Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2021
Özne mekana maruz kalarak algılamakta ve kendi bilişsel sistemi içerisinde mekanı zihinsel örüntüye oturtarak kavramaktadır. Kavranan mekan, ona maruz kalan öznenin bilinçdışına dokunur. Bilinçdışına dokunan mekan artık onu tasarlama eylemi aracılığıyla var eden öznenin; bilinçdışı temsil aktarımı olduğu gibi ona maruz kalan öznenin de bilinçdışı içeriğinin kendini bulduğu bir temsil nesnesi olarak gerçeklik dünyasında yer edinmektedir. Mekan, düşün edimi aracılığıyla tasarlama eylemine maruz kalarak dönüşen bir sınırlandırma yahut sınırı aşma alanı olarak; öznenin bilinçdışında konumlanmaktadır. Özne mekanı tanımlamakta ve ilişkilendirmektedir. Mekan onu tasarlama edimine maruz bırakan özne ile onu paylaşan özneye etkir. Özne, mekanı; mekan, özneyi bilişsel içerikleri dahilinde tanımlamaktadır. Mekan, özneyi temsil ederken; özne, eksiliğinin tamamlayıcı temsilini mekanda bulur. Bilinçdışı, öznenin arayışını tetikleyerek; eksikliğin temsil nesnesini mekana aktarır. Mekan ona bakan özne ile var olur. Nesne, öznenin varlığına içkindir. Bilinçdışının nesne atfında bulunduğu mekan; anlam kazanmak için onu anlamlandıran bir varlığa ihtiyaç duymaktadır. Öznenin sınırı ise mekanın sınırlarına yahut sınırsızlığına tabi olduğu kadar bilişsel süreçlerinin sınırlarına da bağımlı olarak algı düzeylerini oluşturmaktadır. Bu algı ağı bakımından mekan, temsil nesnesi olarak; bilinçdışının arayışına bir cevap niteliğinde var olur.
Toplumların en büyük özellikleri olarak; ortak tarihi ve kültürel değerleri, yaşadıkları coğrafya veiklim koşullarına bağlı benzerlikleri, dini inanışları, ahlak yapıları ve dünya görüşleriyle şekillenenortak etik değerleri, sosyo-ekonomik farklılıklarını oluşturan unsurlarla açıklana gelmiştir.Toplumsal yaşamın başladığı İlk Çağ’dan bu yana Avrupa ve Asya’nın kültürel unsurlarına bağlıdeğerlerinin farklılıklarından dolayı, birbirinden farklı toplumsal gelişmeler yaşanmasına nedenolduğu görülmüştür. Bunların etkileriyle değişen kültürel, sosyo-ekonomik yapı; toplumsal yapı vemekânsal tasarım süreçlerinde bir takım farklılık veya benzerlikler yaşanmasına neden olmuştur.Bunun nedeni Adorno (2012, s.19)’nun analiziyle “günümüzde kültür her şeye benzerlik bulaştırmakta” teşhisinde saklı bulunmaktadır. Her toplumun kendi kültürü ve toplumsal yaşamı,mekânsal kararlarını belirlerken bazen benzer bazen farklı kentsel mekân üretme süreçleriniyaşanmıştır. Tarihsel süreç boyunca, insan bilgiyi üretmiş ve bunu yeni kuşaklara aktarmış; böyleceuygarlıkları ve toplumsal süreçleri yaşatarak dönüştürmüş ve toplumsal hayatın inşasını günümüzekadar sürdürmüştür. Mekân tasarımları; barınma ihtiyacını karşılamak üzere öncelikle konutyapıları ile başlamış, gelişen ve değişen toplumsal yaşamla birlikte kentsel konut ve kentsel mekân tasarım ve düzenlemelerinin biçimlendirilmesi şeklinde olmuştur. Önceleri temel ihtiyaçlarınkarşılandığı küçük ve işlevsel konut olarak tasarlanırken, daha sonra sosyalleşmeyle birlikte; bireylerin rahatı, zevki, estetik duygusu ve konfora olan düşkünlüğüne koşut biçimde şekillenmeye başlamıştır. Ekonomik yapı, toplumsal statü ve refah seviyesine göre; planların formları, üretim yapı malzemeleri, mekânların büyüklükleri ve çeşitleri de artmıştır. Çalışma kapsamında yaşanangelişmelerin, toplumları sadece kültür, ekonomi ve sosyal boyutlarda değil, yaşamları vezihinleri biçimlendiren mekân tasarım süreci ve mekân üretme biçimleri açısından dadönüştürerek evirilmesini sağladığı ortaya konacaktır. Bu tarihlerden sonra değişen yaşamşartları ve insanların değişen ihtiyaç ve gereksinimlerine göre biçimlenen mekânların toplumsalyapıda yarattığı değişimler ele alınacaktır. Anahtar Kelimeler: Mekân Anlayışı, Sosyal Hayat, Toplumsal Yapı, Mimari Özellikler Kamusal Alanlar. THE APPROACH OF THE SPACE