Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2024, GençEmek
2009
Insanlik tarihinin baslangicindan ozellikle de Eski Ahit ve Kur’an’da kissasi anlatilan Habil-Kabil olayindan beri bir “insanlik problemi” olan birlikte yasama sorunu, gunumuz dunyasinda hem karmasik bir hal almis hem de varolussal bir sorun haline gelmistir. Birlikte yasama sorununun ustesinden gelip tum kesimlerin kendi ayirt edici farkliliklarini muhafaza ederek birlikte baris icinde yasamasini saglamak icin artik ciddi olarak bir seyler yapmak ve modeller uretmek zorunda oldugumuz bir gercektir. Bu yazida hem dunyamizin mevcut dinsel cesitliligine bir yanit, hem de dinler ve kulturlerarasi iliskileri gelistirmek icin ilkin bati akademilerinde gelistirilen ve oradan da dunya olceginde tartisma konusu olan dinsel cogulculuk modeli ekseninde birlikte yasamanin teolojik temelleri uzerinde durularak dinsel cogulculuk modelinin birlikte yasamaya katkisi tartisma konusu yapilacaktir. Bunu yaparken temel tezimiz, dini acidan cogulcu bir dunya gorusu yayginlasip egemen olmadikca siyasi, ...
Günümüzde küreselleşmenin de etkisiyle, farklı milletlere, farklı dini geleneklerin mensuplarına ulaşmak, onlar hakkında bilgi edinmek çok daha kolay hale gelmiştir. Bu süreç, dinler arasında hoşgörü ve diyalog sürecini de etkilemiştir. İşte dini çoğulculuk düşüncesi, bu farklılıklardan hareket eder. Buna göre, tek bir Gerçek vardır ve tüm dinler aynı Gerçek'e ulaşma çabasındadır. Ancak, farklı lambaların aynı ışığı birbirinden farklı yansıtmasında olduğu gibi, dini gelenekler de aynı Gerçek'e farklı şekillerde ulaşmayı hedefler. Dini çoğulculuk düşüncesinin temellerinin incelendiği bu makalede, önce dini çoğulculukla oldukça alakalı olan kapsayıcılık ve dışlayıcılık gibi kavramlardan bahsedilecek, daha sonra bu yaklaşıma belki de en büyük katkıyı sağlayan John Hick'in düşünceleri değerlendirilecek, bu surada, farklı düşünür ve teologlara da yer verilecektir. Son olarak John Hick'in dini çoğulculuk anlayışının eleştirel noktalarına değinilip, değerlendirmelerle çalışma bitirilecektir. 2 1. BÖLÜM DİNİ ÇOĞULCULUK KAVRAMI 1.1. Dini Çoğulculuğun Ortaya Çıkışı Dini çoğulculuk, dinler tarihinin geleneklerin ve bunların her birindeki farklılıkların çeşitliliğini gösterdiğine; felsefi olarak ise, geleneklerin birbiriyle rekabet eden iddialarıyla birlikte, bunlar arasındaki ilişkiyle ilgili belli bir teoriye işaret eder. Geleneklerin farklılığını ve onlar arasındaki ilişkiyi gözetmenin yanında, çağdaş dini realiteleri açıklamayı da hedefler. Tolerans, diyalog, karşılıklı anlayışla temellenmiş farklı inançlar arasında tamamen uyumlu ilişkilere sahip ideal bir durumun taslağını çizer. Bu nedenle dini çoğulculuğa önce pratik çoğulculuğa ulaşan ülkelerde rastlanır. 