Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
Amisos
Iğdır is located just North of Mount Ararat at an altitude of 5137. The plain where the city of Iğdır is located has an average altitude of 875. The Iğdır Plain exteneds to the North and northeast of Mount Ararat. Araxes River passes throguh the North of the plain. The Aras River separates the Iğdır Plain from the Ararat Plain, of which it is a part. This plain, which is also fed by the snow waters of Mount Ararat, has been inhabited since the Chalcolithic Age, and the settleement has continued uninterrupteedly until today. This uninterrupted life is valid in the Middle Bronze Age Aras Painted Culture, whose traces are not found in Lake Van and Upper Araxes Basins. Except for Georgia, Armenia, Nakhchivan, and Northweest Iran, the most important settlement in the Anatolian stakeholder was located on the Iğdır Plain. However, traces of culture continue to be seen in different archaeological centers. Since geographical units with different elevations, such as Mount Ararat, Karasu-Aras Mountains, and Iğdır Plain, are unique parts of a whole geography, the region enabled the ancient societies to be adopted by Transhumanist groups. This study is based on the Middle Bronze Age archaeological centers of the Iğdır Plain and the reasons fort he existence of these centers.
TÜBA-AR 35, 2024
This article aims to reveal the settlement status of the Banaz Plain in the Middle Bronze Age. The data on the Middle Bronze Age of the Uşak region is limited. This article evaluates 9 Middle Bronze Age settlements identified in the fertile Banaz Plain located east of Uşak. Among these settlements, Banaz Mound and Ayvacık Mound stand out as important settlements of the region in the Middle Bronze Age. It is understood that there was an uninterrupted settlement in the Banaz Plain in the MBA. The settlements in the plain are not very far from each other and the settlements are generally concentrated in the plain region and on natural road routes. The settlements on natural road routes are relatively larger in size. The fact that the settlements in the region have similar pottery forms indicates that they were also culturally interactive. It can be evaluated that the Banaz Plain settlements had strong relations with the surrounding regions in terms of politics, culture, trade and transportation thanks to their location between Central Anatolia and Western Anatolia.
Giriş " Türkiye'nin çok az bölgesi, Konya Ovası'nın Erken Tunç Çağı'nın ilk iki evresinde sergilediği görkem ve zenginlikten daha etkileyici sonuçlar üretmiştir. Anadolu Platosunda höyüklerin bu denli yoğunlaştığı ve şehir ölçeğinde çok sayıda büyük höyüğün ortaya çıktığı bir başka bölge bulunmamaktadır. " Bu gözlemler, 1950li yıllarda Konya Ovası'nda yüzey araştırmaları gerçekleştiren James Mellaart'a aittir 1. Aradan geçen yaklaşık 70 yıla rağmen, ne yazık ki Konya Ovası'nın Erken Tunç Çağı (MÖ 3000-MÖ 2000) kültürlerine ilişkin yapılan söz konusu çarpıcı gözlemler, arkeolojik