EVOLUTION BY SOCIAL LIFE As the biggest characteristics of societies; the common historical and cultural values, their similarities to the geography and climatic conditions, their religious beliefs, moral structures and their common ethical values shaped by their world views have been explained by the elements that make up socio-economic differences. Since the beginning of social life, it has been seen that due to the differences of European and Asian cultural elements, different social developments have been experienced. Cultural, socio-economic structure that changes with their effects; social structure and spatial design processes have caused differences. Throughout the historical process, it has transformed human beings to produce knowledge and transfer it to the new generations, to live civilization and social processes and to continue the construction of social life to this day. Space designs to meet the need for housing, it has been in the form of shaping urban housing and urban space design and arrangements with the developing and changing social life which started with residential buildings. I designed it as a small and functional housing where basic needs were met, then with socialization; It has taken shape under the comfort, taste, aesthetic sense of the individuals and the devotion to comfort. According to economic structure, social status and welfare level; forms of the plans, production building materials, the size and types of spaces increased. It will be revealed that the developments experienced within the study not only transform the societies in terms of culture, economy and social dimension but also their transformation by transforming them in terms of the space design process and space production forms shaping lives and minds. After these dates, the changing living conditions and the changes in the social structure of the spaces formed according to the changing needs and needs of people will be discussed. Keywords: Space Concept, Social Life, Social Structure, Architectural Features, Public Spaces
Mecnun Kavramına Bir Bakış / The Majnun Concept. (Burhan Akgün ile birlikte). Türk Tıp Etiği ve Tıp Hukuku Araştırmaları Yıllığı / The Turkish Annual of the Studies on Medical Ethics and Law, vol. 4-5-6, Ekim/October 2011-2012-2013. s. 101-118, s. 119-125.
2023
Bu çalışma, mekân ve tat duyusunu crossmodal algı çerçevesinde incelemeyi amaçlamaktadır. Crossmodal algı, bir duyusal özelliğin başka bir duyusal özellikle ilişkilendirilme eğilimini gösteren bir olgu olan algıyı ifade etmektedir. Crossmodal algı, tatla ilişkili olarak tat-ses, tat-koku, tat-ışık vb. birçok duyusal benzeşme ile gerçekleşmektedir. Çalışma, crossmodal algının mekân tasarımı disiplini alanlarındaki yerini genişletmeye yöneliktir. Çalışmada, meta analiz yöntemi kullanılarak çeşitli literatür kaynaklarından elde edilen veriler analiz edilmiştir. Meta analizi sonucunda elde edilen bulgular göstermektedir ki; crossmodal algı, ağırlıklı olarak psikoloji alanında çalışılmakta fakat etkileri, mekân tasarım çerçevesini de etkilemektedir. Crossmodal algı çalışmalarının mekân tasarımı üzerindeki etkilerinin incelenmesi, kullanıcı deneyiminin yalnızca görsel ve işitsel boyutlarla sınırlı olmadığını; aynı zamanda çok katmanlı ve bütünsel bir duyusal deneyim olarak ele alınması gerektiğini ortaya koymaktadır. Çalışmanın sonucunda, mekân ve tat ilişkisinin değerlendirilmesine farklı bir boyut getirilmiş; crossmodal algı çalışmalarının etkilerinin mekân tasarımını da etkilediği ve mekân tasarımının bu algı çerçevesinde de ele alınması gerektiği vurgulanmıştır.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2021
Bu makale, en az iki hakem tarafından incelendi ve intihal içermediği teyit edildi. / This article has been reviewed by at least two referees and scanned via a plagiarism software.
