Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2023, İslam Medeniyeti Coğrafyasında Hüsameddin Sığnaki'nin Mirası Adlı Uluslararası İlmi Konferans Tebliğleri - Kazakistan Almatı- Ислам өркениеті кеңістігіндегі Хусамуддин əс-Сығнақи мұрасы атты халықаралық ғылыми-тəжірибелік конференция материалдары
Özet: Hüsâmeddin Hüseyin b. Ali Sığnâkî (Suğnâkî, ö. 711/1311) Bugün Kazakistan toprakları içinde bulunan Sığnâk/Suğnâk şehrinde doğmuş, fıkıh, kelam, nahiv ve tasavvuf hakkında eserler yazmıştır. Onun tasavvufla doğrudan alâkalı iki eseri vardır: 1. Menâkıb-ı Ahmed Yesevî, 2. Dâmigatü’l-mübtediîn ve nâsıratü’lmühtedîn. Menâkıb-ı Ahmed Yesevî’nin Farsça ve Arapça iki versiyonu Taşkent’teki Biruni Şarkiyat Enstitüsü Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Bu küçük eserde Hoca Ahmed Yesevî hakkında bazı menkıbeler toplanmıştır. Sonraki asırlarda yazılan bazı Yesevî eserlerinde Sığnâkî’nin bu eserine atıflar bulunmaktadır. İmâm Sığnâkî’nin tasavvufla ilgili ikinci eseri olan Dâmigatü’l-mübtediîn ve nâsıratü’l-mühtedîn ise Arapça ve yazma hâlinde olup şeriata bağlı doğru yoldaki sufileri medh ederken, yanlış yola sapmış sufileri tenkid eden bir eserdir. Hoca Ahmed Yesevî de Dîvân-ı Hikmet isimli eserinde gerçek şeyhleri hürmetle anıp sahte şeyhleri tenkid ettiğine göre, Sığnâkî’nin bu eserinde Yesevî ile aynı yolu izlediği anlaşılmaktadır. Bu eserin Türkiye’de İstanbul, Ankara ve Manisa şehirlerindeki kütüphanelerde yazma nüshaları vardır. Bu tebliğde İmâm Sığnâkî’nin tasavvufla alâkalı bu iki eseri tanıtılacaktır.
Çiştiyye Tarîkatı" adlı çalışmasıyla doktoraya başladı. Arapça, Farsça, Urduca ve İngilizce dilleriyle ilgilenen yazar hâlen Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı'nda araştırma görevlisi olarak görev yapmaktadır. S elâhaddîn-i Eyyûbî (ö. 589/1193) tarafından kurulan Eyyûbî Devleti, tarih sahnesine çıktığı sırada İslâm coğrafyası her açıdan zayıflamış ve Haçlı işgaline maruz kalmıştı. Haçlı Seferleri başladığı sırada, mezhepsel ve siyasi mücadelelerle çalkalananan İslâm coğrafyası dağınık bir görüntü arzetmekteydi. Bu mücadelelerin neticesi olarak bölge siyasi ve askeri birlikten yoksundu. [1] Zira o dönemde İslâm toprakları üzerinde iki hilafet vardı: Bağdât'ta Sünnî Abbasiler; Mısır'da ise Şiî Fatımîler hüküm sürüyorlardı. Abbasiler, 750 yılında Emevî devletini devirip yerine güçlü bir iktidar kurdular. İki yüz yıl boyunca gelişme gösteren Abbasiler Harun Reşid (ö.193/809) döneminde gücünün doruğuna ulaştılar. Ancak zamanla giderek gerilemeye başladılar. Abbasiler, milâdî X. yüzyılın ikinci yarısından sonra eski gücünü yitirdiler. Hilafet yetkisi sadece isimde kaldı. Halife, dini ve siyasi otoritesini kulanamaz hale geldi. Artık ömrünün sonuna gelen Abbasiler, imparatorluk kenti olan Bağdât sokaklarını zar zor denetim altında tutabiliyordular. Milâdî 945'te halifenin siyasi otoritesi, Deylem [2] bölgesinden gelen Şiî olan Büveyhîler (932/1062)'in Bağdât'ı ele geçirmesiyle fiilen son buldu. Sünnî halifeye küçük düşürücü bir aylık tahsis ederek onu hanesi dışında yetkisi az, sözde bir öndere indirgediler. Ve kendi adlarına sikke bastırıp Cuma hutbesi okuttular. [3]
