Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2018, Hece Yayınları
Daha çok romancı kimliğiyle ön plana çıkmış olan Halit Ziya’nın roman kadar önemsediği bir diğer tür öyküdür. İzmir’de gazetecilik yaparken başladığı öykü yazarlığını hayatı boyunca sürdürmüş, yaklaşık yüz doksan öykü kaleme almıştır. Bazı öyküleri roman ile öykü arasında olan hacimli anlatılar olarak karşımıza çıkarken, bazı öyküleri ise modern öykü çizgisinde daha küçük hacimli öykülerdir. Halit Ziya’nın öyküleri genel manada küçük hayat tablolarını aktaran realist bir üslupla ele alınmış canlı ve etkili tasvirlerle oluşturulmuş öykülerden oluşmaktadır. Aile hikâyeleri, fakir ve mahrumiyet çeken insanların dramı, aşk, aldatma, kadının aile ve toplum içindeki konumu, çocuklar ve yaşadıkları sıkıntılar-hastalıklar, merhamet, acıma duygusu öykülerde sıkça işlenen konu ve izleklerin başında gelmektedir. Yazarın öykülerinin bir kısmı olay merkezli bir anlayışla oluşturulurken, bir kısmı ise daha çok bireylerin olaylar karşısındaki durumuna ve ruh haline odaklanmıştır. Özellikle kadın ve çocukları merkeze aldığı öykülerde daha çok durum öykücülüğüne yöneldiğini görürüz. Yazarın nesnenin ön plana çıktığı ve çeşitli işlevler yüklendiği öykülerin başında “Yırtık Mendil”, “Çalınmış Bir Eser”, “Solgun Demetler”, “İçecek Su” ve “Çay Fincanı” adlı öyküler gelmektedir. “Yırtık Mendil” adlı öyküde mendil, arzulanan kadına ulaşmak için erkeğin kullandığı bir iletişim aracıdır. Kadına hediye edilen mendil, yıllar sonra bu çiftin birbirini tanımasında sembol değeri kazanır. Ayrıca, öykünün başındaki yeni mendilin yerini öykünün sonunda yıpranmış, eskimiş bir mendil alır. Bu açıdan öykünün kadın karakteri Feride’nin hayatındaki çöküş, yıpranan mendille özdeşleştirilir. “Çalınmış Bir Eser” adlı öykü ise, kırık bir aşk öyküsünden geriye kalan eşyalar üzerinden oluşturulmuştur. Sevdiği kadının evleneceğine duyan erkeğin sevgilisine ait biriktirdiği eşyalardan yola çıkarak duyduğu pişmanlık aktarıldığı nesneler, mevcut işlevlerinin dışında müphem kalan sorunları çözüme kavuşturan unsurlar olarak karşımıza çıkarlar. “Solgun Demetler”, aldatma şüphesinin olayların merkezine oturtulduğu öykülerden biridir. Öyküde, kocasının ceketindeki cüzdanını yanlışlıkla düşüren kadının solmuş bir demet menekşeyi gördükten sonra duyduğu şüphe, sonrasında iç dünyasında yaşadıkları anlatılır. “Solgun Demetler”, öyküdeki temel çatışmanın başlatılması için seçilmiş bir nesnedir. Bu nesne yoluyla ailedeki sorunlar gün yüzüne çıkmaya başlar. “Çay Fincanı” adlı veremli bir kızın son günlerinin anlatıldığı öyküde, çay fincanı bir teselli ve iyilik nesnesi olarak karşımıza çıkar. Hastanın son günlerini yaşadığını bilen doktorun onu mutlu etmek için düzenlediği evlilik oyunun hediyesidir ve kız da onu ölmeden önce bir şükran borcu olarak doktora iade eder.
RİSÂLETÜ’N-NUSHİYYE’DE BAĞLAMA BAĞLI YAKIN ANLAMLI ÇİFTLER, 2015
Uzay zaman ve mekan dinlemez. Uzayın içinde bulunduğu konum kendisinin olmasıdır. Bir içerik olarak, kendi kendini var etmesidir. Yeniden yaratma sürecidir. Bu olanaklar sürecinde uzayın sonsuz bir süreç içinde, kendi kendini varlığıyla birlikte ele almak gerekirse sonsuz uzamlara sahip bir ebediyetten söz edebiliriz. Bunun varlığını elbette bizlerin bilimsel tartışmalardan uzak daha estetik bir varlıkbilimsel yöntem olarak uzayın varlığını sanatsal anlatımlar ile açıklamak daha kolay olacaktır. Burada günümüz çağdaş koşullarından uzak, klasik anlayışa sahip sanat eserlerinin varlığından, gelecek teknoloji oyuncaklarına (kitle iletişim araçlarının işlev bulmuş hali) kadar sonsuz bir sürecin izlenimine kavuşuruz. Son zamanlarda bir “biz” olarak, uzay ile bulunduğumuz konum arasında bir yol çizerek (bir harita) yeni bir bakış geliştirmek mümkün olabilir. Bunu çağdaş sanatın olanakları ile nasıl bağdaştıracağımızı düşünmek bizleri heyecanlandırken bu heyecan bir sonsuzluğun simgesi halini alırken bizleri tutkulu biçimde uzayın sonsuz derinliklerine çekmektedir.