VII. Ulusal Sosyoloji Kongresi Bildiri Kitabı, cilt.3, s.667-675
İSLAM MEDENİYETİNİN KURUCU UNSURLARI KUR’ÂN-SÜNNET-AKIL II. Cilt (Felsefe ve Din Bilimleri), 2023
Bütün kutsal mekânlar, iç tarafı kutsal ve dış tarafı profan (kutsal olmayan) olan iki alanı ayıran bir eşikle işaretlenmektedir. Eşikten içeri adım atan inananlar kutsal olana, yani tanrısal aleme yakınlaşmanın verdiği huşu ile hareket ederek ortak bir paydada buluşmanın hazzını yaşamaktadır. Fonksiyonel kimliği itibariyle kaynağı gökyüzüne, inşası yeryüzüne ait bu mekânlar, içerdikleri sembolik anlamlar ve arka planında yatan güçlü sembolik hikayelerle geçmişte olduğu gibi bugün de inananlar tarafından aynı duygularla ziyaret edilmektedir. Bu anlamıyla İslam inancı açısından kutsal mekân kavramı en yoğun biçimiyle kendisini Kabe’de gösterdiği için konu, bu yapının etrafında oluşan sembolizmle sınırlandırılmıştır. Böylece çalışmanın amacı, her yıl farklı etnik unsurlara ait milyonlarca Müslüman tarafından ziyaret edilen Kabe’nin içerdiği sembolik anlamlar itibariyle Müslümanların zihninde oluşturması beklenen ortak bilincin imkanını ortaya koymaktır. Bu amaç doğrultusunda örneklem olarak seçilen Kâbe’yle ilgili Kur’an ve hadislerde aktarılan bilgilerin yanı sıra bu yapı etrafında oluşan sembolizmi ön plana çıkaran çeşitli eserler deskriptif ve betimleme yöntemleriyle tetkik edilmektedir. Ayrıca olması gereken ve olan arasındaki ayrımın ortaya konulması açısından karşılaştırma yöntemi kullanılarak Kabe’nin Müslümanlar için ihtiva ettiği anlamı ve bunların yaşama uygulanması noktasındaki farklar değerlendirilmektedir. Özellikle Haremeyn bölgesi olarak nitelendirilen ve Müslüman olmayanlar için ziyaret edilmesi yasak olan Kâbe, bu anlamıyla yeryüzündeki diğer mabetlerden ayrılmaktadır. Bu bölge sadece Müslümanlara aittir ve sadece bu anlamıyla bile Müslümanların ortak bilince kavuşması noktasında çok önemli bir işleve sahiptir. Dolayısıyla gerek Kur’an ayetlerinde gerekse hadislerde aktarıldığı üzere inananlar için çok yüksek bir sembolik değere sahip olan Kâbe, ortak mekân ve ortak zaman olgusunu aşıp ortak aklın oluşmasına da zemin hazırlayabilecek en önemli yapı konumundadır. Böylece yeryüzünde bir kandil vazifesi gören bu yapıdan neşet eden İslam ışığı, Müslümanlar tarafından asırlardır arzu edilen birliğe kapı aralama noktasında imkân oluşturmaktadır.
