin genel ilke ve prensipleri göz ardı edilerek rivayetler üzerinden "kendi dini inanışları" insanlara "ed-din" olarak dayatılmak istenmektedir. Kişi mensup olduğu grubun, topluluğun, cemaatin savunularını din olarak kabul etmekte, din adına takip ettiği kişi/leri yücelterek onun her söylediğini hakikat olarak algılamaktadır. Hâlbuki İslam âlimlerince ittifakla kabul edilen üç bilgi kaynağına yani akıl, duyular ve vahye/doğru habere dayandırılmadan ya da delillendirilmeden paylaşılan her bilgi şüphe unsurunu içinde barındırır. Bu yüzden doğru olanı yanlıştan ayırmak için akla, sağlam delillerle yardımcı olmak elzem hale gelmektedir. Dayanılan delilin ne kadar sağlam olduğu önemlidir, zira bir takım çevrelerce çoğu zaman bilinçli bir şekilde delil olarak ileri sürülen dayanakların akla uymayan, vahiyle de çelişen bir takım zayıf ya da uydurma rivayetler olması işin aslını bilmeyenler tarafından fark edilmemekte ve verilen bilgi hakikat/doğru olarak algılanmaktadır. Bu çevreler zayıf veya uydurma rivayetler üzerinden olduğu gibi mezhepler üzerinden de din algısı oluşturmaya çalışmaktadır. Mezhepler dinin anlaşılması ve yorumlanmasında önemli bir görev üstlenmekle birlikte tarihi süreçte dine eklemlenen yorumsal bilgilerin mutlak bilgi kabul edilmesinin ve mezheplerin dinin kendisi olarak algılanmaya başlanmasının pek çok probleme yol açtığı bilinen bir gerçektir. Zira mezheplerin dinin kendisi gibi algılanması; mezhep imamlarının yorumlarını ve tarihi süreçte bu yorumlara diğerleri tarafından eklenen sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi içerikli diğer yorumları sorgulanamaz hale getirmiş, günümüzde farklı şartlarda yaşayan insanlara öncekilerin hükümleri aynen dayatılmış ve bunun yanlış olduğuna dair herhangi bir itirazın önü de kesilmiştir. Burada tartışılan husus rivayetleri ve mezhepleri yok saymak değil, rivayetler ve mezhepler üzerinden yapılan ve mutlak hakikatmiş gibi süslenerek insanlara sunulan bilgileri tartışmaya açmaktır. Daha doğrusu ciddi her hangi bir konuda konuşurken delile dayanmayan, temelsiz, isnatsız, vahye ters düşen konuşmalardan/konuşanlardan ve yanlış yorumlardan uzak durmaya bir çağrı görevidir. Kısaca her mümini aklını selim bir şekilde kullanmaya ve vahyi anlamak için gayrete davettir. Zira insan, gerek tenzil edilen/indirilen ayetleri (vahiy) ve gerekse tekvin edilen/yaratılan ayetleri (evren ve işleyişi) anlamada, aklı kullanmaktan birinci derecede sorumlu bir varlıktır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.