Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
İncelememizde, Osmanlı-Türk devrim sürecine dair kavramsal bir çerçeve oluşturmayı amaçladık. Jön Türklerin 1908 öncesi ideolojik tartışmalarını-taleplerini ve bunların Osmanlı siyasal yapısındaki dönüştürücülüğünün sınırlarını belirlemeye çalıştık. İhtiyatlı bir yaklaşımla, sonu devrime çıksın ya da çıkmasın, Jön Türk hareketini bir "devrimci süreç" olarak nitelendirdik ve bu "özel devrimci süreç"in ideolojik öğelerini tahlil ettik.
2020
The members of the Young Turk movement, although made up of different fractions, came together to struggle for a common cause that is the restoration of the Constitution of 1876 and to ensure the abdication of Abdülhamid II. However after the Congress of Ottoman Liberals held in 1902 in Paris there appeared two competing fractions. First one was led by so-called ‘liberal’ Prince Sabahattin and bore the name ‘majority’. Second one was called ‘minority’ and led by the experienced leader of the movement before the split, Ahmet Rıza Bey. Starting from 1902 these two rival groups tried to prevail one and other until the outbreak of 31 March Incident and the advent of the Army of Deliverance in 1909.
Bu çalışma, İran'da 12 Haziran 2009 tarihinde Mahmud Ahmedinejad'ı ikinci kez cumhurbaşkanlığı koltuğuna taşıyan genel seçimlerin hemen sonrasında patlak veren ve sosyal medya aracılığı ile dünya kamuoyunun gündemine oturan 'Yeşil Hareketi'nin genel bir analizini yapmayı hedeflemektedir.
Kendine yönelik şiddet, şiddetin diğer türleri arasında farklı bir yerde durur. Kendine yönelik şiddet kapsamında kişilerin kendilerini aç bırakma edimi ortaçağın çilecilik anlayışından bu yana görülen bir davranıştır. Bu çalışmada insanların kendine yönelik uyguladıkları şiddetin bir şekli olarak beslenme bozuklukları ve buna yönelik hastalıklar irdelenmiş ve reklamların etkisi tartışılmıştır. Çalışma kendine yönelik şiddet, çilecilik ve beden imgesi kavramlarını incelemekte ve tüketim kültürü içinde beden-iktidar ilişkisine değinmektedir. Ayrıca toplum da farklı yansımalarını gördüğümüz iktidar ve küçük burjuvazinin beden kontrolü üzerindeki rolü ele alınmıştır. Devamında da çağdaş reklamcılığın ve reklamların bireyin kendi bedeniyle ilişkisine ve bedensel etkilere odaklanan araştırmalara yönelik literatürün taranmasını temel alan bir yorum sunulmuştur.
2018
Although folk tales have been created in oral culture atmosphere, they were converted into writing through the spread of literature and the development of printing techniques. The story of Kurbani is one of the folk tales that has kept through such a process. The story belongs to Âşık Kurbanî who lived in Azerbaijan in XVI century. The Kurbani story arised in Azerbaijan but this story is known in Turkey. The oral and written variants of this story is available in Turkey. The presence of theese texts, of course in Turkey and Azerbaijan makes it possible for us to accept the Kurbani as a joint minstrel.
Yaklaşık iki yüz yıllık bir zaman dilimini kapsayan Karahanlı Türkçesi, gerek günümüze kadar ulaşan dil yadigarları ile, gerekse kendisinden sonra ortaya çıkan Doğu Türkçesi, Batı Türkçesi, Kuzey Türkçesi ve Güney Türkçesi adlarıyla sınırlandırılan tüm yazı dillerine esas teşkil etmesiyle Türk Dili tarihinde önemli bir yer edinmektedir. Yansımalar, dış dünyadaki sesleri, görüntüleri vb. insan dilinin elverdiği şekilde taklit ve tasvir ederek anlatıma canlılık kazandıran sözcüklerdir. Yansımalar gerek kök gerekse türemiş biçimleriyle tarihi ve çağdaş Türk Dillerinin söz varlığında önemli yer tutar. Bu çalışmada, Karahanlı Türkçesinin en önemli eserlerinden olan Kutadgu Bilig ve Divânü Lûgâti't-Türk'deki yansıma kök ve gövdelerinden yansıma sözcükler türeten ekler ele alınmıştır.