Karanlık Mağazalar, 2022
Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları Dergisi, 2012
ABSTRACT Space has been a major topic from past to present in philosophy and science both as the space notion and the space perception. Aristotles, one of the philosophers dealing with the space notion, in history of philosophy, has presented the issue in detail. Within this study, some certain matters will be discussed such as Aristotles’ point of view for place; how he perceives place, how he describes it and the importance of place in his philosophy. Key Words: Aristotle, space, place, category, void, motion. ÖZET Mekân, felsefe ve bilimde geçmişten günümüze gerek kavram olarak gerekse de mekân algısı olarak tartışılan önemli bir konudur. Felsefe tarihinde kavramla ilgilenen filozoflardan biri olan Aristoteles, felsefî görüşlerinde mekân sorununu ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. Bu çalışmada Aristoteles’in mekân anlayışı, mekânı nasıl tanımladığı ve bu kavramın onun felsefesindeki yeri tartışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Aristoteles, mekân, yer, kategori, boşluk, hareket.
DergiPark (Istanbul University), 2016
Barla, geçmişten günümüze Isparta ili içerisinde küçük fakat önemli bir mekândır. Eğirdir Gölünün kıyısına yakın, sarp dağların yamaçlarında kurulu olan bu belde güzelliğiyle ve kültürel yönüyle de önemlidir. Tarihsel olarak birçok devletlerin elinde Isparta'yla birlikte el değiştiren Barla, toplum yapısı ve yaşam biçimi, mekânsal özellikleriyle dikkate değerdir. Bu çalışmada Barla'nın Isparta çevresiyle birlikte tarihsel olarak geçirmiş olduğu değişimlerden ve kısa tarihinden, geçmişteki sosyal ve kültürel yapısından ve farklı mekânsal özelliklerinden bahsedilecektir. Çalışmada Barla'nın önemli değerleri ve kültürel simgelerine de yer verilip bu mekân ile olan ilişkileri değerlendirilecektir.
2022
Empty Space: A Critical Space of Possibilities The study, based on the argument that tactical interventions in urban space need some kind of ‘emptiness’, focuses on emptiness as a spatial quality. By examining the activities, communities, and spatial practices that take place in relation to ‘empty spaces’, the study aims to reveal the capacities of the empty space. The concept of emptiness expresses a physical or non-physical deficiency, an unknown, an undefined situation, uncertainty, or openness. Contrary to its connotation, the term is full of definitions, discussions, and meanings. In the field of architecture, it is seen that the interpretations of space also differ in time in parallel with the understanding of emptiness. Today, authorities associate empty space with definitions such as undesigned, unplanned, undefined, abandoned, and leftover space. Based on these definitions, empty space is accepted as a passive space waiting to be filled. Contrary to this approach, within the scope of the research, empty space is seen as a field of possibilities in which the rules are temporarily suspended within the defined spatial setup, and spatial relations are constantly reproduced. Empty spaces are spaces where community-oriented processes, bottom-up design processes, small-scale temporary interventions, alternative economic relations, and other understandings of publicity can emerge. The title 'Empty Space: A Critical Space of Possibilities' emphasizes the contradictory situation of empty space. While 'empty space' is used as a spatial condition defined by the authority, 'a critical space of possibilities' corresponds to the concept of empty space full of capacities developed within the scope of this thesis. The study is based on a three-layered literature research. In the second chapter, emptiness as an interdisciplinary concept and its counterpart in architecture; in the third chapter, critical positions in the field of architecture; and in the fourth chapter, assemblage thinking are discussed. The concept of emptiness is associated with a kind of lack. Various definitions of emptiness can be made on the basis of lack of knowledge, substance, meaning, authority, etc. Widespread definitions of emptiness are used to express or emphasize either a negative or a positive situation. In the fields of art, emptiness oscillates between destructiveness and creativity and, in some cases, is positioned to correspond to both. It can be said that the concept of emptiness, which can be interpreted as a destructive tool, also has creative potential in terms of the possibility of going beyond the accepted approaches and looking from the outside. The emptiness that moves between destructiveness - creativity, potential - threat, and defined in a positive or negative way, somehow opens the current situation to question and brings up other possibilities. In relation to space, emptiness in the most general sense, is defined as the movement area of beings. In today's cities, with the adoption of holistic urban design approach of modernist thought, unplanned or unused spaces are associated with emptiness xxiv The designed spaces that have lost their function or the spaces where a design authority has not yet been established, undermine the defined area of the discipline of architecture due to these uncertainties. For this reason, some interpret these spaces as a kind of temporary