Mayıs 2019, 336 Sayfa Nif (Olympos) Dağı, günümüzde İzmir İli, Torbalı, Buca ve Kemalpaşa İlçeleri'nin ortak sınırında, Antik dönemde ise Smyrna (İzmir) Körfezi'nin hemen doğusunda, İonia ve Lydia Bölgeleri'nin sınırları içerisinde yer almaktadır. İlk bilimsel kazı çalışmaları, 2006 yılında Prof. Dr. Elif Tül Tulunay başkanlığında başlatılmış olup günümüzde halen sistemli olarak devam etmektedir. Tez çalışmasının ana konusunu oluşturan Hellenistik Dönem'e ait bölgesel özellik gösteren keramikler, Nif (Olympos) Dağı Araştırma ve Kazı Projesi kapsamında kazısı yapılarak tamamlanan ya da devam eden Ballıcaoluk yerleşmesi ile Karamattepe ve Dağkızılca nekropollerinden ele geçirilmiştir. Söz konusu dönemde, Attik keramiklere alternatif olarak üretildiği düşünülen bu yöre kırsalındaki bölgesel özellik gösteren keramikler, ithal örnekler ile farklı özelliklere sahip olduğu tespit edilmiştir. Bu keramiklerin gerek hamur gerekse astar özellikleri bakımından ithal örneklerden hemen ayırt edilmesi önemli bir kriter olup kendine özgü formları, tipolojik özellikleri ve bezeme anlayışı da diğer belirleyici unsurlar arasında yer almaktadır. Nif Dağ'ındaki kırsal kesim yerleşmelerinin, keramik kültrünü incelemek adına yapılan bu tez çalışmasında toplam 200 adet parça ve tam keramik örneği incelemeye alınmıştır. Buluntu çeşitliliğine göre; ABSTRACT HELLENISTIC POTTERY FROM RURAL SETTLEMENTS IN THE LIGHT OF NIF DAĞI EXCAVATIONS ÖZDEMİR, Eylem Master Thesis Archaeology Department Classical Archaeology Master Programme Advisor of Thesis: Prof. Dr. Fahriye Bayram May 2019, 336 Pages
The Ghaznavids, sitting on the remnants of the Samanids, brought important works to the Turkish-Islamic world. The Ghaznavids, who achieved prosperity in every field with the booty obtained as a result of the expeditions to India during the reign, also provided great benefits for the development of the country. One of the important cities built in this period is Herat. Herat, where the precious works of Turkish-Islamic culture and civilization were given, was one of the important cultural centers of the Ghaznavids. Known for its artistic, literary and scientific works, the city of Herat was also a point where important architectural works rose. Herat is an important city that carries the main texture of Turkish-Islamic cities with its great mosque, charitable institutions, madrasas, libraries, palaces, castles, mints and bridges, which are the products of its artistic accumulation. Ghaznavids, who gave importance to the reconstruction of the city in their period, tried to keep alive by restoring architectural works that were built and damaged before them, while building many architectural works at the same time. In this study, information is given about the architectural works built by the Ghaznavids in Herat and the contribution of the architectural works to the development of the city as a whole and the development of its culture and civilization is emphasized.