2021
Öz Bu çalışmada tasavvufî tecrübenin ifade araçlarından birisi olarak şathiyeler üzerinde durulmaktadır. Tevhid, tecellî, fenâ, vecd, sekr ve cezbe gibi kavramlarla birlikte değerlendirilen ve sûfînin benliğinden sıyrıldığı zamanlarda ortaya çıktığı dile getirilen şathiyeler, tezahürü bakımından ilk bakışta dinin zâhirine uygun olmayan bir takım davranış ve sözlerin dışavurumu olarak değerlendirilmiş bu bağlamda tasavvufun en çok tenkit edilen konularının başında gelmiştir. İçinde mutasavvıfların da bulunduğu İslam ulemâsının itiraz ve tenkidine muhatap olan şathiye türü söz ve davranışlar, bazı mutasavvıf müellifler tarafından ise savunulmuştur. Bu bağlamda daha çok Horasan mektebine bağlı cezbe ehli mutasavvıflarda görülen şathiye tavrına iyi bir örnek Ebü’l-Hasan el-Harakānî’dir. Bu makalede şathiye meselesi tarifleri, tasavvuf tarihindeki izleri, savunucuları ve karşıtları, meydana geliş sebepleri ve tezahür biçimleri çerçevesinde ele alınmış, Harakānî’nin şathiye özelliğine sahip söz ve tavırlarından örneklere yer verilmiştir. Anahtar kavramlar: Tasavvuf, Şathiye, Harakānî
Öz 17. yy. klasik Türk edebiyatı şairlerinden Beyânî, hacimli bir divana sahiptir. İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesinde bulunan müellif hatlı, gayrimürettep nüshaya istinaden doktora tezi olarak hazırladığımız Divan'ında Türkçe 9 kaside, 850 gazel ile Farsça 110 gazel ve 2 kıta yer almaktaydı. Ancak varlığından daha sonra haberdar olduğumuz ve Medine'de Şeyhülislam Arif Hikmet Kütüphanesine 811/245 numara ve Külliyâtü Beyânî adıyla kayıtlı yazmaya göre ise şiirlerinin sayısı çok daha fazladır. Yine müellif hatlı ve fakat mürettep olan bu nüshada Türkçe 8 kaside, 1030 gazel, 140 (137'si beyit, 3'ü kıta) muamma, 1 sâkînâme (mesnevi), 2 pendnâme (mesnevi), 24 matla, 50 tarih (1'i Arapça gazel, 49'u kıta) yer almaktadır. Farsça şiirler ise 2 kaside, 164 gazel, 13 kıta, 1 müfredden müteşekkildir. Ayrıca bir de Arapça gazel bulunmaktadır. Beyânî Külliyâtı içinde yer alan Sâkînâme, 300 beyitlik tasavvufi bir mesnevidir. Klasik mesnevi tertibine uygun olarak tevhid, na't, mucizât, varlığın yaratılışı, mirâç, sahabe övgüsü, Hz. Peygamber'in şeriatı
The Book titled Shadows contains poems written by Mehmet Akif between 1924-1926 when he was in Turkey and those written by him after he moved to Egypt in 1926. Shadows differs from other books in some aspects. In the said book, rather than his previous long poems having an integrity, there are poems having independent stanzas. Another remarkable aspect of the poems in the said book is that the poet does not deal with social issues but turns to himself and defines and analysis his own state of mind. In this regard, sufistic philosophy and sufistic terminology that the poet remained distant in his previous poems come to forefront in some poems in the said book. This presentation will focus on these poems and question the relation of Mehmet Akif and Sufism. Moreover, it will be examined whether he turned to Sufism during his Egypt days as claimed in some books and articles about him.