emptiness that needs to be defined and eliminated. On the other hand, according to other approaches, these gaps are considered as potential in terms of providing flexibility and design areas where new spatial practices can take place in rigid urban spaces. However, the realization of this potential depends on the position of the relevant practice. Spatial practices constructed with the normative tools of the discipline tend to solidify the capacities of the ‘empty space’ at one point and eliminate the potentials. From this point of view, empty space is seen as a passive space waiting to be activated and to reveal its potential as a result of the practices of the discipline of architecture. However, the ‘empty space’ due to its ambiguous situation where borders and definitions are weakened, is a dynamic structure where actors constantly interact, and potentials are realized. In this respect, the empty space, which has the potential to constitute a space for the development of a community or for the ones excluded from the urban space to continue their existence, offers a space where ‘other ways’ of spatial practices can be produced. This study, which focuses on bottom-up practices that stand against the practices of architecture and planning disciplines, aims to reveal the critical potential of ‘empty space’ through these practices. In the third chapter, an overview of the empty space is developed through critical spatial practices based on the tradition of critical theory and its reflections in the field of architecture. The critical theory, rather than producing analysis or discourse, aims to take action and initiate a change towards making the existing social order more equal, free and humane. Within the framework of these concerns, which were also reflected in the field of architecture in the same period, a multidimensional relationship was established between the discipline of architecture and criticism. The approaches of criticism, which have been defined through different positions over time, have recently focused on the autonomy of the discipline, the position attributed to the architect, and the acceptance of architecture as a purely constructive field of activity. Current critical approaches point to the gap between theory and practice and open up the critical practice to discussion. By sharing these concerns, the study argues that critical spatial practices exist in spaces characterized as empty, where the boundaries of the discipline are dissolved, space production is open to the participation of actors other than architects, and is not limited to construction activities. In the fourth chapter, assemblage thinking is used as a multiple evaluation method in the study, which deals with the empty space as a multiplicity in formation. Assemblage thinking which has been frequently used in urban space research in recent years, provides a two-dimensional contribution to this research. First, it reveals an understanding of space that will correspond to all the concerns of critical spatial practices through assemblage thinking. Assemblage thinking presents a space approach that is formed by the coming together of human, non-human, physical, and non-physical actors. This approach sees the space as a network of relations between actors, actions, and discourses, but it also considers possible relationships. The analysis of space from the point of view of assemblage thinking requires taking into account the capacities as well as the qualities it has. The second is that assemblage thinking presents a method that aims to reveal the possible relationships that occur behind it, rather than describing the situations. At the end of the fourth chapter, a mapping method has been designed to reveal the relationship between empty space and critical spatial practices with the view of assemblage thought. The components xxv that make up the multiplicity, namely the practices of establishing space, the constituent actors and the actual activities (networks), and the qualities and capacities of these relations, forms of establishment, and temporalities constitute the layers of mapping. By compiling examples of spatial practices of empty spaces developed in 'other ways', the research proposes a reading in order to discuss the impact of empty space on the development of these practices and their possible critical positions. Empty space, which implicitly contains the normative field of the architectural discipline and its capacity to transform the existing social order, can only be realized when it involves interactions. Considering that the empty space is spread over a wide area in terms of criteria such as related practices, actors, scale, and temporality, it was preferred to focus on relatively long-term practices in which complex community relations emerged and developed. Among the examples in which relatively long-term systematic relations were established, 13 examples were examined in the first stage, and then four of them were chosen for mapping. Within the scope of the study, El Campo de Cebada from Madrid, Kraftwerk Bille from Hamburg, Forte Prenestino from Rome and Prinzessinnengarten from Berlin are mapped in terms of the qualities and capacities of the actors, practices, and activities and their temporality.
