Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2023, Sosyal Bilimlerde Kadın Çalışmaları I
https://doi.org/10.58830/ozgur.pub146…
24 pages
1 file
Özet Kesişimsellik teorisi/paradigması 1989’da Crenshaw tarafından adı konularak feminist teori ve politika literatürüne girmiştir. Başta ırk ve toplumsal cinsiyet olmak üzere sosyal kategorilerin ve bu kategorilerin dayandığı baskı sistemlerinin kesişimindeki marjinalleştirilme deneyimlerinin çalışılmasına imkân veren kesişimsellik teorisi/paradigması 2000’li yılların başından itibaren feminist çalışmaları ve toplumsal cinsiyet çalışmalarını şekillendirecek kadar güçlenmiş ve yaygınlaşmıştır. Bu çalışmada öncelikle kesişimsellik teorisi/ paradigmasındaki teorik ve politik tartışmalar genel hatlarıyla incelenmiştir. İkinci olarak Psikoloji ve Sosyal Psikolojinin kesişimsellik teorisi/paradigması ile karşılaşmasındaki zorluklar tartışılmıştır. Son olarak feminist psikolojide kesişimsellik teori/paradigmasının niceliksel araştırma yöntemlerine nasıl meydan okuduğuna odaklanılmış, feminist psikologların bu konuda teorik/epistemolojik ve metodolojik açıdan yaptıkları literatür tartışması gözden geçirilmiştir.
Birikim Dergisi, 2017
Kesişimsellik üzerine yapılan çeviriler ışığında sevgili Aksu Bora'nın " Kesişimsellik " isimli yazısı üzerine birkaç laf döndürmek istedim. Sevgili Aksu Bora'nın yazısındaki şu soru beni harekete geçirmişti aslında: " Toplumsal cinsiyet kavramı neden farklı tahakküm biçimlerini görmemize yetmiyormuş ki? " Aksu Bora'nın kesişimselliğe ilişkin 3'e ayırdığı, aralarında da bağlantı kurduğu bir eleştirisi var, benim niyetim hepsine cevap vermek değil. Ama yazıda altını çizdiği toplumsal cinsiyetin neden tahakküm biçimleri ve hiyerarşi sistemleri dizisine parmak doğrultmada yetmediği, " Başta bahsettiğim acayip kendinden memnuniyetin en illet kısmı bana bu gibi görünüyor: Kürdü de kucaklıyorum lezbiyeni de. Neden? Çünkü hepsi ayrımcılığa uğruyor! " şeklinde belirttiği humanizme eş değermiş gibi tınlayan kesişimsel feminizmin yönelttiği sistem eleştirisi üzerine biraz tartışıp kesişimsel feminizmin de düşünmeye alan açabileceği başka bir adalet meselesinden bahsetmek istiyorum. Kesişimsel feminizmin ortaya sürdüğü, eleştirdiği, mücadele etmemiz gerektiğini öne sürdüğü bir sistem var: Kiyerarki. Elisabeth Schussler Fiorenza'nın kitabında belirttiği, kiyerarkinin köken olarak Yunanca'da lord ya da master anlamına gelen kyrios ile " yönetmek " ya da " hakimiyet kurmak " anlamına gelen archein'den türediği. İktidar kurucu çarpımsal ve birbiriyle kesişen yapıların varlığı ışığında patriyarkayı analitik bir kategori olarak tekrar tanımlamak için kullanılıyor. Hakimiyet kurma, itaat etme, baskılama gibi birbiriyle kesişen çarpımsal sosyal yapılardan oluşan karmaşık piramit sistemi olarak teorize ediliyor. Bu şekilde teorize etme hali aslında bize şunu gösteriyor; evet belirli kimliklerimiz ve var olma halimiz sebebiyle tahakküm altına alınıyoruz, sömürülüyoruz, baskı görüyoruz, şiddete maruz bırakılıyoruz. Ama aynı zamanda bu suçların faili de olabiliriz, hatta faili olduğumuz, tahakküm eden, sömüren pozisyonda olduğumuz durumlar var. Sabit ve değişmez olarak inşa edilen bir sömüren-sömürülen ilişkisine çomak sokacak failliklerimiz mevcut.