1 15. yüzyılda kuzey Hindistan'da çoğulcu bakış açısı vardır. Sih geleneğinin kurucusu olan Guru Nanak şöyle der: "Hindular yoktur, Müslümanlar da yoktur. Zira Tanrı'ya gerçekten ibadet eden herkes birdir." Günümüzde de Hindistan, tüm dini geleneklere ev sahipliği yapan bir ülkedir. Öyle ki, ülkede Hindulardan sonra en önde gelen grup Müslümanlardır. Hindistan'da dini yapı denildiğinde, elbette ki Pakistan'ın ayrılışı önemli bir husus olarak karşımıza çıkar. Hindularla Müslümanlar arasındaki çatışmaların kaynağı çoğu tarihçiye göre, 1333 yılında Sindhi bölgesindeki savaşta, Hindu liderinin Müslüman lider tarafından öldürülmesidir. Bu olaydan sonra, uzun yıllar boyunca iki grup arasındaki gerilim devam etmiş, bu gerilim, Pakistan'ın ülkeden ayrılmasına kadar gitmiştir. 2 Hindistan örneğinden sonra, klasik İslam medeniyetine baktığımızda bazı kesim tarafından çoğulcu, bazı kesim tarafından da kozmopolit olarak nitelenen bir yapı görmekteyiz. Çoğulculuğun aksine kozmopolit bir yapı olduğunu ileri sürenlerin en önemli argümanları, kendisi hakikat iddiasında bulunan bir medeniyetin, çoğulcu olamayacağıdır. Bu nedenle, çoğulculuk post-modernizme ait bir durumdur. İslam medeniyetinde kozmopolit bir yapı söz konusudur. Belli bir hiyerarşiye tabi olmakla beraber, farklı dini gelenekler bir arada yaşamaktadır. İslam medeniyetinde, farklı dinlerin hakikat iddialarından yararlanılsa da, bu iddiaların nerede duracakları belliydi.
Özet: Katılım ve çoğulculuk, sadece kamu yönetimi disiplininin değil, siyaset biliminin de önemli konuları arasında yer alır. Kamu yönetimi kuramında çok önemli olan nokta şu ki, 1970 'ler öncesi kuramlara baktığımızda, her ne kadar siyaset bilimi ve kamu yö netimi kuramlan birbirlerini epistemolojik olarak desteklese de, ontolojik olarak ayn kuramlar olarak geliştiler. Öte yandan, kamu yönetimi kuramları 1970 'lerden sonra si yaset bilimi kuramlar,yla birleşmeye başladı ve siyaset bilimindeki çoğulculuğun yan sımalarıyla özellikle 1990 'lar sonrasında da birleşti. Bu çalışma çoğulculuğa, bunun başlangıçta liberal bir temeli olduğunu ve daha sonra radikalleştiğini göstermek ama cıyla, Dahi ile başlamakta ve Habermas ve onun müzakered demokrasisi ile devam et mektedir. Siyaset biliminde çoğulcu kuramlar "müzakereci demokrasi", lıradikal de mokrasi ", lIagonist demokrasi" gibi bazı kavramsallaştırmalarla radikalleşirken, kamu yönetiminde çoğulculuk "postmodern kamu yönetimi", "anti-yönetim" ve "çoğulcu ka mu yönetimi it kuramlanyla radikalleşecekti. Altını çizmek gerekir ki 1970 'ler öncesi ku ramlar "katılımı ", verimlilik gibi "örgüt" amaçlarına (bu nedenle bu makalenin birinci ana bölümünde örgüt kuramlanna referans verilmiştir) ulaşmak için bir araç olarak kullanmışlardır. Bununla birlikte, 1970'lerden sonra, katılıma atfedilen değerler top lumsal hale geldi. 1990 'lar sonrasındaki kuramlar, katılımı "kendinde bir değer ola rak" gördü, yani, katılım ile ulaşılması düşünülen herhangi bir ortak değer yoktu. Bu makalede, yine de, radikal katılımın "toplumsal bir değer" olarak görülebileceği savu nulacaktır.
