Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
Kur'an-ı Kerim'in okunuşu üzerindeki farklılıklar, kıraat disiplininde usûl ve ferşu'l-hurûf şeklinde, temelde iki kategori de ele alınmaktadır. Bu kategorilerden biri olan ferşu'l-hurûf, modern zamanda kıraat-tefsîr ilişkisi bağlamında, anlamı etkileme yönü üzerinden birçok çalışmaya konu olmuştur. Söz konusu bu yaklaşımlar anlam üzerine odaklandığı için ferşu'l-hurûf'un disiplin içi bir gözle kavram düzeyinde incelenmesi ise sınırlı olmuştur. Elinizdeki çalışmada, bu sınırlılığı aşmak için birinci bölümde disiplin içi bir yaklaşımla söz konusu kavram incelenmiş akabinde kavramın dayanak (yedi harf) ile ilişkisi ölçeğinde kıraat ilmindeki konumu sorgulanmıştır. Bu bağlamda yapılan yedi harf analizi, yeni bir tasnif denemesi oluşturmaya da imkân tanımıştır. İkinci bölümde söz konusu bu imkân kullanılarak yeni tasnif denemesi ışığında, ferşî farklılıklar ele alınmış ve belirli derecelerde mana etkisinin yönü tespit edilmeye çalışılmıştır. Kıraat ilminde, disiplin içi bir yaklaşımla ferşu'l-hurûf'un kavram düzeyinde ele alınması, yapılan dayanak (yedi harf) sorgulaması ile yeni bir tasnif formu geliştirilmesi ve bu tasnifin ikinci bölümde uygulanması tezin özgün değerini göstermesi bakımından önemli ve ayırıcı bir konumdadır. Tezde yöntem olarak nitel araştırma modellerinden betimsel analiz, içerik analizi ve dayanaklı kuram kullanılmıştır. Bu minvalde, kavram analizi yapılan tanım ve özellikler kısmında, daha çok betimsel ve içerik analizi; yeni bir tasnif denemesi oluşturulan dayanak (yedi harf) kısmında dayanaklı kuramın özgün desen formu kullanılmıştır. Mana etkisi bölümünde ise örneklendirme yapılarak yöntemlerin hedeflere ulaşmadaki etkinlikleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Genel hatlarıyla açıklanmaya çalışılan tez serüveninin meseleyi ele alış biçimi, tasnif kurgusu ve açıklama modelleri açısından kıraat ilmine ufak da olsa katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Hanbelî mezhebinin diğer mezheplere nazaran daha geç bir dönemde bağımsız bir bütünlüğe kavuşmuş olmasına rağmen diğer fıkıh çevrelerine paralel bir mezhepleşme süreci geçirdiği görülmektedir. Mezhebin teşekkülünü tamamlayıp klasik döneme girmesi, mezhebin kendi dönemine kadarki fıkhî birikimini sistematik bir biçimde, gelişen fıkıh diliyle ifade eden, Ebu?l-Kasım el-Hırakî (334/946) tarafından kaleme alınan ve mezhebin ilk el kitabı olarak kabul edilen el-Muhtasar isimli eserle gerçekleşmiştir. Bu eser Ahmed b. Hanbel?den kendisine kadar daha ziyade rivayet diliyle ve klasik dönemdeki fıkıh sistematiğinden uzak bir şekilde tedvin edilen fıkhî malzemeyi klasik dönemde görmeye alıştığımız üslûp ve sistematiğe yaklaştırarak yeniden ifade etmiştir.Gerek üslûp gerekse sistematik açıdan taşımış olduğu özellikler el-Muhtasar?ın mezhep çalışmalarında merkezî bir konumda olmasına sebep olmuştur. Eserin telif edildikten çok kısa bir süre sonra şerh edilmesi, sonraki dönemlerde nazmedilmesi, esere zevâid yazılması ve benzeri birçok çalışma onun telif geleneği oluşturma noktasında etki gücünü göstermektedir. Tabakat ve tarih kaynaklarında eserin ezberlendiğine, rivayet edildiğine ve çoğaltıldığına dair kayıtlar tedris faaliyetlerinde yoğun bir şekilde kullanılmış olduğuna işaret etmektedir. Eserdeki ibare ve cümle yapılarının mezhep eserlerinde aynı şekilde veya kısmî değişikliklerle kullanılmış olması da eserin muhtasar metin telifindeki etki gücünü göstermektedir. Eserin bu kadar yaygın bir etki gücüne sahip olması ve öncesinde bu özellikleri hâvî bir eserin bulunmaması sebebiyle el-Muhtasar, Hanbelî mezhebi için teşekkül döneminin sona erip klasik devrin başlamasının sembolü olarak edilebilir. Although the Hanbalite madhab has reached its independent integrity in a later period compared to other madhabs, its formation process has been paralel to these other legal circles. Abu?l-Q?sim al-Khiraq??s work al-Mukhtasar, the Hanbalite madhabs first acknowledged handbook, has formulated the accumulated legal knowledge up until its own time in a sophisticated legal language, and has defined the end of the formation period and the beginning of the classical period of the Hanbalite