Folklor Akademi Dergisi, 2022
Din ve inanış, insanlığın ilk gününden beri bütün toplumlarda yer almıştır. Toplumlar benimsedikleri dinlerin yanında günlük hayatlarını devam ettirecek birtakım inanışlar ve dinsel uygulamalar oluşturmuştur. İnanışlar, bir toplumun kültürünü oluşturan ve onu diğer toplumlardan ayıran halk dininin bir unsurudur. Bu inanışlar maddi ve manevi olmak üzere yaşamın ve dolayısıyla geleneklerin şekillenmesinde etkili olmuştur. İnsanlar ait oldukları toplumların bir parçası olarak günlük hayatlarının her alanında bu inanışları benimsemiş ve uygulama noktasında çeşitlilikler oluşturmuştur. Sosyal hayatı düzenleme işlevi olan halk inanışları halkı bir arada tutarak toplumsal birliği güçlendirir. Hem Türk hem de Özbek kültüründe geçiş dönemleri ayrı bir öneme sahiptir. İnsan hayatının tamamı bu geçiş dönemleri üzerine kuruludur. Geçiş dönemleri kişinin içinde bulunduğu toplumla birlikte hareket etmesini sağlayan dönemlerdir. Doğum-evlilik-ölüm olmak üzere üç evreye sahip olan bu geçiş dönemleri aynı zamanda bu kişiye toplumda bir statü de belirlemeye yardımcı olur. Özbek Türklerinde geçiş dönemlerinde gerçekleştirilen ritüellerin temelinde halk inanışlarının olduğu ifade edilmelidir. Köklü bir medeniyete sahip olan Özbekler, halk inanışlarını geçmişten günümüze kadar yaşatmış ve günümüzde uygulamaya devam etmektedir. Özbek aileleri arasında benimsenen inanışlar ve bu inanışlarla ilgili uygulamalar, Özbek Türklerinin çok köklü bir millet olduğunu kanıtlamış durumdadır. Evlilik kişinin hayatıyla ilgili verdiği en önemli sözdür. Nikah anı Özbek Türkleri için kutsal kabul edildiği için evliliğin her aşamasında uygulanması gereken ritüeller oluşturulmuştur. Bu ritüeller İslam dininin yanı sıra Eski Türk Dininin inanış sistemlerinin de izlerini taşımaktadır. Özbekler bu ritüellerin uygulanması noktasında oldukça hassas davranmışlardır. Evliliği devam ettirmek için bu ritüellerin uygulanmasının şart olduğuna inanmışlardır. Bu çalışmada geçiş dönemlerinden ikincisini oluşturan evlilik ile ilgili günümüzde yaşayan Özbek halk inanışları üzerine tespitlerde bulunulacaktır. İnanışlarla ilgili uygulamalarda her ne kadar çevre ve zamana göre çeşitlilik görülse de temelde uygulanma amaçları benzerdir. Özbekistan ve Özbekistan dışında yaşayan Özbekler arasında gerçekleştirilen çevrimiçi anket yöntemiyle toplanan verilerden evlilik ile ilgili birkaç örneği incelenecektir. Tespit edilmiş bu ritüeller değerlendirilerek içinde barındırdıkları halk inanışlarını değerlendirmek çalışmanın amacını oluşturmaktadır.
Öz Lafız-mana ilişkisindeki anlam arayışında ve fıkhın kendine özgü lafızların delâleti meselesinde, Hanefîlerin delâlet anlayışı, hüküm istinbatında elde edilen her türlü verinin, lafız eksenli olma zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Bu, Hanefî fukahasının dört delâlet türü için şart koştukları, lafız anlam ilişkinin temel kuralı olmuştur. Şafiîlerin mantuk ve mefhumun delaletinin mahiyeti karşısında Hanefi fakihler manaya delaletin yollarını ibare, işaret, nassın delaleti ve iktizanın delaleti gibi bir ayrıma tabi tutarken bunların hepsinin lafzın delaleti olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Nassın delaleti ise lüğavî ve lafzî bir delalet olmasının yanında kıyasa çok benzerliğiyle öne çıkmaktadır. Bu çalışmada nassın delaleti ve Hanefilerin onu bir kıyas türü olarak kabul etmemelerinin nedenleri üzerinde durulacaktır. Anahtar Kelimeler: Hanefi usulü, Nassın delaleti, kıyas, dilde kıyas. DALALAT OF TEXT AND ITS RELATION WITH ANALOGY ACCORDING TO HANAFI SCHOLARS OF USUL Abstract In the search for meaning in the relationship between text and meaning and in the matter of dalalat of words specific to fiqh, the Hanafi understanding of dalalat asserts that every bit of data has to be text-based in the process of deducing judgment. This has been the main principle of the text-meaning relationship which is required by Hanafi scholars for the four types of dalalat. Compared to the content of the dalalat of the basic and indirect meanings of the text put forth by Shafi " i scholars, Hanafi scholars keep the ways of " dalalat to meaning " subject to a differentiation such as text, sign, dalalat of nas and dalalat of connotation while agreeing in unison that all of these are dalalat of text. Along with being a lexicographical and textual dalalat, dalalat of nas stands out with its resemblance to deductive analogy (qiyas). This work focuses on the content of the dalalat of nas and the Hanafi scholars " not accepting it as a form of deductive analogy.
Türk Ekini, 2021
Divan şairleri, şiirlerini söz sanatlarıyla güçlendirirken aruz ölçüsü ile şiirlerinde bir ritim oluşturmuşlardır. Ahenk unsurlarına oldukça önem veren şairler, kullandıkları aruz kalıpları dışında ahengi oluşturmak için pek çok unsurdan faydalanmıştır. Şairlerin ahenk unsurlarını kullanım şekli onların üslubunu belirlemede bir yol olarak kabul edilebilir. Bu çalışmamızda on altıncı yüzyıl şairlerinden Mostarlı Hasan Ziyâ'î'nin ilk 50 gazelini gerek söz gerek sese dayalı ahenk unsurları açısından değerlendirmeye çalıştık.