TÜRKDED, 2021
There is a relationship between the perception of aesthetics and the understanding of cosmology and reality. Every era has an understanding of aesthetics in accordance with the conception of reality and the universe it has. For this reason, periods of mimetic (reflective), religious or realistic, human-centered aesthetic understandings and paradigms shaped accordingly have been seen throughout history. Today, one of the most appropriate expressions for the aesthetic attitude produced by postmodern literature is “pluralist aesthetics”. Plurality and pluralism are the reason for the existence of this aesthetic understanding. The "modernist novel", which is one of the important stops in the progress from the realistic novel to the postmodern novel, also includes a serious plurality. However, in postmodernism, pluralism is taken to a higher level and a more participatory pluralist structure where privileges disappear emerges. The aim of this article is to mention the ideas of some thinkers who form the background of pluralist aesthetics and to reveal the conceptual framework of pluralism and pluralist aesthetics. It is also aimed to show the reflections of pluralist aesthetics in Turkish novels written between 1980 and2000, to draw attention to the fragmentation and discontinuity of the fiction, the pluralization of perspective, and the expansion of the thematic scale in the formation of a pluralist structure, and to termine what kind of reflections the hybridity created by inter-textual and inter-genre relations have in the novel. In this context, the novels titled Çocukluğun Soğuk Geceleri, Bin Hüzünlü Haz, Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı, Sessiz Ev, Yeni Hayat, Kafes, Fındık Sekiz, Mahrem, Bir Cinayet Romanı will be examined as examples. Key Words: Postmodernism, postmodern novel, pluralist aesthetics, Turkish novel after 1980.
GİRİŞ Son çeyrek yüzyılda hızlanan küreselleşme süreci, kitle iletişim araçlarının yaygınlığı, göçler, çok uluslu kuruluşların öneminin artması, kültürel alandaki farklılıkların daha belirgin hale gelmesi gibi nedenler, çoğulculuğu daha çok tartışılan bir olgu haline getirmiştir. Yaşanan bu süreç, kültürler ve medeniyetler arasındaki karşılıklı etkileşimi hızlandırarak, toplumsal yapıda homojenlikten heterojenliğe doğru bir değişimi de ortaya çıkarmıştır. Böyle bir değişim ise insanları ve toplumları, aralarındaki etnik, kültürel ve dinî farklılıkları kabul etmeye; belli kurallar ve uzlaşma zeminleri üzerinde bu farklılıklarla bir arada yaşama projeleri geliştirip uygulamaya zorlamaktadır. Toplumsal yapıdaki değişime paralel olarak artan çoğulculuk söylemleriyle günümüz toplumlarındaki etnik, kültürel, dinsel ve dünya görüşleri açısından farklılıkların, özellikle eğitim ve kültürel haklara ilişkin taleplerinin olduğu görülmekte ve bu durumun eğitim politikalarında ve pedagoji anlayışlarında yeni yaklaşımlar doğuracağı öngörülmektedir. Geçmişin homojen toplumlarında eğitim, yetişmekte olan neslin dini konular da dâhil toplum hayatına bütünüyle katılması için hazırlanması amacını taşırken; günümüzün yeni çoğul yapısında ise eğitimin hedefleri arasına, değişik insan topluluklarının birlikte barış içerisinde yaşamaları için birbirlerini tanımalarını sağlamak, aralarında var olan veya olası görülen gerginlikleri, önyargıları ve ayrımları azaltmak amaçları da eklenmiş gözükmektedir. Topluma bir anlam ve değer veren din gibi bir olgunun öğretiminde de bu yeni gelişmelere göre değişikliklerin yer alması ve din derslerinin insanlar arasında farklılıkları derinleştiren değil, çoğulcu bir anlayışla ötekileri tanımayı ve anlamayı gerektirecek şekilde düzenlenebilmesi için yoğun arayışlar göze çarpmaktadır. Bu anlamda UNESCO, Avrupa Konseyi ve AGİT gibi uluslar arası kuruluşların, okullardaki din derslerine yönelik artan ilgi ve çalışmalarını örnek göstermek mümkündür.