ÖZET Gerçekleşmemiş/tamamlanmamış bir olay ya da duruma atıfta bulunan olumsuzluk kategorisi; konuşurun söz konusu olay ya da durumla ilgili emin olduğu ve güven duyduğu bilgisini yansıtan kesinlik kategorisi ile yakın ilişki içindedir. Paralellik gösteren bu ilişkinin varlığında derin yapının, önermelerde verilen bilgi arka planının ve olumsuzluğun üstdilsel kullanımının etkisi bulunmaktadır. Kipsel mantığın temelinde yer alan gerçeklik-gerçek dışılık ayrımı da olumsuzluk ve kesinlik anlam alanını şekillendirmekte ve aralarındaki ilişkiyi düzenlemektedir. Bahsi geçen kipsel ayrıma göre olumsuzluk gerçek dışılık tarafında yer almaktadır. Gerçek dışı ifadelerle henüz gerçekleşmemiş, tamamlanmamış durumların aktarımında karşılaşılmaktadır. Kesinliği olumsuzluğa yaklaştıransa gerçek dünyada (henüz) karşılığını bulmamış/bulamamış bir olay ya da durumla ilgili olarak konuşurun kesin bir bilgiye sahip olmasıdır. Bahsedilen bilgi konuşur açısından kesinlik taşımaktadır. Kipsel alanda birbiriyle kesişen olumsuzluk ve kesinlik kategorisini dilde gösteren işaretleyicilerin de ortak olması beklenmektedir. Bu açıdan bakıldığında olumsuzluk ve kesinliği cümlede kodlayan işaretleyicileri üç grupta toplamak mümkündür: 1. Olumsuz görünümde olup olumsuzluk ve kesinlik bildirenler, 2. Olumsuz görünümde olup olumluluk ve kesinlik bildirenler, 3. Olumlu görünümde olup olumsuzluk ve kesinlik bildirenler. Anahtar Kelimeler: Olumsuzluk, üstdilsel olumsuzluk, kesinlik, kiplik, gerçeklik-gerçek dışılık. * Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu tespit edilmiştir.
International Journal of Human Studies, 2020
Bu çalışmada, ikinci ve üçüncü dalga feminizmde farklılıklar ve eşitsizlikler üzerine yapılan tartışmaların kuramsal sonuçlarından biri olan kesişimsellik teorisi analiz edilecektir. Bunun için; öncelikle farklılıklar ve eşitsizlikler kapsamında, ‘kadın’ kategorisi işaret edilerek feminizm ve toplumsal cinsiyet siyasetinde tam olarak neyin sorunsallaştırıldığına bakılacaktır. Kesişimselliği bu analizle keşfetmek, kuramın siyahî feminizmin ışığında diğer farklılıkları da (etnisite, yaş, sınıf, eğitim, engellilik vb.) içine alarak yeni-ırkçılık kavramını tanımlamaya olanak sağlamasının yanında; bugünkü toplumsal eşitsizlikleri güçlü bir kuramsal ve kavramsalçerçevede yorumlama imkanı da sunmasıdır. Bu bağlamda, bu makalede ilk olarak ikinci dalgadaki özellikle Marksist ve radikal feministlerin aynılık ve farklılık savlarına odaklanılacaktır. Daha sonra, üçüncü dalga feminizmin toplumsal cinsiyet ve kimlik meselesi ele alınacaktır. Bu fikir karşılaştırması ve öne sürülen savlar bizi kesişimsellik kuramı ile çoklu eşitsizlikleri nasıl/nerede görmemiz gerektiğini gösterecektir. Dahası; bu karşılaştırma, farklılıkların eşitsizliğe neden olduğu analitik eksenleri kurama özgü bir perspektifle incelememizi sağlayacaktır. Buna ek olarak; makalenin özgünlüğü, yeni-ırkçılık kavramını kesişimsellik kuramıyla yeniden düşünerek eşitsizliğe neden olan çok yönlü kategorilerin ve farklılıkların su yüzüne çıkarmasıdır. Nihayetinde, makalenin esas amacı kesişimselliği; onun kuramsal gelişimiyle anlamak, ve kuramın akademik işlevselliğini keşfederek eşitsizlikleri, kategorileri ve bunların toplumsal, kültürel, politik sonuçlarını farklı ampirik örneklerde ve düzeylerde serimlemektir. Anahtar kelimeler: Kesişimsellik, Feminizm, Yeni-ırkçılık, Toplumsal Cinsiyet Siyaseti, Kimlik Siyaseti.
Psikocoğrafya, 2021
Bu çalışma, çağımızın güncel meseleleri olan toplumsal cinsiyeti, göç hareketlerini ve ekonomik sorunları toplumsal hareketler teorik altyapısıyla mekân okumasına tabi tutarak psikocoğrafya literatürüne bir katkı sunmayı amaçlamaktadır. 1960'lı yıllardan itibaren dünyada gözle görülür nitelikte derin ve hızlı dönüşümlerin gerçekleşmesiyle birlikte sistem karşıtı hareketlerde de gerek bakış açısı ve amaç gerekse eylem repertuarı açısından ciddi değişimler gerçekleşmeye başlamıştır. Yeni toplumsal hareketler olarak adlandırılan bu dönemde, yeni sol ve sivil haklar, LBGTİ� , çevre, kadın ve insan hakları konuları gündeme gelmektedir. Amaç artık iktidarı değiştirmek değil, kimlik ağırlıklı yapılanmalarla ele alınan birbirinden farklı konulardaki kültürel değişimleri sağlamaktır. Bu nedenle yeni toplumsal hareketlerin aktörleri, farklı toplumsal, ekonomik ve kültürel geçmişten gelen özneler olarak homojen bir yapı oluşturmamaktadır. Aktörler sadece kendi gündemleri için harekete geçmemekte, aynı zamanda başka insanlarla dayanışma göstermek adına da harekete geçebilmektedir. Bu da aktörlerin gündemlerinin ne kadar değişkenlik gösterebileceğine işaret eder. Mekân kullanımı açısından da bir çeşitlilik görmekteyiz. Bir yandan kamusal alanda varlık gösterilirken bir yandan da dijital dünyayı aktif bir şekilde kullanmaktadırlar.
