Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2002, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
…
22 pages
1 file
Bu makale, postmodernizmin insan haklarına bakışını e1cştirel bir analize tabi tutmaktadır. Evrensel insan hakları düşüncesiyle postmodern söylem arasında bir uyumsuzluğun olduğu ortaya konmaktadır. Postmodernizmin, özerk birey ve evrensellik gibi kavramlara yönelik yıkıcı eleştirisi, insan haklarının dayandığı tt'orik temelleri sarsmaktadır. Bu yazının argümanlarından birisi de, insan haklarına yönelik postmodern eleştirinin kimi hak teorisycnlerini pragmatizmin çekim alanına sürüklediği ve bunun sonucu olarak da insan haklarının "temelci" yaklaşımla meşrulaştırılmasından vazgeçildiği şeklindedir. Makale, postmodernistıerin aslında insan hakları gibi modernitenin etik sorunlarına duyarsız olmadığı, ancak iddia ettikleri gibi insan haklarına "yeni bir yaklaşım"ı da henüz ortaya koyamadıkları saptamasıyla sona ermektedir.
2016
Postmoderni Anlamaya Giden Yol: Modernliğe dair Modern kelimesi köken olarak Latince ‘Modernus’ kelimesinden gelmektedir. M.S. 5. Yüzyılda Roma’da kullanılan bu kelime Hristiyanlığın kabul edilişinden sonra yeni durumu eski Pagan dönemden ayırmak için kullanılmıştır.1 Bugün genel olarak iki anlamda kullanırız: Bugüne, yaşadığımız çağa ait olan ve yeni olana işaret eder. Modernite kavramı ise belirli bir yaklaşım tarzını ifade eder: Kaba bir genellemeyle insanın aklını kullanarak kendi kaderini belirleyebileceği, diğer bir ifadeyle insanın özne oluşunun merkezde yer alması, bununla birlikte evrenin ve dünyanın akılcı yöntemlerle anlaşılabileceğini savunan bir yaklaşım tarzıdır.2 Modernlik kavramı ise modern adına yapılan, ortaya çıkan tüm değişim dönüşümleri kapsar şekilde bir soyutlamadır. Modernite, modern ve modernlik kavramları birçok bağlamda üst üste çakıştığı için yazı boyunca hepsini tek bir anlamda, modern dönem ve özelliklerini kapsar şekilde kullanacağım. Genellikle15. ile...
International Black Sea Coastline Countries Symposium – II, 2019
International Journal Of Social And Humanities Sciences Research (JSHSR), 2022
İnsan kaynakları yönetimi, personel yönetiminden çıkıp insan kaynağının işletmeye olan katma değerinin farkında olmalıdır. Bu farkındalıkla hareket edip diğer departmanlardan daha fazla personel gelişimine önem vermelidir. Diğer departmanların da kendi içinde gelişmesine destek vermelidir. Modernizm kurallar ve hiyerarşi içinde boğulurken postmodernizm daha çok özgürlükçü, sınırlar içinde kalmayı sevmeyen bir akımdır. Dolayısıyla işletme yönetimi de postmodernizmden etkilenmiştir ve katı kurallardan sıyrılıp esnek kuralları olan, tek yerden yönetim değil de çeşitli bölgelere yayılarak yaygın yönetim anlayışını benimsemiştir. Bu çalışma literatür taramasıyla oluşturulmuş olup yöneticilere, araştırmacılara yol gösterici nitelikte olması amaçlanmıştır. İşletmeler tarafından insan kaynağının öneminin anlaşılmasıyla insan kaynağının eğitimi, gelişimi için çeşitli yatırımlar yapılmaya başlandığı görülmektedir. Ancak bu yatırımların yanında artık çalışanlarını ruhsal yönden iyileştiren, akıl sağlığına fayda sağlayan faaliyetlerde bulunan işletmeler rakipleri karşısında daha etkili ve verimli olabileceği söylenilebilir.