2013
Bugun demokrasinin en cok ragbet goren ve en cok yayilma istidadi gosteren siyasal yonetim olduguna dâir iddia ve bunun bu sekilde devam edecegine dâir ongoruler siyasal yazinda hayli genis bir yer isgâl etmektedir. Bu iddialara egemen olan soylem, bugun demokratik yonetim fikrinin her zamankinden daha cok populariteye ulasmis oldugu, 20. Yuzyil’in yeni bin yila biraktigi en onemli miraslardan biri olarak demokrasinin yegâne mesru yonetim sistemi olarak telâkki edildigi, zaten onune konan “global”, “kozmopolitan”, “uluslarasiri” ve “uluslarustu” gibi nitelemelerin de bunun bir gostergesi oldugu ve bunun genel, kararli ve duzenli bir surec olarak bu sekilde devam edecegi seklindedir
2007
This paper aims at showing that analysis of Mawlana’s understanding of non-Muslims takes us toward a place between religious pluralism and exclusivism. Nevertheless, this place is other than inclusivism simply because Mawlana’s literary works do not reflect any conception of "other" as developed by Western World re-garding non-Christians and non-Western peoples. Therefore, it would be wrong to grasp Mawlana’s approach toward non-Muslims within the context of Western ex-clusivism, inclusivism, pluralism, dialogism, and cooperationism. Western Christi-anity understands other religions and other faiths on the basis of dualistic meta-physics of 'I and Other'. The reason why Muslims and non-Muslims (Christians, Jewish, Buddhist, Atheist and Pagans etc.) response to the call/invitation of Maw-lana is that he doesn’t allow any notion of "other" in his understanding of different people of faith.
2013
Sosyolojik bir gerceklik olan cogulculuk belli acilardan verili bir durum olmakla birlikte dini, etnik, kulturel, vb. yapisal unsurlarin etkilesimini icerdiginden basta sosyoloji ve antropoloji olmak uzere pek cok disiplin tarafindan tartisilmaktadir. Gunumuzde siyasi ve dini mesruiyetin saglanmasinda bir arac olarak kullanilan cogulculuk; esitlik, hosgoru, tolerans gibi evrensel kabul goren ust bir soylem dili uzerinden bastirilmaya calisilmaktadir. Cogulculugun aracsallastirilarak icinin bosaltilmasi, cogulculuk soyleminin samimiligini, gercekligini ve sahiciligini tartisilir hale getirmektedir. Bu calismada Midyat ilcesi olceginde hem etnik hem de dini acidan farkli yapi unsurlarinin gundelik hayatin akisi icinde benzesen ve ayrisan yonleri uzerinde durulacaktir.
2019
İnsan Hakları ve Demokrasi Avrupa Birliğinin en temel unsurlarından bir tanesidir. Bu yüzden Avrupa Birliği"nin bir birlik olarak hareket edebilmesi için medya ve çoğulculuk kavramları önemli bir sorun teşkil etmektedir. Bu sorun şu anda Avrupa Birliği içerisinde hala düzenlenememektedir. Bu yüzden düzenlemek için bir takım çalışmalar yapılmıştır ve yapılmaktadır. Ancak Politika belirleme bağlamında günümüzde somut bir adım atılamamıştır. Medyayı düzenlemede halen kullanılan en etkin yol Avrupa Rekabet Hukuku"dur. En etkili ve verimli kullanım örnekleri ise spor olaylarında mevcuttur. Birlik nezdinde Yeşil Belge"lerle konuya ilişkin endişeler pratik olarak değerlendirilebilmek için girişimlerde bulunulmuştur. Ancak bu girişimler sonuçsuz kalmıştır. Avrupa Birliğinde çoğulculuk sorununa güncel olarak getirilen en önemli yaklaşımlardan biri Vivianne Reading ve Margot Walström"ün 3 adım yaklaşımıdır. Güncel çalışmalarda çoğulculuk üzerine yapılan en önemli çalışma olan bu proje günümüzde hala devam etmektedir. 2016 yılından itibaren tüm üye ülkeleri kapsayan bu çalışma ek olarak Türkiye ve Karadağ"ı da izlemeye almıştır.
