Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
Şeyhî XV. yüzyıl şairlerimizden olup, divan edebiyatının başta gelen temsilcileri arasında yer alır. Şeyhî Divanı'nda klâsik bir divanda bulunması gereken bütün konular mevcuttur. Makalemizde Şeyhî Divanı'ndaki konulardan yiyecek ve içecekleri ele aldık. Çalışmamızda önce edebiyatımızda genel olarak yiyecek ve içeceklerden bahsettik. Daha sonra mesnevîlerde ve divanlarda yiyecek ve içecek konusunun nasıl işlendiğine değindik. Böylece Şeyhî Divanı'ndaki yiyecek ve içecek konusunu edebiyatımız içerisinde bir zemine oturtmayı hedefledik. Daha sonra Divan'da yer alan yiyecek ve içecekleri, önce yiyeceklerden başlamak üzere inceledik. Makalemizde elde ettğimiz neticeleri sonuç bölümünde değerlendirdik.
Klasik şiirde tasavvuf ve onun alt dalları, bu edebî geleneği besleyen en geniş kaynaklardan birisidir. Başlangıcından itibaren klasik dönem ve sonrasında tasavvufi unsurlar mesneviler başta olmak üzere şiirin/sözün her şekli, türü ve aşamasında işlenegelmiştir. Klasik şiir içerisinde şairin meşrebi veya mezhebinden bağımsız olarak tasavvufi altyapıdan hareketle sözün kaynağına ilişkin genel bir kabul vardır. Sözün ilahi bir noktadan temayüz etmesi ve beslenmesi, şiirlerde bu üslup özelliğinin sıklıkla dillendirilmesine zemin hazırlamıştır. Bu çalışmada klasik edebiyat içerisinde tasavvufi altyapıdan hemen bütün şairlerin yararlandığı ve gelenek içerisinde ortak bir hafızanın var olmasından dolayı benzer üslup özelliklerinin kullanıldığı tespit edilmeye çalışılmıştır. “Şiirden/sözden vazgeçmek, sözü/kelamı bırakmak, divanı yakmak” gibi tabirlerle ifade edilen bu durum, mutasavvıf kimliği ile bilinen ve tasavvufi unsurları şiirinin ana malzemesi yapan şairler yanında klasik üslupta şiirleri olan ve tasavvuf neşvesini diğerleri kadar kullanmayan şairler tarafından da işlenmiştir. Bu ortaklık, özellikle şiirin/sözün kaynağı ve tasavvufun klasik edebiyattaki genel algısını yine söz ve/veya şiir üzerinden gösteren en önemli unsurlardan birisidir.
XIX. yüzyıl Âşık edebiyatının yeniden canlandığı ve güçlü temsilciler yetiştirdiği bir dönemdir. XVI. yüzyıldan beri gelişimini sürdüren bu edebiyat geleneği bu yüzyılda büyük bir ehemmiyet kazanmış ve mahallileşme cereyanın da etkisiyle sadece halk arasında değil; yüksek zümre arasında da kendisine yer bulmaya ve ilgi görmeye başlamıştır. Âşıklar, saray ve devlet adamları tarafından korunmuş, bey ve paşa konaklarından saraya kadar her yerde âşıklara rastlanır olmuştur. Âşık edebiyatında XVII. yüzyıldan itibaren Âşık Ömer ve Gevherî ile görülmeye başlayan Divan edebiyatı tesiri bu asırda bilhassa şehirde yaşayan âşıklar arasında doruk noktasına ulaşmıştır. Bu etkileşim neticesinde âşıklar şiirlerinde hece veznini kullandıkları gibi aruz veznini de kullanmışlardır. Bu vezinle divanlar, semailer, selisler, kalenderiler, satrançlar söylemişler, şiirlerinde Arapça ve Farsçadan alınmış pek çok kelime ve terkibe, dinî-tasavvufî kavramlara yer vermişler, klasik edebiyatın türlerini, mazmunlarını, edebî sanatlarını kullanmışlar, klasik edebiyat mensupları gibi nazireler yapmışlar ve tarih düşürmüşlerdir. XIX. yüzyıl Âşık edebiyatı temsilcilerinden sayılan ve asıl adı Ahmet olan Âşık Şem’i, 1772-1773 yıllarında Konya’da dünyaya gelmiştir. Herhangi bir eğitim almayan Ahmet, bulunduğu kültür ortamları içerisinde kendisini yetiştirmiştir. Çağdaşı olan pek çok âşık gibi bir süre İstanbul’da da bulunan Âşık Şem’î, saraya kadar çıkmış ve III. Selim’in huzurunda sanatını icra etme imkânı bulmuştur. Çalışmada Âşık Şem’î’nin şiirleri şekil ve muhteva bakımından incelenerek şiirlerindeki klasik edebiyata ait unsurlar tespit edilmeye çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Divan edebiyatı, XIX. yüzyıl Âşık edebiyatı, Âşık Şem’î.