Özet Seyyid Haydar Âmülî (ö. 787/1385'ten sonra), İsnâaşeriyye mezhebine mensup önemli âlim ve âriflerden biridir. Tasavvufun tarîkatlar yoluyla hızla yayıldığı ve Şiîliğin de nispeten güç kazandığı bir dönemde yaşamıştır. Gençlik yılların-da ilim tahsiliyle uğraşan Âmülî, olgunluk döneminde yirminin üzerinde eser yazmıştır. Eserlerinde Şiîliğin zâhir ve bâtın bütünlüğü içinde anlaşılması ge-rektiğini savunmuştur. Çünkü o, kelâm ve fıkıh alanında uzmanlaşmış olan ulemânın Şiîliği eksik öğrendiğini ve öğrettiğini, dolayısıyla halkı yanlış yönlen-dirdiğini iddia etmiştir. Sadece zâhiri hesaba katan bu düşüncenin Şiîliğin esası olan velâyeti ve esrârı ihmal ettiğini belirtmiştir. Ona göre Şiîliğin bâtınî veya derûnî cephesiyle ilgilenen kişiler sûfîlerdir. Zira onlar, mâsum imamlardan intikal eden velâyetin ve sırların taşıyıcılarıdır. Zannedildiği gibi tasavvuf ile teşeyyu' arasında bir ihtilaf yoktur. Kavga ve ihtilaf, nâkıs düşünceli ulemâ ile hakîkî olmayan sûfîler arasındadır. Câmi'u'l-esrâr ve menba'u'l-envâr adlı kitabını bu gayeyle kaleme alan Âmülî, kendi metodolojisi açısından problemi çözmüş-tür. Fakat tarihî süreç onun istediği şekilde devam etmemiştir. Bu makalede öncelikle Seyyid Haydar Âmülî'nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi verilmiş, daha sonra da onun tasavvuf ile teşeyyu' arasında kurmaya çalıştığı yakınlaşma çabasının amacı ve yöntemi üzerinde durulmuştur. Abstract Sayyid Haydar Āmulī and Sūfīsm-Shi'ism Relationship in His Jāmi' al-asrār va Manba' al-anvār Sayyid Haydar Āmulī is one of the most important scholars and sūfīs raised by the Twelver Shi'ism. He has lived in a period which sūfīsm was quickly spreading through the sūfī orders and Shi'ism was relatively gaining strong. He has dealt with education in his youth and written more than twenty works in his maturity period. In these works he always argued that Shi'ism should be understood in the integrity of the exoteric/zāhir and the esoteric/bātin aspects.
RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 2018
17. yy. klasik Türk edebiyatı şairlerinden Beyânî, hacimli bir divana sahiptir. İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesinde bulunan müellif hatlı, gayrimürettep nüshaya istinaden doktora tezi olarak hazırladığımız Divan’ında Türkçe 9 kaside, 850 gazel ile Farsça 110 gazel ve 2 kıta yer almaktaydı. Ancak varlığından daha sonra haberdar olduğumuz ve Medine’de Şeyhülislam Arif Hikmet Kütüphanesine 811/245 numara ve Külliyâtü Beyânî adıyla kayıtlı yazmaya göre ise şiirlerinin sayısı çok daha fazladır. Yine müellif hatlı ve fakat mürettep olan bu nüshada Türkçe 8 kaside, 1030 gazel, 140 (137’si beyit, 3’ü kıta) muamma, 1 sâkînâme (mesnevi), 2 pendnâme (mesnevi), 24 matla, 50 tarih (1’i Arapça gazel, 49’u kıta) yer almaktadır. Farsça şiirler ise 2 kaside, 164 gazel, 13 kıta, 1 müfredden müteşekkildir. Ayrıca bir de Arapça gazel bulunmaktadır. Beyânî Külliyâtı içinde yer alan Sâkînâme, 300 beyitlik tasavvufi bir mesnevidir. Klasik mesnevi tertibine uygun olarak tevhid, na‘t, mucizât...