Archivum Anatolicum-Anadolu Arşivleri , 2022
Öz Toplumsal yapının en küçük birimi olan ailenin oluşabilmesi için gerekli bir organizasyon olan evlilik, dini, hukuki, ekonomik yönleri, kuralları ve ritüelleri olan bir kurumdur. Bu kurumun Hitit çağındaki işlevi ve işleyişi ile ilgili bilgilere ağırlıklı olarak kanun metinlerinden ulaşılabilmektedir. Söz konusu siyasi evlilikler olduğunda ise başvurulacak ilk belgeler siyasi antlaşma metinleridir. Çünkü Hitit krallarının diplomatik başarıları yazılı antlaşmalar yoluyla vasallıklar sağlamaları, karşılıklı askeri ve ekonomik işbirlikleri gerçekleştirmelerine bağlıydı ve bu antlaşmaları pekiştirmenin araçlarından biri de siyasi evliliklerdi. Bu çalışma, Hitit hanedanlığı ile komşu krallıklar arasında gerçekleştirilen siyasi evlilikleri dönemin politik ilişkileri çerçevesinde ele almak amacıyla kaleme alınmıştır.
Danışman: Doç. Dr. Hüseyin AKPINAR ŞANLIURFA-2016 I ÖNSÖZ En güzel şekilde yaratılan, tanışabilsinler diye farklı coğrafyalarda farklı farklı fıtratlarla nakış nakış dokunan insanoğlu duygu ve düşüncelerini paylaşmak için mûsikîye, birikim ve tecrübelerini aktarmak için de edebiyata ihtiyaç duymaktadır. İnsanoğlu fıtraten ihtiyaç duyması, sosyal bir varlık olması, birlikte yaşama hukukuna riayet etmesi ve akılla donatılmasının bir sonucu olarak kendisine ve çevresine karşı sorumluluk sahibidir. Bu sorumluluk, içerisinde yaşadığı toplumu ve kendinden sonra gelen nesilleri iyi ve güzel davranışlara yönlendirmek, erdemli bir hayata kavuşturmak, ahlâklı bir toplum oluşturmak ve bu toplumun ahlâken hayatiyetinin devam etmesini sağlamak noktasında tavsiye ve uyarılarda bulunmak suretiyle karşımıza çıkmaktadır. Kendilerini sorumluluk makamında gören dîvân şâirlerimiz de ahlâkî, dinî, örfî bilgi ve duyarlılıklarını okuyucu kitlelere ulaştırma çabasında olmuşlardır. Topluma fayda sağlayacak her türden tavsiye ve öğütün kalıcı olarak muhafaza edilmesi, bu itibarla vefat ettikten sonra bile kendilerinin hayırla yâd edilmesi maksadıyla ahlâkî mesnevîler kaleme almışlardır. Edebî bir nazım türü olarak kabul edilen nasihatnâmeler de ahlâkî mesnevîler sınıfına girmektedir. Nasihatnâmeler, edebiyatımızda hem büyük bir yekûn tutmakta hem de son derece önemli bir yere sahiptirler. Mahmut Kaplan Hayriyye-i Nâbî adlı eserinde insanları iyiye, güzele ve doğruya yöneltmek; topluma ve devlete yararlı, İslâmiyet"in erdemlerini şahsında yaşayan iyi ahlâklı fertler yetiştirmek amacıyla yazılan manzum eserlere genel olarak nasihatnâme, pendnâme veya öğütnâme adı verildiğini aktarmaktadır. Dîvân Edebiyatımızın en önemli özelliklerinden biri öğretici ve yönlendirici olan nasihatlerin çokça işlenmiş olmasıdır. İşte biz de topluma yön vermede hayatî bir konuma sahip nasihatnâmelerde yine bireylerin kemal noktaya vusulünde ve toplumun ahlâkî gelişiminde son derece ehemmiyetli bir rol oynayan mûsikî olgusunu irdelemeye gayret ettik. II Çalışmamızın amacı, Müslüman toplumlarda çokça rastlanan öğüt verme, nasihat etme, iyiye ve güzele yönlendirme geleneğinin sonucu olarak ortaya çıkan nasihatnâmelerde mûsikî ilminin ne ölçüde yer aldığını tespit etmektir. Bilindiği gibi nasihatnâmeler yazıldığı dönemin dinî, ahlâkî ve kültürel yapısı hakkında net bilgiler veren önemli tarihî vesikalardandır. Bu nedenle geçmişin farklı dönemlerinde mûsikîmize ne oranda eleştiriler getirildiğini, mûsikî mefkûremizde farklı dönemlere göre hangi ölçüde değişiklikler yaşandığını ve bu değişikliklerin toplum nezdinde nasıl karşılık