madhab. The accumulated legal knowledge from Ahmad ibn Hanbal up until al-Khiraq? which was primarily codified in a narrative language and far from using the systematic approach from the classical period, is in this work, brought closer to the latters form and style.Its stylistic as well as its systematic features are the main reason that al-Mukhtasar became the focal point of the following activities within the madhab. The production of annotations shortly after its being written, and in later periods its being transferred into verse (nazm), zaw?id type works being based on it and other kinds of works all point to its potency in forming a literary tradition. Biographical and historical records which show that the work was memorized, narrated and copied, also point to its intensive use in educational activities. al-Mukhtasar expressions and sentence structures which are used identically or partially in subsequent madhab works, also show its impact on the production of texts. Because of its widespread impact and the lack of a work with similar features before it, al-Mukhtasar can be easily seen as symbolizing the end of the Hanbalite madhabs formation period and the beginning of its classical period.
Bu makalede muhtelifu’l-hadîs ilminin ismi, konusu, tanımı, önemi, ortaya çıkışı, tedvini ve sebepleri ele alınmaktadır. Bu ilim ile ilgili görüşler bir araya getirilmekte ve müzakere edilmekte, ardından görüşler arasında bir tercih yapılmaktadır. Bunun yanısıra ilgili başlıklarda ilave bilgiler de bulunmaktadır. Bu çalışmada bazı örneklere dayanılarak hadîsler arasındaki ihtilafın giderilmesi konusunda doğru bir yöntem açıklanmakta ve öne çıkan sonuçların zikredilmesiyle de konu bitirilmektedir
Turkish Studies Dergisi, üç ayda bir yayınlanan uluslararası hakemli bir dergidir. Turkish Studies Dergisi"nde yayınlanan tüm yazıların, dil, bilim ve hukukî açıdan bütün sorumluluğu yazarlarına, yayın hakları www.turkishstudies.net"e aittir. Yayıncının yazılı izni olmaksızın kısmen veya tamamen herhangi bir Ģekilde basılamaz, çoğaltılamaz. Yayın Kurulu dergiye gönderilen yazıları yayınlayıp yayınlamamakta serbesttir. Gönderilen yazılar iade edilmez. Turkish Studies EBSCO, DOAJ, ICAAP, Scientific Commons ve MLA indeksleri tarafından taranmaktadır.
Diyanet İlmi Dergi, 2020
ÖZET: Ara nesil edebiyatı içinde mühim bir konumda bulunan Hazine-i Fiinun (1893-1 896) ve Maarif (1 891-1896) dergileri, barındırdığı müşterek şiirler ile dikkati çekmektedir. İki ya da daha fazla şairin, birer rrusra veya beyit söylemesiyle oluşan şiire müşterek şiir adı verilir. XIX. yüzyılda, bu tarz şiir sayısında mühim bir artış olduğu bilinmektedir. Bunun nedenlerinden biri , müşterek şiir yazmanın moda haline gelmesidir. Genellikle edebi bir mecliste, topluluk karşısında , şairlerin gönlüne doğması sonucu söylenen bu şiirler, onların yeteneklerini gösterebilmeleri için mühim bir zernin oluşturur. Adı geçen iki dergi ise, o devirde şairlerin müşterek şiirlerini gösterebilmeleri için bir araç haline gelir ve pek çok şair eserlerini bu iki dergide yayımlar. Şiirler, dergilerde çeşitli adlarla görülür: gazel, tah mis, tazrnin, tesdis, terbi ', şarkı, kıt'a nazım şekillerinde yazılrruştır. Bu dergilerde müşterek şiir yazan şairlerin başlıcaları ABSTRACT: Hazine-i Fünun and Maarif majmuas, which takes important places in the ara nesil literature (literature between Tanzimat and Servet-i Fünun periods), have remarkable position as including collective poems. Collective poems are written by two or more poets and the poets write on a line or couple. It is known that the increasing number of poems were written in the XIXth century. One of the reason is the fashion of collective poem. And these poems, which generally teli to community improvisationly, show their poetic competences. These two majmuas give them opportunity to publish their poems, thus the most of the poets published the ir poems in these majmuas. Poems are published under different names like ghazal, tahrnis, tazmin, tesdis , terbi , şarkı, kıta ete. Major of the poets written in these majmuas are Ahmet Cemal, Kamil, Lamih,. In this study we try to analyze their collective poems as content and form.