DİSİPLİNLERARASI POLİTİKA VİZYONU VE STRATEJİLER 2020, 2020
THE PATHOLOGY OF LAUGHTER: TRAGIC (ANTI-) HERO IN THE FILM JOKER AS PART OF THE PHENOMENON OF LAUGHTER, 2022
sinecine, Cilt 13 Sayı 2, Ekim 2022 Öz Gerçekliğe en yakın görsel illüzyonu meydana getirebilme kabiliyetine sahip sinema sanatı, birincil kaynak olarak yaşamın kendisini kullanarak gündelik hayatta karşılaşılabilecek olayları, karakterleri, durumları yeniden üretir. Dolayısıyla; korkma, şaşırma, kızma, ağlama, gülme vb. gibi insani davranışsal/duygusal dışavurum ifadeleri, sinemasal anlatıların karakter oluşumlarında temel yapı işlevi görür. Bununla beraber, çok az film söz konusu davranışsal/duygusal dışavurum ifadelerinden herhangi birini doğrudan doğruya anlatısının harekete geçirici merkezi olarak inşa etmiştir. Bu yapımlardan biri olan Joker’de (2019) gülme olgusu, başkarakterin başlıca ayırt edici dışavurum niteliğidir. Onun gündelik rutininin zorunlu bir parçası olan bu olgu, fiziksel düzeyde bedeninin, manevi boyutta ise kişiliğinin ayrılmaz bir özelliğidir. Joker filminin ana karakterini gülme fenomeninin varoluşsal felsefi tartışmaları çerçevesinde analiz etmeye odaklanan bu çalışma, aynı zamanda karakterin anlatısal dönüşümünü de trajik anlam olasılıkları bağlamında irdelemeyi amaçlamıştır. İlk bakışta tümüyle ayrıymış gibi görünen bu iki irdeleme noktası, başkarakterin oluşum nitelikleri ile anlatıdaki karakter dönüşümü arasındaki direkt bağlantıdan ötürü analize dair özgün bir bakış açısı sağlamıştır. Filmin analizinde metodoloji olarak ise, kuramsal açıklamaları temel alan niteliksel görsel metin analizi benimsenmiştir. Ortaya çıkan değerlendirmeler doğrultusunda, Joker filminde gülme olgusunun karakterin psikopatolojik içsel konumunu imlediği gibi, öyküsel çizgide onun trajik bir kurbandan trajik bir kahramana, en sonunda da bir anti-kahramana dönüşümünde de önem arz ettiği sonucuna varılmıştır. Karakterin bu yönde değişen duygu durumuyla, aksiyonlarının niteliğinin yanı sıra gülme olgusunun anlamı da değişir. Anlatının başında uyumsuzluğu, çaresizliği, yalnızlığı ve acıyı simgeleyen gülme olgusu, final bölümünde erke, liderliğe, hazza ve coşkuya işaret eder. Film, istemsiz kahkaha krizlerinden muzdarip başkarakter aracılığıyla varoluşsal temelde yeni bir benlik inşası olasılığının altını çizer. Abstract Cinema is the art that most closely imitates actual life, capturing the reality of daily human experience and reproducing it in two dimensions. In doing so, it takes the behavioral and mental building blocks of the way humans relate to the world—horror, confusion, anger, laughter—and uses them to create characters we can identify with and stories that engage us. The fictional characters in films laugh where we would. They cry when sad. They get angry, and sometimes violent. They flinch when threatened. They are surprised by the unexpected. In a word, they display the full gamut of human behavior and emotion, and it is only through this display that a film’s narrative can be constructed. This article uses visual narrative analysis to explore this process through a focus on one particular behavior, laughter, in a film where that behavior is especially salient: Joker (2019), directed by Todd Phillips. In doing so, it aims to reveal the connection between laughter and the dramatic transformation of the main character in the narrative. The article’s scope thus covers both the film’s narrative and existential philosophical arguments about the phenomenon of laughter. For its methodology, this study relies on qualitative visual text analysis based on sequential and syntagmatic codes. Actions belonging to the narrative and story line are analyzed in specific scenes and in dialogue with the visual and audio content of the film. Laughter is the hallmark of the film’s main character, Arthur Fleck. His untimely fits of laughter suggest he is mentally unbalanced, even pathological, and play a vital role in displaying his existential self-formation over the course of the story. Indeed, his laughter is perhaps the core element of his character, vital to our understanding of his emotional life. Its transformation into violent, loud laughter functions as an embodiment of his existential misery, too. Ironic uses of laughter represent the externalization of Arthur’s inner reactions in the face of daily life. I examine how the film uses laughter to transform Arthur from a tragic victim into a tragic hero, and ultimately into a tragic anti-hero, over the course of its story arc. The meaning of his laughter evolves over the course of the film in tandem with Arthur’s changing emotional condition and his actions. Tragic breaking points in Arthur’s character transformation occur alongside crises of severe and loud laughter. Laughter reflects Arthur’s existential disharmony with the social order; it also accompanies tragic turning points in his character transformation. While at the beginning of the film it reflects Arthur’s agony and weakness, by the end it becomes a manifestation of his strength and brutality. Laughter thus serves as a proxy for his transformation from tragic victim to tragic anti-hero. This movie proceeds through the hero’s journey to the point of anti-hero through the ironic use of laughter.
