Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2024, ORTA ASYA’DA DİL VE EDEBİYAT (XV-XX. YÜZYIL) SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ
Türklerin İslam Medeniyetine katkıları her alanda olduğu gibi Arap dili alanında da gerçekleşti. Türkler İslam Medeniyetinin dili sayılan Arap diline çok önem verdiler ve bu dilin öğretilmesi için önemli eserler ortaya koydular 1 . Buhara, Semerkant, Harezm, Curcan, Fergana, Tus, Erdebil, Berde ve Kaşgar gibi vilayetler ve büyük şehirlerde medreseler kurularak Arapça ve İslamî ilimler üzerine eğitim verilmeye başlandı. Yine bu dönemde halkın kullandığı dil olan Türkçe içinde Arapça kelimeler arttı. Diğer Müslüman milletlerle aynı İslamî dersler ve ilimler öğretildiğinden kültürlerde yakınlaşmalar oldu. İslamiyet, Türklerle diğer milletlerin ortak paydası hâline geldi. Meşhur Doğu dilcilerinin adlarını öğrendiğimiz zaman, Arapçanın bilimsel dil bilgisinin gelişmesinde büyük emeği olan bilim adamlarının çoğunun Türk veya Fars olduğu görülmektedir 2 . İlk dönemlerde; Halefu'l-Ahmar b. Hayyân el-Fergânî (ö.769), Abdullah b. el-Mubârek et-Turkî (ö.798), el-Farâbî (ö.950), el-Bîrûnî (ö.1048) gibi Türk asıllı alimler ile başlayan bu çalışmalar, Karahanlılar (990) devam eden çizgide yüzlerce ilim adamı ve eserle devam etmiştir 3 . Orta Asya'da yetişmiş ilim adamlarından Arap dili alanında eserler vermiş kişi sayısı oldukça çoktur. Bu sebeple bu çalışma XII. ve XIII. yüzyıllar arasında yaşamış Orta Asya'da yetişmiş ilim adamları ve Arap dili alanındaki eserleriyle sınırlandırılmıştır. Çalışmada gibi alimler ve Arap diline yaptıkları katkılar ele alınacaktır.
Orta Asya’da yoğun olarak müşahede ettiğimiz dağ kültüne bağlı inanışların izlerine bugün Anadolu’nun birçok yerinde rastlamak mümkündür. Bu bildiride önce Orta Asya’da dağ kültüne kısaca değinilecek, daha sonra Kırgızistan-Oş Süleyman Dağı ile ilgili günümüzde yaşayan halk inanışları ve pratikler ele alınarak, bu inanış ve uygulamaların Anadolu’daki yansımalarına işaret edilecektir.
Bu çalışmada, Orta Asya'da IX-XII. yüzyıllarda inşa edilen Camilerin taşıyıcı unsuru olarak kullanılan ahşap ve ender olarak kullanılan taş direkleri araştırılmıştır. Bununla birlikte İslam öncesi ahşap malzemenin Türk boylarının sivil yapılarında kullanım alanları ve ahşap sanatında kat ettikleri mesafe de incelenmiştir. İslam dininin bölgeye yayılması ile ahşap sanatı dini mimaride kullanılmaya başlamıştır. Bu amaçla günümüzde Özbekistan, Tacikistan ve Kazakistan sınırlarında bulunan erken dönem yapılarında sıklıkla karşılaştığımız, doğal afetlerden, bazen de insan eli ile değişim ve dönüşüme maruz kalan camilerden geriye kalan direkler ve sütunlar yeniden, etraflıca ele alınmıştır.
