Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2021, IBAD sosyal bilimler dergisi
…
21 pages
1 file
1-Bu makale "Arap Dili Nahvinde Te'vîl" isimli doktora tezimden üretilmiştir. 2-Makalemizde etik kurulu izni ve/veya yasal/özel izin alınmasını gerektiren bir durum yoktur. 3-Bu makalede araştırma ve yayın etiğine uyulmuştur.
Seher Abdal, Seher veya Seherî mahlaslarını kullanan şairin hayatı hakkında eski kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Cönklerde ve mecmualarda çok sayıda şiiri yer alan Seher Abdal'ın bir de Helvâ vü Nân isimli mesnevîsi vardır. Seher Abdal, 138 beyitlik bu küçük mesnevîde bir derviş ile bir Hâricî ve oğlu arasında Belh şehrinde geçen olayı anlatmaktadır. Son derece kötü özelliklere sahip Hâricî'nin şahsında Hâricîlere olan olumsuz duygularını; Hz. Ali muhibbi dervişle Hâricî'nin oğlunun şahsında ise, Hz. Ali taraftarlarının iyiliğini ve kendisinin Hz. Ali'ye, ailesine, on iki imama duyduğu aşırı sevgiyi dile getirmektedir. Hikâyede Hızır ve Hz. Ali'nin mucizelerine/kerametlerine de yer veren şair, peygamber/ nebî olduğunu işaret ettiği Hızır'la Hz. Ali'yi özdeşleştirmemekte; Hz. Ali'yi Hızır tarafından tavaf edilen ve ona emreden biri olarak Hızır'dan üstün tutmaktadır. Şair, Helvâ vü Nân'ın beyit sayısının toplamını "1+3+8: 12" olacak şekilde düzenlemek suretiyle de on iki imama olan bağlılığını vurgulamaktadır. Mesnevîde "helvâ" ve "nân"a farklı bir anlam yüklemeyen Seher Abdal, Doğu kültüründe ölenlerin canı için yapılan ve günümüzde de devam eden "helva ve ekmek dağıtma" geleneğinin, eskiden İran'da "Hz. Ali aşkına helva ve ekmek dağıtmak" şeklinde yaşatıldığını ortaya koymaktadır. Bu çalışmada Helvâ vü Nân, incelenerek eserin çevriyazılı metni verilecektir.
Marifetname
Kırk beş senelik gibi kısa bir ömre nice başarıları sığdırmış kapsamlı bir ilim adamı olan Nevevî, telifleri ve yetiştirdiği talebeleriyle sadece fıkıh alanında değil diğer İslami ilimler sahasında da adından söz ettirmiş bir âlimdir. Telifleri, tahkikleri ve görüşleri, sonraki âlimler tarafından mutemet kabul edilmiştir. Kendisinden nakledilen görüşlere iltifat edilen Nevevî, hadis, fıkıh, usûl, dil, tabakât, terâcim ve diğer alanlara dair elliye yakın eser yazmıştır. Şâfiî mezhebinin önemli temsilcilerinden biri olup, özelde bu mezheple ilgilenmiş olsa da ortaya koyduğu eserlerle İslam hukuku genelinde önemli bir konum elde etmiştir. Tercüme ve değerlendirmesini yaptığımız el-Usûl ve’d-davâbit adlı eseri araştırdığımız kadarıyla Türkiye’de hakkında herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Mezkur eser, isminden de anlaşılacağı üzere usûl ve kavâid ile ilgili önemli bir eserdir. Nevevî bu eserinde, ilim talebesi için önem arz eden, fıkhî kaideler ile usûl ve makâsıda dair dokuz mesele zi...