Bu makale, en az iki hakem tarafından incelendi ve intihal içermediği teyit edildi. / This article has been reviewed by at least two referees and scanned via a plagiarism software.
Kadınla birlikte anılan özel alan ve özel alana ait kavramlar, kadını özel alanı içinde sınırlandırmakta ve ataerkil düzenin içinde ikincilleştirmektedir, böylece düzenin sürekliliği sağlanmaya devam etmektedir. Mekan, film anlatısının unsuru olmakla birlikte özel alan/kamusal alan karşıtlığında kadın karakterlerin temsilinin tartışılabileceği alanı yaratmaktadır. Kadın karakterlerin Türk Sineması'nda mekanlarda nasıl temsil edildiği ve kadın yönetmenlerin bakış açılarından çekilen filmlerde sunulan farklılıklar temelinde bu karşıtlık üzerine tekrar düşünülmektedir. 2000'li yıllarda kadın bakış açısıyla çekilen, kadın karakterlerin anlatının merkezinde olduğu filmlerde, kadınların mekanlardaki temsili, feminist film kuramları ve feminist film pratiği bağlamında izleyiciye neler sunmaktadır sorusu, toplumsal düzende varolan yapının sorgulanmasını da ortaya koymaktadır. Bu minvalde, çalışmanın temelini oluşturan bu sorudan hareketle, kadın karakterlerin anlatıda mekanlardaki temsili Mieke Bal'ın mekanlar hakkındaki yorumlarından hareketle tartışılmıştır, böylece feminist film pratiği açısından, özel alan/kamusal alan karşıtlığı açısından oluşturulabilecek değişimlerin de tartışılması, hedeflenmektedir.
DergiPark (Istanbul University), 2020
İnsanlık tarihi boyunca var olan mekan yaratma sanatı olan mimarlığın esas nesnesi olan mekan kavramı irdelendiğinde farklı yaklaşımların olduğu dikkati çeker. Özellikle farklı disiplinlerdeki araştırmalarda mekan kavramı anlamsal açıdan farklı şekillerde ifade edilmektedir. Buradaki kavramsal farklılıkların çeşitlilik ve zenginlik olarak ele alınması doğru bir yaklaşımdır. Bu çalışma kapsamında mimarlık nesnesi olan mekan kavramının farklı bakış açılarına göre tanımları üzerinde durulmuş ve mekan-yer kavramları tartışmaya açılmıştır. Genel olarak bakıldığında, mekan kavramının soyut olarak algılanan bir boşluktan ibaret olabildiği, yer kavramının ise insan deneyimini barındıran mekanlar olduğu görüşü kabul gören bir yaklaşımdır. Yer kavramı irdelendiğinde ise "ev" kavramı ile en derin anlamı ortaya koyduğu görüşü hakimdir. İnsanlık tarihi boyunca tüm uygarlıklarda ve kültürlerde önemli bir yeri olan "ev" kavramının etimolojik olarak da önemli anlamsal değerler taşımaktadır. Özellikle Anadolu mimarisinde ev çeşitli atasözlerine, deyişlere konu olacak kadar derin anlamlar içermektedir.