kazılarla desteklenmiş veya çürütülebilmiş değildir. Bölgenin önemli yerleşimlerinden Konya Karahöyük'ün Erken Tunç Çağı (ETÇ) tabakalarına ait detaylı verilerin yayınlanmamış olması da bu tablonun günümüze kadar değişmeden gelmesini sağlayan etkenler arasında yer almaktadır. Konya Ovası ETÇ kültürlerine ilişkin yürütülen tartışmalar halen farklı kapsam ve yöntemlerle gerçekleştirilen yüzey araştırmalarından elde edilen verilere dayanmaktadır. Bu çalışmada Konya Ovası şeklinde tanımlanan bölge (Figür 1) 2 , Büyük Konya Havzası'yla örtüşmektedir 3. Güneyden ve batıdan Toros Dağları'nın uzantılarıyla çevrelenen havzanın kuzey sınırını Obruk Platosu, doğu sınırını ise Hasandağı-Melendiz silsilesinin Bor eşiğindeki etekleri oluşturmaktadır. Yaklaşık 10.000 kilometrekarelik alana yayılan havza, Karadağ gibi yükseltiler tarafından çeşitli düzlük alanlara ayrılmıştır. Söz konusu düzlük alanların başlıcaları, Konya Ovası, Karapınar Ovası, Karaman Ovası, Ereğli Ovası ve Bor Ovası'dır (Figür 1).Genellikle güneydeki dağlık alanlardan havza tabanına inen akarsularla beslenen düzlük alanların önemli bir bölümünü verimli ovalar oluşturmaktadır. Acemhöyük ETÇ verilerini ön planda tutan bu çalışmada Konya Ovası'nda gerçekleştirilen yüzey araştırmalarının sonuçları ana hatlarıyla değerlendirilmiştir. Acemhöyük kazı verilerinin ETÇ'nin ikinci yarısında yoğunlaşması, bu döneme ilişkin sonuçların ağırlıklı şekilde tartışılmasının nedenidir. Çalışmanın birinci bölümünde, Konya Ovası'nda gerçekleştirilen yüzey araştırmalarının sonuçlarına kısaca değinilmiş, ikinci bölümde Acemhöyük verileri ortaya konulmuş ve son bölümde Acemhöyük verilerinden hareketle bölgeye ilişkin değerlendirmeler sunulmuştur. Acemhöyük ve Konya Ovası bağlantısına önceden dikkati çeken 4 değerli bilim insanı, sayın hocam Prof. Dr. Aliye Öztan'a bu yazıyı saygılarımla sunuyorum.
Özet Muş Ovası sahip olduğu verimli tarım arazileri, zengin su kaynakları ve çevresine göre kışları nispeten ılık olması nedeniyle Doğu Anadolu Bölgesi'nin önemli yerleşme alanlarının başında gelmekte ve bu avantajlardan dolayı yerleşme tarihi oldukça gerilere gitmektedir. Bu çalışmaya göre çalışma sahasının fiziki ve beşeri koşullarının yüksek potansiyeline rağmen Muş Ovası ve çevresindeki sahalarda tarımsal açıdan gerekli gelişmenin kaydedilemediği görülmektedir. Özellikle su kaynaklarının çok kısıtlı kullanıldığı ve sulamaya yönelik projelerin hayata geçirilmede geciktiği, hatalı arazi kullanımının yaygın olduğu, ürün çeşidinin yetersiz olduğu ve tarımsal faaliyetlerde gerekli atılımların yapılamadığı tespit edilmiştir. Çalışma sahasının toprak, arazi kullanım kabiliyeti ve fiziki coğrafya haritalarının çiziminde Coğrafi Bilgi Sistemleri kullanılmıştır. Muş Ovası'nın güncel arazi kullanımı ile 1989 ile 2011 yılları arasındaki dönemde arazi kullanımında meydana gelen değişimleri belirlemek için uzaktan algılama tekniğinden faydalanılmıştır. Anahtar Kelimeler: Muş Ovası, tarımsal arazi potansiyeli, arazi kullanımı, uzaktan algılama.
