Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
…
4 pages
1 file
Bu makale XVI. yüzyıl şairi Seyrî'nin Halep Şehrengizi’ni şekil ve muhteva özellikleri açısından ele almakta ve eserin tenkitli metnini içermektedir. Klasik edebiyatta ilk ürünlerini XVI. yüzyılda vermiş manzum bir edebî tür olan şehrengizlerde genel olarak bir şehrin doğal ve tarihî güzellikleri anlatılır. Bu türde yazılmış eserlerde konu edilen güzeller, şehrin çeşitli zanaat ve meslek dallarında ün yapmış esnaf sınıfından genç erkeklerdir. Türk edebiyatında, sözü edilen niteliklerde toplam 82 şehrengizin varlığı tespit edilmiştir.Seyrî dışında Halep şehri hakkında şehrengiz yazan başka şair tespit edilemediğinden Seyrî'nin Halep Şehrengizi, Türk edebiyatında yazılmış şehrengizler arasında tespit edilebilmiş tek örnek olarak özgün bir eserdir. Eser, şairin henüz tek nüshasına ulaşılabilen Divan'ının içinde yer almaktadır. This article examines the style and content of Aleppo Şehrengiz written by the sixteenth century poet Seyrî and critiques the text of his work. Emerged in classical literature during the 16th century, Şehrengizs generally depict natural and historical beauties of a city. Young and reputable men from the artisan class or other occupational fields were the subjects of this poetry form. In Turkish literature so far 82 şehrengizs have been found, one of which is the Aleppo Şehrengiz of poet Seyrî. Because no poet other than Seyrîhas written şehrengiz about the city of Aleppo, His Aleppo Şehrengiz is unique in Turkish literature. Seyrî’s work is placed in his Divan, which has only a single accessible copy
KHADR SERVİCES, 2024
Koşan At Işık Ne sabâ dersem yaraşır sür’atlim sâ’ika Ki, seğirdirken ana sâyesi olmaz hempâ Bu at Cem kâmrân ki süvâr olsa rahşına Dârâ tutar şikârım peşrev inân verir hıza Ateşli âşkımı deryâlar söndüremez senî Noktam dâğı süveydâ dumânımdır devî Şohu Şenge Hivron Bablisok kavlin perî Nefesim İsâ gibi diriltir envârıma enverî Pâsbân olmuş bir ejderdir kalemin bekçi On beş mârıma ağzımda yılanındır ateşi Ederim düşmânı bir nokta ile şöhreti âm Veririm dosta bir harf tamâmlar ağzı tâm Tesbîhine dür-i Seb’al-mesânîdir sözüm Ukdesi rişdi râz-ı nihânîdir yanar közüm Araz madde dışındır görünmez güherim Rüzgâra âlemi gayb armağanıdır gecem Öyle bir cevher ki sâfîdir ammâ muttasıl Berk esîri nazar etse görmez rüzgâr asıl Âyet-i Nûn ve’l kalemde sîneme yâ hâsıl Hayvânî âb endîşemden tîr kemânî vâsıl Gururu aşkına düşmân tersinedir dünyâ Kehkeşân sinesini çâk eyledi adın Biryâ Kamber felekten çıkar eğri büğrü nemçe Arşı istiğnâyı himmet âsitânımdır pençe Hâmem ki nazmımı eder ola ihyâ midâd Ab-ı hayâta reşhası rûhı revan verir dâd Vahiy ile işler beyaz elim koynumda şâd Parmağımı oynatsam yedi beyzâm irşâd Kâ'inatın gizli sırrı âşikârdır gönlüm anda Aşk kıymeti bil âlem gayb armağanı bana Yedi ulduzu mîzân burcunda kopsa fırtına Vermezsen mihrimi çıkmaz rûh astral aya Yâ zemîni cennet olsa Kâ’be’yi ulyâ felek Yedi katı taşırdı Kâbe'yi kanadında melek Çıkarır mı Cebrâil âşk ilen bir kalp yemek Dördüncü kata gitse âşk döner Kâbe isek Afetin aynü’l kemâli reşk kâr etmez bana Sevdâyî ağzın akıtır defi çeşmin zahmına Len terâni nüktede âlem harîf kuşun bana Allah Allah diye derine vursan âşk mârına Her ne söylese cevâbı len terânîdir sözüm Laf ola beri gele deriz, gönüldendir gözüm Laf başka söz başka, âhir sözüdür ki kızım Eder nefsi vâhdetim binde bir ma'nâ nazım Laf u güzaf değil taşı gelin gediğe