4.TARİHÎ ROMAN VE ROMANDA TARİH BİLGİ ŞÖLENİ, 2020
Tarih ve edebiyatın bir araya gelerek oluşturduğu tarihî roman türü, dünyada sevilen ve okunan romanın önemli kollarından birini teşkil eder. Yalnızca roman yazarlarına değil, tarihçilere de araştırma ve incelemelerinde üzerinde durulmayan tarihsel boşlukların doldurulmasında destekleyici olan bu türün tarihî dönem tahlillerinde yeri tartışılmaz öneme sahiptir. Fiktif bir yapı olarak karşımızda duran tarihî romanlar, ülke ve dünya konjonktürüne bağlı olarak zaman zaman revaçta olmuş, çok yazılmış ve okunmuşsa da kimi zaman fazla talep görmemiştir. Lakin sosyolojik duruma bağlı olarak uzak durulduğu ve talep görmediği düşünüldüğü dönemlerde dahi niceliksel değerini korumaya devam eden tarihî romanlar, her dönem belirli ideolojik kesimler tarafından ilgi gören bir tür olagelmiş ve bu ilgi günümüze kadar devam etmiştir. Süregelen bu ilginin dışında devam etmekte olan bir başka durum ise tarihî romanın kavramsal tanımı / tarifi ve adlandırmaları bakımından hemfikir olunamayan ayrılıklarının mevcudiyetidir. "Tarihî roman nedir? Hangi isimlerle anılmalıdır?" gibi sorulara verilen cevaplardan ortak bir neticeye varılamaması da fikir ayrılıklarının yanında çeşitli tartışmaların gündeme gelmesine sebep olmuştur. Tarihî romana dair olan bu tartışmalı yaklaşımlarda, bakış açıları ve kavramlara yüklenen anlamın son derece etkili olduğu görülmektedir. Biz de çalışmamızda tarihî romanın Türk edebiyatındaki gelişim sürecinden bahsederek son derece girift olan tanım / tarif ve adlandırmalarını incelemeye çalışacağız. Anahtar Kelimeler: Kavramsal Çerçeve, Tarih, Roman, Tarihî Roman.
Bu çalışmada, uluslararası literatürde farklı teori ve metodolojik yaklaşımlar kullanılarak tartışılmış olan yıpranma olgusunun örgüt düzeyinde ele alınarak kuramsal bir değerlendirmesinin yapılması amaçlanmıştır. Bu kapsamda araştırmada ‘yıpranma örgütler için bir sorun mudur?’ sorusuna cevap aranmaya çalışılmıştır. Çalışmada örgütsel yıpranmanın Türkiye’de ve dünyada örgütler için artarak devam eden önemli bir sorun olduğu ve bu olgunun mikro ve makro düzeyde kuramsal olarak bütünleşik bir bakış açısıyla değerlendirilmesi gerektiği vurgulanarak literatüre katkıda bulunulmaya çalışılmıştır.