Son yıllarda belli başlı turist destinasyonlarından biri olarak gelişme gösteren ve Dünya’da 2013 yılında 38 milyon ziyaretçiyle en çok uluslararası turist çeken 6. destinasyon olan Türkiye’de, önemli deniz turizmi merkezleri olan Saroz Körfezi, Ayvalık, Kuşadası, Bodrum ve Antalya gibi tatil yerleri çirkin, plansız bir büyümeyle büyük bir tahribat sonucu İngiltere’deki Blackpool ile aynı kaderi paylaşma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Çünkü bu mekânlarda sürekli olarak yeni binalar inşa edilmekte, toz ve gürültü kirliliği görülmekte bu hızlı gelişme karşısında sahil yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle araştırmada, Turizm Alanları Yaşam Döngüsü Modeli ile Türkiye’de turizme ilk açılan mekânlardan biri olan Kuşadası turizminin yaşam döngüsünü ortaya koyup, bu döngünün gelecekte nereye varacağını incelemektedir. Bu çerçevede araştırma boyunca şu sorulara yanıt aranacaktır: Turizm alanları yaşam döngüsü teorisi nedir? Kuşadası’ndaki mevcut turizm sektörü turizm alanları yaşam döngüsü teorisinde hangi evrededir? Kuşadası’nda turizmin başlangıcı, gelişimi ve bugünkü durumunda hangi faktörler etkili olmuştur? Araştırma boyunca, bu sorulara cevap aranırken çok çeşitli birincil ve ikincil veri kaynakları elde edilmeye çalışılmıştır. Bu verilerin temininde nitel araştırmalarda en çok kullanılan, görüşme, gözlem ve yazılı dokümanların incelenmesi teknikleri kullanılmıştır. Elde edilen veriler betimsel analiz yoluyla analize tabi tutulmuştur. Sonuç olarak, Butler’in teorisinde ortaya atılan bütün aşamalar ne yazık ki Kuşadası’nda yaşamıştır. Bu aşamadan sonra Türkiye’nin turizm politikalarının bir yansıması olarak Kuşadası’nın iyi bir model oluşturması ve sürdürülebilir turizm temellerinin ülke çapında atılması için gerekli derslerin çıkarılabileceği bir destinasyon olarak görülmektedir.
“YÜZÜKLERİN EFENDİSİ” ÖRNEĞİ ÖZELİNDEN TRANSMEDYA HİKÂYECİLİĞİ, 2018
Günümüzde değişen pazar koşullarının etkisiyle rekabet hızını daha da arttırmakta, birbiriyle aynı özellikleri taşıyan markaların birbirinden ayrışması zorlaşmaktadır. Bu sebeple marka imajını olumlu bir şekilde tüketicinin zihnine yerleştirme, marka sadakati oluşturma gibi konularda ekstra bir çaba harcamayan markalar başarısız bir konuma düşmektedir. Markaların bu rekabetinin yanında bir de tüketiciler açısından durumu göz önüne getirmekte fayda vardır. Tüketiciler birbirinin muadili olan markalar arasındaki savaşa giderek daha ilgisiz kalmaktadır. Her mecrada markanın aynı mesajıyla karşılaşan tüketici, hem sıkılmakta hem de ilgini kaybetmektedir. Tüketiciye gelişen teknolojik aletler ile ulaşmak bu kadar kolayken onlarla uzun süren bir iletişim kurmak neden bu kadar zordur? Marka ile hedef kitle arasında bağ kurmanın en etkili yolu; tüketiciye bir hikâye sunmaktır. Fakat dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki sunulan hikâye hedef kitleyi yakalamak için her mecranın yeteneklerini göz önüne alarak farklı mesajlar sunmalıdır. Adeta her mecra tüketiciyi kendine çekmelidir ve sürdürülebilir olmak için diğer mecradaki bilgileri de deneyimlemesi için onu teşvik etmelidir. Tüketiciler kendi istediği yönde hikâyenin gidişatına yön vermek ya da kendi alanını yaratmak istemektedir. Tüketiciye aktif rol vadeden pazarlama iletişimi yöntemlerinden biri olan transmedya hikâye anlatıcılığı Henry Jenkins’in deyimiyle sahne ile izleyiciler arasında olduğu varsayılan görünmeyen duvarı yıkmaktadır. Bu duvarın ortadan kalkmasıyla katılımcı kültürün etkisiyle tüketici sadece izleyen değil, aynı zamanda üreten, etkileşimde bulunan bir konumdadır.