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2013
Geçmişte pek çok âlimin ilimleri bir bütün ve birbirinin tamamlayıcısı olarak görerek muhtelif ilim dallarında bilmeleri gereken her şeyi tedris etmeleri, bir ilimde derinleşen kimsenin bu ilmin kaidelerini başka ilimlere de transfer edebileceği ve o ilimlerde de söz sahibi olabileceği düşüncesini doğurmuştur. Buradan hareketle, tasavvufu iyi bilen bir kimse, diğer ilimleri onun dilinden konuşturabilir, yani onlarda tasavvufu görebilir ve anlatabilir. Tasavvufun, Arapça grameri veya daha özel olarak nahiv ilmiyle anlatımı, ilimler arasındaki bu tür kesişmeler için sıra dışı bir örnek oluşturmaktadır. Bu makalede, sûfî kimliğiyle meşhur Abdulkerīm el-Ḳuşeyrī'nin nahiv ve tasavvuf arasında kurduğu bağlantıyı anlatan en-Naḥvu'l-Mu evvel adlı eseri incelenecektir. Bu eserinde el-Ḳuşeyrī, nahiv kurallarını yeni bir yaklaşımla sunmakta ve ele aldığı terimleri ve kuralları tasavvufî yorumlarla açıklamaktadır. El-Ḳuşeyrī'nin harflere yüklediği mistik manaların, eseri ḥurūf ilminin meraklıları için ilginç hale getirmesinin yanında el-Ġazzālī ve İbn al-Arabī'nin bu anlamda el-Ḳuşeyrī'den etkilenmiş olmaları ihtimalinden de bahsedilebilir.
Ehlü'l-Hak şöyle dedi: Allah Teâlâ'nın sıfatlarının tamamı ezelî, kadîm ve bâkidir. Bunların hepsi, O'nun zâtının sıfatlarıdır. Felâsife, Mu'te-zile ve Neccâriye'nin tamamı ise, sıfatın Allah'ın zâtıyla asla kaim ol-mayacağını düşündüler ve tekvîn, ihyâ (diriltmek) ve imâte (öldürmek) sıfat-larının aynı şekilde Allah'ın zâtıyla kaim olmadığını öne sürdüler. Eş'ariye, sıfatlar arasında bir ayrım yaparak şöyle dedi: İlim, kudret, irâde gibi zât sı-fatları, kadîm olup Allah'ın zâtıyla kaimdir. Tekvîn, tasvîr, ihyâ ve imâte gibi fiil sıfatları ise hâdistir, Allah'ın zâtıyla kaim değildir. Sonra bunlar tekvîn sı-fatı hakkında aralarında ihtilâf ettiler: Eğer tekvîn sıfatı Allah'ın zâtıyla kaim değilse, mükevvenin aynı mıdır, yoksa gayrı mıdır? Eş'arî, tekvînin mükev-venin aynı olduğunu iddia etti. Mu'tezile'den bir grup ise tekvînin mükev-venden başka bir mânâ olduğunu ileri sürdü, ancak onun mahallinde ihtilaf ettiler. Ebü'l-Hüzeyl: " Tekvîn, mükevvenle kaimdir " ; İbnü'r-Ravendî ve Bişr b. el-Mu'temir ise " Tekvîn bir mahalde değildir " (lâ-fî mahallin) dedi. Kerrâmiye'nin tamamı, " Tekvîn mükevvenden başkadır, ancak hâdistir ve Allah'ın zâtıyla kaimdir " dedi. Onların nezdinde Allah Teâlâ beşerî bir mânâ ile nitelenebilirdi. Ebü'l-Hüzeyl, İbnü'r-Râvendî ve onlara muvâfakat edenler şöyle dediler: Allah Teâlâ ezelde hâlik, râzık, muhyî ve mümît olmakla nite-lenemez ki halkı ihdâs etsin. Kerrâmiye'ye göre O, hâlik olmakla, ancak hâli-kiyyet anlamında nitelenir, bu ise yaratmaya kâdir olmaktan ibarettir. Peki, O, ezelde mürîd ve mütekellim olmakla nitelenir mi nitelenemez mi? Eş'ariye'de ezelde bu ikisiyle nitelenir. Mu'tezile'de ise nitelenemez. İşte bu-rada zât sıfatları ile fiil sıfatları arasını ayıran şeyin tanımında onlar arasın-da ihtilâf meydana gelmiştir. Mu'tezile dedi ki: Hakkında nefy ve ispâtın söz 1 Çev. Hayrettin Nebi Güdekli. Kaynak: Nûreddîn es-Sâbûnî, el-Kifâye fi'l-Hidâye (nşr. Muhammed Aruçi), Beyrut: Dârü İbn Hazm, 2014, s. 135-147. Not: Tercüme esnasında metne yaptığımız ilave-ler köşeli parantezlerle gösterilmiştir.