Akademik Bakış Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler Dergisi, 2016
1870’li yıllardaki İstanbul’un durumu o dönemin gazetelerinden öğrenilebilir. Özellikle bu yıllarda yayımlanan mizah gazeteleri, şehir insanının günlük alışkanlıkları ve yaşam tarzları hakkında bize önemli bilgiler sunar. Osmanlı’da çıkan ilk mizah gazetesi olan “Letâif-i Âsâr”, İstanbul şehri ve semtleri konusunda birçok yazı içerir. Bu gazetede 12 Nisan 1871 tarihinde yayımlanan bir muhâvere, Divan edebiyatının önemli bir türü olan şehrengizin yaşadığı dönüşümü gösterir. Bu muhavere ayrıca İstanbul’un o zamanki kültürel ve sosyal durumu hakkında önemli bilgiler verir. Biz, öncelikle muhâvere ekseninde şehrengiz türünün geçirdiği değişimi ele aldık. İkinci olarak da muhâverede İstanbul şehrinin ve semtlerinin nasıl yer aldığını inceledik.
turkishstudies.net
A t a b e y K I L I Ç * ÖZET Klâsik Türk Edebiyatı sahasında manzum eserler arasında üzerinde çalışılmayı bekleyen alanlardan birisi de manzum sözlüklerdir. Manzum sözlükler son zamanlarda gerek kendilerini tanıtır nitelikte yazılar, gerekse metinlerinin neşri suretiyle dikkat çekmektedir. Bu eserlerin bir kısmı yazıldıkları dönemde sıbyan mekteplerinde ders kitabı olarak okutulmuş, bir kısmına ise daha sonraki yıllarda şerhler yapılmıştır. Hatta bu eserlerin önemli olanlarından bir kısmı bir mecmua içerisinde bir araya getirilmiştir. Bu mecmualardan biri de Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 4026 numarada kayıtlıdır. Bu çalışma çerçevesinde, daha önce bazı kaynaklarda hakkında belli ölçüde bilgi verilmiş bulunan Tuhfe-i Şahidî'nin metnini, Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 4026 numarada kayıtlı bulunan manzum sözlük mecmuasının 41b-72a varakları arasında yer alan nüshasından hareketle bilim dünyasının istifadesine sunmaya çalışacağız.
2020
II ve Hırzu'l-Emânî özelinde Türkiye'de manzum eserlerin ne denli kıraat tedrisatında dikkate alındığını gözler önüne sermektir.