Recep Tayyip Erdoğan Universitesi Ilahiyat Fakultesi Dergisi, 2012
Özet: Yalnızlık, modern psikolojide pek çok kuram tarafından farklı olarak ele alınmakla birlikte psikolojik bir kavram olarak "olumsuz" bir anlamda işlenmiştir. Bu yaklaşıma karşı tasavvufta ise bir eğitim aracı olarak tecrübe edilmiş ve farklı bir nitelikte uygulanmıştır. Bu makalede, yalnızlığın "modern psikoloji" ve "tasavvuf" tarafından kavramsallaştırmaları ve bir kavramdan yola çıkarak kısmen iki medeniyetin yalnızlık tecrübeleri sunulacaktır.
Özet: Fiiller, dilin isimlerle birlikte en temel söz varlığı üyesi olarak görev yapmaktadır. Fiillerin dil için oldukça önemli yapılar olması onun farklı şekillerde sınıflandırılmasına neden olmuştur. Araştırmacılar çeşitli ölçütleri kullanarak fiilleri sınıflandırmıştır. Bu sınıflandırmalardan birisi mental fiilleri de içermektedir. Mental fiiller, duyu organları ile harekete geçen algının zihinsel süreci etkilemesi ve sonuçta çeşitli dönütlerin de verilmesini kapsayan, psikoloji temelli hareketleri ifade eden fiillerdir. Elbette mental fiiller de kendi içlerinde türlere sahiptir. Türkçede fiillere mental süreç bağlamında bakıldığında bazı fiillerin farklı anlamlarının mental fiil türlerinden birkaçını işaretleyebildiği görülmektedir. Bununla birlikte bazı fiiller de tek bir anlamı ile birden fazla mental fiil türünü işaretlemektedir. Bu durum tarafımızca çok katmanlılık olarak adlandırılmaktadır. Bu çalışmada çok katmanlılık iki ayrı başlık altında ele alınmıştır. Böylece bir fiilin farklı anlamlarının işaretlediği mental fiil türleri ve tek bir anlamının işaretlediği birden fazla mental fiil türleri gösterilmiştir. ‘Multi-layerity’ in Turkish Mental Verbs Abstract: Verbs are very important elements for vocabulary with nouns. The fact that verbs are very important structures for language has caused it to be classified in different forms. Researchers have classified the verbs using various criteria. One of these classifications also includes the mental verbs. Mental verbs are actions that express psychological-based movements including the sensory organs that affect the mental process, and ultimately provide various feedbacks. Certainly, mental verbs have their own subtypes. In Turkish context, it is seen that different meanings of certain verbs can mark some of mental verb types. Nevertheless, some verbs mark more than one mental verb with a single meaning. This situation is called ‘multi-layerity’. In this study, multi-layerity is dealt with under two separate topics. Thus, the types of mental verbs marked by different meanings of a verb and the multiple mental verb forms marked by a single meaning are shown. Keywords: Verb, Mental verbs, Multi-layerity, Turkish
Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2017
Bu araştırmada çalışanların duygusal kaynaklarının tükenmesi ile ortaya çıkan ve işlerine duyarsızlaşmaları, başarı hislerinin azalmasıyla kendini gösteren tükenmişliğinin üzerinde psikolo-jik sermayelerinin etkisini incelemek amaçlanmıştır. Maslach Tükenmişlik Envanteri ve Psikolojik Sermaye Ölçeği kullanılarak 215 öğretmenden elde edilen veriler yapısal eşitlik modeli yöntemiyle analiz edilmiştir. Ulaşılan sonuçlar tükenmişliğin kişisel başarı hissi azalması boyutu üzerinde psikolojik sermayenin iyimserlik boyutunun ve tükenmişliğin duyarsızlaşma boyutu üzerinde psikolojik sermayenin psikolojik dayanıklılık boyutunun aksi yönde etkisinin olduğunu göstermiş-tir. Araştırmanın tüm sonuçları alan yazını bağlamında tartışılmıştır.