Öz Sipend/üzerlik, ilkçağdan bu yana bilinen, Sümer, Hitit, Hint, Yunan, Roma ve Türk olmak üzere birçok uygarlık tarafından çeşitli fiziksel ve ruhsal hastalıkların tedavisinde kullanılan bir tarım bitkisidir. Bu bitki genel kullanımıyla Türkçe, Farsça ve Arapça birçok adlandırmaya sahiptir. Ölüm, hastalık, kötülük ve büyüyü uzaklaştırmasına duyulan inançla halk hekimliğinde yaygın olarak kullanılan bitki, Türk kültür ve edebiyatında daha çok nazar ve tütsü bağlamında bilinmektedir. Halk edebiyatında genellikle y/üzerlik adlandırmasıyla kullanım bulan bitkinin, divan edebiyatı metinlerinde sadece sipend kelimesiyle yer aldığı görülmektedir. Bu çalışmayla sipendin sosyal ve kültürel birçok unsurun yer aldığı divan edebiyatın-da, şairler tarafından hangi hayal, mecaz ve teşbihlerle işlendiği ortaya konulmak istenmiştir. Bu amaçla ulaşabildiğimiz ölçüde farklı yüzyıllarda kaleme alınmış divan ve mesneviler taranarak sipendin geçtiği 93 beyit ve 2 bend tespit edilmiş ve bunlar ortak temalar etrafında, örnek beyitlerle 8 ana başlık ve 6 alt başlık hâlinde ele alınmıştır. Anahtar kelimeler: Sipend/üzerlik, nazar, büyü, teşbih, divan şiiri.
DOKUZUNCA ASIRDA DIMAŞK, DİYARBEKİR VE ERMÎNİYYE'DE BİR EMİRLİK "ŞEYHOĞULLARI" Öz Şeyhoğulları adlarını Arap Rebia Kabilesi'nin bir kolu olan Benû Şeybân'a mensup İsa b. eş-Şeyh es-Selîl'in babası eş-Şeyh'den almaktadırlar. Devletin kurucusu İsa b. eş-Şeyh'in adına ilk defa Abbâsî Halifesi Mütevekkil (232-247/847-861) döneminde Muhammed b. Buʿays'ın çıkardığı isyanı bastırmak için gönderilen ordu içerisinde rastlanmaktadır. Bu isyanın bastırılmasında gösterdiği faydalardan sonra Haricîler ile mücadele etmiş ve Bizans sınırına doğru ilerleyerek gazalarda bulunmuştur. Mu'tez'in (252-255/866-869) halifeliğe geçişi esnasında Dımaşk ve Filistin dolaylarında faaliyetlerini sürdüren İsa, biat etmediğinden üzerine gönderilen ordu karşısında tutunamayarak Mısır'a gitmek zorunda kalmıştır. Daha sonraları Diyarbekir ve Ermîniyye'ye tayin edilen İsa Diyarbekir'de bağımsız bir şekilde hareket etmeye başlamış ve Ermîniyye'deki ihtilaflardan da faydalanarak sınırlarını Van Gölü havzasına kadar genişletmiştir. İsa'nın 882 yılında vefat etmesinden sonra emîr olan oğlu Ahmed döneminde Taron (Muş) ele geçirilmiştir. Ahmed 898 yılında vefat edince halife Mutazıd (279-289/892-902) Amid ve Meyyâfârikîn'i Ahmed'in yerine geçen oğlu Muhammed'den alarak Şeyhoğullarına son vermiştir. Abstract The names of the Shaykhs are from al-Shaykh who is the father of İsa b. al-Shaykh al-Salil belonging to Banû Shaybān, a branch of the Arab Rebia tribe. The founder of the state İsa b. al-Shaykh the name of whom, for the first time was found in the army that had been sent to repress the rebellion emerged by Muhammad b. Buʿays in the period of Abbasid Caliph Mutawakkil (232-247 / 847-861). After successes in suppressing this rebellion, he struggled with the Kharijites and found himself in the battles towards to Byzantine border. İsa, who continued his activities around Damascus and Palestine during the transition to the caliphate of Mu'tazz (252-255 / 866-869), had to go to Egypt without being able to stand against the army sent to him because he did not ally the new caliph. İsa, who was later assigned to Diyar Bakr and Armenia, began to act independently in Diyar Bakr and benefiting from the conflicts in Armenia, he extended his borders to the Van Lake basin. After İsa died in 882, his son Ahmed became the Amir and in the period of whom Taron (Muş) was seized. When Ahmed passed away in 898, Caliph Mu'tazid (279-289 / 892-902) seized Amid and Mayyâfârīkîn from his son Muhammad, who replaced Ahmed, and ended the Shaykhs.