Bu yazıda, Erken Tunç Çağına tarihlendirilen Resuloğlu (Uğurludağ, Çorum) iskeletlerinin ölü gömme âdetleri, sağlık yapısı ve yaşam biçimi ele alınmıştır. Resuloğlu'nda ölüler küp ve taş sanduka olmak üzere iki tip mezara gömülmektedir. Nekropol alanında küp mezarlar daha yaygın (%90) iken, taş sanduka mezarlar sayıca daha azdır (%10). Küp mezarların küçük olanlarına (çömlek mezar) genellikle bebekler ya da çocuklar gömülmektedir. Büyük küp mezarlara ise çoğunlukla tek bir yetişkin (kadın ya da erkek) birey gömülmektedir. Taş sanduka mezarlara ise çoğunlukla çoklu gömü uygulanmakta ve yalnızca yetişkin bireyler konulmaktadır. Ölü gömme âdetinin yanı sıra toplumun yaşam biçimi ile sağlık ve beslenme durumunu tespit etmek için iskeletler paleopatolojik açıdan incelenmiştir. Bu incelemeler, özellikle üst ekstremitede yer alan eklemlerde fazla miktarda entesoit geliştiğini ortaya koymuştur. Bu bulgu, Resuloğlu sakinlerinin aşırı iziksel güç gerektiren işlerle meşgul olduklarını ortaya koymaktadır. Dişler ve çeneler üzerinde yapılan gözlemler ise, Resuloğlu insanlarının bir yandan yoğun tarım toplumu özellikleri gösterirken diğer yandan da erken tarım toplumlarına özgü bazı karakterleri barındırdıkları yönündedir. Anahtar sözcükler: Erken Tunç Çağı, Resuloğlu, iskelet biyolojisi, yaşam biçimi, ölü gömme âdeti Abstract In this study, it has been scrutinized the burial custom, health status, and life-style of an Early Bronze Age (EBA III) skeletal population, Resuloğlu (Uğurludağ, Çorum, Central Anatolia). In Resuloğlu cemetery, the corpses were interred two types of graves: pithos and cist. In the necropolis, pithos tombs are more common (90%), while the number of cist graves is less than (10%). Pithoi small ones are usually buried babies or children. It seems that the large jar tombs were for mostly single adults (male or female) individuals' burial. On the other hand, often applied in multiple burial cist graves and buried only adult individuals. In addition to burial customs, it has been examined the human skeletal remains paleopathologically in order to understand the health and nutritional characteristics of the population studied. Our observations on the skeletal material showed that a lot of enthesophytes located on the joints of upper limbs were especially remarkable. This inding indicated that inhabitants of Resuloğlu were engaged in physically hard works or jobs. The analyses of the teeth and jaws of the skeletal remains revealed that there was hybrid structure in terms of oral health, displaying the characteristics of both initial and intensive agricultural way of life.
2023
15 Temmuz 2016'da Türkiye'de gerçekleştirilen darbe girişimin ardından Yenikapı'daki Demokrasi ve Şehitler mitingindeki kalabalığın arasında 1990'lı yıllarda Türk siyasetinin en önemi figürlerinden birinin varlığı dikkat çekiyordu. Tansu Çiller, mitinge yine o yıllarda sıklıkla giydiği kıyafetleri hatırlatacak şekilde, beyazlar içinde katılmıştı. Aslında bu makalenin kaleme alınması fikri o gün Yenikapı'daki mitingi izlerken ortaya çıktı. Yeniden beyaz kıyafetler içinde Tansu Çiller'i boynundan düşürmediği şallarını -ki bu kez Türk bayrağını hatırlatacak şekilde kırmızı şalı ile-görmek o günleri hatırlatan bir çağrışımdı. Çiller, 2002 seçimlerinde DYP'nin baraj altında kalmasının ardından parti kongresinde yeniden aday olmayacağını açıklayarak siyaset sahnesinden çekilmişti. O günden sonra çok uzun dönem hatta 2007 yılında DYP'liler Tansu Çiller'i yeniden siyasette dönmesi yolunda evine kadar gitmiş olsalar dahi neredeyse hiç gündeme gelmemişti. Çiller, daha sonra sık sık siyasete geri döneceği yönünde sinyaller verdi ve 'milletini özlediğini' belirtti ve yine 'milletine bir şeyler vermek' istediğinden bahsetti. Türkiye, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında siyasi süreçte ciddi bir türbülans yaşamıştı. 2017 yılında