2019
GİRİŞ Göç insanlık tarihi kadar geçmişi olan bir kavramdır. Göç, bireyin ya da birey gruplarının bulundukları mekândan herhangi bir nedenden dolayı geçici veya kalıcı süreliğine başka bir bölgeye geçiş durumunu ifade etmektedir. Göç olgusu sadece mekânsal değişim değildir zaman içerisinde kazandığı farklı anlamlar da vardır. Bu da göç olgusunun girift bir yapıya sahip olmasına neden olmuştur. Göçmen birey ekonomik, sosyal, kültürel, dini vb. faktörlerin etkisi ile göç etmektedir. Bu faktörler hem göçmen bireyi hem de göç ettiği hedef ülkeyi etkilemektedir. Göçmen birey kaynak ülkenin örf ve adetlerini, tarihini, değerlerini içselleştirmesi bakımından belli bir hafızaya sahiptir. Göç ettiği hedef ülke kendisinin bir parçası olan hafızasını da götürmektedir. Bu bağlamda göçmen birey kaynak ülke ile hedef ülke arasında bir denge kurmaya çalışmaktadır. Göç faaliyeti yıllardan beri insanlar, toplumlar; gruplar halinde veya bireysel olarak gerçekleştirilen bir hareket olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu hareketlilik hali, birey ile toplum arasında bir etkileşim ortaya çıkarmaktadır. Bu etkileşim kültürel boyutta ''Kültürel etkileşim'' kavramıyla ifade edilmektedir. Bu anlamda göç, kültürün taşıyıcısı olan bireylerin etkileşimlerinde önemli bir yere sahiptir. Olumlu yanlarının olabileceği gibi olumsuz yanları da taşıyan göç faaliyeti kültürel çeşitliliği oluşturan unsurlar arasında yer almaktadır. Göç faaliyeti bir diğer taraftan insanların semboller dünyasını oluşturmakta etkendir. İnsanlar sembollerle kurduğu anlamlı ögeler aracılığıyla diğer insanlar ile bir arada yaşar ve iletişim kurarlar. Her göçmen bireyin anlam dünyası farklıdır. Geldiği kaynak bölgenin değerleri vasıtasıyla diğer insanlar ile ilişki biçimleri gerçekleştirirler. Göçmen bireyi kültüründen büsbütün kopuk bir yapı içerisinde ele alınması mümkün değildir. Bu yüzden kültür sosyal ilişkileri ve sosyal kurumlarının işlevini etkilemesi bakımından önemli bir kavramdır.
GEÇ OSMANLI MODERNLEŞMESİNİN YAPISAL DÖNÜŞÜMÜNDE JÖN TÜRKLER: 19. YÜZYIL ÜZERİNE BİR İNCELEME
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Konularında Bilimsel Değerlendirmeler edt. Şahin Karabulut, Ekin Yayınevi, Bursa, 2022, ss.149-157
Socrates Journal of Interdisciplinary Social Studies, 2022
Özet 1880'lerde Galton tarafından literatüre kazandırılmış olan öjeni kavramı, İkinci Dünya Savaşı bitimine kadar siyasi tartışmalarda önemli bir yer kaplamıştır. Kavramın özü bir ırkın yahut milletin niteliksel özelliklerinin geliştirilme çabasıdır. Öjeniye dair ortaya atılan ilk öneriler kalıtım yasalarına bağlı şekilde topluma yararlı grupların çoğalmasının teşvik edilmesi ve zararlı görülen grupların çocuk yapmasının kısıtlanmasıdır. 1933 sonrasında Nazi ırk teorisinin dayanak noktası haline gelecek olan öjeninin Almanya'daki öncülü ırksal hijyendir. Irksal hijyen, zayıf kesimlere yardım edilmemesini ve sağlıksız yahut engelli doğan kişilerin öldürülmesi yoluyla toplum sağlığının geliştirilebileceğini savunan bir akımdır. III. Reich dönemine kadar toplumsal ve siyasal olarak destek bulmayan bu görüş, Hitler'in iktidara gelişi sonrası radikalleşmiş ve bu görüşün savunucuları devlet içerisinde önemli pozisyonlara gelmiştir. Çıkartılan yasalarla negatif öjeni politikaları en sert şeklinde uygulanmıştır. Öjeni kavramı bu yıllarda Türkiye'de tartışılmaya başlanmış ve kamu sağlığı bir devlet politikası haline gelmiştir. Bazı yayın organlarında negatif öjeni savunuculuğu yapılmış olsa da bu öneriler dikkate alınmamış ve devlet, ırkçılığın bir aracı olan negatif öjeni uygulamalarına yönelmemiştir.
Günlük hayatta sıkça karşılaşılan zarar kavramı göründüğünden daha girift bir içeriğe sahiptir. Doktrinde zarar teorileri ve zarar kalemleri üzerine farklı görüşler ileri sürülmüş, bu noktada pek çok eser kaleme alınmıştır. "Türk Hukuku Kapsamında Zarar Kavramı Üzerine" başlığı altında zarar kavramı ve zarar türleri genel hatlarıyla açıklanmaya çalışılmış olup ilgili yazı zararın ve zarar türünün tespiti hususunda bir yol haritası çizmek maksadı ile kaleme alınmıştır.
