Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2023, Fiscaoeconomia
…
25 pages
1 file
Bu çalışmada, Osmanlı tütün sektöründeki gelişmeler üzerinden Osmanlı zihniyet ilkelerinden uzaklaşma süreci analiz edilmiştir. Osmanlı tütün sektöründe devletin kurumsal yapılanması sektörün vergilendirilmesi boyutunun ötesine geçmemiştir. Öte yandan XVIII. yüzyıldaki iktisadi gelişmelere bağlı olarak Osmanlı tütün sektöründe piyasa ilişkilerini hazırlayıcı koşulların oluştuğu gözlemlenmiştir. Osmanlı tütün sektöründe çeşitli bölgelerde piyasaya dönük üretimin yapıldığı "çiftlik" olarak adlandırılan işletmelerin başarıyla organize edilmesi fiskalizm ilkesinin sınırlanmasına, diğer ilkelerden ise uzaklaşılmasına yol açmıştır. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğunun dış borçlanmaya başlaması, tütün sektörü kurumsal tarihinde dönüm noktası niteliğindedir. Bu süreçte kurulan Düyun-ı Umumiye İdaresi ve Reji Şirketinin hem devlet borçlarını geri ödemesi hem de kendi gelirlerinden devlete pay aktarması fiskalizm kapsamında değerlendirilmiştir. Diğer taraftan tütün kaçakçılığıyla mücadelede devletin esnek bir tutum sergilemesi, iaşe ilkesi çerçevesinde halkın geçimliğinin sağlanmasına öncelik verildiğini göstermektedir. Kaçakçılıkla mücadele için yapılan giderlerin, tütün gelirlerinden devlete aktarılacak payı düşürdüğü fakat bu durumun iaşe ilkesi uğruna fiskalizm ilkesinden ödün verilmesi olarak kabul edilebilir.
Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2023
Salih Zeki Bey’in 1928 yılında kaleme almış olduğu Türkiye’de Tütün, Ziraat, Sınaat ve Ticareti başlıklı eserinde İnhisar İdaresi’nin teşkilat yapısı çalışmamızın ana temasını teşkil etmektedir. Çalışma, Tütün İnhisar İdaresi genel müdürlüğünün teşkilat yapısı, İnhisar İdaresi’nin vilayet teşkilatı, kadro yapılanmaları ve İnhisar İdaresi Tütün Fabrikaları ve Atölyeleri ile sınırlandırılmıştır. Bu sınırlılıkta müellifin aktarmış olduğu bilgiler belirleyici olmuştur. Bu çerçevede 1928 yılında İnhisar İdaresi’nin Türkiye Cumhuriyeti’ndeki teşkilat yapısı eserde aktarılan bilgiler ışığında değerlendirilmiştir. Çalışmanın temel kaynağı Salih Zeki Bey tarafından kaleme alınan Türkiye’de Tütün, Ziraat, Sınaat ve Ticareti adlı eserdir. Ancak Başbakanlık Devlet Arşivleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Türkiye Cumhuriyeti Resmî Gazetesi ve telif eserlerden de istifade edilmiştir. Konu ele alınırken idaresi Reji Şirketi’nden devlet inhisarına geçen tütünün denetlenmesi için kentlerde kurulan teşkilat şeması üzerinde değerlendirmede bulunulmuştur. Bu doğrultuda Salih Zeki Bey’in aktarmış olduğu bilgilerden elde edilen temel bulgu idarenin önemli tütün üretim ve imalatının gerçekleştiği bölgelerde teşkilatlandırılmış olmasıdır. Bu teşkilatlanmalar ise bölgenin önemine göre baş müdürlük veya merkezi müdürlük olarak gerçekleşmiştir. İdarenin şubeleri çoğu kente kurulmasına rağmen fabrika veya atölyelerin belirli bölgelerde kurulduğu saptanmıştır. Bu durum ise fabrika veya atölyelerin açılmasında kentin ticari konumunun göz önünde bulundurulduğunu göstermektedir.