AŞKA VE ZEVKE ADANMIŞLIĞIN SİMGESİ BİR ESRİKLİK MEKÂNI DİVAN ŞİİRİNDE MEYHANE, 2023
Şâdmân ol bu gün Emrî ki leb-i rûze gibi Hamdüli'llah ki açıldı der-i meyhâne yine (Emrî, g.497/5) Divan şiirinde irfanî boyuttan dünyevî boyuta doğru geniş bir perspektifte ele alınan ve aşkın kaynağı olarak konumlanan MEYHANE algılarının çok çeşitli söylemleri bulunmaktadır. Bu algılarda dünyevi ve gerçek anlamda şarabın konu edildiği sayısız örnek te bulunmaktadır. Bu kitap, meyhane algısının irfanî/manevî boyutlarını değil, DÜNYEVÎ/MADDÎ çehresini aydınlatmak amacıyla yazılmıştır. Konunun dünyevilik bağlamında sayısız örnekleri bulunmasına rağmen, yeterince dillendirilmediği bir gerçeklik olarak durmaktadır. Bu bağlamda kitap, meyhane algısının dünyevi boyutlarını içermekle alandaki boşluğu doldurmayı amaçlamaktadır. Çünkü kaynaklarda da görüldüğü gibi meyhane ve rintlik konulu beyitlerin tamamını tasavvufî boyutuyla değerlendirmemiz mümkün değildir. Onların gerçek anlamda şarabı ve meyhaneye adanmışlığı içeren örneklerinden de bahsetmek gerekmektedir. Bunlar aşka ve zevke adanmışlığın estetik numuneleri olarak sayısız Divanı doldurmuş bulunmaktadır. İşlenmediği takdirde klasik şiirin geniş perspektifi ve şiirsel söylem dili de eksik bırakılmış olacaktır. Kitabın içeriğindeki beyitler, meyhane konulu şiirlerin birincil kaynağı durumundaki Arap şiiri ve ağırlıklı olarak Fars şiirindeki örnekleri ile mukayeseli olarak ele alınıp işlenmiş, Klasik Türk şiirindeki farklı ve orijinal söylemleri ortaya konulmuştur. Söz konusu beyitlere bakıldığında meyhane ve ona ait birincil zevk unsuru şarap ile şaraba dair diğer olguların (saki, kadeh, sürahi, küp, fıçı vs.) Divan şiirinin aşk anlayışı ile bağını kuran zevk unsurları hâlini aldığı ve bu yönde bir kullanıma sahip oldukları görülür. Bu yönüyle meyhane, dünyevi manada bakıldığında zevkin âdeta simgeleştirildiği bir mekân olma vasfını da taşımaktadır. Böyle söylemlerde Ortaköy, Kumkapı ve en önemlisi Galata sırtlarını bir dilberdudağı misali sahil boyunca kuşattığı görülen meyhanelerin şaraba olan tutkunluk ve vazgeçilmezlik hissini pekiştirme görevi üstlendikleri de görülmektedir. Bu betimlemelerde Ramazan’da bayram muştusu veren açılışının “elhamdüllillah” denilerek bir şükür sözü ile pekiştirilip sunulmasına dahi rastlanabilmektedir. Böylece meyhane, Divan şiirinin sosyal hayata açılan pencerelerinden biri olarak zevke dayalı yaşam biçiminin dünyevî alandaki en önemli timsallerinden biri hâline gelmektedir. Bu kitap meyhanenin bu yöndeki niteliklerini derli toplu bütünleyerek, maddî ve dünyevî hemen tüm yönlerine açıklık getirmesiyle alandaki önemli bir boşluğu doldurmuş olacağı aşikârdır.