Refusal of a Blackmail: Postmodernism Debates and Critical Thought Onur Günay Abstract This paper develops a novel position on the debates of postmodernism that both transcends and problematizes the moralistic (op)positions. Historicizing the moral polarizations concerning the social theory and cultural turn in particular, I emphasize that the moralistic oppositions tend to produce a practice of conservative critique that can solely be associated with the academic power struggles rather than the emancipatory promises of critical thought. Conceptualizing “postmodernism” as an empty-signifier on which various conflicting, irrelevant and incommensurable meanings are imposed, I argue that the concept acquired a function of political and intelectual stigmatization. In this paper, following Michel Foucault’s discussion of “Enlightenment,” I argue that any position concerning the concept of postmodernism should simply begin with the refusal to reduce the course of discussions to a “yes or no” question. A total critique of postmodernism(s) should develop a practice of critique by employing forms of historicization and immanent critique. This means a practice of critique that takes into account the historical and material conditions of the production of culture and intelectual thought on the one hand, and an immanent critique of the cultural and intelectual products by evaluating them with respect to the own criterion of thought and culture. Keywords: Postmodernism, cultural/linguistic turn, knowledge and “the political”, language, social theory, critique, Geoff Eley, Carolyn Steedman, Michel Foucault Bir Şantajın Reddi: Postmodernizm Tartışmaları ve Eleştirel Düşünce Özet Bu makale postmodernizim tartışmalarında ahlakçı konumlanış ve taraflaşmaların ötesine geçen yeni bir tavır üretmeye çalışır. Makalede sosyal teori ve özelde de kültürel/dilsel dönüşüm hakkındaki ahlakçı kutuplaşmaları tarihselleştirerek, bu tarz kutuplaşmaların eleştirel düşüncenin özgürleştirici vaadinden ziyade ancak akademik iktidar mücadeleleriyle ilişkilendirilebilecek muhafazakâr bir eleştiri pratiği ürettiğini vurguluyorum. Postmodernizmin üstüne birbiriyle çatışan, alakâsız ve kıyaslanamaz anlamların yüklendiği bir boş-gösteren olarak kavramsallaştırarak, kavramın siyasî ve entelektüel etiketleme işlevi edindiğini iddia ediyorum. Bu sayede postmodernizmin açıklayıcılığı sıfırlanıyor ve bu taraflaşmalar dahilinde bize bir evet/hayır şantajı dayatılıyor. Bu makalede, Michel Foucault’nun “Aydınlanma” hakkındaki tartışmasını takip ederek, postmodernizm hakkında alınacak her türlü pozisyonun, tartışmaların seyrini bir evet ya da hayır şantajını indirgeyecek her türlü tavrın reddedilmesi gerektiğini söylüyorum. Bütünlüklü ve üretken bir postmodernizm eleştirisi ancak siyaset, iktidar ve bilgi arasındaki bağların farkında olan bir tarihselleştirme ile içkin eleştiri biçimlerinin biraradalığıyla mümkün olabilir. Bu, bir yandan kültürün ve zihinsel üretimin tarihsel/toplumsal ve maddi koşullarını hesaba katan, öte yandan da kültürel ve entelektüel ürünleri sadece kültür ve düşüncenin kendi kıstaslarıyla değerlendiren içkin bir eleştiriyi içinde barındıran bir eleştirel pratiktir.
