Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2024, TURAN Uluslararası Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi
…
16 pages
1 file
https://www.turanusbb.com/SonSayi.Aspx
Aşıklarının Dilinden Elviye-i Selasede Milli Mücadele, 2019
Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi Türk sözlü kültür varlığının muhafaza edildiği zengin bir kültür coğrafyasıdır. Oğuz ve Kıpçak boylarınca yurt tutulmuş bu topraklar, âşıklık geleneğini kesintisiz olarak yaşatması ile bir anlamda “Dede Korkut Coğrafyası"dır. Özellikle Kars-Ardahan yöresi, bu geleneğin mihver noktasıdır.1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonrasında Çarlık Rusya’sının işgali altına giren Kars, Ardahan ve Batum (Eliviye-i Selâse) bölgesi, 1920’li yıllara kadar her yönüyle şiddetli bir esarete maruz kalmıştır. Rus mezalimi ve baskısına dayanamayarak önemli bir bölümü göç etmek zorunda kalan Müslüman Türk nüfus, içerlerinde taşıdıkları istiklâl ümidini ne pahasına olursa olsun yitirmemişlerdir. Bu zorlu yıllarda millî hassasiyeti yüksek, kudretli söz ustaları olan âşıklar milletin sesi ve vicdanı olma vazifesini üstlenerek, işgal altındaki yöre halkının moral ve motivasyonunu zinde tutmaya gayret göstermişlerdir. Çıldırlı Âşık Şenlik’in 93 Harbi sırasında söylediği “Ehli İslâm olan işitsin bilsin/Can sağ iken yurt vermeŋiz düşmana” dizeleri adeta bir kurtuluş parolası niteliği taşımıştır. “Kırk yıllık kara günler” adı da verilen bu esaret yıllarında Posoflu Âşık Zülâlî, Âşık Ceyhûnî, Bardızlı Nihanî, Âşık Sefilî, Kağızmanlı Hıfzî ve ismi bilinmeyen nice âşıklar söylemiş oldukları koçaklama, destan ve koşmalarla yurt topraklarının manevî muhafızları olmuşlardır. Diğer taraftan Elviye-i Selâse’nin Millî Mücadele tarihi ile ilgili sözlü tarih arşivi niteliği taşıyan âşıkların eserleri, yazılı kaynakların yetersiz kaldığı noktalarda tamamlayıcı unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Âşıklığın tabiatı gereği tarafsız ve hiçbir dış etkenin tesiri altında olmaksızın söylenen eserlerin, dönemin tarihine ışık tutmaları noktasındaki güvenilirlikleri yüksek düzeydedir.
ULUSLARARASI TÜRKOLOJİ İNCELEME VE ARAŞTIRMALARI DERGİSİ, 2020
ÖZET Kökleri İslâmiyet öncesine kadar uzanan âşıklık, engin geçmişinden aldığı bilgi, birikim ve tecrübeyle canlılığını yitirmeden günümüze kadar ulaşabilen nadide geleneksel kültür hazinelerimiz arasında yer almaktadır. Âşıklar, tarihin her döneminde toplumda önde gelen isimler olarak saygınlık kazanmışlardır. Yetiştikleri bölgelerde; halk hekimi, gezgin, bilge, imam, şair ve halk kahramanı gibi çeşitli unvanlarla anılan âşıkların toplumsal yapıda bu denli ön plana çıkma sebeplerinin başında sazları ve sözleriyle toplumun sesi olmaları gelmektedir. Yaşadığı bölgenin güzelliklerini, iklimini, doğasını ele alan âşıklar, bölge halkının sıkıntılarını da kulak ardı etmemişlerdir. Halkın yaşadığı türlü sıkıntılar, doğal afetler ve savaşlar âşıklar tarafından saz ve söz ile gönülden kopan namelerle dört bir yana duyurulmuştur. Bu nedenle âşıklar yeri gelmiş milli mücadele kahramanı olmuş, yeri gelmiş devlet adamlarının millete karşı hatalı tutumlarının açığa çıkarıcısı olarak haksızlığa karşı dik bir duruş sergilemişlerdir. Âşıklık geleneğinin bu günü incelendiğinde, 21. yüzyılın getirdiği medya ve teknolojiyle beraber âşıkların icra şekilleri, mekânları ve şiirlerin muhtevası başta olmak üzere gelenekte büyük değişikliklerin yaşandığı görülmekte, âşıklık geleneğinin varlığı/kuvveti ve geleceği tartışılmaktadır. Bu tartışmalar çerçevesinde geleneğin, değişim ve dönüşüm süreçlerine temas edilerek günümüzdeki varlığıyla ilgili incelemelerde bulunulacaktır. Tüm dünyada ve ülkemizde yaşanan salgın hastalıklar nedeniyle devlet ve millet olarak yaşamakta olduğumuz bu zorlu süreçlerde çok sayıda âşığın toplumun derdiyle dertlenmesi, ortak duygu, düşünce ve gönül dünyamızı yansıtan, birlik ve beraberliğimizi pekiştiren şiirler oluşturmaları göz önüne alınarak âşıklık geleneğinin günümüzdeki durumu ele alınacaktır.