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Sayı: 88, Ankara, s. 35-58., 2018
İslam tarihinde Ehl-i Beyt, Hz. Muhammed'in ailesi olması nedeniyle, büyük bir öneme sahiptir. Gerek tarih kitaplarında gerek hadis kitaplarında, peygamberin ailesi ile ilgili pek çok bilgi ve hadis yer almaktadır. Ehl-i Beyt, sadece dinî eserlerde konu edinilmemiştir. Edebiyatta da Ehl-i Beyt'i konu edinen eserler yazılmıştır. Bunlardan birisi de 16. veya 17. yüzyıl şairi olduğu belirtilen Hüseynî'ye ait olan manzum bir risaledir. Ayrıca gerek halk edebiyatı, gerek divan edebiyatı ve gerek tekke edebiyatı şiirlerinde Ehl-i Beyt ve evlatları pek çok vesile ile anılmışlardır. Ehl-i Beyt'in kimlerden oluştuğuna dair dinî tartışmalar bulunmaktadır. Konuyla ilgili birçok rivayet bulunmaktadır. Makalenin konusu olan risalede de bu riyavetlerden biri konu edinilmiştir. Önce risalenin ne olduğuna kısaca değinilmiştir. Daha sonra penc-i âl-i abâ kavramının ne olduğu anlatılmıştır. Konuyla ilgili Sünnî ve Şiî kaynaklarının görüşlerine yer verilmiştir. Ehl-i Beyt'in kimlerden oluştuğuna dair tartışmalara kısaca değinilmiştir. Türkiye'de bulunan kütüphanelerde, penc-i âl-i abâyı konu edinen el yazma ve matbu eserlerin listesi hazırlanmıştır ve risalenin bu eserler arasındaki önemi saptanmıştır. Hüseynî'nin kimliğini tespit etmek için aynı adı kullanan şairler incelenmiştir. Yapılan tenkit sonucunda eserin şairi belirlenmiştir. Ardından eserin içeriği ve şekli ile ilgili bilgiler verilmiştir. Mesnevi tertibine göre risalenin bir incelemesi yapılmıştır ve konunun özetine yer verilmiştir. Ardından risalenin metninin transkripsiyonlu metnine yer almaktadır. In the history of Islam, Ahl al-Bayt, because of being a family of Hz. Mohammad, has a great prescription. There are a lot of information and hadiths about the family of the prophet, both in the history books and the hadith books. Ahl al-Bayt is not only the subject of religious books. In the literature, the books which took the subject of the Ahl al-Bayt are written. One of them is a poetry tractate belonging to Huseyni, which is said to be a 16th or 17th century poet. In addition, Ahl al-Bayt and their children in folk literature, divan literature and tekke literature poems are remembered for many occasions. There are religious debates about who are Ahl al-Bayt. There are many narratives about the subject. One of these narratives has been the subject of the issue of article. Firstly, what the treaty is is briefly mentioned. Then, what is the concept of penc-i al-i aba is explained. The views of the Sunni and Shiite sources related to the issue are included. Discussions about who the Ahl al-Bayt is briefly mentioned. In libraries in Turkey, a list of manuscripts and printed works on the subject of penc-i al-i aba is prepared and importance of the tractate has been identified between these works. To identify Husayni's identity, poets who use the same name have been examined. As a result of the criticism, the poet of the work has determined. Then, information about the content and form of the tractate has given. A review of the tractate has made according to the masnawi scheme and summary of the subject is included. Then, the transcriptional text of the tractate is included.
اإلسالمية واحلضارة التاريخ يف ان "حر "Harran in Islamic History and Civilization" I. CİLT, 2018
Harran, İslâm öncesi ve sonrası dönemlerde ilmî gelişmelerin merkezinde yer almıştır. İslâm sonrası dönemlerde fıkıh, hadis, tefsir ilimleri başta olmak üzere birçok İslâmî ilimlerde Harrânî nisbetini taşıyan âlimler yetişmiş ve çeşitli eserler telif etmişlerdir. Harran, özellikle Hanbelî mezhebi için kuzeyde bir merkez haline gelmiştir. İbn Hamdân, İbn Abdûs, İbn Teymiyye ve daha birçok Harranlı fakih, Hanbelî mezhebine fazlasıyla katkı sunmuşlardır. Tebliğimizde Hanbelî mezhebine hizmetleri olmuş Harranlı fakihleri ele alacağız. Anahtar kelimeler: Harran, Hanbelî, Teymiyye, fıkıh, mezhep. THE NORTH CENTRAL OF HANBALI OF HARRAN'S HANBALI CANONISTS AND POSİTİON OF HANBALİ MAZHAB Abstract Harran is being a significant city of scientific developments in both pre-İslâmic and postİslâmic. In the post-İslâmic period, hots of scholars raised in İslâmic Sciences especially with fiqh, hadity and commentary and on top of that they wrote a majority of several studies. Especially, Harran become a significant central in north for hanbali sect. Ibn Hamdân, Ibn Abdus, Ibn Teymiyye and lots of Harran's canınists contributed to sect of Hanbali. Taking all these points into consideration, in this essay we will putforward that Harran's canonists who have contributed to sect of Hanbali. Key Words: Harran, Hanbali, Teymiyye, Fiqh.