Siyaset ve Postmodern Toplum, 2022
Bilim ve Ütopya /sayı(issue): 217
İnsanların doğaları, birbirleriyle ve manevi güçlerle olan ilişkileri, yarattıkları ve içinde yaşadıkları toplum yapıları üzerinde zihinsel çalışma yapabileceğimiz düşüncesi, en az yazılı tarih kadar eskidir. (Wallerstein, Juma, Keller, 2011: 11) Sokrates'in ve onun ardılı olan tüm felsefe geleneklerinin izini sürdüğü "Kendini bil!" buyruğu, insanın temel ihtiyaçlarını karşılama, güvende olma güdülerinin yanı sıra doğal 'merak' dürtüsüyle 'bilmek' için doğaya yönelmesi ile eş zamanlı olarak kendisini de bilme isteğinin açığa çıkışının felsefi bilinç düzeyindeki yansımasıdır. Doğayı 'bilmek', doğal fenomenleri açıklayabilmek uğraşı, çeşitli aşamalardan ve evrimsel süreçlerden geçerek 'Modern Bilim'e ve 19. yüzyılda kendisine tam güven duyulan ve insanlığı bilgiye, ona bağlı olarak refaha ulaştırabilecek yegâne entelektüel uğraş olarak 'hakiki yol gösterici' olma mertebesine ulaştı. Doğa biliminin 19. yüzyılda gösterdiği başarı ve kazandığı güven ile birlikte, 'bilgi' iddiasında bulunacak her etkinliğin izlemesi gereken yöntemin de artık keşfedildiği inancı pekiştirildi. Böylelikle felsefe tarihinde Platon ve Aristoteles'e dek geri götürülebilecek, fakat esas vurgusunu Descartes'la başlayan Modern Felsefe geleneğinde bulan 'yöntemli bilme' anlayışı, bilimde Newton ile başarıya ve olgunluğa ulaştı. Bu doruk noktası ile birlikte, insanı ve onun etkinliklerini sosyal birer fenomen olarak anlama ve açıklama uğraşı da felsefeden ayrımlaşarak, Newton'un yönteminde izlemesi gereken 'bilimsel' yolu bulduğu sonucuna vardı. Bu sonucu geniş çaplı olarak değerlendiren Auguste
2013
Bu makalenin amacı, küreselleşmenin kültürel boyutuna dair açıklayıcı ve betimleyici veriler sunmakla birlikte, alçak ses tonuyla da olsa eleştirel bakış açısını zinde tutmaktır. Küreselleşme konusunda genel bir tanımda bulunmak gerekirse eğer, bunun dinamizmini burjuva aktivizminde bulan toplumsal süreçler kümesi olduğunu söyleyebiliriz. Bir diğer ifadeyle küreselleşme, özünde ekonomik, çeperinde ise sosyal, siyasal ve kültürel boyutların bulunduğu bir gerçekliktir. İşte, bu makale de küreselleşmenin sayısız görüntüsünden birisine, kültürel zeminde cereyan eden gelişmelere odaklanacaktır. Bir anlamda bu devirdeki eğilimlerin bir sunumu yapılacak, ardından bu eğilimleri belirginleştiren sebepler ortaya konulacaktır. Bununla birlikte makalenin itiraz söylemlerinin, postmodernizmin savunu söylemlerini ikiye katlatmak veya yarısına bölmek maksadıyla değil de, tersine ister onunla isterse de onsuz ama verili gerçeklikleri aşarak ileriye taşıma üzerine temellendirildiğini eklemek gerekmektedir. 1. Küreselleşme: Kavramsal Bir Çerçeve Emil Cioran tanımlamayı, "soyut zihnin yalanı" olarak tanımlıyor. Gelin görün ki, söz konusu edeceğimiz mesele üzerinde tartışmayı fazlasıyla hak ediyorsa, bu yalanlara katlanmak zorundayız. Çünkü geç kapitalizmin kültürel mantalitesi olarak postmodernizm, etrafına saçtığı kelimeler oranında "yaşayabilmektedir". Cioran'ın deyişiyle "bir tapınağın kökeninde daima bir tanım bulunur; müminleri içinden sıyrılınmaz bir şekilde formül toplar oraya. Bütün öğretiler böyle başlar." (2000: 21) Biz de bu makalede postmodernizme, onun tapınağına ve tanımlarının yattığı derinlerine inmeye çalışacağız. Bu bağlamda ilk olarak, postmodernizmin yükselişinde gerekli rüzgârı sağlayan küreselleşme sürecine bakmakta fayda vardır. Küreselleşme olarak anılan süreç; gerek etkileriyle, gerekse hakkında söylenenlerle gündelik yaşamımızın ayrılmaz bir parçası olmuştur. 