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Dergisi, 2021
Tütün dünyaya Amerika'dan yayıldı. Bu nedenle Amerika dışındaki dünyada geçmişi 500 yıl kadardır. Amerikan yerlileri tütünü tedavi edici olarak ve dini ayinlerde kullanmışlardır. Tütün coğrafi keşiflerden sonra İspanya aracılığıyla Avrupa'ya getirilmiştir. Avrupa’da sigara, sarmalık nargile, enfiye, çiğnemelik gibi pek çok farklı formda tüketilmiştir. Baş ağrısı, mide hastalıkları, kadın hastalıkları gibi pek çok hastalığı da iyi geldiği iddia edilmiştir. Günümüzde pek çok hastalığın, özellikle de kanser hastalıklarının sebebi olarak kabul edilse de alışkanlık yapma özelliği nedeniyle pek çok kişi istediği halde vazgeçememektedir. 1500'lü yılların başında Avrupa'ya gelen tütün, kısa süre sonra denizciler aracılığıyla Osmanlıya ulaştı. Tedavi edici olduğu kanaati ile birlikte alışkanlık yapma özelliği tütünü kısa zamanda önemli bir sanayi bitkisi yaptı. Osmanlı'dan alacaklarını tahsil etmeye gelen Düyun- u Umumiye ve bu çerçevede kurulan ve 10 yıllık Tekel elde ed...
Osmanlı'da Toplum, Şehir ve Ticaret III, 2023
© Tüm hakları yazarına aittir. Yazarın izni alınmadan kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, çoğaltılması yapılamaz. Yalnızca kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Cumhuriyetin ilk yıllarından 1950 yılına kadar olan dönemde Türkiye’de tütün tekeli ve sigara fabrikalarının tarihsel gelişimi ile bu gelişimin ekonomiye olan yansımaları, çalışmanın konusunu teşkil etmektedir. Çalışma, Atatürk Döneminde tütün tekeli (1923-1938); İnönü Döneminde tütün tekeli (1938-1950) ve Türkiye’de sigara fabrikaları ve tütün atölyeleri ile sınırlandırılarak üç dönem halinde ele alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nde tütün tekeli ve sigara fabrikalarının tarihsel gelişimi ve ekonomiye olan yansımaları sayısal veriler ışığında değerlendirilmiştir. Çalışmanın kaynak materyalini, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi Belgeleri, resmi yayınlardan; Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Zabıt Ceridesi, kanunlar ve tutanak dergileri, Türkiye Cumhuriyeti Resmi Gazetesi ve dönemin süreli yayınları arasında bulunan ekonomi dergilerinin makaleleri oluşturmaktadır. Konu incelenirken, Reji yönetiminden devlet tekeline geçen tütünün hazineye sağladığı katkılar göz önüne alınarak gerekli değerlendirilmelerde bulunulmuştur. Çalışmada elde edilen sonuç şudur: Türk Hükümeti ile Reji Şirketi arasında yapılan anlaşma gereği devlete intikal eden tütün tekelinin yürütülen rasyonel çalışmalar ve kabul edilen kanunlarla hazineye olan geliri yıldan yıla artırılmıştır. 29 Aralık 1931 tarih ve 1909 sayılı Kanunla Gümrük ve Tekel Bakanlığı teşkil edilip, Reji döneminden kalan ve yetersiz imkânlarla üretim faaliyetlerini yürütmeye çalışan tütün atölye ve sigara fabrikaları, yeniden yapılandırılıp makineleştirilerek daha donanımlı hale getirilmiştir. Bu suretle Türkiye’de tütün imalat ve satışı artırılarak milli ekonomiye önemli katkılar sağlanmıştır.