SDE AKADEMİ DERGİSİ, 2022
Makale en genel anlamda küreselleşme kavramının siyasi, ekonomik ve kültürel alanda kimlik gerçekliğine etkisini ele almaktadır. Özellikle 20. Yüzyılın ikinci yarısı itibariyle ekonomik faaliyetlerde sınırların ortadan kalkmaya başlaması küreselleşme kavramının ana noktasını oluşturmuştur. Bu da devamında siyasi ve kültürel alanı etkilemiştir. Hem siyasi olarak ulusüstü kuruluşlar ön plana çıkmaya başlamış hem de evrensel kültürel değerler veya tek bir evrensel kültür yaratma çabası ile karşılaşılmıştır. Bu durum bir yandan ulus-devletlerin egemenlik hakları meselesini ortaya koyarken diğer yandan ulusların ve daha küçük grupların kültür emperyalizmine maruz kalmaları meselesini gündeme getirmiştir. Özellikle postmodernliğin çeşitlilik ve farklılık kavramlarını ön plana çıkardığı göz önünde bulundurulursa, küreselleşmenin tikel kültürleri şekillendiren ve homojenleştiren bir hal alması kültürel bir emperyalizm olarak nitelendirilebilir. Üstelik yalnızca kültürel değil, diğer kolektif kimlik türleri de küresel olarak kutsanarak, yerelin aşağılanması ya da yok sayılmasından etkilenmektedir. Bu makalede temel odak noktası küreselleşme gerçeğinin ulusal ve kültürel kimlikler başta olmak üzere kimlik edinimi ve bireyin yerel bir topluluğa aidiyet hissetmesini ne şekilde etkilediği meselesidir. Ayrıca bunun siyasi izdüşümü üzerine de çalışılacaktır. Genel bilimsel perspektif olarak yorumsamacı yaklaşıma bağlı kalınacak ve yöntem olarak literatür taraması ve karşılaştırmalı analizden yararlanılacaktır.
ÖRGÜTSEL DAVRANIŞTA “PSİKOLOJİK” BAŞLIKLI KONULAR, 2023
Günümüzün rekabetçi ve fırsatları hızla değerlendiren iş dünyasında, örgütlerin sadece ekonomik ve teknolojik unsurlara odaklanmaları, üstünlük sağlama açısından yeterli görülmemektedir. Hem bireylerin hem de örgütlerin bir fark yaratarak diğerlerinden öne çıkabilmesi zorlaşmıştır. İnsanı bir makine gibi gören yönetim anlayışından bu yana hem dünyada hem de örgütsel alanlarda birçok gelişme yaşanmış olup insan kaynağının yönetimi ve insana odaklanılması son yıllarda önem kazanan bir konu haline gelmiştir. İnsan kaynağına önem verilmesiyle birlikte örgütlerdeki çalışanların zihinsel iyi oluşları ve psikolojik sağlıkları, başarıya ulaşmada önemli bir kilometre taşı olduğu anlaşılmıştır. Bu noktada psikolojik kırılganlık kavramı ile örgütler arasındaki ilişkinin büyük bir öneme sahip olduğunu söylemek mümkündür. Değişen ve gelişen dünyaya adapte olabilmek, insan yaşamının kolaylaştırılması ve esnek kılınması açısından önemli görülmektedir. İnsan psikolojisinin güçlü ve olumlu yanlarına odaklanan pozitif psikoloji, son yıllarda üzerinde birçok araştırmanın yapıldığı alanlardan birisi olup psikolojik kırılganlık kavramı da pozitif psikolojinin alanı içerisinde değerlendirilmektedir (Ingram ve Luxton, 2005). Psikolojik kırılganlık kavramı bireylerin baskı, stres ve belirsizlik gibi ortamlarda karşılaştıkları zorluklarla başa çıkabilme yetenekleriyle ilgili bir kavram olarak görülmektedir. Örgütsel açıdan düşünüldüğünde bir örgütte görev yapanlar yoğunlukla takım çalışmaları, aşırı iş yükü, iş rotasyonu, rekabet üstünlüğü, yönetici baskısı ve benzeri faktörlerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu tür zorluklara karşı psikolojik olarak kırılgan bireyler olumsuz sonuçlarla karşılaşmaktadır. Kırılganlık kavramı, psikolojik, fiziksel veya sosyal olarak bireyin dışarıdaki zarar veren etkenlere karşı açık bir hedef olmasını ifade etmektedir (Scanlon ve Lee, 2007: 55). Ingram ve Luxton (2005: 35), kırılganlığın incinebilirlik olarak da ifade edilen bir kavram olduğunu, psikolojik açıdan ele alındığında temelde bireyin çocukluk çağındaki işlevsel olmayan öğrenme düzeylerine bağlı olduğunu belirtmektedir. Bireyin kırılganlığı, araştırmacıların ifadesine göre çocukluk deneyimlerine göre değerlendirilse de genetik yatkınlığı, yaşadığı travmatik olaylar, sosyal desteğin eksikliği gibi birçok faktörden etkilendiği söylenebilir. Bütün bu süreçlerde yaşadığı olumsuz olaylar gelecekteki yaşamında zorluklarla başa çıkmasında bireyi zorlayabilmektedir. Hangi sebeple olursa olsun bireyin çocukluk çağından yetişkinliğe, sosyal yaşamından iş yaşamına kadar birçok etkisi bulunan psikolojik kırılganlığın önemi büyüktür. Pozitif psikoloji açısından ele alındığında hem günümüzde hem de gelecekte pozitif uygulamaların insan kaynakları yönetiminde ve örgütsel yaşamda örgütün performansı ve rekabet avantajına katkısı bulunmaktadır. Bu yüzden bu çalışmada psikolojik kırılganlık kavramı, özellikleri, ilişkili olduğu kavramlar, öncülleri ve ardılları ele alınmıştır. Psikolojik kırılganlığın örgütsel düzeyde etkilerinin azaltılması veya tamamen ortadan kaldırılması açısından önerilerde bulunulmuştur.