JASS, 2015
Düziçi Ovası ve Yakın Çevresi, Akdeniz Bölgesinin Adana Bölümünde yer alan Osmaniye il sınırları dâhilinde, Kuzey Amanoslar içerisinde yer almaktadır. Araştırma sahası tektonik olarak çok genç ve hareketli olduğu için jeomorfolojik açıdan birden fazla birimlerden oluşan farklı bir topoğrafya ya sahiptir. Sahanın oluşmasında ve gelişmesinde en önemli faktörler flüvyal süreçler, karstlaşma ve tektonizmadır. Yaklaşık olarak 90 km² alanı kapsayan Düziçi Ovası ve Yakın Çevresi'ndeki ana jeomorfolojik birimler; dağlık-tepelik alanlar, platoluk alanlar, vadiler, boğazlar, birikinti yelpazeleri ve küçük ölçekli karstik şekillerinden meydana gelmektedir. Araştırma alanının merkezi konumunda bulunan Düziçi Ovası 250-450 metreler arasında yer almasına karşın deniz seviyesinden ortalama yükseklik 350 metredir. Doğudaki bölgelerde 300-400 metreler arasında birikinti koni ve yelpazeleri, 400-2246 metreler arasında ise dağlık ve engebelik alanlar bulunmaktadır. Çalışma alanının diğer alanlarında 200-700 metre aralıklarında yükseltisi fazla olmayan tepeler ve koniler mevcuttur. Çalışma alanı Miyosen de belirmeye başlamış ve tektonik olaylara maruz kalarak ovanın bulunduğu alan çökmeye uğramış, dağlık saha ise yükselmeye devam etmiştir. Plio-Kuaterner ve Kuaterner de bu gelişimin devamı ile birlikte ova içerisinde bazalt akıntıları meydana gelmiş ve o esnada göl ortamında olan Düziçi Ovasında birikim bu dönemde başlamıştır. Böylece 250-400 metreler arasındaki Düziçi Ovası ve Yakın Çevresi meydana gelmiş, holosen de akarsuların aşındırma ve biriktirme faaliyetleri devam etmektedir.
Tunuslu Üniversite mezunu, seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin 17 Aralık 2010 tarihinde kendini yakmasıyla başlayan Orta Doğu olaylarının üzerinden bir yıl geçmesine rağmen; gerek medyaya, gerekse siyasete hâkim retorik belirsizliğini ve dağınıklığını sürdürmektedir. Bu çalışmada; Cumhuriyet, Evrensel, Hürriyet ve Yeni Şafak gazetelerinin 15 Ocak – 1 Mart 2011 tarihleri arasındaki sayılarının Orta Doğu (Arap Baharı) ile ilgili haberleri incelenmiş, Arap coğrafyasında yaşananların Türk ulusal basınında temsili, içerik analizi yöntemi ile mercek altına alınmıştır. Çalışmada Türk ulusal basınında olayların; (a) Domino etkisi mi, siyasi türbülans mı, (b) İsyan mı, ayaklanma mı yoksa devrim mi, (c) Demokrasi arayışı mı, post-kolonyalist bir dayatma mı olarak okunduğu ve temsillendirildiği incelenmiştir. Böylece, Orta Doğu olaylarına ilişkin bu üç soru(n) analiz edilerek, basının yeniden üretime etkisi ve katkısı sosyolojik olarak irdelenmiştir.
FİLOLOJİ ALANINDA ULUSLARARASI TEORİ, ARAŞTIRMA VE DERLEMELER, 2023
ULUSLARARASI BÜTÜN YÖNLERİYLE ÇORUM SEMPOZYUMU, 2016
28-30 Nisan 2016 Tarihleri arasında gerçekleştirilen "Uluslararası Bütün Yönleriyle Çorum Sempozyumu" nda sunulan "Çorum ve Çevresinde Dede Garkın Mürşid Ocağı ve Talip Toplulukları" adlı bildiride Dede Garkın mensupları ile bunlara bağlı pir ocakları ve talip topluluklarının Malatya'dan Çorum bölgesine gelişleri konu edilmiştir.