bulduğunu öğrenmeyi de hedefledik. Çalışmamız, nasihatnâmelerde mûsikîye dair öğütlerin incelenmesi açısından özel bir konuma sahiptir. Ayrıca doğumdan ölüme kadar hayatın her safhasında her bireye eşlik eden mûsikîmizin yalnızca eğlence aracı olarak değil; hastalıkların tedavisinde faydalanılan, milletimizi birleştiren, savaşta ordumuza millî duygular veren, dinî bakımdan ise ruhumuzu huzura kavuşturan bir kültür ve gelenek sembolü olduğunu göstermesi bakımından da önemlidir. Öğüt verme, uyarıda bulunma kültürüne toplumumuzda atfedilen değerden mülhem yazılan her tür edebî eserde az veya çok nasihat içeren bilgiye rastlamak mümkündür. Edebiyatımızda nasihate bu denli yer verilmesi bizleri çalışmamızın kapsamı ve sınırlarını belirleme hususunda bir hayli güç durumda bırakmış olsa da bu zenginlik bize çalışmamız esnasında olumlu bir katkıda bulunmuştur. Ahlâkî mesnevîler kategorisinde değerlendirilen eserlerin birbiriyle iç içe girmiş girift bir halde bulunması, söz gelimi aynı eser hakkında farklı kaynaklarda hem Nasihatnâme hem Fütüvvetnâme hem de Hikâyelerle Süslenmiş Ahlâkî Eserler sınıflarında bulunduğunun tespit edilmesi eserleri belirlemede problemler doğurdu. Bizler bu noktada esas olarak Sayın Prof. Dr. Mahmut Kaplan"ın kırk üç nasihatnâme hakkında bilgi verdiği Nâbî"den Önce Manzum Nasihatnâme Yazan Şâirler ve Eserleri isimli çalışmasındaki sınıflandırmayı temel olarak kabul edip eserleri buna göre değerlendirdik. Çalışma konumuzun belirlenmesinde ve şekillenmesinde bizi yalnız bırakmayan, desteğini hiç bir zaman esirgemeyen Danışman Hocam Sayın Doç. Dr. Hüseyin Akpınar"a; kendisiyle yaptığımız röportaj süresince misafirperverliğini esirgemeyen, yol gösterici bilgileriyle tezimize farklı bir ivme kazandıran Sayın Prof. Dr. Mahmut Kaplan"a; çeşitli kitle iletişim araçlarıyla bağlantı kurarak bilgilerine III başvurduğumuz kıymetli akademisyenlerimize teşekkürlerimi sunarım. Kaynaklara ulaşmada kendi yoğunluğunu bir kenara bırakarak vaktini bize ayıran muhterem ağabeyim Mahmut Dilek"e; sağladıkları kolaylık sebebiyle İSAM Kütüphanesi yönetici ve çalışanlarına, özellikle fotokopi merkezi görevlilerine; İnönü Üniversitesi Kütüphanesi yönetici ve çalışanlarına şükranlarımı bildiririm.
fbe.dpu.edu.tr
Energy crisis that is revealed by being exhausted of fossil fuels and the fact of global warming up by increasing of CO2 that is the leading greenhouse gas has exposed the compulsory of research and application of new and clean energy technologies. Ultra super critical technology is the leading technology for this purpose and also utilizing Turkish lignite’s of pure quality.
ÖZET Hititler başa çıkamadıkları hayat sorunlarını ya da hekimlerin çare bulamadığı tıbbi (fizyolojik veya psikolojik) problemleri büyü yoluyla çözmeye çalışmışlardır. Bu amaçla büyü ritüel metinlerinde büyücünün adını, büyüye başvurulan konuyu ve büyüde kullanılacak malzemeleri ayrıntılı şekilde kayda almışlardır. Bu metinler yoluyla Hititlerin dünya tasavvurlarında öne çıkan hayvan, bitki, mineral ve nesnelerin neler olduğu öğrenilmektedir. Bu çalışmada Hitit büyü metinleri külliyatını oluşturan (CTH 390-500) tabletlerin transkripsiyonlarında öne çıkan bazı otsu bitkiler, ağaç türleri ve ahşap nesnelerin incelenmesi hedeflenmiştir. Böylece Hititlerin bazen analojik büyü (benzerlik), bazen de bitki ve nesnelerin sembolik anlamlarını kullanarak yaşadıkları doğal çevrenin özellikle florası ile kurdukları tinsel ilişkiye dikkat çekmeye gayret edilecektir.