Ali Semerkandî'ye Vefâ: Ali Semerkandî Uluslararası Çalıştayı - 2, 2024
Kalp vasıtasıyla elde edilen bilgiyi ifade eden mârifet, sûfî epistemolojisini simgeleyen en temel kavramdır. Sûfîler bilgiye ulaşmada aklın önemini kabul etmekle birlikte ilâhî hakikatleri idrak etmede onun sınırlılığını dile getirmektedirler. Onlara göre bilgiye ulaşmada en kuvvetli ve kesin yol kalpten geçmektedir. Kulun kalbi ile ulaştığı keşf ve ilham, doğrudan kaynağından elde edilmiş olması yönüyle sıhhatli bir bilgi içermektedir. Bu yönüyle kalp vasıtasıyla elde edilmesi itibariyle mârifet kesin ve doğru bilgiyi ifade etmektedir. Allah hakkındaki bilgiye ise mârifetullah adı verilmektedir. Sûfî geleneğe uygun olarak mârifeti akıl ile elde edilen ilimden daha öncelikli ve üstün bir konuma yerleştiren Ali es-Semerkandî, mârifete giden yolda öncelikle şeriat ilimlerini öğrenmenin önemine vurgu yapar. Bununla birlikte ona göre ilim sahibi olmaktan maksat yalnızca kitaplardan ilim öğrenmek anlamına gelmemektedir. Asıl ilim, amele yoğunlaşmaktır; hakiki âlim, ilmiyle amel edendir. Şeriat ile amel insanı mârifete ulaştırır. Şeriat ilmi insanın dış âlemi, mârifet ilmi ise iç dünyası ile ilgilidir. Bu iki ilmin cemedilmesiyle hakikat ilmi ortaya çıkar. Mârifete ulaşmak için öncelikle kalbin önündeki engellerin aşılması gerekir. Bunun yolu ise nefis terbiyesinden geçmektedir. Nefis perdesini kalp aynasından kaldırıp hakikatleri görmek için kalbin kirlerden arındırılması ve mâsivânın gönülden çıkartılması gerekir. Bunun gerçekleşmesiyle mârifetullaha ulaşılacak, gizli hazinenin güzellikleri zuhur edecektir. İnsanın asıl vatanına dönüşü de samimi olarak yaptığı ameller neticesinde elde edeceği mârifet ile mümkün olacaktır. Bu hakikate ulaşmayan ise ne kadar kitap okursa okusun gerçekte âlim olamayacaktır. Bu minval üzere çalışmada, Ali es-Semerkandî’nin Keşfü’l-esrâr li’t-tâlibi li sultâni’l-ârifîn ve’l-ulemâi’l-muhakkıkîn adlı eseri özelinde tasavvuf düşüncesindeki mârifet yorumları, diğer mutasavvıfların mârifet kavramına yaklaşımları ile karşılaştırmalar yapılarak tahlil edilmiştir. Böylece Ali es-Semerkandî’nin bilgi anlayışı itibariyle tasavvufî düşünce geleneğine uygun bir yaklaşım sergilediği anlaşılmıştır.
gormedigi ki~i ya da ki~ilerden manevi egitim almast ve bu yolla olu~an tarikat anlammtla bir tasavvuf terimidir. Hz. Peygamber zamarunda Yemen'de ya~aytp Miisliiman olan, fakat lslam peygamberi ile bizzat goril~emeyen Dveys el-Kararu'nin (Ttirkc;:e'de Veysel Karan1) rilya ya da b~ka manevi yollarla onunla go~iip manevi egitim aldtgt kabul edildigi ic;:in sonraki asrrlarda bu yplla egitim ve feyz alan ki~ilere Oveysi, bu metoda da Oveysilik denmi~. Oveys~ kavramt dort grup ic;:in kullaruhr. Bunlar Hz. Peygamber'den, Oveys el-Karani'den, Ihzlr'dan veya herhangi bir ~eyhten n1ham yolla egitim. alan ki~ilerdir. Tasavvuf tarihinde Oveysi oldugu soylenen ilk i:hutasawlf Ibrahim b. Edhem'dir (o. 166/782). Onun Ihzlr (a.s)'dan veya Uveys el-Kararu'nin n1haniyetinden feyz aldtgJ. soylenir. Yine ilk donem sUfilerinden Bayezid-i Bistfuni'nin Ca'fer es-Sadlk'tan, Ebu'l-Hasan Harakam'nin de Bayezid-i Bistfuni'den Oveysi yolla egitim aldtgt kabul edilir. Bazt kaynaklarda Ebu'l-Hasan Harakam'nin miiridi oldugu belirtilen Ebu'l-KasiiD Ktirregaru'nin (o. 450/1058) Uveys el-Karani'den n1ham yolla feyz ald1gt ve genc;:Iiginde Dveys Oveys diye zikrettigi anlahlrr. Bunlann ~mda Uveysi oldugu kaydedilen c;:ok sa}'lda mutasavvlf vardrr. Mesela Bahaeddin N~bend'in, Abdillhilik Gucdlivam ve Hakim Tirmizi'den, Zeynedin EbU Bekir Tayebadi'nin Ahmed Nameki Cami'den, Ahmed Fakih'in de Uveys el-Karani'den bu yolla egitim aldtgJ. kaydedilir. Bazt kaynaklarda Oveysllik metodunun lslam'dan once de bulundugu belirtilmektedir. Hz.