Edebali İslamiyat Dergisi, 2019
İslam tarihi boyunca Hz. Peygamber’den günümüze değin birçok farklı fırka/mezhep temel düşüncelerini meşrulaştırmak için Kur’ânî nassları yorumlama faaliyetleri içine girmiştir. Bu yorumlama faaliyetlerine başvuran fırkalardan biri de Fâtımiler döneminde altıncı halife Hâkim bi Emrillâh(v.411/1021) liderliğinde kurulan daha sonra Hamza b. Ali, Muktenâ el-Bahâuddîn, İsmâil et-Temîmî başta olmak üzere mezhebin diğer dâileri tarafından sistemleştirilen Dürziliktir. Dürziliği kısaca tarif edecek olursak; Dürzilik, başta Hamza b. Ali olmak üzere Muktenâ el-Bahâuddîn, İsmâil et-Temîmî ve diğer hudud ve dâiler aracılığıyla sistemleştirilen, temelde Hâkim bi Emrillâh’ın uluhiyeti üzerine inşâ edilen, diğer tüm dinlerin neshedildiği inancına sahip olan Hâkim ve Hamza’nın yeniden zuhûr etmesiyle birlikte mevcût maddi dünyanın onların eline geçip Dürzi hükümdarlığının süreceğine inanan bir mezheptir.Dürzilik, İsmâilîlikten neş’et etmesi ile birlikte kendi temel düşünce sistem ve doktrinlerini oluşturmak için başta Kur’ân-ı Kerîm olmak üzere Hint, Yunan felsefi, eski Eflatunculuk, semâvî dinler ve daha birçok farklı kaynaktan etkilenmiştir.Dürzilerin temel İslâm düşüncesine muhâlif görüşlere sahip olması, bulundukları toplumda hep bir azınlık oluşturmuş olmaları ve daha birçok sâik, onların bâtınî karakterli bir oluşum olmalarına sebep olmuştur. Böyle bir yapıya sahip olmaları nedeniyle tarih boyunca haklarında çok az şey bilinmiş ve hep merak konusu olmuşlardır. Ancak 19. yüzyıl ile birlikte Dürzilere ait kutsal metinlerin gün yüzüne çıkmasıyla başta batıda olmak üzere dünyanın birçok farklı yerinde haklarında akademik çalışmalar yapılmıştır. Şüphesiz Dürzilere ait en kutsal eser Resâilü’l-Hikme risâleleridir. Bu eser toplam 111 risâleden oluşmakta olup Hamza b. Ali, Muktenâ el-Bahâuddîn ve İsmâil et-Temîmî ve diğer dâiler tarafından kaleme alınmıştır. Dürzilerin Resâilü’l-Hikme dışında birçok kutsal eserleri daha bulunmaktadır.İşte bu kutsal eserlerden biri de kitap tanıtımımızın da konusu olan Mishafu’l-Münferid bi-Zâtihi adlı mahtût eserdir. Eserde yer alan ifadelerin birçoğu Resâilü’l-Hikme adlı kitapta da birebir tekrar edilmiştir. Bu eserde Kur’ân âyetlerinin birçoğu ya aynen blok halinde alınmış ya da üzerinde kelime ekleme-çıkarma yoluyla birtakım tasarrufta bulunarak tahrif edilmiştir. Eser genel olarak Hâkim bi Emrillâh’ın uluhiyetini ikrâr, onu ilâh edinme, Dürzilerin cennet nimetleriyle nimetlenme, düşmanların ise cezaya müstehak olacağı şeklinde dua üslubuyla yazılmış ifadeler içermektedir.