higheredu-sci.org
Kurumsal sosyal sorumluluk, kurumların toplumun yaşam kalitesini arttırmak amacıyla, çalışanları, yerel halk ve bütün toplumla birlikte sürdürülebilir bir dünya için ekonomik, çevresel, kültürel ve sosyal gelişmeye destek verme sorumluluğudur. Şirketlerin tüm paydaşlarına ve topluma karşı etik ve sorumlu davranması, bu yönde kararlar alması ve uygulamasıdır. Üniversiteler kurumsal sosyal sorumlulukta nasıl yer almalıdır? Yenidünya, misyonlarını ve vizyonlarını yeniden tanımlayan, düşünce ve yaratıcılık için bir alan olarak görev yapmaya devam ederken, sosyal analiz, kritik düşünme ve sürdürülebilirlik için gerekli araçlar sağlayan bir üniversite anlayışına ihtiyaç duymaktadır. Temel görevleri eğitim ve araştırma olan üniversiteler, yaş aralığı 18'den 70'e kadar değişen, eğitim düzeyleri ilkokuldan doktoraya kadar çeşitlenen her cinsten ve kültürden bireylerin yer aldığı toplumun bir prototipini oluşturmaktadır. Bu bakımdan üniversiteler, toplumsal ve fiziksel çevrenin bugünü ve yarınını şekillendiren dinamiğin de bir parçası olmalıdır. Üniversiteler öncelikle gerçek Kurumsal Sosyal Sorumluluk kültürünü kendi bünyelerinde gerçekleştirmekle işe başlamalıdır. Üniversitelerin en önemli paydaşlarından olan öğrenci kitlesi üzerinde, üniversitelerin temel işlevlerinden biri olan eğitim konusunda ilk atılım gerçekleştirilmelidir. Gerçek eğitim, kendini tanıma ve öğrenme sürecini, kişisel gelişimi teşvik etmenin ve insanlara toplum içindeki yerlerini bulmada yol göstermenin yanı sıra toplulukları güçlendiren ve sosyal gelişimi harekete geçiren bir işlemdir. Eğitim, bireylerin hayata özgür ve aktif katılımlarını telkin, teşvik ve motive etmelidir. Fiziksel ve sosyal çevrelerindeki problemlere yeni yaklaşımlar oluşturabilecek yeteneklerle donatmalıdır. Eğitim kişisel, toplumsal ve evrensel bilincin gelişimini sağlamalıdır. Bu bilinçle donatılmış ve bu kavramı deneyimlemiş bireylerin oluşturduğu bir dünyada sosyal sorumluluk, artık hayatın doğal bir parçası halinde yaşanacaktır.
İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2019
Populizm, gecmisten gunumuze farkli ulkelerde farkli siyasal rejimlerde zaman zaman ortaya cikabilmistir. Bu nedenle bu farkli orneklerin genel ozellikleri uzerinden populizm tanimlanmaya calisilir. Buna gore populizmin en belirgin ozelligi halkci soylemlere dayanan bir ideolojik yaklasim olmasidir. Populizmde siklikla halk iradesine vurgu yapilir. Populizmde halk iradesinin gercek temsili savunulur, bu amacla dogrudan demokrasi cagrilari yapilir. Hemen her siyasal rejim tipinde ortaya cikabilen populizm gercekte bir populist seckinler hakimiyetini ortaya cikarir. Cogu yazar tarafindan populizm bir ideoloji, politik gorunus ya da siyasi hareket tarzi olarak olumsuz yorumlanabilmektedir. Kimi yazarlara gore ise populizm, temsili demokraside ya da halkin temsilinde elestirilebilecek noktalar oldugunu hatirlatmaktadir. Bu noktadan hareketle populizmin olumlu yanlarina da odaklanilmalidir. Siradan insanin daha guclu temsilini savunan populizmin siyasal katilimi artirdigi soylenebilir. ...
DiHA: Journal of Interdisciplinary Legal Studies, 2024
Hukuk antropolojisinin temel amacının, devlet dışı hukuk ile devlet hukukunun bir arada var olmasını ele alan hukuki çoğulluk kavramını incelemek olduğu belirtilmiştir. Başka bir ifadeyle, hukuk antropolojisinin temel odağı, tek bir sosyal alanda çeşitli hukuk sistemlerinin etkileşimini inceleyen ve farklı hukuk anlayışlarına odaklanan hukuki çoğulluk kavramıdır. Bu bakımdan hukuk antropolojisinin olduğu kadar bu makalenin de merkezinde yer alan hukuki çoğulluk meselesi, zorunlu olarak hukukun ne olduğu sorusunu gündeme getirmektedir. Bu nedenle hukuki çoğulluk konusuna girildiğinde öne çıkan temel sorun, hukuk ile diğer toplumsal düzen kuralları arasındaki farkın ne olduğudur. Bu sorun esasen devletsiz toplumlarda hukukun var olup olamayacağı tartışmasından kaynaklanır. Devletsiz toplumlarda hukukun varlığı kabul edilirse, hukuki çoğulluktan bahsetmek zorunlu hale gelir. Çünkü önceleri sömürgecilerce şimdi ise ulus-devlet tarafından kuşatılan devletsiz toplumlar birden fazla hukuka tabi olacak, başka bir deyişle hukuki çoğulluk ortaya çıkmış olacaktır. Bu tema çerçevesinde makale, hukuk antropolojisinin merkezi meselesi olan hukuki çoğulluk ve bu bağlamda hukukun neliği sorununu muhtasaran serdedecektir.