NİZÂMÎ-İ GENCEVÎ’NİN “HÜSREV Ü ŞÎRÎN” ESERİNDE HÜSREV’LE FERHAT’IN ATIŞMASI VE ONUN NAZİRELERDE YANSIMASI Altercation of Khosrow and Farhad in Nizami Ganjavi’s Khosrow and Farhad” Romance and It’s Reflexion in Imitatives, 2021
Nizami Ganjavi’s works including the time collapse they compiled were followed by his simultaneouses and his style, writings were consulted and a range of imitative poems were also written. The Khamsah consisting of 5 romances considered to be among the most popular and worthwhile works in world literature. Khosrow and Shirin, the second romance of Khamsah, is prominent not only for the main theme, language, but also by referring to the happenings in historical sources of early ages. The most taking attention scene in the romance is altercation of Khosrow and Farhad, one of the most beautiful episodes. The altercation genre Nizami successfully used in Khosrow and Shirin was used by other litterateurs afterwards. Amir Khosrow Dehlavi, the indian scholar who lived in XIII century, wrote an imitative poem Shirin and Khosrow to Nizami’s Khosrow and Shirin. Dehlavi has enlarged the altercation scene of Khosrow and Farhad. Another poet of the same time period was Khwaju Kermani who kept alive Nizami’s traditions in his works. Humay and Humayun and Gul and Nowruz were the two beautiful romances partially modeled on Nizami’s earlier Khamsah and were written in mutakaip and hazach behers of poetry. Abdurrahman Jami who was the second and the lastest representator of classical Persian poetry also compiled Haft Awrang as an imitative masnavi poem of Nizami’s Khamsah. Khosrow and Shirin is not among the modeled Works, we just meet the stories about Khosrow and Shirin in Herednameh-e Eskandari and that stories took place in other sources earlier. One of the most important scenes in Khosrow and Shirin was modeled in a range of works afterwards and inherently it has been subjected to change. These changings base on the wording, wit and fantasy of the compiler. Generally, scholars noted taking Nizami as an example with a sense of pride.
Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Dergisi, 2018
The first region conquered by the Ottomans in the Balkans is Thrace. Today Thracian region is divided between Greece and Turkey as Eastern Thrace and Western Thrace. Upper Thrace is within the borders of present-day Bulgaria. Most of the Eastern Rhodope region is in Bulgaria and a small part is in Greece. The Thracian region, including the Eastern Rhodopes, is the region where the Seydi Ali Sultan zawiya, and other early zawiyas and lodges with spiritual connection to it were located. Here in this region, certain historical persons, such as Kızıl Deli (Seydi Ali Sultan), Otman Baba and Yağmur Baba, named by Ömer Lütfi Barkan as “Colonizer Turkish Dervishes” were the spiritual leaders of the Ottoman conquests in the Balkans and pioneered the spread of Islam. These dervishes were also representatives of the Bektashi culture in the Balkans. Based on the data from the Ottoman registry books, it is possible to draw a triangle in the geographic region where the zawiyas of Kızıl Deli (Seyyid Ali Sultan), Otman Baba and Yağmur Baba were located. In fact, the zawiyas of Kızıl Deli, Otman Baba and Yağmur Baba are geographically very close to each other and today’s Dimetoka, Kardzhali and Hasköy cities present the endpoints of the triangle. The referred area is located in Thrace-Eastern Rhodope region. Although there are independent studies of these zawiyas situated in the same area, there is not any comparative study on them. In our study, we aim to compile and analyse the data about mentioned zawiyas from the earliest Ottoman records to the Ottoman registry books dated up to the end of the XVIth. There are four other important figures that have influenced the history of the region in this triangular geography. They are Elmalı Baba, Ahad Baba, Hasan Baba, and Osman Baba. The information about these zawiyas mentioned in the Ottoman registry books will be collected and evaluated.