Dîvânü Lugâti't-Türk "Türk lehçelerinin sözlüğü" anlamındadır ve gerçekten de adına yaraşır bir şekilde XI. yüzyıl Türk dünyasında konuşulan Türk lehçelerinin birçoğu hakkında ses, şekil, söz varlığı ve anlam bilgisi düzeyinde önemli bilgileri ihtiva etmektedir. Eserin yazıldığı dönem (1072-1077) aynı zamanda Selçukluların da Türk -İslam tarihinde zirvede oldukları bir zamandır. Bu bağlamda Oğuz Türkçesi, Dîvân'da Kâşgarlı'nın incelediği Türk lehçeleri içerisinde ilk sıralarda yer almaktadır. Bu makalede Kâşgarlı'nın Dîvânü Lugâti't-Türk'te Oğuzca olarak zikrettiği mandār ve mandārlanmak kelimelerinin etimolojileri üzerinde durulacak ve bu kelimelerin kökenleri aydınlatılmaya çalışılacaktır. Araştırmacıların kökenini ya açıklayamadığı veya Farsça bir kökle açıklamaya çalıştığı bu kelimelerin etimolojileri üzerinde yeni görüşler ortaya konulacaktır.
Rönesans’da; sanatlar, Aydınlanma’da bilim-teknik, 20. yüzyılda sanayi-teknoloji, 21. yüzyılda ise teknoloji ve sibernetik kullanılarak insanın konumu değiştirilerek transhümanist süreçten posthümanist sürece geçilmiştir. Transhümanizm, posthümanizmin ara geçiş dönemiyken biyo-bionik bir varlık olan transhuman da posthuman’a geçişte ara varlıktır. Posthuman, insanın ruhî düzlemi dikkate alınarak düzenlenmek istenen bir varlık değil daha çok maddi unsurlara (tıbbi ilaçlar, nanoteknoloji, nano-biyoloji, farmokoloji vb.) desteklenerek dönüştürülen bir varlıktır. Sınırlarını aşması istenilen insanın organizması, buna bağlı olarak ruhî düzlemi de değişecek olan posthuman’ın, varlık alanı hantal makineler değil daha çok olağanüstülük taşıyan çiplerde varlık bulması akla yatkındır ve mümkündür. İnsanı posthuman olan posthümanizme bir geçiş olan transhümanizmin insan türü; insan ve posthuman arasındaki aracı varlık olan transhuman’dır. Transhuman, posthuman olma yolunda evrimci sürecin ön aşamasıdır. Bilim ve teknoloji vasıtasıyla temelde insanın kusursuzluğuna doğru bir dönüşüme atıfta bulunan transhümanizm, yeni teknolojik imkanlarla insan biyolojisinin değiştirilerek önce transhuman nihayetinde posthuman gibi yeni bir tür yaratılabileceği ihtimalini sunmaktadır. Robotlar, biyonikler ve nanoteknoloji kullanılarak doğaya bağımlı olmayan posthuman türleri icat etme amacı taşımaktadır. Teknolojileri ve diğer vasıtaları insanın zihinsel, fiziksel ve duygusal yeteneklerini artırma amacında olan transhümanizm, transhuman’dan sonra posthuman’ı meydana getirmeye çalışır. Farklı bileşimlerin toplamı olan posthuman özne; yeniden inşa edilmiş maddi enformasyonel varlıktır. Fakat başta Huxley olmak üzere transhümanistlerin çoğu geliştirilmiş insanın hâlâ insan kalacağı konusunda iddialılardır.