koyalım Gelin insâf edelim mikdârın sâhip-güftârım Ana teslim edelim, emrinde münkad olalım Gönül hâzinesinde kaleminle bekçi ejderim Enverî rüzgârım nokta kalbimden süveydâ Aklı evvell aklı külli Cebrâil bile güler bana Aklı Kül dîvâne hüsnü beyânımdır Mustafâ Ne kadar kazı Kibriti Ahmer çıkar meydâna Nutka gelsem bebek gibi İsâ gibi kundakta Süt emerim memesinden burak ki mutlakta Beyti ma'mûrdan ma'ânî hânumânı bulakta Kara mürekkep damcı bir gülşeni ağızlarda İsfahan'a gitse yılan Şeytân döner yurduna Serendip dağına inse âdem döner vatanına Cidde'de durmaz Havvâ gelir girer koynuna Unutmaz, avutamaz uyutamaz gelmiş nûna Öfkeler zarârdır, bârânı havâ bir şerer eyler Nûşîrevân vermese Hüsrev verir nûş beyler Hâcer'ül Esvedin cemâdâta mürebbî dilber Karadır a'mâ mâhiyyeti cennet diye öperler Işığın gölgesi olmaz yıldırım atımdır serdâr Sabâ rüzgârımda atı gölgesiz gulûvu bozar Aşk atı çâbuk çâlâk, hîç ne Ankâ ne Hümâ Tayyâr eder âlemi gözü yum açana dek dâ Atmış okunu gizletmez yayı şâir olan âşık Süngü kılıç hançer lâzım değil kalemin ışk Hâme câdû-zebân tîğ ü sinânımdır mızrak Sâf derler sahip-kırânımdır kudretlin yarak Cevherim sihir dükkânıdır ol sâzım mucîze Feyzim sevdiğime zebânı dehânı verir size Sözümde kesâfet yok Latiîe vardır bi dâne Mahsûlu bahri kâna veren râygân Rû câne Rû, Waterloo 5 Şubat 2024
Hİjyen sanitasyon dres notu, 2018
Hijyen Kavramı Gıdaların güvenli ve tüketime uygun olması temel insan haklarındandır. Gıda kaynaklı hastalıklar sağlığa zararlı etkiler bırakabilmekte hatta ölümcül sonuçlar doğurabilmektedir. Gıdaların kirlenmesi yüksek maliyet, fire, müşteri kaybına ve tüketici güveninin yok olmasına da yol açmaktadır. Uluslararası ticaret ve turizm önemli sosyal ve ekonomik kazançlar sağlar fakat beraberinde çeşitli hastalıkların dünya çapında yayılma-sına yol açmaktadır. Son yüzyılda değişen gıda tüketiminde ve çeşitlerinde büyük değişim yaşanmış ve bununla birlikte gıda üretimi, hazırlanması ve dağıtım teknikleri de gelişme kaydetmiştir. Bu bağlamda etkili hijyen kontrolü insan sağlığına zararlı olabilecek durumları, gıda kaynaklı hastalıkları ve ekonomik sorunları önlemede olmazsa olmaz olmuştur. Gıda üretim zincirinde bulunan çiftçiler, yetiştiriciler, gıda işleyicileri, üreticiler ve tüketiciler güvenli ve tüketime uygun gıda sağlanması konusunda sorumludur.
HATAY VE GÖÇ, 2023
Tarih boyunca pek çok medeniyetin iz bırakmış olduğu Hatay, stratejik konuma sahip bir coğrafyadır. Bu stratejik konumundan dolayı nüfus hareketliliği yüksektir. Muhtelif zamanlarda çeşitli coğrafyalardan gelen göçmenlerle Hatay, farklı kültürlerin ahenk içerisinde birlikte yaşamasına sahne olmuştur. 1939 yılında yapılan referandum ile Türkiye’ye dâhil olan Hatay, Türkiye-Suriye sınırında bulunmaktadır. Bu sınırdaki Şırnak, Mardin, Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis ve Hatay illeri arasında en uzun kara sınırı 276,9 km (%31,5) ile Hatay’dır (Atasoy vd., 2012: 108). Hatay’ın bir ülkeye sınır olma durumu, sınır ötesi olaylardan ve bununla ilgili göç hareketliliğinden doğrudan etkilenmesine yol açmıştır. Her biri doğrudan veya dolaylı iki komşu ülkeye de tesir etmiştir. Bunun en açık örnekleri ise göç hadiselerinde yaşanmıştır. Nitekim Suriye’de yaşanan ekonomik ve siyasi problemlerden kaçarak yeni yaşam alanları arayan kişilerin ilk uğrak noktası Hatay olmuştur (Kalaycı, 2016: 222). Bu bölümde Hatay’daki dış ve iç göçler, tarihsel ve toplumsal boyutları ile ele alınmıştır.