Osmanlı Devleti, birçok hukukî ve malî kurum ve uygulamaları gibi vergi sistemi ile vergiden muaf olma uygulamasını da kendinden önceki Türk-Ġslâm devletlerinden tevârüs etmiĢlerdi. Osmanlılar, bazı kiĢi ve zümreleri çeĢitli sebeplerle vergiden muaf tutmuĢlardı. Halkın askerî (yöneticiler) ve reâyâ (yönetilenler) olmak üzere iki ana sosyal sınıfa bölündüğü Osmanlı Devleti"nde XV.-XVIII. yüzyıllarda uygulanan vergi muafiyeti, yöneticileri yönetilenlerden ayıran en önemli özellikti. Saray halkı, askerî ve sivil bürokrasi, din adamları ile yargı-ilim bürokrasisi her türlü vergiden muaftılar. Kimi hizmetleri yerine getiren kiĢilerle, çeĢitli iĢ kollarında çalıĢan gruplar da vergilerin tümünden ya da bir kısmından muaf tutulmuĢtu. Ġskân edilenler ve göçmenlerden de bir süre için vergi alınmıyordu. Osmanlı devlet düzeninde, hukukî ve malî yapısında vergi muafiyeti hem siyasî hem de malî ve ekonomik olarak önemli iĢlevlere sahipti. XV.-XVIII. yüzyıllarda Osmanlılar vergi muafiyetlerini kamu harcamalarını azaltacak, Ģehirlerin iaĢesini sağlayacak ve sosyal çatıĢmalara engel olacak Ģekilde kullanmaya gayret ettiler. (Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, vergi, vergi sistemi, vergi muafiyeti, kanun-nâme, tapu ve tahrir defterleri)
TATAR VE BAŞKURT TÜRKÇELERİNE RUSÇADAN GİREN KELİMELER, 2008
GİRİŞ Edebiyat ve sosyoloji birbirleriyle etkileşim hâlinde olan disiplinlerdir. Merkezlerinde insan olan bu iki bilim dalının birbirleriyle doğrudan ya da dolaylı bağlantıları, disiplinlerarası çalışmalara olanak sağlamaktadır. Sosyoloji, toplum yapısını her yönüyle incelerken edebiyat; toplum yapısının temelini oluşturan olay veya olguları edebî eserler vasıtasıyla işler. Edebiyat, sosyolojinin zaman ve mekâna bağlı olarak incelediği toplumsal davranışları konu edinir ve tıpkı sosyoloji gibi bazı toplumsal olay ve olguları neden sonuç ilişkisi bağlamında subjektif bir bakış açısıyla açıklar. Bu nedenle edebiyat ve toplumun aslında birbirini tamamlayan bir yapı içinde harmanlandığı söylenebilir (Alver 2004: 94-95). Edebiyatın sosyolojik imkânı tartışması, ayna kavramını merkezine alır. Yazar, eseriyle dünyayı resmeder, ele aldığı tüm olgu ve durumlar okuyucuya bir ayna tutar. Ayna, yansıtma yapmaktadır; norm, tutum, davranış, gelenek ve görüngüleri yansıtmaktadır (Kayalı, 18). Edebiyatın toplumu yansıttığı varsayımını karşılayan ayna terimi, edebiyat ve sosyoloji arasındaki bağı güçlendiren temel bir izlektir. Edebiyat, anlattığı hikâyeyi kurgulamak üzere gereken verileri toplumdan alır, toplumun şartlarından etkilenir ve bir anlamda tekrar toplumu yansıtır. Edebî eserlerin, kimi zaman toplumsal temayı içererek toplumu yansıtması kimi zaman da toplum veya bireyler üzerinde etki yaratması, metin incelemelerinde yeni yöntemlerin doğmasına zemin hazırlamış ve bununla beraber, eserlerin tarihsel, sosyal ve kültürel boyutlarının ortaya konulmasında yeni yöntemler geliştirmiştir. Bu noktadan hareketle, edebiyat eserinin sanatçıyla, okurla ve toplumla ilişkisi-etkileşimi sosyolojik okumalar için önemli bir hâle gelmiştir. Edebiyat biliminin bir disiplini olan edebiyat sosyolojisi (Kösemihal 1968: 185), sanat eserleriyle toplumsal gerçekliklerin birbirini nasıl ve ne derece etkilediğini konu edinmektedir. Edebiyat sosyolojisi, hareket noktası olarak edebî eserleri almaktadır. Ancak, bütünüyle edebî eserlerin içerikleriyle (konu, muhteva, tema, metin) ilgilenmemekte, yani salt metin merkezli bir araştırma gerçekleştirmemektedir. Bunun ötesinde edebiyat sosyolojisi, edebiyat ilişkileri kavramına uygun bir biçimde, edebiyatın tüm açılımlarını, yönlerini, etkilerini ve bir iletişim ortamı kurma yönünü vurgulamaktadır. Merkezî bir öneme sahip edebî metin dolayımında oluşan ilişkiler, kümeler, gruplar, aktörler ve ilişki ağlarını ifade eden edebiyat ilişkileri, edebiyat sosyolojisinin gerçek alanını da oluşturmaktadır. Yazar, metin, okur kitlesi, yazar kuşakları, yayıncılık, okuma sorunu ve okuma nedenleri yahut sonuçları gibi meselelerin oluşturduğu önemli, sürekli ve vazgeçilemez bir ilişki ağını temsil eden edebiyat ilişkileri, edebiyat sosyolojisinin mecrasını belirlemektedir. (Alver 2015: 