Sinemanın gerçeğin en etkili temsil yollarından biri olduğu düşünülürse, filmler toplumsal yaşantının birer küçük örneklem evrenini oluşturmaktadırlar. Çoğunluk filmi bu örnek temsili; farklı sınıfsal grupların kendi içerisinde ve diğer gruplarla kurduğu ilişkiler bağlamında toplumsal yapıda mevcut olan “eşitsizlikler” üzerinden çeşitli yaşantı örnekleriyle yansıtmaktadır. Toplumsal yapı içinde üstünlüğünü korumak ve sürdürmek isteyen egemen sınıfsal grupların, kendi sınıfının genç üyelerini ideolojik olarak biçimlendirmek ve diğer sınıfları baskılayarak ötekileştirmek için ortaya koydukları söylem ve tavırlar, ideolojik ve toplumsal bakışla ele alınan bir tematik çözümleme yöntemi ile incelenmektedir. Bu değerlendirme kapsamında film; aile, milliyetçilik, kentli orta sınıf ve toplumsal cinsiyet temaları altında değerlendirilmiştir. Toplumun mikrokozmosu sayabileceğimiz bu film, toplumsal yaşantımızı yansıtması açısından önemli bir örnektir. Anahtar Sözcükler: Çoğunluk, aile, milliyetçilik, kentli orta sınıf, toplumsal cinsiyet. THE REPRESENTATION OF SOCIAL INEQUALITIES IN CINEMA: “THE MAJORITY” ABSTRACT If it is considered that cinema is one of the most efficient ways of representation of the reality, then movies constitute a small universe of sampling for social life. 'Çoğunluk' reflects this sample representation in the context of how different social groups both interrelate within themselves and also with other groups on the examples of life experiences that reveal 'inequalities' in social structure. Hegemonic class wants to maintain and preserve superiority in this social structure and in this class structure, persons educate their younger members for their ideology to sustain their existance. According to this point of view, film is examined by thematic analysis. The film was evaluated in these themes; family, nationalism, urban middle class and gender. This film is considered a microcosm of society and important for reflecting state of our social life. Key Words: majority, family, nationalism, urban middle class, gender
Çalışma kapsamında 'öteki' olgusu üzerinde durularak, bu olgunun bir çeşitlemesi olan cinsel yönelim farklılığına dayalı ötekiliğin Türk Sineması'ndaki tezahürlerine bakılmıştır. Cinsel yönelim temelli ötekilik olgusu, sinemamızda ilk kez 1990'larda gerçekçi biçimde beyazperdeye yansıtılmış bir konu olması nedeniyle yine bu yıllara ait öncü bir film bağlamında ele alınmıştır. Araştırma yöntemi olarak kuramsal kısımda betimleyici bir yaklaşım tercih edilmiş; uygulama kısmında ise Dönersen Islık Çal adlı Türk filminde yer alan ana karakter (travesti) üzerinden sosyolojik bir yaklaşımla, Türk Sineması'nda ötekinin temsili ve bu temsilde travestilerin varlığı toplumsal cinsiyet politikalarıyla beslenen bir okumayla irdelenmiştir.