2020
Nitel araştırmalarda en önemli araştırma enstrümanı olan araştırmacının, araştırmaya olası etkilerini anlama noktasında "konumsallık" önemli bir metodolojik kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. "Araştırma sürecinin" ve genel olarak araştırmacının kimliğine ve ideolojik duruşuna göre tanımlanan "konumsallığın" birbirleri üzerine olası etkileri bu makalenin temel tartışma konusudur. Alan yazında çoğunlukla, "içeriden" ya da "dışarıdan" bir araştırma sürecine yol açan koşullar ve bu koşulların araştırma üzerine olumlu/olumsuz etkileri tartışılmaktadır. "Tamamen içeriden" ya da "tamamen dışarıdan" bir araştırmanın mümkün olup olmadığı ise genellikle sorgulama dışı bırakılmaktadır. Farklı olarak, bu makalede, araştırma sürecinde konumlar arasında keskin bir ayrımın mümkün olup olmadığı sorgulanmaktadır. Ayrıca, araştırmacı ile araştırması arasındaki ilişkisellik tartışılmaktadır. Sonuç olarak, "içeriden" ve "dışarıdan" konumlar arası uzlaşının mümkün olabileceği ve konumsallığı "arada alan" olarak benimsemenin faydaları ortaya konmuştur. Araştırmacının kendi konumunun farkına varması ve bulgular üzerine etkisini kontrol edebilmesi için ise "düşünümsellik" önemli bir metodolojik tutum olarak ön plana çıkmıştır. Anahtar Sözcükler: konumsallık, içeriden/dışarıdan, kimlik, ideoloji, düşünümsellik
Dilan Şenay Yılmaz, 2024
Bu tez, çocukluğa dair masumiyet anlatısının heteronormatif, patriyarkal, ırkçı ve milliyetçi yapılar tarafından şekillendirilen bir ideoloji olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Öyle ki masumiyet anlatısı "çocuğun içindeki Kızılderili'yi öldürme" pratiği gibidir. Çocuğu bedensel bir düzenlemeye tabi kılar. Düzenleyici bir norm olarak işleyen masumiyet anlatısının çocukların arzularını, cinselliğini ve hayal gücünü bastırdığını ve böylece heteroseksüel bir geleceği güvence altına aldığını iddia eden tez queer oto-etnografi yönteminden yararlanırken çocukluğu kesişimsel bir kavrayışla ele almayı önermekte, ırk/etnisite, cinsel kimlik, sınıf gibi toplumsal kategorilerle ele alındığında çocukluğun çocukluklara dönüştüğünü görünür kılmaktadır. Bu bağlamda tez Türkiye'de hem queer çocukluk hem de Kürt ve Ermeni çocukluklar üzerine düşünmekte, bu kimliklerin kesişim durumlarına odaklanmaktadır. Örneğin queer bir Kürt çocukluk, yalnızca cinsel kimliğiyle değil, aynı zamanda etnik kimliği dolayısıyla da baskılara maruz kalır. Bu baskılar çoğunlukla bir arada yaşanır ve çocukluğun öznel deneyimini daha da karmaşık hale getirir.Çocuğun kimlik gelişimi, maruz kaldığı toplumsal şiddet ve baskılarla şekillenir. Tezde queer çocukluk deneyimleri incelenirken yalnızca heteronormatif baskılar değil, aynı zamanda miliyetçiliğin/ırkçılığın baskılayıcı etkileri de göz önünde bulundurulmaktadır. Bu tür bir ayrım, milliyetçilik ile heteronormativite arasındaki bağı daha da görünür kılar ve aynı zamanda queer kimliklerin ve hareketlerin içindeki hiyerarşilere de işaret eder. Bu bağlamda queer çocukluğun deneyimlerini ele aldığımızda, yalnızca heteronormatif baskıyı değil, aynı zamanda bu baskıyı etnik kimlikle, ırksallaştırmayla ilişkili düşünmek gerekmektedir. Çocukluğa dair masumiyet anlatısı çocukluklar arasındaki bu farkların silinerek görünmezleşmesini sağlar. Bu sebeple tez, çocukların arzularını, iradelerini, hayal güçlerini tanımanın yanı sıra çocuklukların ırksallaştırılmış ya da etnik kimlikle şekillenmiş boyutunu da görmenin hem çocukluk sosyolojisi çalışmaları için hem de psikososyal çalışmalar için elzem olduğunu gösterir. Bu iç içe geçiş ya da çocukluğa kesişimsel bakış, sağlıklı kimlik gelişiminin ön koşulu gibidir. Masumiyet anlatısının hem akademik tartışmalarda hem politika üretiminde hem de çocukluğa dair anlatıların inşasında dönüştürülmesini değil tamamen reddedilmesi gerektiğini savunan tez, çocukluğa daha kapsayıcı ve çocuklukların çoğulluğunu görebilen bir bakış açısı geliştirmenin yollarını tartışır.