The Journal of Academic Social Science, 2020
NECÂTÎ BEY'İN KASİDELERİNDE HÂMÎ VE CAİZE ARAYIŞI ÖZ Klasik şairlerin devlet ricaline yakın olma ve edebî faaliyetlerini bu şahsiyetlerin himâyesinde devam ettirip kendilerine bu şekilde bir statü elde etmek istemeleri, Ortaçağ Doğu ve Batı dünyasında kabul gören bir geleneğin parçasıdır. Başkentler, saraylar, devrin ileri gelenlerinin konakları, şair-hâmî ilişkilerinin en sık yaşandığı yerler olmuştur. Ancak Doğu dünyasında peygamberin Ka'b bin Züheyr'in yazdığı ve Kaside-i Bürde olarak bilinen şiir karşılığında kendisine hırkasını hediye etmesi, şaire hediye verilmesinin sünnet addedilmesini ve dinsel bir formasyon ka-zanmasını sağlamıştır. Sanatçı, eserini iktidara sunarak makam, mevki, caize ve şöhret elde ederken iktidar sahipleri de iktidarlarını bu sayede geniş halk kitlelerine yayma fırsatı yakalardı. Bu anlamda şairin hâmîsine sunduğu eser, salt caize elde etme amacından daha öte anlamlar ifade etmektedir.15. yüzyılın önemli şairlerin-den Necâtî Bey'in de hayatında hâmîlik izlerini ve kasidelerini sunduğu devlet ri-calinden caize talep ettiğini görmek mümkündür. Şairin kasidelerini baz alarak şai-rin himâye ve caize talebini ortaya koymak bu çalışmanın ana eksenini oluşturmak-tadır.
Avusturya ve Hollanda’nın sert tutumları ile yoğunlaşan yabancı düşmanlığı Avrupa genelinde artış göstermeye devam ediyor. Orta Avrupa’da son dönemde yükselen sağ popülizmi gün geçtikçe güçlenmektedir. Seçimlerin öncesinde yapılan anketler yabancı düşmanlığının boyutlarına ilişkin fikir vermektedir. İsveç’teki son seçimin sonuçlarında merkez sağ ve merkez sol blokları %40’ar oy almıştır. Seçimlerde oylarını artıran parti ise, %18 oy oranı ile aşırı sağ parti “İsveç Demokratları Partisi” (İsveççe: Sverigedemokraterna) olmuştur.
GİRİŞ Yönetim kurulu, anonim şirketler açısından zorunlu bir organdır ve genel olarak şirket bu organda alınan kararlar ile faaliyetini sürdürür. Yönetim kurulu üyesi olmak zorunlu olmamakla beraber bunu kabul eden kişiler birtakım haklara sahip oldukları gibi yükümlülük altına da girerler. İşte bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde yönetim kurulu üyelerinin hukuki ve cezai sorumluluğuna gidilir. Bu çalışmada ilk olarak hukuki sorumluluğun nitelikleri daha sonra özel sorumluluk halleri ve denetçilerin sorumluluğu ve son bölümde ise sorumluluğun ortadan kalktığı hallerini anlatmaya çalışmış bulunmaktayız.
ÂŞIK SANATI 2023 ÂŞIK VEYSEL YILI, 2024
Esasını ilk Türk topluluklarına kadar dayandırabildiğimiz âşıklık, kadim geleneklerden biridir. Bu geleneğin aktarıcıları bakımından tarihsel süreç içerisinde kam, akın, baksı, bahşı, şaman, oyun, ozan ve nihayetinde ulaştığı nokta âşıktır. Bu değişim ve dönüşüm evresinden önce kam/baksı, ozanlar; büyücülük, şifacılık, yol göstericilik, halkı eğlendirme gibi görevler üstlenerek toplum nezdinde saygın bir yere sahip olmuşlardır. Bu saygınlıklarını Türkler için kutsal kabul edilen sığır, yuğ ve şölen törenlerinde çeşitli çalgılarla toplumun duygularını ve ruh hallerini yansıtarak pekiştirmişlerdir. Çağlar içerisinde âşıklar çok çeşitli alanlarda toplum hayatına dâhil olup savaşlara, fetih ve zaferlere katılarak sazlarıyla, sözleriyle ordunun ve halkın yanında olmuşlardır. İlk dönemlerde kullandıkları çöğür ve kopuz adlı çalgılarının yerini zamanla saz ve bağlama gibi coğrafi ve toplumsal şartlara uygun aletler almıştır. Bu enstrümanları kullanarak destanlar söylemişlerdir. Hikâyeci-âşık vasfıyla âşıklar, halk hikâyeleri derleyerek bunları zaman içeri- sinde geleneğe uygun bir şekilde tasnif edip anlatmışlardır. Âşıklar, aniden değil belirli etken- lerle âşık olmuşlardır. Bu etkenler, coğrafi ve toplumsaldır. Nitekim Orta Asya steplerinde varlıklarını sürdürmek isteyen âşıklar şifahi üretimlerini ezgilerle yansıttıkları gibi Anadolu coğrafyasındaki âşıklar da coğrafyanın şartlarını ve toplumun acı, keder, mutluluk, sevinç, sa- vaş, barış, göç, doğal afet gibi olgularını dile getirme vazifesini yerine getirmeye