1961 yılında yayın hayatına başlayan YÖN dergisi, yayınlandığı dönem içerisinde Türk sosyalizmini geliştirme amacıyla hareket etmiş ve yazılarını bu doğrultuda kaleme almıştır. Atatürkçülük, sosyal adalet, eşit gelir dağılımı, iktisadi kalkınma ve köy ve toprak sorunlarının üzerinde yoğunlukla duran dergi, geliştirdiği çözüm formülleriyle iktidara seslenmiş ve Kemalist muhalefetin sözcülüğünü yapmıştır.
Amaç: Bu çalışma, Türk marka hukuku bağlamında markaların korunmasına yönelik düzenlemeleri tarihi ve hukuki açıdan ortaya koymayı amaçlamaktadır. Yöntem: Araştırma literatürde yer alan bilimsel kaynakların ve hukuki metinlerin taranması biçiminde gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Marka korunmasına dair ilk yasal düzenlemelerin uluslararası alanda yaşanan gelişmeler paralelinde 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktığı görülmektedir. Konunun 150 yıla yaklaşan tarihsel gelişimi, Türk marka hukukunda hem iç hem de dış hukuk kaynaklarının belirleyici olduğu bir süreci ifade etmektedir. 1994 yılında kurulan Türk Patent Enstitüsü ve 1995 yılında çıkarılan 556 sayılı Markaların Korunmasına İlişkin Kanun Hükmünde Kararname en önemli iç hukuk kaynaklarını oluştururken, Türkiye’nin imzaladığı Paris Sözleşmesi, Madrid Protokolü, TRISPS gibi uluslararası sözleşmeler ve Madrid Anlaşması ile bu Anlaşmaya İlişkin Protokolün Uygulanmasına Dair Yönetmelik en önemli dış hukuk kaynaklarını oluşturmaktadır. Sonuç: Türkiye’nin uluslararası pek çok sözleşmeye taraf olmasının yanı sıra DTÖ/AB gibi örgütlere de üye olması Türk marka hukukunun göreli bir denge içerisinde uluslararası marka hukuku ile çok boyutlu olarak bütünleştiği bir yapıyı ortaya çıkardığı söylenebilir.
Günümüzde cehalet, okuryazarlıkla değil de bilgiye nasıl erişeceğini bilme ile ölçülmektedir. Araştırmacıların, çalıştıkları konuyla ilgili bilginin nerede, hangi kaynakta bulunabileceğini bilmesi, doğru kaynaklara ulaşması, araştırma sürecinin en önemli bölümlerinden biridir. Böylece, bu süreçte, dönüşler yaşamadan daha önceden yapılan değerlendirmelerin üzerine eklemeler yapılabilecektir. Kaynakça bilgisi önemi inkâr edilemez bir ihtiyaçtır. Türkmen Türkçesi üzerine hazırlanan kaynak eserlerin, Türkiye’de bu alanda çalışan uzmanlar tarafından bilinmesi büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada, kısmen de olsa bu ihtiyacın karşılanması hedeflenmektedir.
2020
Ebuzziya Tevfik, Jön Türkler diye adlandırılan ve 19. yüzyılda Osmanlı yönetimine muhalif olan, Batı yanlısı siyasi bir hareketin üyesidir. Aynı zamanda gazeteci kimliği ile kamuoyunu yönlendiren bir yazardır. Fikirlerinin geniş kitlelere ulaşmasında yayıncı olmasının payı büyüktür. Kendi adıyla anılan matbaası vasıtasıyla neşredilen Millet-i İsrailiyye, onun Yahudiler hakkındaki bilgi ve kanaatlerini paylaştığı bir eserdir. Kitap Yahudilerin tarihî ve dinî geçmişlerinin ana hatlarını sunar. Ayrıca yazarın perspektifinden Yahudilerin nasıl görülüp değerlendirildiğini anlamaya yarar. Sosyo-psikolojik yönleri göz önünde tutulursa, kamuoyunu şekillendiren fikirleriyle bir Jön Türk'ün, algıladığı ve Osmanlı toplumuna takdim ettiği Yahudi imajının önemli olduğu düşünülebilir. Yazar, Yahudilere birkaç farklı açıdan yaklaşır. Onların kanun ve medeniyet anlayışlarına eğilir. Sosyo-ekonomik cephelerini ele alır. Bu makale, 19. yüzyıl Osmanlı toplumunda, bir Jön Türk'ün, dinî ve millî cepheleri de olan her zamanın aktüeli olan bir konuya yaklaşım tarzını gösterir. Ayrıca henüz Latin alfabesine aktarılmamış olan bu kitap, Yahudiler gibi ilgi uyandıran bir mesele hakkında Türk basın hayatının tutumuna da ışık düşürür.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.