Sufiyye, 2022
Tasavvufun ilim olma süreci ve sistematik biçimde ıstılahlarının ortaya konulması diğer ilimlerden bazı noktalarda farklılık arz eder. Bunların en önemlilerinden biri ıstılahların oluşumu sürecindeki kavramları kullanmış sûfîlerin söylemleri ve bu söylemleri etrafında sürdürdükleri amelî yaşantılarıdır. Bu anlamda tasavvufî tabakât eserlerinde zikredilen malumatın tasavvufu hem amelî hem de nazarî olarak ele alabilmeye imkân sağladığı söylenebilir. Bilhassa erken dönemde yaşamış sûfîlerin söz ve fiillerinden mürekkeb anlayışları, tasavvufun ilim olma sürecinin değerlendirilmesi açısından büyük önem arz etmektedir. Cüneyd-i Bağdâdî’nin çağdaşı olan Amr b. Osman el-Mekkî de bu açıdan erken dönemde yaşamış önemli bir mutasavvıftır. Bir mutasavvıf olarak el-Mekkî hakkındaki bilgilerin hem diğer İslâmî ilimlerle irtibatı hususunda hem de yaşadığı coğrafyanın ve dönemin tasavvuf anlayışını yansıtması bakımından önemli veriler sunabileceği düşünülmüştür. Böylece bu makalede öncelik, tabakât eserlerinde el-Mekkî hakkında verilen bilgilerin incelenmesidir. Bu inceleme neticesinde onun hayatı, şahsiyeti, kavramsal olarak üzerinde durduğu tasavvuf anlayışı tespit edilmeye çalışılacak ve tasavvuf tarihindeki yerine dair izlenimlere yer verilecektir. Bunun yanı sıra çalışmanın sûfî tabakâtında bir mutasavvıfın nasıl ele alındığı konusunda fikir verebileceği düşünülmektedir.
Sosyal ve kültürel araştırmalar dergisi, 2019
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversite'sinde çalışmalarını sürdürmekte olan Prof. Dr. Levent Bayraktar'ın "Felsefe ve Tasavvuf" başlıklı çalışması daha önce değişik vesilelerle ele alınmış olan makale, bildiri ve mülakatlardan oluşmaktadır. Yazar, kitapta yer alan metinlerin gayesini, kültür ve medeniyetimizin temel kurumlarından olan tasavvuf ve onun ekseninde oluşan değerleri irdelemek niyeti ve gayreti olarak ifade etmektedir. Bu bağlamda Mevlana, Yunus Emre gibi mutasavvıflar; Camus, Bergson gibi filozoflarla birlikte değerlendirilmektedir. Böyle bir karşılaştırmalı ele alışın yanı sıra; tasavvufun güncel sorunlara verebileceği cevapların bugün için bir kaynak ve ufuk olarak değerlendirilmesi hususunda denemeler bulunmaktadır. Mutasavvıfların eskimeyen bir dünya görüşüne sahip oldukları, tasavvufi tefekkürün dünya sorunlarına her dem taze bir cevap olduğu tezi okuyucunun dikkatine sunulmaktadır.