çalışmışlardır. Âşık olmanın bir diğer gereği de geleneklere hâkimiyettir. Çünkü gelenekten beslenen âşık, bulunduğu muhit içerisinde geleneğe hâkimiyet hususunda ön plana çıkmaktadır. Âşıklık ge- leneği içerisinde âşık olmanın kıstasları bulunmaktadır. Bu kıstaslar; saz çalma, mahlas alma, bade içme/rüya sonrası âşık olma, usta-çırak, âşık karşılaşmaları, leb-değmez/dudak-değmez, muamma çözme/askı geleneği, dedim-dedi tarzı şiir söyleme, tarih bildirme ve nazire söyle- medir. Gelenek içerisinde bulunan bu kıstaslar âşıklar etrafında oluşan halk hikâyelerinde de görülmektedir. Halk hikâyeleri, göçebelikten yerleşik düzene geçişin bir ürünü olarak kabul edilmektedir. Hikâyelerde ağırlıklı olarak aşk ve kahramanlık gibi konular işlenmektedir. Gerek yaşadığı kabul edilen gerekse yaşadığı muhayyel olan âşıklar etrafında oluşan halk hikâyeleri de mevcuttur. Bu metinler içerisinde âşıkların birçok hususiyetinden bahsedildiği gibi âşıklık gele- neklerinin de yansımaları da görülmektedir. Âşıklar etrafında oluşan birçok hikâyede görülen âşıklık geleneği, Mahmut ile Nigâr Hikâyesinde de varlığını sürdürmektedir. Hikâyede Mahmut’un âşıklığını güçlendirecek şekilde saz çaldığı, mahlas aldığı, rüya sonrası ve bade içerek âşık olduğu, âşık karşılaşmalarına katılıp muammalar çözdüğü görülmektedir. Yaşadığı muhayyel olan bir âşık etrafında oluşan bu hikâyeyi varyantlarıyla birlikte mukayeseye dayalı bir yaklaşımla inceleyerek içerisindeki âşıklık geleneği ile ilgili kıstasları tespit etmeye çalışacağız.
ÖZET Einstein'ın özel görelilik kuramının gerektirdiği dört boyutlu uzay anlayışı zamanın akışı, hareket ve değişim gibi olguların birer yanılsamadan ibaret olduğunu göstererek klasik zaman ve nesne anlayışını büyük ölçüde değiştirmiştir. Bu çalışmanın amacı, değişen bu kavramlar çerçevesinde, zihnin ve bilincin dört boyutlu uzay-zamandaki konumunu araştırmaktır. Dört boyutlu evren tasarımının, zihnin zamanda ilerleyen ve değişen bir varlık olduğu inancından ziyade, zihnin tıpkı diğer nesneler gibi anlık uzay-zaman kesitlerinden meydana geldiği iddiasını desteklediği öne sürülecek ve bu iddia irdelenecektir. ABSTRACT The notion of four-dimensional space, entailed by Einstein's special theory of relativity, has altered the classical understanding of time and object through showing that flow of time, motion and change are illusions. The aim of this paper is to search for the status of mind or consciousness within the framework of these modified concepts. It will be claimed that the notion of four dimensional universe supports the idea that the mind consists of instantaneous space-time slices rather than the belief that it is a being that changes and moves through time.
TASNIF DÖNEMINDE HADISÇILERIN ÜCRET KARŞILIĞINDA HADIS RIVAYET EDEN RAVILERE YAKLAŞIMI (NESAI ÖRNEĞI
PEARSON JOURNAL OF SOCIAL SCIENCES & HUMANITIES 2020 Volume 5 Issue 8;64-80, 2020
Özet Önemli bir kültür ve sanat merkezi olan Gaziantep, bölgedeki zengin kültür birikimi ile halk edebiyatına katkısı olan önemli ozan, araştırmacı ve akademisyene ev sahipliği yapmıştır. Bu çalışmada, Gaziantep yöresinde yaşamış halk edebiyatına katkıda bulunan halk ozanlarının, araştırmacı ve akademisyenlerin kısa hayat hikâyeleri, eserleri ve günümüze kadar indeksli makaleleri incelenecektir. Deli Boran, Şakir Sabri Yener, Ömer Asım Aksoy, Cemil Cahit Güzelbey, Onat Kutlar, Ülkü Tamer, Âşık Mızarlı Mehmet; Mehmet Kara ve Celal Şenocak, Âşık Gül Ahmet Prof. Dr. Behiye Köksel, Prof. Dr. Mehmet Erol ve Doç. Dr. Mustafa Gültekin çalışmada araştırılacaktır. Deli Boran, Şakir Sabri Yener, Ömer Asım Aksoy, Cemil Cahit Güzelbey Onat Kutlar, Ülkü Tamer ve Âşık Mızarlı Mehmet son yüzyılda yaşamış ve halk edebiyatına önemli katkıları olmuştur ve tüm coğrafyada önemli etkiler bırakmışlardır. Şakir Sabri Yener, Ömer Asım Aksoy, Onat Kutlar, Ülkü Tamer, Cemil Cahit Güzelbey ‘in adına pek çok çalışma yapıldığı, araştırmacıların yazdıkları eserlerin Google Akademikte yüzlerce defa atıf aldığı