Alanya Akademik Bakış Dergisi, 2023
It is not possible to talk about a separate institutional structure related to economic activities in the Classical Period in the Ottoman State. In fact, this situation resulted from the fact that the Ottoman social formation was in a pre-capitalist structure. However, it is claimed that some principles were used by the Ottoman rulers regarding the regulation of trade. These principles, called economic mindset principles, are provisionism (iaşe), traditionalism and fiscalism. In the study, a method was followed in the form of examining the sources related to the subject and evaluating the obtained findings. The main result obtained is that the Ottoman commercial life appeared as a holistic structure depending on the principles in question. In addition, the principle of provisionism had formed the basis of this integrity. Finally, since the suppliers of the crafts were producers included in the timar system, craft production and agricultural production had been in an integrated relationship. In this case, it can be accepted that the cornerstones of the Ottoman administration mindset were the timar system and bazaars. Osmanlı Devleti’nde Klasik Dönem’de iktisadi faaliyetlerle ilgili müstakil kurumsal bir yapıdan bahsetmek mümkün değildir. Esasında bu durum, Osmanlı sosyal formasyonunun kapitalizm öncesi bir yapıda olmasından kaynaklanmıştır. Bununla birlikte Osmanlı yöneticileri tarafından ticaretin düzenlenmesiyle ilgili olarak bazı ilkelerden yararlanıldığı ileri sürülmektedir. İktisadi zihniyet ilkeleri olarak adlandırılan söz konusu ilkeler iaşe (provizyonizm), gelenekçilik ve fiskalizmdir. Çalışmada konuyla ilgili kaynakların incelenmesi ve elde edilen bulguların değerlendirilmesi şeklinde bir yöntem izlenmiştir. Elde edilen temel sonuç; Osmanlı ticari hayatının, söz konusu ilkelere bağlı olarak bütünsel bir yapı görünümünde olduğudur. Ayrıca bu bütünlüğün temelini iaşe ilkesi oluşturmuştur. Son olarak, zanaatların tedarikçileri tımar sistemine dâhil üreticiler olduğundan zanaat üretimi ile tarımsal üretim bütünleşik bir ilişki içinde olmuştur. Bu durumda Osmanlı yönetim zihniyetinin temel taşlarının tımar sistemi ve pazarlar olduğu kabul edilebilir.
Yeni Medya Çalışmaları V. Ulusal Kongre Kitabı “Medya Yakınsaması Çağında Kültürel Akış(lar) ve Hareketlilik”, 2021
Sosyal ağlarda abartılı bulduğumuz yalan haberlere inanan insanları gördüğümüzde genellikle onları bilgisiz ya da cahil olarak nitelendirme eğilimdeyiz. Fakat duygulanım alanlarımıza seslenen sosyal ağlardaki yalan haberlere çoğunlukla kendimiz de dahil olmak üzere inanmamış insan bulmak oldukça zorlu olabilmektedir. Bu bağlamda çalışmanın çıkış noktası ise sosyal ağlardaki doğru olmayan bilgilere inanan insanların ırk, dil, din, yaş, cinsiyet, kültür ve eğitim farkı gözetmeksizin bu bilgilere inanma eğilimlerindeki ortaklaşmanın sorunsallaştırılmasıdır. Cehalet ve cahillikten bahsederken bu olguları sadece tek boyutlu bilgisizliğe indirgemek ne kadar doğrudur? Hepimiz her şeyi bilebilir miyiz? Bilmediğimizi bilmediğimiz fakat hayati önem taşıyan bilgilerin bize erişmesine engel olan nedir? Cehaletin esas sorumlusu yeni medya teknolojileri mi? Bu bağlamda tüm bu soruların cevaplarını arayan bu çalışma ile hedeflenen; post-truth kavramı ile cehalet bilimi olarak Türkçeleştirebileceğimiz Robert N. Proctor'ın agnotoloji kavramı arasındaki bağları kurmaktır. Stanford Üniversitesi'nde bilim ve teknoloji tarihi alanında araştırmalarını sürdüren Robert Proctor da cehaleti sadece bilgisizlik olarak algılayan indirgemeci yaklaşımları sorgulamaktadır. Proctor, bilginin ve epistemolojinin çok boyutlu ve köklü bir tarihi olduğu gibi cehalet kavramının da bilgi kadar çok boyutlu ve köklü bir tarihi olduğunu fakat yeterince araştırılmaya değer görülmediğini savunmaktadır (Proctor & Schiebinger, 2008, s, 2). Bu bağlamda Proctor'un (s, 2)'un cehaleti sorunsallaştırmak için sorduğu üç soru oldukça önemlidir: (1) Kaç tane cehalet vardır? (2) Çeşitleri nelerdir? (3) Cehalet hayatımızda ne kadar önemli bir konumdadır? Proctor, bu soruları sorma sebebini ise propaganda çalışmaları ve avukatlar üzerinden örneklemektedir. Propaganda çalışmalarında ya da bir avukatın müvekkilini savunurken önem taşıyan “Neyi biliyordu?” ve “Ne zaman biliyordu?” soruları bilginin tek başına varlığının değerlendirilmesinin yeterli olmama durumunu açıklamaktadır. Çünkü bilgi üzerinde yaratılan şüphe de en az bilgi kadar cehalet kavramı içerisinde yer almaktadır. Horkheimer'ın (2010) “İşlerin iyi sonuçlanacağına inanmıyorum, ancak iyi sonuçlanabileceği fikri belirleyici bir öneme sahip.” yaklaşımı da bu fikre işaret etmektedir. Yalnız bilgisizlik olarak adlandırılan cehalet kavramının eksikliğini bilgi üzerinde yaratılan şüpheyle doğan cehaletle düşündüğümüzde yine karşımıza şu soru çıkmaktadır? Hangi cehalet? Bilgisizlikten doğan mı? Onun üzerindeki şüpheden doğan mı? Tüm bu soruların cevaplarını arayan bu çalışma ile hedeflenen; post-truth kavramı ile cehalet bilimi olarak Türkçeleştirebileceğimiz Robert N. Proctor'ın agnotoloji kavramı arasındaki bağları kurmaktır. Bu kapsamda geleneksel medyadan yeni medyaya uzanan süreç ana akım ve eleştirel haber pratiklerinde kurulan ortaklıklar ve farklılıklar üzerinden doğruluk ve cehalet mefhumu odaklı tartışmaya açılacaktır. Daha sonra ise yalan ve yalan haberin yeni olmadığı vurgusu üzerinden “peki ne değişti, nasıl değişti, ne oldu?” sorularının post-truth kavramı ile birlikte tartışılması hedeflenmektedir. Çalışmanın son kısmında ise agnotoloji (cehalet bilimi) çalışmalarına yer verilecektir. Böylelikle post-truth dönemi ile tütün endüstrisi arasında kasıtlı ve stratejik olarak üretilen cehalet kapsamındaki benzerlikler üzerine bir tartışma yürütülmesi hedeflenmektedir. Sonuç olarak tüm bu tartışmalar içerisinden çalışmanın temel amacı ise yalan haberle mücadelede kasıtlı ve stratejik olarak üretilen cehaleti görünür kılmaktır. Üretilen, kasıtlı cehaleti oluşturan şartlar kapsamında Foucault'un neoliberal yönetimsellik tartışmaları ile kuramsal bir çerçeve çizilmesi hedeflenmektedir (Foucault, 2011; 2013; 2015). Çalışmanın bir diğer amacı ise; akademik çalışmalarda cehaletin doğası, kapsamı ve kaynağı ile ilgilenen bir felsefe dalı olarak pozitivist ve eleştirel yaklaşımları da kapsayan bir cehalet felsefesi alanının görünürlüğüne olan ihtiyacı vurgulamaktır. Tüm bu tartışmalar içerisinden çalışmanın “Medya Yakınsaması Çağında Kültürel Akış(lar) ve Hareketlilik” başlığı kapsamında ortaklaştığı noktalar ise tarihsel sınırları aşan medya arkeolojisi, ilerleme miti ve zaman ve uzam sıkışması ile ivmenin değer kazanması konularıdır. Neoliberal yönetimsellik ile yeni medya ortamlarını birlikte düşündüğümüzde enformasyonun hakikat gibi sunulması mikro ve makro tarih yazımında sapmalara ve/veya anlık değişim/dönüşümlere sebep olmaktadır. Bu açıdan Aydınlanma mirasının yitirildiği ve ilerleme mitinin kapitalizmin kriziyle birlikte çökmeye uğraması ise yeni medya içerisinden bizi nasıl bir yeni dünya beklediği sorularını önemli kılmaktadır. İçerisinde yaşadığımız posthakikat çağı her türlü kriz anında kendisini yeniden üreterek devamlılığını sağlarken iletişim alanında ise üretilen cehaletin izlerini sürmek önemini korumaktadır. Bu bağlamda enformasyonun bilgiye dönüşmeden hakikate dönüştüğü bir medya ortamında üretilen cehaletin iktidar teknolojileri ile ilişkilerini serimlemek ise post-hakikat çağında yolumuzu bulabilmemiz açısından oldukça değerlidir. Tüm bu çabayı ise post-hakikat çağında üretilen cehaleti neoliberal yönetimsellik yaklaşımıyla bir medya arkeolojisi içerisinden düşünmeye çalışmak olarak özetlemek mümkündür.