Other/otherness has a fixed, individual, single structure that is not revealed at a certain time, that has a position in a certain socio-cultural, economical and political relationship within a social power pattern. Thus, the main components of the interaction transform into a meaning within conjunctural definitions in the layered and multifaceted relationship of social power. At this point, making a distinction of “the others” from “others” and mentioning the main distinction points are necessary. The main distinctive points for the relationship between the other and other is a determinant of the approach to conditions ruled by actors in the established ideological plane. This distinction draws a societal frame that is in definitions above the definitions made through class, ethnicity, and identity. This frame has two classifications that are; “insiders” and “outsiders.” Fundamentally, the frame is the definitions of power within a wide range of network. These definitions are a series of concepts that are based on general opinions, that are not welcome to be questioned. Therefore, in addition to the frame not being permeable, its borders are identified by only institutional representations. The first component of this frame is “the others” that the insider actors can communicate with. The other is another component of the intersection that completes the piece. Implicit to the system, it represents the part that is seen as wealth by the system completing the piece. The classification for “other” indicates a group or actor that is not accepted by the system, that harbors components contradictory to the general order, that represents a threat for the complete, and even if there is no threat, still has a serious potential.
Sistem olarak laikliğin kaynağındaki düşünce olan sekülerizm, bilginin din, dogma ve inançlardan bağımsızlaşması yönündeki felsefi temellerini ağırlıklı olarak onyedinci yüzyıldan itibaren Avrupa'da buldu. Anılan ilkenin Fransa'da ondokuzuncu yüzyılda hukuk yoluyla uygulama alanına konulmasından sonra da, önce Avrupa ülkelerinde, daha sonra da Amerika Birleşik Devletleri'nde farklı nüanslarla uygulamaya koyulmuş değişik sistemler ortaya çıktı.
"Tocqueville ve Çoğunluk Tiranlığı", 2013
Mehmet Yetiş, "Tocqueville ve Çoğunluk Tiranlığı," Res Publica, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2013, s. 227-265.
Şırnak İlahiyat Dergisi, 2024
Öz Türkiye’de isteğe bağlı olarak yaygın din eğitimi faaliyetlerini yürüten kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), camiler ve Kur’an kursları aracılığıyla toplumun bütün kesimlerine hizmet götürmeyi amaçlamaktadır. Ancak gelinen noktada, kurumun İslam içi çoğulculuktan kaynaklanan farklı din eğitimi taleplerini karşılamakta bazı sorunlar yaşadığı ve imam-hatip ile Kur’an kursu öğreticilerinin bu konuda zorlandığı görülmekte, dolayısıyla toplumun bu talepleri yeterince karşılanamamaktadır. Ülkede hem bireylerin eğitim düzeylerinin çeşitliliğinden hem de farklı din anlayışlarından kaynaklanan bir çoğulculuk olduğu söylenebilir. Bu sebeple, cami ve Kur’an kurslarında sunulan din eğitiminin İslam içi çoğulculuktan kaynaklanan farklı ihtiyaç ve talepleri ne ölçüde karşıladığı, imam-hatip ve Kur’an kursu öğreticilerinin bu konularda karşılaştıkları sorunların neler olduğu ve bu konulara yönelik olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hangi çalışmaları yürüttüğünün araştırılması gerekmektedir. Bu çerçevede ‘yaygın din eğitimi kapsamında DİB bünyesinde İslam içi çoğulculuğa dair karşılaşılan problemler nelerdir?’, ‘Şafii imam-hatip ve Kur’an kursu öğreticilerinin kullandıkları ders kitabı ve mezhepsel farklılıklara dair düşünceleri nelerdir? ‘Bu düşüncelerin ortaya çıkmasında etkili olan faktörler nelerdir?’ sorularına cevap aranmıştır. Mezhepler üstü din öğretimi yaklaşımını ilke olarak kabul eden Diyanet İşleri Başkanlığı, yaygın din eğitimi kurumları olan cami ve Kur’an kurslarındaki İslam din eğitimi faaliyetlerinin de mezhepler üstü bir yaklaşımla yürütülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Böylelikle Kur’an ve sünnet merkezli dini bilgiyi esas alan bir din eğitimi gerçekleştirmek hedeflenmiştir. Ancak, yaygın din eğitiminde bu ilkenin uygulamaya ne ölçüde yansıdığı ve gerçekleştirildiği yeteri kadar tartışılmamış ve bilimsel araştırmalarda da analitik değerlendirilmeleri yapılmamıştır. Ayrıca, camii ve Kur’an kurslarının hangi din eğitimi yaklaşımlarını benimseyeceği sorunu da bilimsel zeminde tartışılmalıdır. Bu çalışmamız, literatürdeki bu boşluğu doldurmayı amaçlamaktadır. Ayrıca, yaygın din eğitimi faaliyetleri kapsamında İslam içi çoğulculuktan kaynaklanan farklı talepler ile sunulan din eğitimi hizmetlerinin tartışılması ve değerlendirilmesi hedeflenmiştir. Nitel araştırma yöntemi ile Şırnak ili özelinde imam-hatip ve Kur’an kursu öğreticileri ile yarı-yapılandırılmış görüşmeler yapılarak ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanan program ve kurs kitapları incelenerek bu hususun incelenmesi amaçlanmaktadır. Şırnak ilinde görev yapan toplam 15 Diyanet personeli çalışma grubu olarak belirlenmiş ve elde edilen veriler betimsel analiz yöntemi ile değerlendirilmiştir. Çalışma din hizmetleri personeli tarafından fark edilen sorun veya zorluklar ile ders kitaplarına ve öğretim programına yönelik tespitleriyle sınırlı tutulmuştur. Toplanan verilerden elde edilen genel görüş, Kur'an kursu ve cami derslerinde mezhepsel çoğulculuğun göz ardı edildiği ve farklılıkların temsil edilmesinde sorunlar yaşandığıdır. Özellikle katılımcılar, kendi mezhepleri olan Şâfiîliğin DİB ders kitaplarında, müfredatında ve uygulamada yeteri kadar yer almamasının birtakım sorunlara yol açtığını ve bu durumun kendilerini ötekileştirdiğini ifade etmişlerdir. Verilen din eğitiminin yetersiz olması nedeniyle dini konulardaki bilgilerini okul dışında kendi çevrelerinden edindiklerini belirten katılımcılar, bu eksikliklerin DİB tarafından giderilmesini ve mezheplerinin DİB kurumlarında temsiliyetinin artırılmasını talep etmişlerdir. Araştırma, İslam içi dini çoğulculuk olarak adlandırabileceğimiz mezheplerin yaygın din eğitiminde görülen sorun ve eksikliklerine dair sunulabilecek öneriler ile sonuçlandırılmıştır. Anahtar kelimler: Din Eğitimi, Dini Çoğulculuk, İslam İçi Çoğulculuk, Yaygın Din Eğitimi, Diyanet İşleri Başkanlığı.
Çağdaş siyaset felsefesi yazınında Marksist yabancılaşma kavramına pek az yer verilir. Bunun nedeni yabancılaşma kavramının barındırdığına inanılan tekil iyi yaşam anlayışının demokrasi kültürünün vazgeçilmez bir ilkesi olan değer çoğulculuğuna aykırı olduğunun düşünülmesidir. Bu yaygın görüşün aksine, yabancılaşma kavramından yola çıkılarak yabancılaşmanın olmadığı yerde tek bir iyi yaşam biçiminin var olabileceği sonucuna varılamaz. Günümüz kapitalist toplumlarında sürekli liberal çoğulcu değerlerin vaaz edilmesine rağmen sistematik olarak tek boyutlu bir tüketim hayatının dayatılmasının getirdiği alternatifsizlik, yabancılaşma ve bu kavrama yöneltilen çoğulcu itirazlar üzerine yeniden düşünmemiz gerektiğini göstermektedir. John Rawls'un adalet kuramında (A Theory of Justice) en önemli toplumsal kaynak olarak, Marksist yabancılaşma kavramının içerdiği " kendini gerçekleştirme " düşüncesiyle paralellikler taşıyan " özsaygı " kavramına yer vermesi bu bakımdan anlamlıdır. Ancak Marksist yabancılaşma kuramının eleştirel ve dönüştürücü yapısı göz önünde bulundurulduğunda yabancılaşma kavramıyla bazı benzerlikler taşıyan özsaygı kavramının yetersizliklerinin de ortaya konması gerekmektedir.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.