345) Toplum ve edebiyat arasındaki karşılıklı etkileşimi incelemeyi amaçlayan edebiyat sosyolojisi, yazar ve şairlerin, yaşadıkları çevreden ve bu çevrede gerçekleşen olay ve olgulardan, ne ölçüde etkilendiklerini; yaşanılan hâdiseler karşısında nasıl bir tutum sergilediklerini ve görüşlerini, eserlerinde nasıl yansıttıklarını ortaya koymaya amaçlamaktadır. Edebiyat sosyolojisi, siyasi rejimleri, idarî mekanizmaları, kültürel müesseseleri ve sosyal sınıfları iktisadî ve sosyolojik temellerde ele alır. Edebiyat sosyolojisinin, temel uğraşı alanlarından biri, çeşitli problemlerle kuşatılmış sosyal yapıları incelemektir. Sadece toplumsal sorunlar değil güncel konular da yazarın eserlerinde yer almıştır. Böylece edebi eserlerin sosyolojik yönü ortaya çıkmaya başlamıştır. Batılılaşma, züppelik, kadın meselesi, cariyelik, sınıfsal ayrışma ve sınıfsal
MIKAD, 2021
The concept of a literary personality expresses the literary and cultural accumulation of the artist, which differs from the personality unique to each person. In this sense, the Timurids-mirzas, who were outstanding and at the same time rulers of the period in the cultural sphere of the XV century, appeared in the sources as literary people or literary figures. If you count some sources related to the topic: "Majalis an-nafais" Alisher Nawai, "Tazkirah-i shu’ara" of Devletsah Samarkandi, "Wakaya" (Baburname) of Zahiriddin Muhammad Bobur, "Habib al-siyar" of Giyaseddin Khandemir, "Tarikh-i Rashidi" ofMuhammed Haider Mirza, "Ravzat al-salatin" by Fakhr-i Heravi, "Badae al-wakayi” of Zayniddin Vosifiy, "Muzakkir al-ahbab" of Hasanhoja Nisari. Throughout history, there have been many rulers who wrote poetry or engaged in other arts. However, this is a very rare event in the history of literature, when there are many masters who grew up from the same dynasty. In this respect, it is a fact that the Timurid rulers did not require much evidence that they were interested in and interested in literature, artistic creativity, and ingenuity Having stated the value of the Timurid mirzas in reflecting their literary personality in the abovementioned and related sources, we have defined the purpose and duty to indicate how clear the ideas of the authors of the mentioned works are and what are the principles underlying them. The article explains the significance of the Timurids for the Turkish language and literature by citing examples from Alisher Navai's book "Majalis an-nafais", whose works they wrote in Chagatai Turkic and other sources. In fact, the information contained in the sources about Shahrukh mirza, Khalil Sultan, Mohammad Mumin mirza, Shah Garib mirza, and Zahiriddin Mohammad Babur has been identified, described, and analyzed.
Ortadoğu’dan başlayarak Avrupa sınırlarına kadar genişleyen Perslerin kurduğu imparatorluklardan biri olan Ahameniş İmparatorluğu’nun Ege Denizi’ne geldiği sırada karşısındaki küçük ve orta güçlerin ittifakı tarafından mağlubiyete uğratılması oldukça ilgi çekici bir konudur. Orta güçlerden Atina ve Sparta, karşılaştıkları hegemona karşı güç dengesi sağlamak maksadıyla ittifak kurmuşlar ve Persleri yenmişlerdir. Bu sayede kısa bir zamanda orta güç seviyesinden büyük güç seviyesine yükselmişlerdir. Ancak hegemon olan Ahameniş İmparatorluğu’nun yenilmesinden sonra bölgede doğan güç boşluğunu güvenlik ikilemleri ve emperyal istekler sonucu güç geçişi ile doldurmaya çalışmışlardır. Özellikle Atina bu konuda Yunan Birliği’nin öncülüğünü yapmaya çalışmıştır. Ancak diğer orta ve küçük güçlerin Sparta ile Atina arasında müttefik olarak yeniden dağılımı dengeleri tekrar değiştirmiştir. Yaklaşık bir buçuk asırlık dönemde (M.Ö.499-M.Ö.338) yer alan güç değişimlerinin bölgesel hiyerarşiler açısından incelenmesinin farklı sonuçlar vereceği değerlendirilmiştir. Bu maksatla bölgenin sınırları olarak, güç mücadelesinin geçtiği Anadolu’nun batısı, Ege Denizi, Trakya, Yunanistan ve İtalya’nın doğusu arasındaki bölge seçilmiştir. Bu makale, seçilen bölge içerisindeki orta güçlerin, büyük güç veya hegemon olmak için yaptıkları siyaseti güç geçişi, güç dengesi ve güvenlik ikilemi açısından incelemek amacıyla yazılmıştır.