Suçların oluşumundan ve işlenmesinden en çok etkilenen grup hiç şüphesiz ki suç mağdurlarıdır. Suçluların tespit edilememesi, tespit edilse dahi yakalanamaması veya yakalansa dahi toplum nazarında hak ettiği düşünülen cezaları almaması mağdurlarının en çok şikâyet ettikleri konuların başlıcalarıdır. Adalet mekanizması yönünden suç mağdurlarının durumu son yıllarda önemli ölçüde değişerek gelişmiş bulunmaktadır. Sosyal ve demografik özelliklerin kurban ve kurban olmayanları ayırt eden özelliklerden olduğunu belirterek, cinsiyet, yaş, sosyal statü ve ırk değişkenlerinin mağdur olmada en önemli etkenler arasında bulunmaktadır. Ayrıca, medeni durum, meslek- iş hayatı, arkadaş çevresi, ikamet edilen mahalle- semt (çevre) gibi diğer önemli faktörleri de göz ardı etmemek gerekir. Suç literatürü 19 yaşından küçük ve 60 yaşından büyük kişilerin herhangi bir suç nedeniyle mağdur olma riskinin, bunun dışında kalan yaş grubuna oranla daha düşük olduğunu ortaya koymaktadır. Makro düzeyde yapılan çalışmalarda, yaş yapısının suçlular ve mağdurlar üzerinde bir etkisi olduğunu ve ergenlerin (15-24) diğer yaş gruplarına göre hem daha fazla suç işlediğini hem de mağdur olma olasılıklarının daha yüksek olduğu görülmektedir.
Çinli komutan, filozof ve askeri bilge Sun TZU : " Savaşta ustalık, yenmek değil, kolaylıkla yenme becerisini göstermektir."; " Bütün savaşları çarpışarak kazanmak ustalık değildir; ustalık düşmanın direncini çarpışmadan kırmaktır. " diyor. Burada "Düşmanı kolaylıkla yenme becerisi ve onun direncini çarpışmadan kırmak" sözü yeni nesil savaş tekniklerinden biri olarak "Hibrit Savaş"ın doktrin olarak ortaya çıkmasının yolunu açmıştır. Aslında bu savaş modeli tamamen yeni bir savaş modeli değildir. Hibrit Savaş eskiden beri bizim “Topyekün Savaş” olarak dillendirdiğimiz fakat doktrin haline getirilerek modern teknoloji yöntemleriyle beraber çok çeşitli asimetrik uygulamaları ile ortaya çıkarılan bu yeni nesil savaş tekniği artık dünya devletlerinin başvurduğu yegane mücadele tekniğidir.
Yazın tarihimizin dünüyle bugününü karşılaştırdığımızda, yazın tarihimizde yer alan yazar ve şairlerimizin çoğunluğunun egemen oligarşik siyasal eğilimler ve kültürel paradigmalarla kavgalı olduklarını, muhalif bir tutum aldıklarını, kendi yazar dokunulmazlıklarını sanat ve estetiğin kökenleriyle örtüşen bir anlayışla kullandıklarını görürüz. Sabahattin Âli’den başlayarak, Nazım Hikmet’e, Yaşar Kemal’e, Orhan Kemal’e, Fakir Baykurt’a, Ümit Kaftancıoğlu’na kadar birçok yazarımız büyük acılar çekerek, adeta dişleriyle tırnaklarıyla savaşım vererek, hatta ölümü göze alarak yazın dünyasında yer almayı başarmışlardı. Leyla Erbil, Tahsin Yücel, Can Yücel, Nezihe Meriç, Bilge Karasu; Oğuz Atay gibi adlar da yine muhalif tutumlarıyla, iktidar karşıtlıklarıyla bilinmektedirler. Ahmet Arif, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Arif Damar da bu anlamda adları anılması gereken has edebiyatçılarımızdır. Günümüz yazın dünyasını soruştururken, 12 Eylül sonrası ünlenmeye başlamış yazarlarımızdan birçoğunun, dolaylı da olsa siyasal tartışmalara uzak durdukları, kültür dünyasındaki “hegemonyacı” eğilimleri görmezden geldiklerini söyleyebiliyoruz. Hasan Ali Toptaş, İhsan Oktay Anar, Hulki Aktunç, Ahmet Ümit, Ayfer Tunç ve daha birçokları böyle bir tutumu benimsemiş durumdadır.