HİKMET-Akademik Edebiyat Dergisi [Journal of Academic Literature], 2019
Kaynaklar, Vardar Yeniceli Hayretî’nin tasavvufî lirizmi yanında laubali oluşundan bahsetmektedir. O, fevri ve sivri dilli söylemleriyle sosyal/siyasi eleştiriyi seven, klasik şiirin gelenek dairesinin dışındaki hayalleriyle geleneği güncelleyen orijinal bir şairdir. Tezkire yazarları da onun bu yeteneğinin ve şiir tarzının kuvvetini tescillemektedir. Bu bağlamda şair Hayretî’nin üslubuyla Divanı’ndaki şiirlerde “delilik” kavramı farklı formlarda kullanılmıştır. O’nun Kalenderî bir çevreden ilham almış olması da bu çeşitlenmeyi desteklemiştir. Bu yaşantı bağlamında onun, “zincirli deli” tasvirleri ve kurguları bir terkip içerisinde değerlendirilecektir. Nihai olarak bu çalışma, onun mizacıyla şiir zevki arasındaki irtibatın misalli ve mukayeseli tahkikinden mürekkeptir
Article , 2024
ÖZET: Arapça, dünyanın en eski dillerinden biridir. Aynı zamanda dünyada bir çok dil r üzerinde etkisi vardır. Arap dilinin etkilendiği bu diller arasında Türkçe de yer T almaktadır. Türklerin İslamiyeti kabul etmesiyle birlikte lisanına bolca Arapça kelime almıştır. Temelde Türkçe, Arapça ve Farsça başta olmak üzere pek çok dilden kelime almıştır. Fakat Arapça sözcüklerin sayısı bir hayli fazladır; Özellikle şiir divanlardadır. Pek çok Arapça kökenli sözcük yer aldığı bu şiir divanlarından biri de İbrahim Tannuri'nin divandır. Çalışmamız amacı, Şeyh İbrahim Tennuri Divanı '' Gülşen-i Niyaz Seçmeler '' başlıklı eser'inda Arapça kökenli sözcükleri inceleceğiz. Eserin tamamı yayınlanmış değildir. Yalnızca Kayseri’de basımı yapılan '' Şeyh İbrâhim Tennûrî Divanı Gülşen-i Niyaz’dan Seçmeler '' başlığıyla iki araştırmacı tarafından bir bölümü yayınlanmıştır. Çalışmamızda kullanacağımız kaynak eserimiz de bu divandır. Çalışmamıza bu kapsamlı özet ile başlıyoruz. Ardından Şeyh İbrahim Tennûrî’nin hayatı ve eserlerini inceleyerek Divan’ı hakkında bilgiler vereceğiz. Ardından Arapça ve Arapça’nın Türk dilinde kullanımına değinip, Şeyh İbrahim Tennûrî’nin Divan'ında Arapça kökenli sözcüklerin kullanımına bakacağız. Şeyh İbrahim Tannuri ve onun şiir divanı '' Gülşen-i Niyaz'' kaynaklarda ve internette araştırıp araştırırken, daha önce yapılmış birkaç çalışmaya rastladık: 1 - İbrahim Tennuri (KÖKSAL, 2014:https://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/ ibrahim-tennuri) 2 - İbrahim Tennuri başlıklı Sempozyumu '' İbrahim Tennuri / Kayseri'', (KÖKSAL, 2011: 297-303) .
Özet: Ölüm insan hayatının en önemli ve değişmez yasası olması nedeniyle insan zihnini daima meşgul etmiştir. Ölüm ve ölümle ilgili düşünceler dinî inançların, düşünce sistemlerinin konusu olmakla kalmayıp edebiyat ve sanat eserlerinin de temel konularından biri olmuştur. Bu yazımızda divan şiirinin temaları arasında yer alan ölüm temasını divan şiirinin geleneksel üçlüsü âşık, sevgili ve rakip açısından değerlendirmeye çalışacağız. Değerlendirmemizi yaparken değişik yüzyıllara ait divan şâirlerinin şiirlerinden seçtiğimiz Örnek beyitlerden yararlanacağız. Anahtar kelimeler: Âşık, sevgili, rakip, Ölüm, divan şiiri. Abstract: Due to being most important and invariable law in human exisîence, death always kept human's mind busy. Death and thoughis about death was not only the subject of religious beliefs and thought systems but also became a majör insipîring îheme to literatüre and works of art, in this article we are going to deal with death theme which takes a part İn-Divan poetry, in the way of Divan poetry's tradiîional triple; lover, beloved, and rival. While we are deaiing wîth îhis subject, we are going to use sample couplets chosen from different century's Divan poet's poetry. Key vvords: Lover, beloved, rival, deaîh. Divan poetry.