Bu makale, Orta Asya jeopolitiğini değiştiren faktörleri ve bu faktörlere bağlı olarak rekabet eden güçleri analiz etmektedir. Orta Asya’da bir çok bölgesel ya da küresel gücün ilgi ve çıkarları olmakla birlikte, bu çalışmada daha çok bölgede mevcut olan sorunların ya da gelişmelerin oluşmasında ağırlıklı etkinliği olan Rusya Federasyonu, ABD ve nispeten AB’nin politikaları incelenmektedir.
DOKUZUNCA ASIRDA DIMAŞK, DİYARBEKİR VE ERMÎNİYYE'DE BİR EMİRLİK "ŞEYHOĞULLARI" Öz Şeyhoğulları adlarını Arap Rebia Kabilesi'nin bir kolu olan Benû Şeybân'a mensup İsa b. eş-Şeyh es-Selîl'in babası eş-Şeyh'den almaktadırlar. Devletin kurucusu İsa b. eş-Şeyh'in adına ilk defa Abbâsî Halifesi Mütevekkil (232-247/847-861) döneminde Muhammed b. Buʿays'ın çıkardığı isyanı bastırmak için gönderilen ordu içerisinde rastlanmaktadır. Bu isyanın bastırılmasında gösterdiği faydalardan sonra Haricîler ile mücadele etmiş ve Bizans sınırına doğru ilerleyerek gazalarda bulunmuştur. Mu'tez'in (252-255/866-869) halifeliğe geçişi esnasında Dımaşk ve Filistin dolaylarında faaliyetlerini sürdüren İsa, biat etmediğinden üzerine gönderilen ordu karşısında tutunamayarak Mısır'a gitmek zorunda kalmıştır. Daha sonraları Diyarbekir ve Ermîniyye'ye tayin edilen İsa Diyarbekir'de bağımsız bir şekilde hareket etmeye başlamış ve Ermîniyye'deki ihtilaflardan da faydalanarak sınırlarını Van Gölü havzasına kadar genişletmiştir. İsa'nın 882 yılında vefat etmesinden sonra emîr olan oğlu Ahmed döneminde Taron (Muş) ele geçirilmiştir. Ahmed 898 yılında vefat edince halife Mutazıd (279-289/892-902) Amid ve Meyyâfârikîn'i Ahmed'in yerine geçen oğlu Muhammed'den alarak Şeyhoğullarına son vermiştir. Abstract The names of the Shaykhs are from al-Shaykh who is the father of İsa b. al-Shaykh al-Salil belonging to Banû Shaybān, a branch of the Arab Rebia tribe. The founder of the state İsa b. al-Shaykh the name of whom, for the first time was found in the army that had been sent to repress the rebellion emerged by Muhammad b. Buʿays in the period of Abbasid Caliph Mutawakkil (232-247 / 847-861). After successes in suppressing this rebellion, he struggled with the Kharijites and found himself in the battles towards to Byzantine border. İsa, who continued his activities around Damascus and Palestine during the transition to the caliphate of Mu'tazz (252-255 / 866-869), had to go to Egypt without being able to stand against the army sent to him because he did not ally the new caliph. İsa, who was later assigned to Diyar Bakr and Armenia, began to act independently in Diyar Bakr and benefiting from the conflicts in Armenia, he extended his borders to the Van Lake basin. After İsa died in 882, his son Ahmed became the Amir and in the period of whom Taron (Muş) was seized. When Ahmed passed away in 898, Caliph Mu'tazid (279-289 / 892-902) seized Amid and Mayyâfârīkîn from his son Muhammad, who replaced Ahmed, and ended the Shaykhs.