Tasavvur: Tekirdağ İlahiyat Dergisi 4/2 (Aralık 2018): 944-952., 2018
İslam te’lif tarihine bakıldığında sahabe ve tabiûn neslinin fazla ilgi gösterdiği konuların başında nesih konusunun geldiği görülmektedir. Bu ilgi fukahâ, usûliyyûn ve müfessirun tarafından aralıksız devam etmiştir. Tefsir ve ‘Ulûmu’l-Kur’ân kitâbiyâtını muhtevi biyografik ve bibliyografik eserlere bakıldığında, neshin konu edindiği zengin bir literatürün bulunması, bu konuya yoğun mesainin harcandığını göstermektir. Mensûh âyetler konusunda İbnu’l-Cevzî’den (ö. 597/1201) Celâlüddin es-Süyûtî’ye (ö. 911/1505) gelindiğinde, - Kur’ân çelişkiden uzaktır ve uzak olmalıdır- sâikinden hareketle 247 sayısının, yirmi bir âyet olarak azaltıldığı görülmektedir. Modern dönemde Batı dünyasında post-truth ile birlikte Kitab-ı Mukaddes’e getirilen eleştiriler, Atina-Kudûs eksenine uygun olarak yenilenmeye ve bu eksene göre söylem geliştirdikleri görülmektedir. Modernitenin yoğun olarak İslam dünyasına sıçramasıyla birlikte özellikle İslam dünyasında birbirine tepkisel olarak doğan iki ana düşüncenin geliştiği görülmektedir. Tarihselci söylemin yoğun olarak yayılmasıyla birlikte, bu söyleme tepki olarak Medine-Atina eksenine daha uygun olan “evrenselcilik” düşüncesi buna tepki olarak ortaya çıkmıştır. Hem evrenselcilerin hem de tarihselcilerin yoğun olarak mesailerini meşgul eden konu hiç şüphesiz nesih problemi olmuştur. Evrenselcilik iddiasında bulunanlar gelenekte beş yüz kadar mensûh addedilen rivayetleri te’vîl etmeye ve bu âyetlerin tamamının muhkem olduğunu ve neshe asla kapı aralanmaması gerektiğini dile getirirlerken; tarihselci söylem aynı malzemeden yola çıkarak ve nass-olguyu merkeze alarak söylemlerini temellendirmeye çalışmışlardır. Bu girizgâhtan sonra tanıtımını yapmaya çalıştığımız risale Muhammed Sâlih Ali Mustafa tarafından hazırlanılmış olup en-Nesħ fi’l-Kur’âni’l-Kerîm adıyla neşredilmiştir. Evrenselcilik iddiasını temellendirmek maksadıyla neshi “hükümlerde tedricilik” olarak tanımlamakta ve nesih problemini özet bir şekilde okuyucularına sunmaya çalışmaktadır. Alî Mustafa, nesih konusunu üç başlık altında ele almıştır. Birinci bölümde nesih terimi, selef ve halef âlimlerinin nesih için zikrettikleri lügat ve ıstılah tanımları konu edinmektedir. Bu bölümde nesih taraftarlarının ve muhaliflerinin delillerine, neshi tanıma yollarına yer vererek konu hakkında biraz detaya girmiştir. Nesih konusunu ele alan pek çok kitapta yer verildiği halde neshin kısımlarına, şartlarına, çeşitlerine ve neshin bedâ ile tahsîs arasındaki farkına değinmemiştir. İkinci Bölümde sahabe ve tabiûn döneminden başlayarak günümüze kadar nesih konusunda yazılmış eserlerin listesine yer vermiştir. Üçüncü bölümde klasik kitaplarda mensûh olduğu iddia edilen âyetlere dair özet bir sunumu konu edinmiştir.