Hak İş Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi, 2018
Psikolojik dayanıklılık, bireylere zorluklar karşısında dayanma ve mücadele etme gücü vermektedir. Bu gücü taşıyanlar, yaşadıkları olumsuz olaylarda daha çabuk toparlanabilmekte ve eski hayatlarına geri dönebilmektedir. Hatta yaşadıkları stresi, kendilerine yarar sağlayacak duruma bile getirebilirler. Yapılan araştırmalarda psikolojik dayanıklılığın sonradan kazanılabilen bir olgu olduğu ortaya çıkmıştır. Bazı bireylerde ise doğuştan gelen bir özellik olarak görülmüştür. Ancak zamanla bu özelliğin değişebildiği ortaya çıkmıştır. Bireylerin yaşadıkları olaylar neticesinde psikolojik olarak güçlenebildiği ya da bu özelliklerini kaybettikleri fark edilmiştir. Psikolojik olarak dayanıklı olmak bireye hem özel hayatında hem de iş hayatında yarar sağlamaktadır. Özel hayatında yaşadığı zorluklarla daha kolay baş etmesini sağlarken, iş hayatında da bireye avantaj sağlayarak, başarılı olmasına etki etmektedir. Psikolojik olarak güçlü birey, iş hayatında yaşadığı stresi de daha iyi yönetir. Çatışma ve kriz durumunda daha sakin ve doğru tavır sergiler. Stres kaynaklarının onu yıpratmasına ve örgüte olan bağlılığını azaltmasına izin vermez. Böylece iş tatminsizliği de yaşamaz. İş stresinin iş tatmini üzerindeki olumsuz etkisine karşı güçlü durur.
OPUS Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi, 2020
Bu çalışma kentlileşme ve yaşlılık kesişimselliğinden yola çıkarak İstanbul'un Sancaktepe ve Şişli ilçelerinde yaşayan yaşlı bireylerin yaşlılık deneyimlerinin farklılaşmasını konu almaktadır. Gelir ve kentleşme seviyesi, göç öyküsü ve demografik yapı bakımından birbirinden oldukça farklı iki ilçenin yaş almış bireyleri aynı zamanda ve aynı kentte iki farklı yaşlılık deneyiminin de özneleri olmaktadır. Yaşın ilerlemesi ile birlikte yıllar boyunca kazanılan deneyimler bireylerin yaşamlarında önemli etkiler yaratmaktadır. Kesişimsellik prensibi ile yapılan araştırmalar, tüm bu deneyimlerin bireylerin kişisel özellikleri de göz önüne alındığında önce birbiriyle, sonrasında topyekûn etkileşimini anlamak için faydalı bir bakış açısı ortaya koymaktadır. Niteliksel araştırma yönteminin uygulandığı saha araştırmasında Sancaktepe ve Şişli ilçelerinde belirli aralıklarla gerçekleştirilen 45 derinlemesine görüşme ve bu görüşmelerden elde edilen bulgular, sosyo-ekonomik statü, geleneksellik ve yalnızlık kavramları temelinde kategorize edilmiştir. Sonuçlar geleneksellik ve modernitenin yaşlı bireyin yaşamında ne denli önemli olduğunu ortaya koyar niteliktedir. Yaşlılık deneyiminin toplumsal yapı, habitus ve aile ilişkileri ile yakından ilişkili olduğu da ortaya çıkmıştır.