Edebiyat ve Milli Mücadele; Öyle Bir Harp Ki, 2024
Bu çalışmada Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemde özellikle Çerkes nü- fusun yoğun olarak yaşadığı Güney Marmara bölgesinde gerçekleşen olay- ları konu edinen romanlar incelemeye tabi tutulmuştur. Güney Marmara bölgesinin imparatorluğun başkentine yakın bir mesafede olması, Yunan işgalinin görüldüğü, Yunan ve Türk birlikleri arasında yoğun çatışmaların yaşandığı bir bölge olması, başta Çerkesler olmak üzere ondan evvelki 50- 60 yıllık dönemde farklı bölgelerden gelen birçok farklı gruba ev sahipliği yapması gibi nedenlerden ötürü kritik bir konumda bulunmaktaydı. Çerkes Ethem ve Anzavur Ahmed gibi Millî Mücadele döneminin önemli aktör- lerinin de bu bölgede doğmuş olması Güney Marmara’yı daha da önemli bir konuma getirmiştir. Her iki ismin de gayri nizami unsurları barındıran birliklere sahip olması, birliklerin farklı gruplar barındırmasına rağmen bü- yük oranda Çerkeslerden oluşması, Çerkes kimliğinin ve Millî Mücadele edebiyatında Çerkesliğin nasıl temsil edildiği ve nasıl algılandığı konularını öne çıkarmaktadır. Bu çalışmada doğrudan Güney Marmara bölgesinde geçen ya da öne çıkan karakterleri Çerkes Ethem ve Anzavur Ahmed gibi isimler olan dört roman İlhan Tarus’un Var Olmak, Tarık Buğra’nın Küçük Ağa, Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı ve lhan Selçuk’un Yüzbaşı Selahattin’in Romanı incelenmiştir
Yıldız Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2023
Türk halklarının sözlü kültüründe önemli bir yere sahip olan türküler, aktarımdaki kolaylığı ve akılda kalıcılığı ile hem tarih öncesinde hem de tarih boyunca yaygın şekilde kullanılmıştır. Bireysel tarafı olmakla beraber toplumsal özellikleri ağır basan türküler, kültürün birebir yansıtıcısıdır. Toplumun, üzüntüsünden sevincine kadar bütün hislerine ayna olan türküler, tarihsel bütünlükle birlikte incelendiğinde kaynak görevi de görebilmektedir. Bu çalışmada bireylerin dil, din, ırk, cinsiyet, yaş fark etmeksizin dahil olduğu Millî Mücadele döneminde yakılan bazı türküler üzerinden halkın iç dünyası üzerine bir çözümleme yapılmıştır.
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2013
MİLLÎ EĞİTİM ÜZERİNE YAZILAR, 2019
Bu çalışmada dilin millî şuurla olan ilişkisi, dilin bir milletin "millet olma" vasfına dair taşıdığı önem tarihî süreç ve gelişmeler ekseninde ele alınmıştır.