AKADEMİSYEN KİTAPEVİ BİLİMSEL ARAŞTIRMALARI KİTABI SOSYAL BİLİMLER İNSAN VE TOPLUM, 2018
Öz 1990'lı yıllarda coğrafya disiplininde ya da daha geniş bağlamıyla sosyal bilimlerde yaşanan mekânsal dönüş (spatial turn) günümüzde etkisini devam ettirmektedir. Bu etki, doğası gereği coğrafi disiplin içinde çok daha belirgindir. Mekânsal dönüş ile sosyal dünyada yaşanan olaylar, olgular, tecrübeler kısaca tüm insan pratikleri açıklanmaya çalışılmaktadır. Mekânsal boyutun daha görünür kılınmasına dikkat edilmektedir. Çünkü uzun yıllar boyunca mekânsal boyut ya gözden kaçırılmış ya da ana odak noktası olamamıştır. Özellikle coğrafyacıların üzerinde çalıştıkları mekân ister fiziksel isterse sosyal mekân olsun; mekânı anlamak, açıklamak ve yorumlamak ana gündem maddelerinden birini oluşturmaktadır. Bu durumu, coğrafyacıların varoluş amaçlarından biri olarak nitelendirirsek sanırız abartmış olmayız. Aksi iddia edilirse şöyle bir soru yöneltilebilir: O halde coğrafya ve coğrafyacılar neden var? Neden var olmaya devam etmeliler? şeklindeki hayati bir soruyu yanıtlamak neredeyse imkansız olurdu. Mekân teorisinde soyut düşüncenin hâkim olması, mekânın çok boyutluluğu ve farklı anlamlar içermesi nedeniyle geniş bir perspektife ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle perspektifimizi genişletmek ve daha açıklayıcı olabilmek adına belirli kavramlardan faydalanıp; bu kavramları mekânsal düşünce sistemi içine oturtmaya çalıştık. Bu çalışmanın amacı, literatür eşliğinde mekân ile yakından ilişkili olan öteki, metacoğrafya, kesişimsellik ve liminal mekân kavramlarını ilişkisel bir çerçeveden yorumlamaktır. Çalışmanın daha anlaşılabilir olması için kavramları ve ilişkiselliği örnekler yoluyla somutlaştırma yoluna gidilmiştir. Çalışmada mekân tamamen bilinebilir ve çözümlenebilir şeklinde bir yaklaşımı benimsemedik. Zira mekânın sürekli dönüşüm, değişim ve üretim durumunda olması, onu tam anlamıyla bilinir olma durumundan çıkarmaktadır. Abstract The spatial turn experienced in geography or more broadly in the social sciences in the 1990s continues to affect the mentioned sciences today. This effect is inherently more pronounced in geographical discipline. While trying to explain the events, phenomena and experiences or briefly all human practices in the social world, spatial dimension has been taken into account as it was not done in a considerate manner before. Especially for geographers, understanding, explaining and interpreting the physical and social space consists of one of the main agenda topics. If we define this situation as one of the existential aims for geographers, we may not consider to exaggerate it. If claimed otherwise, so it may be raised a question like this one: So why do geographers and geographers exist? Why should they continue to exist? It would be almost impossible to answer this vital question. A broad perspective is needed in the theory of space due to the predominance of abstract thought, the multidimensionality of the space and having different meanings. Therefore, to expand our perspective and to be more explanatory with the help of the related literature, certain concepts are used. We tried to put these concepts into the practice of spatial thinking. In order to make the study more comprehensible, the concepts and relationality have been concretized through examples. The other, metageography, intersectionality and liminal space interpreted from a relational framework while not adopting an approach such that space might be fully known and analysed, considering the space as in a state of constantly transforming, changing, being produced and reproduced.
Manas Journal of Social Studies, 2017
…yerin anlaşılması kuramsal çaba olmadan gerçekleşmez… …neredeyse tüm toplumsal ve kültürel kuramlar yerin bir biçimde tanımlanmasına dayanır" John Urry Öz İnsan-çevre ilişkileri diğer bir deyişle insanların mekânla uğraşı her ne kadar insanoğlunun var olduğu günden itibaren ortaya çıksa da akademik anlamda bu çalışmalar daha yakın bir tarihte karşımıza çıkmaktadır. İnsanın çevreyi algılamasıyla ilgili çalışmalar 1960'lara kadar insan, doğal çevre ve insanın doğal çevreyi öğrenmesinin ilkelerini belirleyebilmesi, yaşam çevresinin öğrenilmesi ve kodlanması doğrultusunda daha çok kültür coğrafyacıları ve mimarlar tarafından yapılmıştır. Günümüzde ise bu çalışmalar sosyolojiden edebiyata, psikolojiden kent bilimlerine kadar birçok disiplininin ilgi alanına girerek çok boyutlu bir hâl almıştır. Bu çok boyutluluk hem kavramsal hem de kuramsal açıdan bir karmaşa ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışmada insan-çevre ilişkilerini mekân üzerinden anlamak ve okumak için farklı disiplinler içinde de yer alan ve konunun anlaşılmasını kolaylaştıracak olan algı, anlam, aidiyet, mahremiyet, egemenlik alanı, sahiplenme ve kendileme gibi kavramlar mekânla ilişkilendirilmiş; mekân-kimlik etkileşimi ile ilgili çalışmalara giriş niteliğinde bir çerçeve oluşturulmuştur. Çalışmanın ikinci kısmında ise oluşturulan kavramsal çerçevenin üzerine mekân-kimlik etkileşimiyle ilgili olan kuramlardan Fenomenolojik Yaklaşım, Sosyo-Psikolojik Yaklaşım ve Marksist Yaklaşım kentsel mekân düzleminde ele alınmıştır.