Diyanet Dergisi, 2013
Bu iki kelime hiç yan yana gelebilir mi? Hacda hüzünlenilir mi ya da hacda hüzne yer var mıdır? O bir diriliş, bir arınma, bir durulma, bir yenilenme, bir şuurlanma ve yeni bir kıyam değil midir? Elbette öyledir; öyle olmalıdır. Beytullah'ın etrafındaki tavafta tevhit, Safa-Merve arasındaki sa'yde adanmışlık, Arafat'ta mahşerin iliklerde hissedilen marifeti, Müzdelife'de Meş'ar-i Haram'da şuurlu bir zikir, Mina'da şeytana verilen ültimatom, Medine-i Münevvere'de Rasul-i Ekrem'e gönülden yapılan bey'at somutlaşırken hüzün de ne oluyor ki? Sorular şaşırtsa da hac ve hüzün, ümmet-i merhumenin şu andaki görüntüsü itibarıyla aynı safta yan yana duran iki gerçeklik. Nasıl mı? Aşağıdaki satırlar bu soruya kısmen cevap teşkil ettiği gibi şu yargı çok da haksız olmadığımı gösterecektir: Evet hac da hüzünlenir; tıpkı orucun acıktığı gibi. Yeryüzünde inşa edilen ilk mabet ve Yüce Allah'ın kendisine nispet ettiği evi olan Kâbe-i Muazzama'nın, etrafındaki gökdelenlerce kuşatma altına alınıp işgal edilmesi insanı hüzne boğuyor. Başınızı kaldırdığınızda semavatın enginliğine dalıp kudret-i ilahiyyeyi duyumsamak yerine, gökle ilginizi kesip tepenizden üzerinize âdeta "ene rabbükümü'l-a'lâ" dercesine abanan heyulalar içinizi acıtıyor. Hatim'den döner dönmez önünüze dikilerek Rükn-i Yemani'yi istilam/istikbal etmenizi engelleyen bu ucube yapılar huşunuzu gasp ediyor. Gidişat onu gösteriyor ki, birkaç sene sonra gelenler, acaba Mekke'ye değil de yanlışlıkla Newyork Manhattan'a mı geldik diyecekler. Mekke'nin alemi Kâbe-i Muazzama iken artık Zemzem Tower'lar/Burcu Zemzem'ler 'modern totemler' olarak onu gölgeleyecek. Nitekim yeni seccadelerde Mescid-i Haram, artık "ulu" Zemzem Kulesi'nin gölgesinde küçük bir figür olarak yer almakta, Kule'nin tepesinden yapılan renkli lazer gösterileri ilginin odağını değiştirmekte, kıble artık Kule'ye göre tespit edilmektedir. Hâl böyleyken siz şu yaman çelişkiyi çözmeye çalışıyorsunuz: Kâbe örtüsüne altın ipek ve simlerle "…Kim Allah'ın ibadet için koyduğu şeaire (alamet ve simgelere) uyup saygı gösterirse, şüphe yok ki bu kalplerin takvasından (Allah'a karşı gelmekten sakınmasından)dır." (Hac, 22/32.) yazmakla, O'nun yeryüzündeki en büyük şiarı olan evini, ümmetin ortak kıblesini bu yüksek yapılar arasında bir ayrıntı hâline getirmek nasıl bağdaştırılabilir? Allah'a kulluğun, yaratılmışlara şefkat ve merhametin, dünyadan vazgeçebilme erdeminin ve ahirete hazırlık yapma iştiyakının zirvede olması gereken Mescid-i Haram'da sıklıkla şahit olduğunuz kimi manzaralar hüznünüzü artırıyor. Şöyle ki: a) Tavaf ederken "Hayır, otuzdan aşağı olmaz." diyerek telefonda araba pazarlığı yapan Müslümanın, tavafın şekline uymakla beraber özünden uzak oluşu sizi de etkiliyor. Eliyle, dirseğiyle, olmadı omuzuyla etrafı yara yara tavaf eden Müslümana "İstersen var bin hacca; hepsinden iyisi bir gönüle girmektir." diyen Yunus'un şu dizeleriyle hatırlatmada bulunmak istiyorsunuz: Bir kez gönül yıktınsa Bu kıldığın namaz değil Yetmiş iki millet dahi Elin yüzün yumaz değil b) Göğsündeki armasında haç işareti, arkasında yıldız futbolcusunun ismi bulunan bir Avrupa takımının formasıyla tavaf eden gençlere "en çok kimi seviyor ve örnek alıyorsun?" sorusunu yöneltmek istiyorsunuz. Sırtındaki çantada kocaman bir haç işaretli bayrak olan bir kardeşinize bunun ne anlama geldiğini anlattığınızda hiç umursamadan tavafına devam etmesi karşısında yıkılıyorsunuz.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Hatti ve Hitit inanç dünyasında hayvanların rolü/ Animals in Hatti and Hittite beliefs, 2023
DEDE KORKUT Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 2015