2016
Bu calismada, Milli Mucadele donemiyle ilgili ve bu donemde yazilmis olan turkulerden alti adet turku incelenmektedir. Milli Mucadele doneminde yazilan turkulere dair yeterli ve sistematik bilgi mevcut degildir. Bu sebeple, haklarinda duzenli ve detayli bilgi toplana bilinen alti turku uzerine ornek bir calisma yapilmistir. Calisma, sistemli ve her turkuye uygulanabilir, turkuleri karsilastirmali olarak inceleme firsati veren ve boylece daha kolay netice cikarmaya yardimci olacak bicimde belli kategoriler etrafinda duzenlenmistir. Bu kapsamda, once turkunun metni verilmis, varsa farkli nushalari karsilastirmali olarak incelenmis, ardindan hikayesi anlatilmistir. Turkunun tahlili kisminda ise, turkude gecen mekan, zaman, insan ve motifler detayli bicimde incelenmistir. Amac, Osmanli Devleti’nin yikilisinin ardindan, yeni bir devlet kurmak uzere, milletce verilen Milli Mucadele’nin, toplum katmaninda ne tur tesirlerinin oldugu ve toplumun buna nasil tepki verdigini, turkuler uzerinden...
Özet 1887 yılında dar gelirli bir ayakkabıcının oğlu olarak Kirmanşâh"ta doğan Ebu"l-Kâsım-i Lâhûtî, küçük yaşlarından itibaren, aynı zamanda şair olan babasının evinde Kirmanşâh"ın edebî çevresi ile tanışmış, bu tarih itibariyle de özgürlükçü bir şair olarak Fars edebiyatında yerini almıştır. Fars şiirinde realizm akımının öncüsü olan Lâhûtî; bu bağlamda ünlü Kafkas şair Sâbir ve diğer Türk şairlerinden önemli ölçüde etkilenmiştir. Özellikle ateşli bir kadın ve işçi hakları savunucusu olan Lâhûtî kadın erkek eşitliği konusunda da şiirler yazmış, onlarla destek vermiştir. Lâhûtî"nin eserlerini ve üslubunu daha iyi anlayabilmek için yaşadığı dönemden ve İran Meşrutiyetinden bahsetmek gerekmektedir. Çünkü ülkesinde yaşanan gelişmeler Lâhûtî"nin kişiliğine ve eserlerine de ziyadesiyle yansımıştır. Şairin bu bağlamda değerlendirilebilecek 30 beyitlik mesnevi nazım biçimindeki "Kelebek ve Mum" şiiri, Eylül 1914 senesinde Bağdat"ta kaleme alınmıştır. Şiirde kelebek ve mum arasında geçen bir diyalog tasvir edilmektedir. Eser, barındırdığı tema bakımından hamasî bir şiirdir. Hem eleştiri hem de hiciv olguları barındıran şiirdeki olay ise İran halkının vatanı her durumda benimsemesi, ülkesini savunması gerektiği ve bu uğurda millî mücadeleye devam etmesidir; şiirde halkın sahte vaatlere inanmaması ya da sadece dış görünüşe kanmaması gerektiği de özellikle vurgulanmak istenmektedir. Anılan şiirde kısmî olarak Doğu yani İran ile Batı medeniyeti arasında yapılan bir kıyaslama da söz konusudur. Çalışmada Lâhûtî"nin "Şemʿ u Pervâne" başlıklı şiirinin derin yapısına yerleştirdiği ve çeşitli metaforlarla İran halkına vermek istediği mesajlar tespit edilmiştir.
Nobel Yayınları, 2023
Ağıtlar; binlerce yıl boyunca insanların acılarını, hayıflanmalarını, feleğe ve kadere şikâyetlerini, kayıplarını, yaşadıkları felaketleri velhasılıkelam yürekleri dağlayan her ne varsa o duyguları haykıran birer feryattır. Bu feryadın sesi, dinleyeni veya okuyanı anlatılan hadiselere götürür. Bu kitap, onlarca insanın tarifsiz bir dehşete yönelttikleri sesin feryatla karışık tezahürüdür. O ses acı, o ses yürek parçalayıcıdır. Tıpkı o sese sebep olan hadiseler gibi. İşte o hadise, Türkiye'de zamanı 6 Şubat 2023'te saat 04.17'de durduran hadisedir. Bu hadise, aziz vatanın on bir şehrini viraneye çeviren Kahramanmaraş merkezli 7,8 ve 7,6 büyüklüklerindeki iki korkunç depremin ve ardından bir türlü sakinleşmek bilmeyen yer kabuğu hareketlerinin insanların yüreğinde kabarttığı sestir. Bu ses, yaralanan yüz binlerin, enkaz altında can veren on binlerin çığlığıdır. Bu kitapta okuyacağınız sesler, depremin büyüklüğünü ve yok ettiği hayatları yürek diliyle çığıran birer ağıttır. Bu ağıtlar, bir babanın enkaz altında can vermiş olan kızının elini hiç bırakmadığı bir felaketin akıllara kazınması ve ders çıkarılması maksadıyla bir araya getirilmiştir. Bir daha böyle ağıtlar yakılmasın diye bu çığlıklara kulak verilmelidir.