Türkiye'de " politik mekan " kavramının akademik bir çalışma içinde kullanıldığı ilk günlerde bu ifade, yoğun ilgiyle karşılanmış; sosyoloji ve siyaset yazınında olduğu gibi radyo ve TV programlarına da konu olmuştu. Bu kavramla, hakim düşüncede " terör örgütlerinin hazine arazisini yandaşlarına dağıtması " gibi küçümseyici bir dille anlatılan yakın tarihin önemli bir politik olgusu kentsel hareketler, politika ve mekan kavramları çerçevesinde yeniden ele alınıyordu. Gerek kurucu aktörlerin anlatıları ve gerekse dönemin politik yazını bu olgunun yeni bir kavramsal çerçeve içinde ele alınmasını en azından akademi dünyası için bir ihtiyaç haline getirmişti. Bu ihtiyacın karşılanmasında kuramsal kolaylığı ise kuşkusuz Lefébvre'nin (1991) yaklaşımı sağlamıştı. Lefébvre'nin formüle ettiği gibi kentsel mekanın üretimi, sadece bir " fiziksel üretim " değil aynı zamanda " zihinsel ve " sosyal " boyutları da içeren bir yeniden üretimdi. Başka bir deyişle mekan, salt eylemin içinde gerçekleştiği bir 'kap' (container) değil, bilakis sosyal etkinliğin ve kimliğin kurgulayıcı öğesi olarak toplumsallığın kendisi olan dinamik bir yapıydı. Dolayısıyla mekanın kendisi siyasal çatışma ve mücadelelerin hem sahnesi hem de konusu olabilmekteydi. Kentsel mekanın fiziksel ve toplumsal olarak yeniden üretimi yine Lefébvre'nin geliştirdiği " somut " ve " soyut " mekan kavramları çerçevesinde irdelendiğinde kapitalizmin mekanla ilişkisi hakkında daha spesifik bir bilgi verir. Gerçekte toplumsal yaşamı ve ihtiyaçları her yönüyle karşılayan somut mekan, ekonomik bir değer üretme anlamına karşılık gelen soyut mekandan oldukça farklıdır. Somut mekan, mekansallaşan her tür toplumsal temsillerin içinde barınabildiği daha " demokratik " bir olanak sunarken; soyut mekan, " ekonomik değerler " dünyasına dayalı kapitalist rekabet mantığını yeniden üreten daha çatışmalı bir alanı temsil eder. Dolayısıyla mekanın ikiliklere dayalı olması, onun çelişkili yapısını da ortaya koyar. Bu durum Marksist kuramda metanın kullanım ve değişim değeri olarak formüle edilmiştir. Kentsel mekanın kendisi hem kapitalizmin yeniden üretimine olanak sağlayan bir işlev görürken hem de bambaşka politik bir mücadelenin aracı olarak mekanın kolektif kullanımına da olanak sağlayabilmektedir. Türkiye'de kentsel mekanın, sosyalist hareket tarafından kapitalist sisteme karşı mücadelede temel bir alan olarak keşfedilmesinin tarihi hem çok yenidir hem de yeterince oturmamış bir
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.