kesit akademi, 2019
Sistematik düşünmenin en önemli özelliği netleşmiş kavramlar üzerinden icra edilmesidir. İki farklı zihinde içeriği örtüşmeyen kavramlar üzerinden yapılan akıl yürütmelerin sonuçsuz kalacağı aşikardır. Felsefi tartışmalarda amaç, sonucu hedeflemekle birlikte, problemin net olarak ortaya konulmasıdır. Netleşen bir kavram ile -ki netleşmekten iki zihinde de aynı içeriğe sahip olmayı kastediyoruz- problemin anlaşılması daha kolay sağlanacağı gibi, akıl yürütmelerin de problemin gerektirdiği istikamette olmasına neden olacağından sonucun elde edilmesi de kolaylaşacaktır. Felsefe bilimin problemleriyle değil bilimin ne olduğu ile ilgilenir. Sonuçta felsefenin müdahil olduğu her alanda bir dil çözümlemesi gerekmektedir. Dil ise zihinlerin iletişim vasıtası olduğu için, her türlü problem ister istemez kavram netleşmesine dönüşmektedir. Netleşmiş kavramlar da zihinde anlamanın ilk şablonlarına dönüştüğü için, dilsel ifadelerin yani önermelerin kavramları olan doğru-yanlış kavramları da bu suretle netleşme yoluna girmektedir. Doğa bilimlerinin sosyal bilimlerin önüne geçmeye başladığı 17. yüzyıldan itibaren “kesin bilgi” arayışının doğa bilimlerindeki “bilimsellik” kriterine dönüştüğünü görmekteyiz. Sosyal bilimlerin kesinliği ve bilimselliği doğa bilimlerinin gerisinde kalmış, dolayısıyla da “bilimsellik” sıfatı günümüze kadar doğa bilimlerine ait olmuştur. Her ne kadar hermeneutik filozoflarının insani bilimlerin üstünlüğü konusunda önerileri ve akıl yürütmeleri olmuşsa da pratik değildir. “Deneylenebilen sabit gerçeklik” anlamında kullanılan bilimselliğin doğa bilimlerinden yana olması, ister istemez “hakikat” kavramını kullanan sosyal bilimlerde “görecelilik” kavramının oluşmasına neden olmuştur. Bu çalışmada doğa bilimlerinin, sosyal bilimlerin önüne geçmesine neden olan “bilimsellik” kriterlerinin analizi ve bu analize göre bu kriterlerin sosyal bilimler için de kullanılmasının mümkün olup olmadığı ya da sosyal bilimlerde “bilimsellik” için nasıl bir kriterin kullanılması gerektiği tartışılmıştır. Kelimeler: bilimsellik, deney, hakikat, sınır koyma, çelişki, kanun
öz Bu makalede Bireysel Psikoloji açısından; dinin ve Tanrı'nın anlamı, işlevi ve önemi, insanın manevi görevleri ve ruh-beden ilişkisi konu edilmektedir. Ayrıca Bireysel Psikoloji ve dinler arasındaki ilişkiye dikkat çekilmektedir. Bu amaçla çalışmada, Adler'in kuramında yer alan; temel tartışmalar ve kavramlar, temel ruhsal dinamikler, din ve Tanrı ile ilgili fikirler, Bireysel Psikoloji ve dinler arasın-da yapılan karşılaştırmalar ele alınmaktadır. Alfred Adler tarafından kurulmuş Bireysel Psikoloji, derinlik psikolojisinin üç sacayağından birini teşkil etmekte-dir. Freud psikolojisinden farklı bir ekol olarak ortaya çıkan Bireysel Psikoloji, bireyi parçalara ayrılamaz bir bütün olarak kabul ederek onun yaşamını ve ru-hunu açıklamaya ve anlamaya çalışan sağduyuya dayalı bir değerler psikolojisi-dir, bir toplum ve kardeşlik psikolojisidir. Bu psikoloji birey için; sorumlulukların bilincinde, insanlığın yararına bir yaşam öngörmektedir. Yaşamda kendisini her yerde gösteren yetersizlik hissini, üstünlük çabasını, toplumsallık duygusunu, telafi etme yeteneğini insan ruhunun temel ve evrensel unsurları olarak kabul etmektedir. Yaşamın bu unsurlarla birlikte devinim gösterdiğini açıklamakta-dır. Bireysel Psikolojiye göre bu devinim, tüm yönleri ile bir bütündür, insan ise bu devinim içerisinde etkendir, özne(l)dir ve sorumluluk sahibidir. Dünyevi sorumlulukları olduğu gibi manevi sorumlulukları da vardır. İnsana düşen gö-rev, bunları olumlu bir şekilde çözümlemektir. Bu noktada dinlerin hedeflediği amaç ile Bireysel Psikolojinin amacı örtüşmektedir. Çünkü her ikisi de işbirliğini, © Toplum Bilimleri • Ocak-Haziran • 8 (15) : 195-208
Özel eğitim ve psikolojik danışmanlık, eğitim ve psikoloji alanlarının birleştiği önemli bir disiplinlerarası kesişim noktasını ifade etmektedir. Bu kesişim noktasında, öğrencilerin özel ihtiyaçlarına uygun eğitim programları tasarlanması, öğrenme güçlükleri, davranış sorunları veya duygusal zorluklar gibi psikolojik faktörlerin dikkate alınmasını gerektirir. Bu disiplinlerarası kesişim alanın, velilere çocuklarının eğitim ve duygusal ihtiyaçlarını anlama, eğitim planlaması yapma, destek ve kaynaklara erişim sağlama, uzmanlarla etkili iletişim ve işbirliği kurma, aynı zamanda çocuklarının duygusal sağlığını destekleme konularında kılavuzluk etmesi beklenmektedir. Veliler, çocuklarının özel eğitim ihtiyaçlarını ve psikolojik zorluklarını anlayarak, onların daha sağlıklı ve başarılı bir eğitim deneyimi yaşamalarına katkı sağlayabilirler. Bu nedenle, bu kesişim noktasının bilinci ve etkili kullanımı, aile içi ilişkileri güçlendiren bir öneme sahiptir. Bu çerçevede bu araştırmanın amacı son 20 yılda bu iki alanın işbirliği ile yapılmış olan veli ve varsa öğrencilere yönelik müdahale ve uygulamaları içeren çalışmaları ortaya koymaktadır. Bu çalışmada nitel veri toplama yöntemlerinden doküman analizi kullanılmıştır. Veriler içerik analizi yöntemi ile analiz edilmiştir. Araştırmanın sonuçlarına göre en fazla çalışma aile ve öğretmenlerin yeterlilik düzeyleri ile ilgilidir. En fazla veri özel eğitim kurumları ve üniversite gibi farklı kurumlardan toplanmaktadır. Bu durum özel eğitim ve psikolojik danışmanlık alanında yapılan çalışmaların belirli sınırlar içinde kaldığını göstermektedir. İki alanın ortak çalışmalarının desteklenmesi ve bu ortaklığı ortaya koyacak projeler tasarlanması önerilmektedir.