ANA HATLARI İLE ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI, 2019
ALEVİLİK-BEKTAŞİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ, 2018
The Ottomans went on to the Balkans after taking the Çimpe castle in 1352 and the castle of Gelibolu in 1354, and there they continued their conquests. In a short time, many cities in Thrace were came under the Ottoman rule. One of the first conquered cities in Thrace was the city of Dimetoka, today located within the borders of Greece. Dimetoka, included in the Ottoman administrative division and located in the region of Seydi Ali Sultan’s zawiya, was turned into a district (kaza) centre affiliated to Çirmen Sanjak. After being taken under the control of the Ottoman Empire, in Dimetoka and in its regions the Ottoman raider lords (uç bey) and religious leaders began to establish their lodges and zawiyas. These are followed by the establishment of foundations. Among those who founded these institutions and settlements, we come across raider lords such as Turhan Bey, Malkoç Bey and Mezid Bey. As for the religious leaders, we can mention Abdal Cüneyd, Çakmak Dede, Ahi Dinek, Kanad Abdal and Hızır Baba. The zawiyas and foundations established by the raider lords and religious leaders were legitimated due to the berats given by the Ottoman sultans such as Murad I, Yıldırım Bayezid, Mehmed I, Murad II and Mehmed the Conqueror. Among the income sources of these zawiyas and foundations, we found the villages named as Sultan Shah, Göç Beyi, Bektash and Ziyaret Beylü. In addition, the presence of Bektashane in some lodges reveals the relationship of the early religious leaders in the Dimetoka region with Bektashism. The Ottoman registry books contain important and rare information about foundations, dervish lodges and zawiyas established in the region. These registers belong to the period between 1485 and 1574. In this study, the zawiyas and lodges, established in the Dimetoka region, and some of the villages, which are among their sources of income, were analysed by using the registry books.
25. ULUSLARARASI ORTA ÇAĞ VE TÜRK DÖNEMİ KAZILARI VE SANAT TARİHİ ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU 25th INTERNATIONAL SYMPOSIUM on MEDIEVAL and TURKISH PERIOD EXCAVATIONS and RESEARCH in ART HISTORY, 2021
Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Ve Beşeri Bilimler Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü olarak 25. Uluslararası Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları ve Sanat Tarihi Araştırmaları Sempozyumunun ev sahipliğini yapmanın heyecanını ve sevincini yaşıyoruz. İlk olarak Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünün önderliğinde 1977 yılında gerçekleşen toplantılarımızda, 25. sempozyum ile çeyrek asrı tamamlamış oluyoruz. Bizlerin ve gelecek kuşakların ileride aynı hassasiyetle kültürümüzü, sanat eserlerimizi tanıtacak çalışmalara imza atacakları umudunu taşıyoruz. Sempozyumda ortaçağın taşınır ve taşınmaz kültür varlıkları ağırlıkta olmak üzere; kazı, yüzey araştırması, müze araştırması, mitoloji, ikonografi, arkeometri ve koruma çalışmaları gibi çok çeşitli konular yer almaktadır. Yurt içi ve yurt dışından 45 farklı üniversiteden 120 katılımcı tarafından 100 adet bildiri sunulacaktır. Böylece alanında uzman hocalarımızı, araştırmacıları ve öğrencileri aynı ortamda buluşturmanın mutluluğunu duymaktayız. Bu sempozyumun düzenlenmesinde başta Necmettin Erbakan Üniversitesi Rektörlüğümüz olmak üzere Selçuklu Belediyesi ve Konya Mimarlar Odasına verdikleri destekten dolayı teşekkür ediyoruz.