Divan edebiyatı araştırmaları dergisi, 2013
Klasik Türk edebiyatında nasihat-name türünde manzum eser kaleme alan şairlerden biri de on sekizinci yüzyıl şairi Tavîle-zâde Mustafâ Safî Efendi'dir. Gülşen-i Pend adında 2933 beyitten oluşan kaside şeklinde ancak mesnevî gibi tertiplenmiş bir eseri olan Safî'nin bir diğer eseri de hurûf-ı hecâ ile tertiplenmiş manzumelerden oluşmaktadır. Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi Bölümü 5295 numarada kayıtlı, bazı yaprakları eksik olan yazmada 1 tercî'-i bend, 22 rubaî, 20 matla', 27 müfred ve 2 mesnevî ile Safî'nin nasihat-nameleri için yazılmış takrizler yer alır. Bütün manzumelerin hurûf-ı hecâ ile kaleme alındığı mecmua görünümündeki eser h. 1125/ m. 1713-4 tarihinde telif edilmiştir. Makalede Safî'nin bu yazmada yer alan 30 bendlik tercî'-i bendinin metni verilmektedir.
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Uluslararası filoloji ve çeviribilim dergisi, 2022
Öz Fars ş r , İran'da İslam fet hler nden sonra VII. yüzyılda yen b r sürece adım atmıştır. Bu dönemde b rçok nazım türü Arap edeb yatından Fars edeb yatına geçse de daha çok kas de nazım türü revaç bulmuştur. İranlı hükümdarlar ve vez rler, kend ler n halk nezd nde ve s yasal zem nde tanıtmaları ç n saraylarında şa rler bulundurmuşlardır. Kas de, Rûdekî, Dakîkî g b şa rlerle Sâmânîler devr nde olgunluğunun z rves ne er şm şt r. Sâmânîler sonrası dönemde kas de, Gaznel ler Devlet 'n n en meşhur hükümdarı Gaznel Mahmûd'un şa rlere sunduğu büyük desteklerle gel ş m n sürdürmüştür. Bu dönemde kas deler n konuları da çeş tl l k arz etmeye başlamış ve dönem n lmî meseleler de kas deler n mazmunları arasına g rmeye başlamıştır. Bu devr n öneml kas de şa rler nden b r olan Nâsır-ı Hüsrev de kas deler nde d nî, felsefî ve lmî konuları öne çıkaran b r şa r olmuştur. Dahası o, kas deler nde kend ş r anlayışına yer verm ş; şa rl ğe ve şa rlere da r düşünceler ortaya koymuştur. Nâsır-ı Hüsrev, saray şa rler ne yönel k olumsuz b r tutum da serg lem ş, onlara dönük suçlamalarda bulunmuştur. Ayrıca o, gazel tarzında ş rler söyleyen şa rler de tenk t etm şt r. Bu çalışmada Nâsır'ın ş r anlayışı ncelenerek gerek çağdaşı gerek öncek dönemlerde yaşayan şa rlere bakışı ortaya konulmaya çalışılacaktır.
RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 2024
Attâr-ı Nişâbûrî Selçuklu döneminde yaşamış, eserleriyle tasavvuf düşüncesinin gelişimine katkı sunmuş önemli şair ve müelliflerdendir. Tezkiretü’l-Evliyâ dışında bütün eserlerini manzum olarak yazan Attâr, şiirlerini derin anlamlar barındıran zengin bir dille kaleme almıştır. Mevlânâ Celâleddîn, Abdurrahmân-ı Câmî gibi önemli şahsiyetler Attâr’ın eserlerinden etkilenmiş, onun izinden gitmişlerdir. Bu çalışmada şairin Divan’ından bir gazel şerh edilmiştir. Gazellerinde kullandığı dil ve üslup, edebi zarafeti ve tasavvufî derinliği bir araya getirerek eşsiz bir ahenk oluşturmaktadır. Attar'ın her gazeli, kelimelerinin ardında saklı derin hikmetleriyle tasavvufî anlamlar taşımaktadır. Dolayısıyla okuyucu onun şiirlerinde kendine has anlamlar bulabilmektedir. Çalışmada Attâr’ın hayatına kısaca değinilen giriş bölümünden sonra gazel türü hakkında bilgi verilerek, Attâr’ın bu gazelinin yazıldığı vezin de tespit edilmiştir. Daha sonra şiirin dil ve üslup özellikleri de incelenerek şiirin sahip olduğu derin manaları açıklanmaya çalışılmıştır. Attâr, gazellerinde sembolik bir dil kullanarak az kelimeyle daha çok anlam barındıran şiirler kaleme almıştır. Seçilen bu gazelde şair, tasavvufî hakikatleri ve ilâhi aşkı anlatmıştır. Bu makalede bu sembolik dilin anlaşılmasına bir nebze de olsa katkı sunmaya çalışılmıştır.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2023
Şerh, edebiyatımızda geçmişten bugüne önemli bir telif türü olmuştur. Günümüzde henüz gün yüzüne çıkmamış, çalışılmayı bekleyen şerhlerin hatırı sayılır bir miktarda olduğu söylenebilir. Tespit edilebilenler, yazma eser kültürüne katkı sağlamayı amaçlamaktadır ve günümüz harflerine aktarılıp yayımlanarak edebiyatımıza kazandırılmaktadır. Bu çalışma ile Mehmet Büküm’ün 2023 yılının Şubat ayında yayımladığı, hem alanın uzmanlarına hem de klâsik edebiyata ilgi duyan okuyuculara hitap eden, Şii Attâr-ı Tûnî’nin Tasavvufî Risâlesine Hüseyin Nazmî-zâde’nin Şerhi: Şerh-i Kenzü’l-Ârifîn adlı kitabını değerlendirilecektir. Büküm’ün aktardığına göre Attâr-ı Tûnî’nin Kenzü’l-Ârifîn’i İran’da ve muhtemelen Anadolu’da isim benzerliğinden dolayı Feridüddîn Attâr-ı Nîşâbûrî’ye nispet edilmiştir. Hatta Kenzü’l-Ârifîn İran’da müellifi Feridüddîn Attâr-ı Nîşâbûrî olarak birkaç kere basılmıştır. Risalenin şarihi de müellifi ,le aynı kaderi paylaşmış, o da kardeşi Nazmî-zâde Murtaza ile karıştırılmıştır. Büküm’ün müellifi ve şarihi hakkında titiz bir çalışma yaptığı bu eseri, İranlı mutasavvıf Attâr-ı Tûnî’nin Kenzü’l-Ârifîn adlı eserine Hüseyin Nazmî-zâde’nin XVII. yüzyılda Osmanlı Türkçesiyle kaleme aldığı şerhi esas almaktadır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, 2020
Osmanlı'da İlm-i Tasavvuf, İstanbul, 2018
Reyyî Yûsuf Konevî’nin Manzum Akâid Tercümesi: Nûrü’l-hüdâ, 2022
e-Makalat Mezhep Araştırmaları Dergisi, 2015
Journal of International Social Research, 2015
D İ V A N E D E B İ Y A T I A R A Ş T I R M A L A R I D E R G İ S İ, 2020
Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2019
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, 2024
İhya Uluslararası İslam Araştırmaları Dergisi, 2021
Türk Kültürü ve HACI BEKTAŞ VELİ Araştırma Dergisi, 2019
DergiPark (Istanbul University), 2014