70'lerde çokuluslu şirketlerin doğmasıyla dünya ekonomik tabanını, 80'lerde iletişim devrimiyle teknolojik temelini tamamlayan küreselleşme dalgası, SSCB'nin çöküp reel sosyalizmin tarih sahnesinden silinişiyle ivme kazanmıştır. Bir diğer ifadeyle küreselleşme "başka alternatif yok" (there is no alternative) sloganıyla ifadesini bulan tek merkezli bir dünyanın moda kavramlarından (the trendiest craze) birisidir (Oran, 2006: 204). Birey, her ne kadar "kendi bedenine, doğaya, başkalarına, çevresine, topluma, kültüre, kısaca soyut-somut tüm ilişkilerinde evrene, gevşek sıkı, kendi damgasını vuran bir yaşama bütünü" olarak ele alınabilse bile, terminoloji gelişigüzel bir kullanıma ve alelade bir yaklaşıma müsaade etmeyecek gerçekliğe sahiptir (Uygur, 1998: 26.). Dolayısıyla sosyal bilimlerde kavram, herkesin kendisince yorumlayabileceği bir mesele olmaktan ziyade, imledikleri realitesiyle örtüşen, göndermeleri gerçekliğine denk düşen bir bütünlüktür (Çotuksöken, 1998: 52). Zira her kavram, imlediği nesneye uygun düşen tasarım olduğu sürece geçerliliğe sahiptir. Tam da bu noktada "Nedir?" suali, kavramsal kullanışların imledikleri gerçekliğe tam manasıyla denk düştüğü şekilleriyle ortaya çıkarılması açısından yol açıcı bir düstur olarak karşımıza çıkmaktadır (Uygur, 2001: 34). Bu eklemede bulunduktan sonra bu soruyu, makalenin ana temasına, küreselleşme ve postmodernitenin "ne olduğu"na yedirme vakti gelmiş demektir. Küreselleşme kavramı, tek bir konunun çerçevesine sığmayan bir toplumsal süreçler dizisine sahiptir (Steger, 2006: 10). Bununla birlikte kavramının, sahip olduğu-eşme ekiyle birlikte zımnen veya alenen ancak her daim söz konusu olmayı başaran bir dinamizm düşüncesine karşılık geldiğini de söyleyebiliriz. Küreselleşme, verili ekonomik, siyasi ve kültürel kısıtların aşılması olarak ele alınabilir. Ancak her türlü aşma faaliyeti, küreselleşmenin sağladığı imkânlar ölçüsünde olacağından, küreselleşmenin hanesine pek de artı yazmadığı toplumsal kesimler/sınıflar için böyle bir durumdan bahsedemeyiz. Bununla birlikte, yeni toplumsal ağların doğduğu ve böylelikle mevcutların çoğaldığını söyleyebiliriz. İlişki ağları arttıkça, söz konusu ilişkiselliğin yaygınlık kazanmasından da bahsedebiliriz (Steger, 2006: 27-29). Bu tür bir genişleme, bir yandan kapsam diğer yandan da mekân olarak yayılımı içermektedir. Manuel Castells'e kulak vermek gerekirse, ağ toplumu kavramsallaştırmasının söz konusu "yeniliği" ortaya koyduğunu görebiliriz. Gerçekten de küreselleşme olgusu aynı zamanda söz konusu dünya ölçeğinde yaygınlaşan ilişki ağlarına hız ve yoğunluk kazandırmaktadır. Castells bunu "…Akışlar uzamı ile zamansız zamanın inşası yüzünden hayatın maddi temellerinin, uzamın ve