Uluslararası Anadolu Sosyal Bilimler Dergisi, 2021
Bu çalışmada Kuzey Kıbrıs’taki genç yetişkinlerin toplumsal cinsiyet rollerine yönelik tutumlarını saptamak ve bu tutumları etkileyen değişkenleri ortaya çıkarmak amaçlanmıştır. Araştırmada verilerin toplanması için Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeği ve Demografik Bilgi Formu kullanılmıştır. Formlar katılımcılara internet aracılığıyla ulaştırılmıştır. Araştırmanın örneklemi Gazimağusa bölgesinde ikâmet eden 18-25 yaş aralığındaki kişilerden oluşturulmuştur. Çalışmaya toplamda 500 kişi katılmıştır. Katılımcılara kartopu örnekleme yöntemiyle ulaşılmıştır. Katılımcıların 153 (% 30,6)’ü 18-21, 347 (%69,4)’si 22-25 yaş aralığında dağılım göstermiştir. Cinsiyete göre dağılıma bakıldığında ise araştırmanın örneklemi 314 (%62,8)’ü kadın, 177 (%35,4)’si erkek ve 9 (%1,8)’u diğer bireylerden oluşmuştur. Genç yetişkinlerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tutumları cinsiyet değişkenine göre incelendiğinde kadın katılımcılar ile erkek katılımcılar arasında anlamlı bir fark (p<0,05) bulunmuştur. Bu fark bireylerin eğitim düzeyleri ile ilgili değişkende de saptanmıştır. Bulgulara bakıldığında ise eğitim düzeylerine göre bireylerin tutumları arasında belirgin bir fark görülmüştür (p<0,05). Bunların yanında, çalıştığını belirten katılımcılar ile çalışmadığını belirten katılımcılar arasında anlamlı düzeyde bir fark (p<0,5) bulunmuştur. Bunlara ek olarak, medeni durumu evli olan kişiler ile bekâr olan kişiler arasında da anlamlı bir fark (p<0,5) tespit edilmiştir. Ancak araştırmanın diğer değişkenlerine bakıldığında; yaş değişkeninde, 18-21 yaş aralığındaki katılımcılar ile 22-25 yaş aralığındaki katılımcılar arasında önemli bir fark tespit edilememiştir. Bu bulguya benzer biçimde birlikte yaşanılan kişiye göre analiz edilen tutumlar incelendiğinde de; üç kategori arasında -eşiyle yaşayan, yalnız yaşayan ve ebeveyn ile yaşayan- kayda değer bir fark görülmemiş; hanede kiminle yaşandığının tutumları etkileyecek düzeyde bir faktör olmadığı saptanmıştır. Sonuç olarak, Kuzey Kıbrıs’taki genç yetişkinlerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tutumları, çok belirgin bir düzeyde olmamakla beraber, olumlu yönde bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Kuzey Kıbrıs, Toplumsal Cinsiyet Rolleri, Ataerkillik
5. International Furniture Congress, 2018
Özet Geleneksel Türk evleri, eski dönemlerde insanların yaşam tarzının nasıl olduğunu en iyi şekilde yansıtmakta olup, bu evlerin büyük bölümü ahşap malzeme kullanılarak inşa edilmiştir. Ancak, günümüze ulaşmayı başaran ahşap yapıların sayısı çok azdır. Mirgün Köşkü İstanbul Boğazı'nın en güzel ahşap yapılarından bir tanesi olup, Emirgan semtinde bulunmaktadır. Mirgün aynı zamanda Emirgan semtinin eski adıdır. Bu üç katlı yapı, yaklaşık 150 yıl önce İstanbul Arkeoloji Müzesi'nden de sorumlu olan mimar Alexandre Vallaury tarafından inşa edilmiştir. Bu yapıya ait en eski kayıtlı belge 1932 yılına aittir. Odalar genellikle kare planlı olup ve üst kata çıkan iki merdiven vardır. Bu merdivenlerden bir tanesi çalışanlar diğeri ise ev sahipleri için yapılmıştır. Mirgün köşkü ahşap malzemeden yapılmış olup, nadide el işçiliği örneklerini sergilemektedir. 