görülmektedir. Son yıllarda Gaziantep’te yaşayıp çalışmalarını sürdüren, ilin sosyal-kültürel etkinliklere katılan ve katkıda bulunan Mehmet Kara ve Celal Şenocak, Gül Ahmet Yiğit’in yaşamları ve eserleriyle ve Gaziantep Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışan akademisyenler Prof. Dr. Behiye Köksel, Prof. Dr. Mehmet Erol ve Doç. Dr. Mustafa Gültekin’in her biri onlarca atıf alan yazdıkları makaleler ve kitaplarla halk edebiyatına önemli katkılar sağlamıştır. Anahtar kelimeler: Halk Edebiyatı, Gaziantep, Ozanlar, Araştırmacılar. MINSTREL AND RESEARCHERS CONTRIBUTING TO FOLK LITERATURE LIVED IN GAZIANTEP REGION Abstract Gaziantep, which is an important culture and art center, hosted important minstrel, researcher and academician who contributed to folk literature with its rich cultural accumulation in the region. In this study, short life stories, works and articles with indexed articles of folk poets, researchers and academicians who have contributed to folk literature in Gaziantep region will be examined. Deli Boran, Şakir Sabri Yener, Ömer Asım Aksoy, Onat Kutlar, Ülkü Tamer, Cemil Cahit Güzelbey, Asik Mızarlı Mehmet; Mehmet Kara, Celal Şenocak, Âşık Gül Ahmet, Professor Behiye Köksel, Professor Mehmet Erol and Associated Professor Mustafa Gültekin will be researched in the study. Deli Boran, Şakir Sabri Yener, Ömer Asım Aksoy, Cemil Cahit Güzelbey, Onat Kutlar, Ülkü Tamer, and Minstrel Mızarlı Mehmet have lived in the last century and have made important contributions to folk literature and have made a significant impact on the entire geography. It is seen that many studies have been done on behalf of Şakir Sabri Yener, Ömer Asım Aksoy, Cemil Cahit Güzelbey, Onat Kutlar, Ülkü Tamer and the works written by researchers are cited hundreds of times in Google Scholar. Mehmet Kara and Celal Şenocak, who have lived and worked in Gaziantep in recent years, participated in and contributed to the social-cultural activities of the province, are academicians who work with the lives and works of Gül Ahmet Yiğit and as academicians at Gaziantep University Professor Behiye Köksel, Professor Mehmet Erol and Associated Professor Mustafa Gültekin made important contributions to folk literature with his articles and books, each of which was cited by tens of references. Keywords: Folk Literature, Gaziantep, Poets, Researchers
Timur, Şebnem ve Murad Babadağ. 2022. "Tasarımın Tesellisi: Özne ve Nesnenin Zoraki Ayrımında Boynu Bükükler." UTAK 2022 UTAK Ulusal Tasarım Araştırmaları Konferansı -Tasarım ve Çoğulculuk, (14-16 Eylül 2022) Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Ankara, 2022
Bu yazı, “tasarım”ın ontolojisi üzerine – tasarımın düşünme, üretme, yapma, ifa etme yaklaşımlarını, ele alış biçimlerini – irdeleyen çalışmalara kapı açan bu davete cevaben kaleme alınmıştır. Heskett tasarımı şöyle tanımlamıştır: “Tasarım, tasarımcılar bir tasarım üretmek için bir tasarım tasarladığında oluşandır (2001).” Bu tanım, “tasarım” kavramının hem fiil, hem isim, hem fiili mümkün kılan disiplin, hem süreç, hem bitmiş ürün anlamında kullanılmasının ne kadar problemli olduğunu ima etmektedir. Buradan hareketle bir tasarım ontolojisinden bahsedilmesi gerektiğinde öncelikle tasarımın hangi katmanından bahsedildiği açıklanmalıdır. Ancak burada, bir katmanı bağımsız ve tekil olarak ele almak yerine tasarımı bütün halleriyle birlikte ve öncesi ve sonrasını da katarak, meseleyi oluşumdan -kullanıma uzanan ve birbiri içine giren bir varoluş biçimi olarak okuma önerilecektir. Tasarımın hallerinin farkları itibariyle dil de dahil olmak üzere temsil/oluş biçimleri irdelenmeye çalışılacaktır. Bunu yaparken “tek başına nesne”nin Antik Yunan düşüncesi sonrası yapılmış özne ve nesne ayrımının bir ürünü ve zorunlu olarak nasıl bir eksikle doğduğu, varoluşunu bu “eksik” üzerine kurduğu ve buna bağlı olarak eğer mümkünse bu eksiğin nasıl tamamlandığına dair olasılıklar açılmaya çalışılacaktır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.