Napolyon'un 1798 yılında gerçekleştirdiği Mısır seferi, tüm Orta ve Yakındoğu dünyası nezdinde, Batının savunmadan saldırıya geçişinin ilk somut miladı olması ve tekelci niteliğe bürünen milli Avrupa kapitalizminin kendi kabuğunu kırarak siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel tüm araçlarıyla yayılımını Doğu'ya çevirmesi sebebiyle sembolik bir önem taşımaktadır. Konuya Osmanlı ve Kaçar İran'ı özelinde bakıldığında, tehlike çanlarının aslında sözü edilen bu sembolik tarihten yaklaşık bir asır kadar önce, alınan askeri mağlubiyetler ile çalmaya başladığı, sonrasında da geleneksel düzenlerinin her geçen gün aşınması ile devam ederek çok yönlü bir krizler silsilesi yarattığı ve modernleşme ihtiyacını ortaya çıkarttığı aşikârdır.
Reji şirketi faaliyetine başlamasından sonra uygulamaya koyduğu politikalarla kendi ekonomik çıkarını gözetmeye başlaması sonrasında tütün üreticileri, tüccarlar ve tüketicileriyle bir takım sorunlar yaşamaya başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin tütün üretilen diğer bölgelerinde olduğu gibi İzmit Sancağı’nda da Reji idaresi ile tütün üreticileri karşı karşıya gelmiştir. Ortaya çıkan sorunların en önemlileri, herhangi bir bedel alınmadan verilmesi gereken tütün ekim ruhsatları için para talep olunması, şirkette görev yapan muhamminler için “muhammin masrafı” adı altında üreticiden kıyye başına para talep edilmesi17, tütünlere değerinin altında fiyat verilmesi ve tüccarın üreticilerden tütün alıp ihraç etmesinin engellenmesi gibi sorunlardır
Vakanüvis, 2024
Bu çalışma Osmanlı arşiv materyallerinden yola çıkarak 19. yüzyılda Şemdinan’daki tütün üretimi ve ticaretinin bölge üzerindeki sosyal ve ekonomik dengeleri nasıl etkilediğini anlatmaktadır. Ayrıca Osmanlı’nın önemli bir gelir kaynağı olan tütünün bir sınır bölgesinde meydana getirdiği hareketlilik üzerinde durulmaktadır.
"Tarihin İzinde Bir Ömür" Prof. DR. Nuri Yavuz'a Armağan, 2019
17. ve 18. Yüzyılın siyasi, soysal ve ekonomik çalkantılarına rağmen, Osmanlı, 19. Yüzyılın başlarında geleneksel ekonomik sistemiyle, kendi kendine yetebilen bir ekonomik yapıya sahip durumdadır. Ancak 19. Yüzyılda Osmanlı ekonomisi için bir dönüm noktası olan 1838 tarihli Balta Limanı ticaret antlaşması, İngiltere başta olmak üzere batılı devletlere imtiyaz yolunu açmıştır. Buna ilaveten Osmanlının geleneksel ekonomik uygulamaları olan yed-i vahid ve vergi sınırlaması gibi uygulamaları kaldırması, ekonominin dışa bağımlılığını artırmış ve Osmanlıyı batılı devletlerin pazarı durumuna getirmiştir. Bununla birlikte Tanzimat dönemi ıslahatları da dışa bağımlılığı ve ekonomik bunalımı artırıcı bir durum yaratmıştır. Dolayısıyla devlet, ıslahatların maddi gereksinimlerini karşılamada zorlanırken, 1854 yılındaki Kırım Savaşı, bu durumu daha da kötüleştirmiştir. Bundan dolayı devlet ekonomik sıkıntıları çözme adına ilk defa dış borçlanma yoluna gitmiştir. Devletin dışarıdan aldığı borçları ödeyemez durumda olması, aldığı borçları ödemek için tekrar borçlanması Avrupalı devletlerin borçlarını tahsil edebilmek