Türk Dünyası Araştırmaları, 2022
Beslenmek, insanın yaşamını devam ettirebilmesi için ihtiyaç duyduğu önemli olgulardan biridir. Bu ihtiyaç, yeme-içme kültürü olarak toplumdan topluma farklılık gösterir. Bu farklılıkların oluşmasında bölgenin bitki örtüsü, coğrafi özellikleri, toplumun ekonomik düzeyi etkili olmaktadır. Zamanla toplumun yapısında meydana gelen farklılıklar, o toplumun yeme-içme anlayışına da etki etmektedir. Bu çalışmada, bozkır hayatından gelmiş Türklerin önemli geçim kaynağı olan hayvancılık ile bu yaşam koşullarına uygun olarak yaptıkları tarımın onların yeme ve içme kültürüne etkileri ortaya konulacaktır. Türklerin temel besin kaynağını, bozkır yaşamının da etkisiyle et ve etten yapılan yiyecekler oluşturmaktadır. "Tutmaç, yahni" en sevilen yemekleri arasında yer almaktadır. Bunun yanı sıra süt ve süt ürünlerinden yapılan peynir ve çeşitleri de önemli besin kaynakları arasındadır. Hayvancılık için bereketli otlakları tercih eden Türkler, buralarda tarımla da uğraşmışlardır. Bundan dolayı tarıma dayalı yeme-içme kültürü de göze çarpmaktadır. Un ile yapılan hamur işleri ve yemeklerin yanı sıra buğday ve diğer tahıl ürünleri ile yapılan yiyecek ile içecekler de Türklerin beslenme alışkanlıkları içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Beslenme alışkanlıkları; o toplumun yaşam tarzını, kültürünü ortaya koyan önemli unsurlardan biridir. Kıpçak Türklerinin beslenme alışkanlıklarının tespiti; onların günlük yaşamı, kültürleri, farklı topluluklarla etkileşimi konusunda bilgiler vermesi bakımından değerli ipuçlarıdır. Bu çalışmada da XIV. yüzyılda kaleme alınmış olan ve Kıpçak Türkçesi ile ilgili önemli sözlük ve gramer kitaplarından biri olan "Kitâbü'l-İdrâk" adlı eserde yer alan yiyecek ve içecek adları tespit edilip etimolojisi yapılarak Kıpçak Türklerinin beslenme anlayışı ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Bebeklikte evle ve yuvayla başlayan mekân algısı, ilerleyen yaşlarda farklı değerler kazanıp çeşitli anlamlar yüklenir. Bu yapılanma, belleğe tutunarak edinilen bilgilerin içine yayılmış malumatlara dönüşür. İnsan yeri merakla şekillendirir, dönüştürür, her zaman daha yaşanılabilir kılmaya gayret eder. Böylece şehirler gelişir, büyür, kalabalıklaşır. Yerleşim merkezi manasındaki şehirlerde insan şahsiyet, meslek ve statü kazanır. Kişinin ömrünü sürdüğü şehir; yaşamak istediği, özlediği, hayallerinde kurguladığı yer olarak da türlü ifadelerde karşılık bulur. Bu yansıma şiire bir zenginlik olarak eklenir. Şair için beden, varlık, hisler ve fikirlerin bir şehir şeklinde tasavvuru türlü örneklerle güçlü, renkli, iddialı, düşündürücü ve derin bir tahayyül âlemi kurar. Şehir ve insan, bazı noktalarda aynılaşır. İnsan şehrin bir parçasıyken içinde kendi şehrini kurabilecek bir inşaya başlar. Bu aynı zamanda özünü tanıma, hislerini kelimelere daha tesirli dökebilme fırsatı sağlar. Divan edebiyatında insan ve şehrin güçlü, özgün hayaller ve ifadelerle zenginleşerek birlikte anıldığı bazı beyit ve bentlerde; şehrin, insana has bir ögeye dönüştüğü görülmüştür. Şairin iç dünyasını imar eden hem maziye hem de istikbale bakışını anlatan bu mısraların ortak yanı; şehrin genişliğini, gelişmişliğini, mamurviran türlü hâlleriyle sanatsal bir dünyayı içermesidir. Bu çalışmada öncelikle şehrin insani his ve fikirlerle, şairin kabiliyeti ekseninde nasıl yeniden şekillendirildiği beyit/bent örnekleri eşliğinde ele alınacaktır. Seçilen belagat, muhabbet, güzellik, melahat, kanaat, sır, ümit şehirleri olumlu bir atmosfere sahipken bela, cünun, gam şehirleri âdeta karanlık bir perde olup okuru tesiri altına alır. Ardından beşerin şehirle tamamlanan parçaları olarak gönül/dil şehri, beden / vücut / ten / sine şehri ve can şehri örneklerle izaha kavuşturulmaya çalışılmıştır. Bahsi geçen şiir örnekleri Yunus