Ruhhastalıkları-psikozlar
3-E d w ard S lre c k e r-Practical clinical psychiatry, 1925. 4-G. V illey-La Psychiatrie et les Sciences de l'homme (Fel'ix Alcon), 1938. 5-H end erso n-G illespie-A text book of psychiatry, 1944. 6-İh san Ş ü k rü A kesl-Psikiatri ders kitabı; 1945.
2024
Kabuslarla ilgili okuma yapmak istediğimde çeşitli bloglarda yazılanlar dışında derli toplu bir bilgi kaynağı bulamadığım için bu yazıyı kaleme almaya karar verdim. Böylece "korkulu düşler" hakkında araştırma yapmak isteyenlerin erişebileceği temel düzeyde bir kaynak oluşturmayı amaçlıyorum. Herkes hayatında en az 1 kez kabus görmüştür. Kabuslar, hem korku hem de ilham kaynağı olabilecek bir potansiyel taşımaktadır. Bu yazıyla size kabuslar hakkında genel bir çerçeve sunmaya çalışacağım. Bu yazı kişisel tecrübelerim, danışanlarımın aktardıkları ve literatür taramalarından oluşmaktadır. Kabuslar tanımı, etimoloji Kabuslar bütün rüyalar içinde her zaman ayrı bir öneme sahip olan bir yaşantı olarak bugüne geldi. Güçlü negatif duygular içermesi sebebiyle uykuyu bölen, uykuya dalmayı zorlaştıran, ertesi günlerin duygusunu belirleyen bir rüya olarak kabuslar her zaman insanların dikkatini çekti. Bu yazı kabuslarla ilgili bilgileri genel hatlarıyla toparlamayı amaçlamaktadır.
Health Care Academician Journal, 2018
Amaç: Araştırmanın amacı, hemşirelik öğrencilerinin psikolojik dayanıklılıklarını bazı sosyo-demografik özellikler açısından araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan araştırmanın evrenini Doğu Karadeniz Bölgesinde yer alan bir devlet üniversitesinin hemşirelik bölümü öğrencilerinin tamamı oluşturmuş olup (337 kişi), ayrıca örneklem seçimine gidilmemiştir (n=276 kişi, cevaplılık oranı:%81.89). Anket formu 33 sorudan oluşmakta olup "Yetişkinler için Psikolojik Dayanıklılık Ölçeği"ni de içermektedir. Ölçek Friborg ve arkadaşları tarafından oluşturulmuş, Basım ve Çetin tarafından Türkçe'ye uyarlanıp geçerlilik ve güvenilirlik analizleri yapılmıştır. Çalışmadaki veriler anket formunun yüz yüze görüşme tekniği kullanılması ile yapılmıştır. Araştırmanın verileri 2014 eğitim öğretim yılında toplanmıştır. Tanımlayıcı değişkenler sayı ve yüzde olarak verilmiştir. Değişkenlerin özelliğinden dolayı nonparametrik testler (Mann Whitneu U ve Kruskall Wallis) yapılmıştır. p<0.05 istatistiksel önem düzeyi olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Araştırma kapsamına alınan öğrencilerin yaş ortalaması 20.70±1.70 (min:17 max:27)'dir, %34.4'ü erkek, %65.6'sı kadındır. Katılımcıların %68.5'i bölümünü severek ve isteyerek seçtiğini belirtmiştir. Şimdi bölümünü sevenlerin oranı %77.9'dur. Psikolojik dayanılıklık açısından; kadınların, yaşamının çoğunluğunu köyde geçirenlerin 3. sınıftakilerin, daha yüksek puan ortalamalarına (p<0.05) sahip oldukları bulunmuştur (p<0.05). Ayrıca sorumluluk üstlenmeme ve sorgulayıcı olmama şeklinde algıları olanlarında daha yüksek puan ortalamalarına (p<0.05) sahip oldukları görülmüştür. Çalışmada öğrencilerin ölçek puan ortalaması ortalama düzeyde bulunmuştur. Sonuç: Bu çalışmada yaş, anne/baba eğitim düzeyi, anne/baba mesleği ve sigara kullanma gibi değişkenlerin puan ortalamaları açısından anlamlı olmadığı (p>0.05) görülmüştür. Araştırmada cinsiyet, aile tipi, yaşamın geçtiği yer, bölümü isteyerek/severek seçme ile okunulan sınıfın psikolojik dayanıklılıkta önemli olduğu görülmüştür (p<0.05).
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.