Nazariyat, 2019
Öz: Klâsik dönem kelâm kitaplarını incelediğimiz zaman ilk etapta şaşırtıcı gelebilecek husus, kelâmda dile çok büyük önem atfedilmesi ve kelâmî tartışmalarda dilin otorite olarak kabul edilmesidir. Kelâmcılar (mütekellimûn) herhangi bir meseleyi ele alırken öncelikle konuyla ilişkili terimleri dil bilimcilerin (ehl-i lügat) nasıl anlamlandır-dıklarını tespit etmekte ve sonrasında meseleyi Arap dilindeki kullanımına uygun bir şekilde izah etme yoluna gitmektedirler. Kelâmcıların dil konusundaki bu hassasiyeti sadece iman, küfür, masiyet ve adalet gibi itikadî ko-nularla alakalı ıstılahları anlamlandırmayla sınırlı olmayıp fizik ve kozmolojiye dair terimleri de kapsamaktadır. Bir başka deyişle klasik dönem kelâmcıları âlem, cisim, cevher, araz, hareket, sükûn gibi kozmolojik terimlerin an-lamlarını tespit ederken bunların lügatteki anlamlarını esas almaktadırlar. Bu makale, kelâmcıların, başta kozmo-lojik meseleler olmak üzere dili neden bu derece otorite olarak gördükleri sorusuna "dil, düşünce ve varlık ilişkisi" bağlamında cevap aramayı amaçlamaktadır. Belki de onlar, çağlar boyunca süren bir tecrübe sonrasında oluşmuş, böylelikle belli bir düşünce tarzı ve dünya görüşünün taşıyıcısı haline gelmiş dil ekseninde bir düşünce sistemi inşa ederek İslâm dünyasını tercüme faaliyetleriyle etkisi altına almaya başlayan Yunan felsefesi ve mantığı karşısında dik durmayı amaçlamışlardı. Abstract: When examining the kalām books within the classical period, what may be surprising to us at first glance is the great importance that has been given to language in their theological discussions and the recognition of linguists (ahl al-lugha) as an authority. Whenever Muslim Theologians (mutakallimūn) deal with any issue, they first determine how linguists would make sense of those relevant terms, and then explain it in a way that is appropriate for use in the Arabic language. This sensitivity of theologians in the language is not only limited to defining the terms of Islamic creeds, such as 'faith', 'infidelity', 'revolt' and 'justice', but also includes the definition of terms of physics and cosmology. In other words, while the mutakallimūn of the classical period conceptualize terms such as 'universe', 'bodies', 'substance', 'accidents', 'motion', and 'rest', they mostly take into account how the speakers of language use them. This article seeks to answer the question of why mutakallimūn regard the language as an important discipline, alongside cosmological issues, in the context of the relation between language, thought, and being. Perhaps by making a thought system based on Arabic language that happened to emerge in their regions as a result of long-time interactions with the natural environment and consequently became conveyers of particular worldview and way of thinking, they aimed to resist the impact of Greek worldview and logic that poured into the Islamic world from all ends via translations. In other words, the primary reason as to why the mutakallimūn considered language as an authority in theological and cosmological discussions was because they saw language, with its structure and concepts, as a carrier of their traditional worldviews and their way of thinking.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Journal of Turkish Studies, 2013
Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi Yayınları, Misak-ı Milli Özel Sayısı, Yıl:23, Sayı:93. , 2017
TroyAcademy, 2021
İnönü Üniversitesi Kültür ve Sanat Dergisi, 2017
Turkish Studies, 2022
Türkiyat Mecmuası, 2019
Türkler'in millî mücadelesi, Japonlar için de cesaret ve umut kaynağı, 2023
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, 1996