zamanın dönüşmesinin de etkili olduğu bir toplum" figürüyle açımlamaktadır (2008: 3-4). Günümüzdeki iletişim ağının evrencil donanımı ve hızlanışıyla her türlü birikim hemen herkese ulaşabilecek bir yakınlığa gelmiştir. Böylelikle yakın olan ile uzak olan arasındaki mesafe kısalmakta, yüzeysellik ile derinlik arasındaki yükseklik alçalmaktadır. Bir diğer ifadeyle uzam ile ritim konusunda uzlaşma sağlamayı engelleyen hatırı sayılır bir yitimden bahsedebiliriz. Üretim çarklarının devrindeki hız, beraberinde tüketim devrinde de hızlanmayı gerektirmektedir. Modernizmin altyapısal seyri, yoğun emeğe ve ağır sanayiye dayalı üretimden teknolojinin daha ileri aşamalarına (bilgi çağı) dayalı entansif üretime geçiş şeklindedir (Zileli, 22 Ekim 2013'de erişildi). Benzer bir şekilde modernizmin üstyapısal seyri de kapitalizmin neoliberal döngüsüne uygun olarak postmodernizm şeklinde gerçekleşmektedir. Küreselleşmeyle birlikte tüketim hareketleri ve alışkanlıklarındaki hız ekstra bir ivme kazanmış ve benzerlikler ise yerini aynılıklara bırakmıştır. Hızzın yüzeyselliğinde siyasetin yoğunluğunun barınamaması siyaset teklemesiyle sonuçlanabilmektedir. Küreselleşmeyi, birbiriyle çelişen ve çatışan süreçler bütünü şeklinde ele aldığımızda ise karşımıza yukarıdaki yönelimleri belirgin bir düzeyde seyretmeye zorlayan bir kolaj çıkmaktadır. Gerçektende aynı kaynaktan akan hız ve yoğunluk, birbirinin akışını sınırlandıran kesişimlere de sahiptir. Örneğin hız, küreselleşmenin ivme kazandığı bir dönemde ekstra bir ivme kazanmayı gerektirmeyecek bir kısa uğraktır. Hızın artmasıyla birlikte etkileşimin yüzeyselleşmesinden bahsedebiliriz. Benzer bir şekilde hızın artmasıyla beraber politikanın şeyleşmesini de konu edinebiliriz. Dolayısıyla küreselleşme, birbirlerini paralel bir şekilde takip eden süreçleri doğuran bir süreçten ziyade, düzgün işlemeyen bir süreçtir (Steger, 2006: 32). Sonuç olarak küreselleşme ne dizemlidir ne de sınırsız. Küreselleşme, burjuva aktivizmi üzerine seyri ve ritmi oluşan bir süreçtir. Bu doğrultuda esasında da ticaret devrelerinin yeryüzünün kısıtlarından arındırılması yatmaktadır. Harcını burjuva sınıfının kardığı bir sistem, daha sonra kapitalizm olarak sistematikleştirilmiştir. Deniz aşırı keşif faaliyetleri ve yeni dünyaların keşfiyle düşük yoğunluklu bir profil seyreden küreselleşme süreci, dünya kapitalizminin yörüngesine girmesiyle birlikte coğrafya aşırı/ötesi ve keşfedilmiş dünyaları daraltarak yüksek bir profil izlemeye başlamıştır. Karl Marx'ın deyimiyle, tarihin iplerini eline almış olan burjuva sınıfı, tam anlamıyla kendi hayalindekine benzer bir dünya yaratmaya koyulmuşsa eğer, küreselleşme de bu yaratım faaliyetinin önemli bir uğrağını teşkil etmektedir diyebiliriz (Steger, 2006: 52). David Harvey küreselleşme olgusunu mekânsal engelleri "mekânın zaman tarafından yok edilmesi"yle azaltan kapitalist meyille açıklamaktadır (2012: 469). Küreselleşmeyi, akışlar uzamının mekânlar uzamını dışlaması şeklinde de görebiliriz. Bununla birlikte, küreselleşmenin zamanın kontrolü üzerinde yıkıcı tesiri de söz konusudur. Zamanın kontrolüyle kastedilen, gezegenin araççı kalkınmanın