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergis, 2004
“El-Emru bi’l-ma’rûf ve’n-nehyu ani’l-münker / iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak” prensibi İslam’da büyük bir öneme sahiptir. Bu bir görevdir ve her müslümanın yapması gereken bir emirdir. Ancak ilk dönemden günümüze kadar bu emrin yerine getirilmesi konusunda Müslümanların genellikle üzerinde birleştikleri bir husus vardır. O da, fiili müdahale devletin, dille uyarı alimlerin ve kalble buğz şekli de sıradan diğer Müslümanlarındır. Bu konuda her önüne gelenin iyilikle emrediyorum, kötülükten sakındırıyorum diyerek müdahaleye kalkışması fitneye sebebiyet verir. Ancak Hâriciler, tek ve asıl Müslüman kendilerini saydıkları ve diğer Müslümanları müşrik veya kafir kabul ettiklerinden dolayı onları kendileri gibi düşünmeye ve fiili müdahalede bulunmaya zorlamışlar ve katılmayanları ise öldürmüşlerdir. Dolayısıyla, tarihte İslam adına çıkan fakat, İslam’ın ruhuyla asla bağdaşmayan bir yapı sergilemişlerdir. İslam’ın terörle hiç ilgisinin olmadığı halde, İslam ülkelerinde adeta terör havası estirmişlerdir. Günümüzde de zaman zaman benzeri oluşumlar gözlenmektedir.
BİR FIKIH USULÜ ESERİ OLARAK URMEVÎ’NİN ET-TAHSİL MİNE’L-MAHSÛL’Ü ÜZERİNE BAZI DEĞERLENDİRMELER
GECE KİTAPLIĞI, 2020
Bu çalışma “Fahreddin Er-Râzî’nin Tefsiri Kebirine Göre Zan ve Mahiyeti”’ni konu edinmektedir. Zan, tercih edilmeye yakîn, zıddının da mümkün olduğu görüş, kanaat, hüküm gibi anlamlarla açıklanmıştır. Zan bazen şüphe ve vehim anlamlarını çağrıştırmayı, bazen kendisiyle ulaşılan hükmün kesinlik taşımadığını vurgulamayı, bazen de onu ilim ve yakînden ayırmayı doğuran renkli bir kavramdır. Zan bu anlamlarının yanısıra ilim, yakîn bilgi, kesin bilgi gibi anlamlarda da kullanılmıştır. Zannın bir yüzü ilim ise diğer yüzü ise cehildir. Zannın olumlu ve olumsuz anlamlar barındırması göz önüne alınarak Müslüman kültürde birinin bir başkası hakkında güzel düşünmesine hüsn-ü zan, kötü düşünmesine de su-i zan denilmiştir. Kur’an’da hüsn-ü zan ve su-i zan terkipleri birebir yer almasa da bir kimse ya da bir şey hakkında iyi kötü kanaat etmeyi ifade edecek ya da çağrıştıracak şekilde geçmektedir. Hadislerde ise zanla ilgili hem söz konusu terkiplere hem de daha ayrıntılı bir şekilde bilgiye ulaşmak mümkündür. Fahrûddin er-Râzî, zanla ilgili bu türde kavramsal düzeyde ayrıntılı bir görüş ortaya koymuş olmasa da el-Mahsul adlı eserinde zanla ilgili şu görüşü paylaşır. Râzî, bir hükümde kesinlik yoksa mevcut alternatifler arasında doğruluk şüphesi eşit ise şek, tercih edilmeye en uygun olana zan, tercih edilmeye uygun olmayana da vehim demiştir. Ancak mevcut çalışmamız Râzî’nin Tefsir-i Kebiri’nde zan ve mahiyetini ele almak olduğu için zannın geçtiği âyetlerde onun farklı ve zengin yorumları bu çalışmanın asıl amacını oluşturmuştur. Tefsir-i Kebir’de Râzî’nin zan ile ilgili yorumları özgün yorumlardır. Bu özgünlük zannın hem ilim, kıyas, hevâ-heves, yalan, taklit, birey ve toplum gibi birtakım kavramlarla ilişkisini içermekte hem İblîsin, kafirlerin, müşriklerin, putperestlerin, münafıkların, Yahudilerin, Hristiyanların ve Müslümanların zannını içermekte hem de bu grupların tümünün Allah’a karşı olan zanlarını içermektedir. Râzî Tefsir-i Kebir’de zanla ilgili âyetleri tefsir ederken Arapça dil ve belağatın muktezasını dikkate alarak tefsir etmiştir.