Her hakkı saklıdır. Yayıncının izni olmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz. Kaynak gösterilmek şartıyla iktibas edilebilir. Eserde yayınlanan yazıların her türlü sorumluluğu yazarlarına aittir. İrtibat | Contact Karabük Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi-Karabuk University, Faculty of Islamic Studies www.karabuk.edu.tr-https://unika.edu.tr/ Fatih Bayram Özet Araştırmamız, medrese ve tekkenin ürünü ve temsilcisi konumundaki müderris-mutasavvıf Muhammed Pârsâ özelinde bir geleneğe istinat edebilen ehl-i tasavvufun hadis ilmine ve hadis rivayetine dair yaklaşımlarını ele almaktadır. İslam geleneğinin tüm boyutlarıyla bütünlüğünden ve bu bütün içerisinde yer alan tüm alanların tamamlayıcı birer unsur olarak kabul edilmesi gerekliliğinden hareket etmektedir. Bu vesileyle konu edindiğimiz Muhammed Parsa 749/1348 yılında Buhara'da doğmuş, gençliğinde iyi bir medrese eğitimi almıştır. Aynı zamanda Bahauddin Şah-ı Nakşibend'in halifesidir. Yani hem bir mutasavvıf hem de bir müderris ve muhaddistir. Zira Hadis İlmi ile bilhassa ilgilenmiştir. İrşad görevini ifa ederken medrese hocalığı yapmaya da devam etmiştir. Faslu'l-Hıtâb adlı eseri tasavvufi konulara dairdir. Ancak içerisinde kendisi tarafından nakledilen 346 hadis yer almaktadır. Mezkur çok sayıdaki rivayetin tamamına yakını muteber hadis kaynaklarından aktarılmıştır. Hem hadislerin hem de diğer alıntıların kaynakları mutlaka verilmektedir. Genel olarak rivayetlerin yer aldığı kitaplar, babları, sahabi ravileri ve lafız farklılıkları gibi hadise dair hususiyetlerin özenle dikkate alındığı görülmektedir.
T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI OSMANLI MÜESSESELERİ VE MEDENİYETİ BİLİM DALI DOKTORA TEZİ , 2022
Şehirlerin sosyal tarihini çalışmak, bize şehrin bağlı bulunduğu devletin sosyal gelişimini, gelir durumunu ve demografik yapısını ortaya koyma noktasında önemli bir gösterge sağlamaktadır. Anadolu şehirlerinin yapıları ve çeşitli karakteristikleriyle belli bir tipoloji oluşturdukları ve benzer özellikler taşıdıkları, yapılan çeşitli çalışma ve araştırmalardan anlaşılmaktadır. Amasya’yı Anadolu’nun bilinen uygarlıklarından Osmanlı’ya ve günümüze uzanan yolda birçok olaya ve döneme tanıklık etmiş tipik bir Anadolu şehri olarak nitelendirebiliriz. Tezimizde Amasya’nın 19. yüzyıl ortalarındaki sosyo-ekonomik, kültürel ve dini yapısı ele alınmıştır. Tanzimat öncesinde başlayan ve sonrasında devam eden merkeziyetçi uygulamaların şehirdeki etkilerine değinilmiş, Osmanlı sosyal yaşamına dair izler sürülmüştür. Böylelikle 19. yüzyıl ortalarında Amasya’nın idari, iktisadi, dini ve demografik yapısı, idarecileri; şehir sakinlerinin isimleri, unvanları, lakapları, meslekleri, gelirleri, mal varlıkları, hayvanları; bu insanların yetiştirdiği ürünler, verdikleri vergiler, yaşam alanları ve bu alanlarda hizmet veren kamu kurumları ve vakıflar tespit edilmiştir. Tezde döneme ait temettuat defterleri ve şeriyye sicilleri başta olmak üzere arşiv belgeleri, kronikler, seyahatnameler ve hatıralar gibi asli kaynaklar yanında muhtelif araştırma ve sair incelemelerden oluşan tali kaynaklar kullanılmış ve şehrin sosyo-ekonomik ve kültürel panoraması çıkarılmaya çalışılmıştır. To study the social history of cities gives us an important indicator of the social development, income status and demographic structure of the state in which the city is located. It is understood from the various studies and researches that Anatolian cities formed a certain typology and had similar characteristics and structures to each other. We can describe Amasya as a typical Anatolian city that witnessed many events and periods on the way from the known civilizations of Anatolia to the Ottoman Empire and today. In our thesis, the socio-economic, cultural and religious structure of Amasya in the mid-19th century have been discussed. The effects of centralized practices on city which started before and continued after the Tanzimat have been mentioned, traces of Ottoman social life have been followed. Thus, the administrative, economic, religious, demographic structure and administrators of Amasya in the middle of the 19th century; names, titles, nicknames, occupations, incomes, assets, animals of city residents; the products these people grow, taxes they pay, their living areas, public institutions and foundations serving in these areas have been determined. In the thesis, primary sources such as the archival documents especially the books of the temettuat and the registers of şeriyye, chronicles, travelogues and memories have been used as well as secondary sources which consist of various sources of research and similar investigations, and socio-economic and cultural panorama of the city has been tried to be extracted.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.