kısa vadeli yaklaşımına feda edilmesine karşın kozmolojik zamanın, gelecek nesiller perspektifinin kabul edilmesidir. Daha kısa bir ifadeyle zamanın kontrolü, insanın doğaya yabancılaşmasına tepkidir. Tüm bu tepkimeler ise küreselleşme sürecinden ayrı düşünülemez. Temponun aniden hızlanması ve iktidarın bilgisayar ağında soyutlanması, hatta silikleşmesi söz konusudur (Castells, 2008: 88-98). Aslında bir-pazar, bir-üretim sistemi ve bir-kültür anlayışının uzantısı" olan küreselleşme, günümüz dünyasının en güçlü kavramlarından birisi olarak karşımıza çıkmaktadır (Kahraman, 2007: 129). Bu bağlamda küreselleşme, 'kıtalar arası ve bölgeler arası akışlar ve ağlar meydana getiren, toplumsal ilişkilerin uzamsal örgütlenmesinde dönüşümü temsil eden bir süreç'tir (Held ve Anthony, 2008: 72). Bu çok boyutlu süreç; Keyman'a göre ekonomik, siyasal ve kültürel bütünleşme süreçlerini içermekle beraber bu süreçlerin herhangi birisine indirgenemeyecek, fakat bu süreçler arasındaki çok boyutlu, çok nedenselli ve çelişkiler içeren ilişkiler tarafından kurulmuş "tarihsel bir süreç"tir. Tarihi bir süreç olarak ifadesini bulan küreselleşme, teknolojik gelişmelerin ve insanoğlunun yaratıcılığının bir ürünü olup tüm dünyadaki ekonomilerin, özellikle ticaret ve finansal alanlarda artan birleşmelerini ifade etmektedir. Baskın Oran'a göre ise küreselleşme Batı'nın altyapı ve üstyapısıyla birlikte gezegen üzerinde yaşanabilir her yere yayılmasını ifade etmektedir (Oran, 2001: 28). Bu çerçevede küreselleşmenin, her şeyden önce hem bir olgu hem de bir bilimsel konu olarak liberal ekonomi-politik felsefe ve teoriye dayandığını ve buna uygun bir dünya düzeni tasavvur ettiğini söyleyebiliriz. Bir diğer ifade ile küreselleşme, dünya çapında sermaye birikimine engel teşkil eden fiziksel ve hukuki sınırları sarma, delme ve son kertede yok etme sürecidir (Dikkaya ve Özyakışır, 2001: 4). Sonuç itibariyle küreselleşme gezegen düzeyinde örgütlenen pazar ya da pazarın evrenselleşmesi (Fransız araştırmacılar için ise dünyasallaşması) anlamına gelmektedir (Gallino, 2007: 22-23). Küreselleşme hakkında yapılan her tanımlamanın, varlığı reddedilemez sürecin birbirinden farklılaşan boyutlarını içerdiğini söyleyebiliriz. Bu yüzden özellikle...
Hebdige (1988) ve Gitlin (1989) gibi bize postmodernizmin krsa tanlmlnl verenler, terimdeki belirsizlik ve kullanrcrlar arasrnda bir fikir birliline varma giiglii$i konusunda hem fikirdirler. Ben bu makalede onlafl a$maya gahgmak veya onlarla rekabet etmek gibi bir girigimde bulunmayacaftm.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Hikmet Dergisi, 2019
PESA Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2016
Siyaset Sosyolojisi: Temel Yaklaşımlar - Yeni Tartışmalar, 2016
ASAR ERZİNCAN İLAHİYAT DERGİSİ, 2021
Journal of International Social Research, 2019
Noktasız Dergi, 2020
Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 2021
Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık (KDY), 2021
public.cumhuriyet.edu.tr
international journal of turkish literature culture education, 2014
Felsefe Dünyası, 2018
Postmodernizmin Şiirdeki İzdüşümü ve Bir Tahlil Denemesi, 2021