2020
One of the dictionaries written in the tradition of writing verse dictionary is the work of Seyyid Şeref Halîl Efendi, also known as Hayâti-zade who is the son of Ahmed Hayâtî from Elbistan, named Rûhu'l-edeb. In the tradition, there are examples written in more than two languages besides the dictionaries written mostly in Persian-Turkish or Arabic-Turkish. The verse dictionary of Şeref Halîl is a dictionary in which mostly Arabic compositions are sorted according to topics. The equivalents of Arabic idioms are given in the dictionary. The bets were first opened with a given quatrain, and then the mesnevis related to the same subject were listed. The mesnevis in which the subject was continued were not equal in every section, and the number of mesnevis varied depending on the volume of the content. The work consists of 58 chapters and 1252 couplets. The Arabic equivalents of Turkish idiomatic structures and issues, or a method of explaining the meaning of an Arabic phrase / composition, were followed. The dictionary was written from the letter of elif to the letter of shin and missing couplets / verses were increased in the last leaves. In this study, information was given about the general features of Seyyid Şeref Halîl's Arabic-Turkish verse dictionary named Rûhu’l-edeb, and copies of the work, its composition features and its content were analyzed.
Nazmîzâde Murtazâ, tarihçi kimliği ön planda olan; ancak edebiyat ile de meşgul olmuş isimlerdendir. Hayatının büyük kısmı Bağdat'ta geçen Nazmîzâde, bu şehir özelinde yazdığı eserler ile tanınmaktadır. İsmi Bağdat şehri ile birlikte anılan müellifin farklı kaynaklardaki biyografisi de Bağdat özelinde yazılmıştır. Kaynaklarda klasik tarzda bir Divan'ının varlığından bahsedilse de bu eserin herhangi bir nüshası henüz ele geçmemiştir. Şairin Gülşen-i Hulefâ adlı Bağdat tarihinde çeşitli vesilelerle yazdığı şiirleri vardır. Biyografik kaynaklarda bir gazeli ve iki rubaisi bulunan şairin bir şiir mecmuasında çoğunluğu gazel nazım şeklinde olan şiirleri tespit edilmiştir. Çalışmanın ilk bölümünde Nazmîzâde Murtazâ'nın hayatı ve eserleri üzerine bilgiler verilmiştir. İkinci kısımda mecmuanın katalog bilgilerinde şiirlerin kendisine ait gösterildiği 19. yüzyıl tekke şairlerinden Murtazâ Baba (Sükûtî) ile Nazmîzâde Murtazâ arasında bir karşılaştırma yapılmıştır. Çalışmanın son bölümünde Nazmîzâde Murtazâ'nın tespit edilen şiirleri metin başlığı altında bir araya getirilmiştir.