150 yılın sonunda, bu köşk orijinaline uygun olarak 2011 yılında restore edilmiştir. Bu çalışmanın amacı; İstanbul'daki tarihi yapıda kullanılan ağaç türlerini mikroskobik analiz kullanılarak teşhis etmektir. Tarihi yapılarda ağaç türü teşhisi, geçmiş dönemlerdeki malzeme kültürünü, yaşam tarzını ve insanların doğal çevre ile olan ilişkisini anlamamıza yardımcı olmaktadır. Malzeme analizleri tarihi ahşap yapı ve objeleri koruma çalışmalarında önemli bir basamaktır. Laboratuvar analizi için yapıda kullanılan tüm ahşap elemanlardan örnekler alınmıştır. Tür teşhisi mikroskobik incelemeler ile gerçekleştirilmiştir. Bu amaçla, her bir örnekten 10x10x10 mm boyutlarında örnek alınmış ve oda sıcaklığında alkol:su:gliserin karışımı içerisinde vakum altında yumuşatılmıştır. Mikroskobik kesitler kızaklı mikrotom ile alınarak, safranin ile boyanmış ve daimi preparatlar hazırlamıştır. Tüm kesitler ışık mikroskobunda incelenmiş ve ölçümler yapılmıştır. Tüm veriler orijinal odun örnekleri ile karşılaştırılmıştır. Sonuç olarak; 5 farklı ağaç cinsinin kullanılmış olduğu tespit edilmiştir. Köşkün cephe kaplamaları, panjurları, balkon dikmeleri, pencere doğramaları ve balkon korkuluklarının sarıçamdan (Pinus sylvestris), dikmeler ve dikmeler arası çarprazların Akmeşe grubuna ait meşelerden (Quercus spp.), döşeme altındaki yatık dikmeler, döşeme kaplamaları ve bağdadi çıtaların melez (Larix spp.), süpürgeliklerin ladin (Picea spp.) ve küpeştelerin kayından (Fagus spp.) yapılmış olduğu belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Tarihi ahşap bina, Odun anatomisi, Odun teşhisi, Mirgün Köşkü, Restorasyon
Özgün İrade Dergsi, 2021
Türk Tarih Semineri adlı ders kapsamında akademik kıstaslara uyularak yazılmıştır.
, F.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, C.12, S.2, sf.1-29, Elazığ, 2002
ÖZET Erzincan Ovası, tarımsal faaliyetler ve potansiyel bakımından Doğu Anadolu Bölgesi'nde dikkat çekici özelliklere sahiptir. Elverişli su kaynakları ve sulama tesisleri sayesinde günümüzde tarım arazilerinin % 90'a yakını sulanmaktadır. Bu sebeple daha fazla gelir sağlayan şeker pancarı ve fasulye tarımı, ekiliş alanı itibariyle önemli artışlar göstermiştir. Ovadaki köylerde hayvancılık, tali bir faaliyet olduğu için tarım arazilerinde kullanılan hayvan gübresi miktarı çok azdır. Hektar başına kullanılan toplam gübre miktarı Türkiye ortalamasının (500 kg) yarısı kadardır (260 kg). 1990 yılı itibariyle ülkemizde 1000 hektara 36,7 traktör düşmekte iken, Erzincan Ovası'nda bu miktar 24,6'dır. Kırsal kesimdeki ailelerin yaklaşık % 30'u topraksızdır. Toprak sahibi ailelerin % 80'i ise küçük mülkiyete sahiptir. Ova ve çevresinde küçük tarımsal işletmelerden oluşan, çok parçalı küçük mülkiyet hakimdir. Erzincan Ovası tarımında, % 90'lık oranla tarla tarımı hakimdir. Tarlaların yaklaşık % 25'inde nadaslı kuru tarım yapılmaktadır. Tarla tarımını sırasıyla, sebze alanları, meyvelikler ve bağ alanları takip etmektedir. ABSTRACT Erzincan plain has remarkable characteristics in Eastern Anatolia from the point of agricultural activities and its potential. Nearly 90% of the agricultural areas can be watered by means of useful water sources and watering facilities. For that reason, seeding sugar beet and bean, which cause earning more money, have been preferred in a great rate. As cattle-dealing is a secondary activity in the villages in Erzincan plain the manure used in agricultural areas is quite less. The total amount of manure used per hectare (260 kgs) is around the half of Turkey's average (500 kgs). While the amount of tractors are 36,7 per 1000 hectares in 1990, it is 24,6 in Erzincan plain. Nearly 30% of the families living in countryside have no lands. The 80% of those who have lands have small lands. That means people have small lands in Erzincan plain and surrounding area. From the point of using agricultural area, 90% of the people have small lands. Fallowed dried land is used nearly in 25% of the fields. Vegetable, fruit and grape fields are used besides other agriculture.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.