için Duyûn-u Umumiyeyi kurmasına neden olmuştur. Duyûn-u umumiye borçları tahsil edebilmek için, Osmanlı maliyesi üzerinde denetim kurarak, rüsûm-u sitte adı verilen tuz, tütün, damga, içki, balık ve ipek gelirlerini borçlara karşılık ipotek yoluna gitmiştir. Bu gelir kalemleri içerisinde önemli bir yere sahip olan tütün gelirleri üzerinde denetim kurmak, tütün işletilmesi faaliyetlerini yürütmek için de reji idaresi yetkili kılınmıştır. Tütün işletmesi faaliyetleri içerisinde tütünlerin satın alınması, gerek yurt içine gerek yurt dışına satılması gibi uygulamaları reji idaresi üstlenmiştir. Bu bağlamda bu yetkileri kullanabilme ayrıcalığını sağlayan ise Osmanlı devleti, Duyûn-u Umumiye ve Reji Şirketi arasında yapılan ve çalışmanın esasını oluşturan tütün inhisarına dair hazırlanan mukavelename olmuştur. Bu mukavelenamede, öncelikli olarak tütün imtiyazının 15 yıllığına reji idaresine bırakıldığından bahsedilmektedir. Şirketin merkezinin İstanbul’da olacağı, hissedarlar tarafından belirlenen 15 kişiden oluşan bir heyet tarafından idare edilip, damga, pul vb. vergilerden muaf olacağı belirtilmiştir. Her yıl sonunda şirketin, borç ve alacaklarını bir bilanço düzenleyerek kaydetmesi gerektiği ve elde edilen gelirlerin Hükümet-i seniyye, Duyûn-u Umumiye ve şirket arasında taksim edileceği dile getirilirken, 344400 Osmanlı lirası değerindeki hasılat fazlasından,% 30 oranında miktar hükümet-i seniyyeye, %35 oranında miktar Duyûn-u Umumiyeye, %35 oranında miktar şirkete, Hasılat fazlası 594400 lirayı aşarsa 250.000 liraya kadar olan fazladan, % 60 oranında miktar Hükümet-i seniyye’ye, % 30 oranında miktar Duyûn-u Umumiye’ye, % 10 oranındaki miktar ise şirkete, Hasılat fazlası 1.344.400 lirayı aşarsa fazladan, % 70 oranında miktar Hükümet-i seniyye’ye, % 20 oranında miktar Duyûn-u Umumiye’ye, % 10 oranındaki miktarın ise şirkete olacak şekilde gelirin dağıtılacağı ifade edilmiştir. Şirkete devredilen tütün işletmesi faaliyeti kapsamında, Osmanlı devletinde hasıl olan tütünlerden sigara tütünü, yaprak sigarası, sigara, çekme ve çiğneme tütünü imal edip satmak gibi uygulamalar olduğu, ayrıca şirketin, tütün ziraatı, teftişi, tütün ihracat faaliyetleri, yabancı mahsullerin ithali, mamul tütünlerin satın alınması ve kaçakçılığın önlenmesine dair ceza tedbirleri ile ilgili kanun layihaları, kanun ve nizamnameler hazırlama salahiyetine de haiz olduğu gibi konular üzerinde durulmuştur.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Çukurova Tarihi Araştırmaları -I, 2022
Üsküdar Sempozyumu IV 3-5 Kasım 2006, Bildiriler, c. 2, 2007
Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021
Süleyman Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi
Düzce Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2022
History Studies, 2021
Recep Tayyip Erdoğan üniversitesi sosyal bilimler dergisi, 2017
Journal of Balkan and Black Sea Studies, 2023
Osmanlı’da Tütün Kaçakçılığı Reji Kolcuları ve Uygulamaları, 2022
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2022
Mukaddime, 2022
Fiscaoeconomia, 2023