2018
Farsça’dan dilimize geçmiş “canavar” kelimesi, klasik metinlerde gerçek ve soyut manalarda kullanılmaktadır. Değerli taşlardan bahseden Tuhfe-i Murâdî isimli eserde, canavar kelimesinin inciyi oluşturan istiridyeyi kastettiği görülmüştür. Tarihsel süreçte bu kelime; mitolojik unsurların, yaşantıların ve coğrafyanın etkisiyle farklı bağlamlar kazanmıştır. Baş- langıçta istiridye-inci çiftine suyun hayatî özelliklerinin yüklenmesi doğum ve doğurganlık kavramlarıyla özdeşleşmiştir. Sonrasında istiridye sembolü ve onun taşıdığı anlam; tanrı krallara atfedilmiştir. Bu özellikleri taşıyan yöneticiler (canavarlar); refahın, bereketin ve ölümsüzlüğün kaynağı olarak görülmüşlerdir. Lakin iyi kralların başka krallarla olan mücadeleleri iyi-kötü canavar (kral) formları ortaya çıkarmıştır. Zamanla canavar, ejderha ile aynı form içinde değerlendirilmiş ve hazineyi bekleyen dev canavar tasavvurları oluşmuş- tur. Bu durum istiridyenin (canavarın) canlılık formunun zamanla erk özellikler gösteren tanrı-kral formuna dönüşmesine neden olmuştur. Çünkü kadim toplumlara göre güç ve hayat verme özelliği tanrı krallara ait bir özelliktir. Aynı zamanda canlılar arasında sadece erkeği hamile kalan deniz atları/ejderleri şeklî olarak ejderhaya benzemektedir. Bu canlı hem erildir ve gücü elinde tutmaktadır hem de doğurganlık gibi dişil bir özelliğe sahiptir. Bu bağlamda Tuhfe-i Murâdî’de geçen “arastôrûs” istiridyesinin; mitolojilerdeki diş, boynuz, boğa kavramlarıyla özdeşleşen ve yağmurlu mevsimlerde ortaya çıkan bir çeşit istiridye türü olduğu anlaşılmıştır. “aries (koç) ve taurus (boğa)” burçlarının zaman olarak karşılığı; “arastôrûs” un deniz yüzeyine çıktığı mart ve nisan aylarına rastlamaktadır. Sonuç olarak, istiridyelerin doğurganlık özelliklerinin deniz ejderleri ile ortak bir “canavar-ejderha” formu oluşturduğu tespit edilmiştir. Günümüzdeki canavarlar ise istiridyenin ikiye açılan ağzından ve keskin, sivri dişlerinden oluşan “can alan yırtıcı varlık” formunu karşılamaktadır. The word "canavar (monster)" from the Persian language is used in real and abstract meaning in classical texts. In the work of Tuhfe-i Murâdî which mentions precious stones, it was seen that the word "canavar (monster)" meant the oyster that created the pearl. This word in the historical process; has gained different contexts with the effects of mythological elements, life and geography.Initially, the installation of the vital properties of water to the oyster-pearl pair is identified with the concepts of birth and fertility.Then the oyster symbol and the meaning it carries; god has been attributed to Kings. Administrators (monsters) who carry these characteristics; have been seen as the source of prosperity, abundance and immortality. But the struggles of good kings with other kings have revealed good-evil monsters (king) forms. Over the time, the monster has been evaluated in the same form with dragon and the giant monster imaginations awaiting the treasure were formed .This has caused the form of vitality of the oyster (monster) to become a form of God-king that shows the characteristics of the time.This has caused the form of vitality of the oyster (monster) to become a form of God-king that shows the characteristics of the time. Because according to ancient societies, the ability to give power and life is a property of the king of God. At the same time, among the living beings, only pregnant male sea horses/monsters resemble dragons in terms of shape.It is both masculine and empowered, and has a feminine feature such as fertility. In this context, "arastōrūs" oysters in Tuhfe-i Murâdî; It is understood that the tooth, horn, bull are identified by the concepts of the mythology and it is a type of oyster that emerged during the rainy season. "Aries (Aries) and Taurus (Bull)" in return for their horoscope coincides with the months of March and April when Arastôrûs was on the sea surface.As a result, the fertility properties of oysters have been identified as a common "monster-dragon" form with sea monsters.Today's canavar (monsters) meet the form of "life taking predator" consisting of sharp, pointed teeth and the mouth of the oyster which opens in two.
Bu makalede, klasik kaynaklarda yer almayan, Hisârî ve onun eseri Tuhfetü’l-Mü’min tanıtılmaktadır. Tuhfetü'l-Mü'min, XV. yüzyılda yaşamış olan Hisârî tarafından Hicrî 906 (Miladî 1500) tarihinde yazılmıştır. Mesnevi tarzında yazılan eser 2646 beyitten oluşmaktadır. Dinî konuları, bazen doğrudan didaktik bir anlatımla, bazen de hikâyelerle manzum şekilde işlemektedir. Bu konular; ayet, hadis ve kıssalarla desteklenmiştir. Eserin başlangıç bölümlerinde insanın, cennetin, cehennemin, dünyanın ve diğer mahlûkatın yaratılışı anlatılmıştır. Daha sonra; Musa, İdris, Cercis, Yahya Bin Zekeriya Peygamberlerin kıssaları yer almıştır. Eserin son bölümlerinde ise dindar insanların kıssaları yer almaktadır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.