2016
Tasavvuf tarihinde onemli bir yeri bulunan Iran cografyasi ve Şi’a dusuncesi, gunumuz tasavvuf arastirmalarinda da dikkat cekici ve kismen gizemli bir yere sahiptir. Ancak konunun onemine ragmen Turkiye’de bu alanda yapilmis yeteri kadar arastirma bulunmamaktadir. Irfan ve Tasavvuf, Osmanli etki alanindaki fikri muhitlerde muteradif kavramlar oldugu ve biri digerinin yerine kullanilabildigi halde Şii dunyada kismen birbirinden ayri telakki edilmektedir. Islam dusunce tarihinin yasadigi fikri/ahlaki kriz kosullari dikkate alindiginda meselenin onemi daha belirgin hale gelmektedir. Tasavvuf/irfan kurum ve kavramlarindaki ayniyete ragmen kimi Şii kaynaklarinda tasavvuf reddedilirken, her iki kavramin da ret ve tenkide ugradigi gorulmektedir. Bu calismada Şii dusuncenin ve Iran’in kimi kaynaklarinda tasavvuf ve ilgili kavramlarin nasil ele alindigini gorecek boylece kavramlara yaklasim farkliliklarina isik tutmaya calisacagiz
Journal Of History School, 2014
Özet Tasavvuf, dünyevî meşgalelerden kurtulmayı, kötü duygulardan arınmayı, kalbe Allah sevgisini yerleştirmeyi esas kabul eden bir anlayış olarak gelişmiş ve bir disiplin halini almıştır. Tefsir ise Allah'ın kelamı olan Kur'an'ın anlaşılması üzerine temellenmiş bir disiplindir. Kâinattaki her şey birbiriyle bir şekilde bağ kurmuştur. Bu sebeple olsa gerek, disiplinler arası etkileşimler hep olmuştur. Bu anlamda Tasavvuf hareketinin Tefsir ilmine yansımaları olmuştur. Sûfîlerin keşf ve ilhamlarına dayanan yorumları içeren eserler ortaya konulmuştur. Bu eserler işarî tefsir adını almıştır. Söz konusu eserlerde sûfîlerin keşf ve ilhamına dayalı olarak ayetlerin tefsirleri yer almıştır. Bu tür eserler de yoğunluk ayetlerin zâhirî anlamlarından ziyade bâtınî anlamalarına göre tefsir edilmesi şeklinde olmuştur. Bir de asıl Tefsir külliyatının çoğunluğunu oluşturan Tefsir eserleri vardır. Bu tefsirler ayetlerin zahirî anlamları üzerine yoğunlaşılarak yazılmışlardır. Bununla birlikte birçok müfessirde tefsirlerinde işarî tefsir bağlamında yorumlar yapmışlardır. Bu çalışmada büyük İslam âlimlerinden olan Kurtubî'nin el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'an adlı tefsirinde Kurtubî'nin tasavvufa bakışı tespit edilmek üzere kaleme alınmıştır. Bu bağlamda çeşitli tasavvufi terimlere yönelik Kurtubî'nin yaklaşımı tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra Kurtubî'nin bazı ayetleri tefsir ederken kimi mutasavvıfların görüşlerine yer verdiği görülmüştür. Bu doğrultuda elde edilen bulgular çalışmamızda yansıtılmıştır. Yine bazı mutasavvıfların kimi söylemleri ve yaşam tercihleri üzerine ciddi eleştirileri olan Kurtubî'nin tenkitleri çalışmamızda yer almıştır.
Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2020
Öz En yaygın mezheplerden biri olan Şâfiî mezhebinin kurucusu İmâm Şâfiî, İslâm ilim tarihinin en önemli ve en etkili şahıslarından birisidir. Erken yaşta ilim tahsiline başlayan ve gençlik yıllarında zâhirî ilimde zirveye yükselen İmâm Şâfiî Kureyş kabilesine mensuptur. Hicrî ikinci asrın müceddidliğine layık görülen İmâm Şâfiî fıkhî görüşleriyle geniş bir Müslüman topluluğunun teveccühünü kazanmıştır. O zahirî ilminin yanı sıra manevî ilminin yüksekliğiyle de temeyyüz etmiştir. Süfyân b. 'Uyeyne ve Fudayl b. 'Iyad gibi tasavvufun öncü ve kurucu şahsiyetlerine mülaki olan ve onların manevî neşvelerine vâris olan İmâm Şâfiî Kur'an ve sünnet bütünlüğüne dayalı bir anlayışı benimsemiştir. İmâm Şâfiî hakkında yapılan araştırmalarda, onun manevî yaşantısına yeterince temas edilmediği daha ziyade fıkıh, hadis, kelâm ve edebiyat gibi bazı ilim dallarındaki görüş ve düşünceleri ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Bu araştırma ise bu alanların dışında İmâm Şâfiî'nin tasavvufî yaklaşımlarına dair bir kısım hususları ele almayı amaçlamaktadır. İmâm Şâfiî sûfî şahsiyetlerin üzerinde durduğu zühd, vera', ibadete düşkünlük, cömertlik, ma'rifetullah, muhabbetullah ve âhireti tercih etme gibi vasıflara fazlasıyla sahip evliyâullahın en gözde isimlerinden birisidir. O, ilme dayanmayan, dinin özünü yansıtmayan, hikmetten uzak şeklî ve yanlış tasavvuf anlayışlarını şiddetli bir şekilde eleştirmiştir. Onun din ve tasavvuf anlayışının temelinde ilim ve ibadet birlikteliği vardır. Tasavvufî manada hâl ve makamlara ait hususlarda ilk söz söyleyenlerden kabul edilen İmâm Şâfiî fütüvvet anlayışını benimsemiş, helâl lokmaya ve güzel ahlâka özel önem vermiştir.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2022
Tasavvuf, İslâm kültürünün Hind alt kıtasında yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Nitekim Ortaçağ döneminde Hind alt kıtasındaki farklı tarikatlara mensup olan sûfîler, sadece Müslümanlar üzerinde derin etkiler bırakmakla kalmayıp, diğer dinlerin takipçileri üzerinde de önemli derecede etkiler bırakmışlardır. Bu sûfîlerden biri de çalışmamızın konusu olan Abdülhak Dihlevî’dir. Hindistan’ın önde gelen sûfîlerinden olan Abdülhak Dihlevî, hayatı boyunca zâhirî ve bâtınî ilimleri birleştirmeye gayret etmiştir. Araştırmamız Abdülhak ed-Dihlevî’nin tasavvuf -fıkıh ilişkisi bağlamındaki görüşlerini ele almayı hedeflemektedir. Çalışmada öncelikle ana hatlarıyla Abdülhak Dihlevî’nin kişiliği, tasavvufî yönü ve tasavvuf alanındaki eserleri ele alınmış ardından onun görüşleri çerçevesinde tasavvuf ve fıkıh ilişkisi incelenmiştir. Dihlevî, tasavvuf ve fıkıh disiplinlerinin Kur’ân ve sünnetin kuralları çerçevesinde kaldıkları sürece, bir madalyonun iki yüzünden ibaret olduklarını savunmuştur...
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2022
Ru'yet is a concept related to the appearance of Allah in this world and afterlife. While sufis regard it permissible for Allah to be seen afterlife, it also means that it will be possible for Allah's names and attributes to be seen in the world through the eyes of the heart. Since the hearth is the center of science, inspiration, cognizance and wisdom, according to the sufis, it is the place where the divine nouns and adjectives appear in the very most perfect way. The views on ru'yatul hearth indicate that seeing Allah's power to create can be achieved by knowing Him. Such means as revelation, observation, inspiration, manifestation and foresight form the means of ru'yatul hearth. Sufis' notions of vision with these states and status are based on seeing the one who gives blessings and calamities and reaching the divine truths. As far as sufis are concerned factors that inhibit the cognisance of heart are constituents such as disbelief, disgrace and delusion (satanic fallacy). If one frees oneself from the veils which cover one's hearth, one can reach the real and angelic universe. The study focuses on how the names and attributes of the divine essence of the heart are viewed by sufis.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.