Türkiyat Mecmuası, 2017
Nizâmî-yi Gencevî'nin (1141-1209) 12. yüzyılda Farsça olarak yazdığı Husrev ü Şîrîn adlı mesnevînin en iyi diyebileceğimiz Türkçe tercümesi Şeyhî'nin 15. yüzyılda yaptığı tercümedir. Bu mesnevînin Türkçeye ilk tercümesi 14. yüzyılda Harezm Türkçesi ile Kutb adlı bir şair tarafından yapılmış, daha sonra aynı yüzyılda Fahrî tarafından bu kez Eski Anadolu Türkçesiyle, yine Nizamî'nin eseri esas alınarak tercüme edilmiştir. İki tercümenin de bugün elimizde biri Bibliothéque National de France, diğeri Staatsbibliothek zu Berlin'de olmak üzere toplamda bilinen iki nüshası bulunmaktadır. Doktora tezi olarak çalıştığımız Şeyhî'nin Hüsrev ü Şîrîn adlı tercüme eserinin ise yurt içi ve yurt dışında olmak üzere toplamda yüzün üzerinde nüshası mevcuttur. Araştırma ve incelemelerimiz sonucunda sadece yurt dışında toplamda 18 farklı kütüphanede 70 adet Şeyhî'ye ait Husrev ü Şîrîn mesnevîsi saptanmıştır. Yazımızda yurt dışındaki kütüphanelerdeki nüshalar tek tek tanıtılıp özellikleri ortaya konmaya çalışılacak, bu vesileyle yurt dışındaki yazma eser kütüphaneleri hakkında da bilgi verilecektir. Anahtar kelimeler: Husrev ü Şîrîn, Şeyhî, yazma eser, nüsha, yurt dışındaki yazma kütüphaneleri ABSTRACT The best Turkish translation of Husrev u Shirin written as Persian by Nizamî-yi Gencevi (1141-1209) in 12th century might be said Sheyhi's translation. The first translation of the text to Turkish language was made by Qutb with Khorezm Turkish in 14th century. After Qutb, Fahri also translated it to Old Anatolian Turkish as based on Nizamî's work in the same century. These two texts have one each manuscript which we know, one is at the Bibliothéque National de France, and the other is at the Staatsbibliothek zu Berlin. The text of Husrev u Shirin written by Sheyhi which we study as Phd dissertation has totally more than one hundred copies in country and outside the country. 70 manuscritpts of Husrev u Shirin who belongs to Sheyhi was founded in18 different libraries in only out of country during the study. In this article, we try to give information about manuscripts of Husrev u Shirin in the libraries abroad and also give some information about these libraries.
OSMANİYE KORKUT ATA ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜMÜ UİK18 18. ULUSLARARASI İŞLETMECİLİK KONGRESİ 18 th INTERNATIONAL BUSINESS CONGRESS BİLDİRİLER KİTABI PROCEEDINGS BOOKS , 2019
Girişimcilerin uzun vadede ayakta kalmaları, onların başarılı iş süreçleri yürütmelerine bağlıdır. Bu iş süreçleri içinde ise girişimcinin karşılaşacağı sorunları başarılı olarak çözüme kavuşturması önemli bir konudur. Sorunları önlemek veya sorunları çözmek için girişimcinin üstleneceği sorumluluklar oldukça fazladır. Bu çalışmada yiyecek içecek işletmeleri kapsamında girişimcilerin karşılaştıkları sorunlar ve bu sorunları çözmek için girişimcilerin kullandıkları yöntemler incelenmiştir. Düzce ilinde faaliyet gösteren girişimcilerin araştırmaya dahil olduğu bu çalışmada, nitel araştırma yöntemlerinden mülakat tekniği ile birincil veriler toplanmıştır. Yarı yapılandırmış mülakat tekniği ile toplanan veriler betimsel analiz yöntemi ile analiz edilmiştir. Elde edilen bulguların sonuçlarına göre girişimciler, sermaye kaynaklarına ulaşma ve elde edilen sermayeyi iyi yönetme konularında sorun yaşamanın ötesinde,üretim için gerekli olan malzemelerin tedariki sürecinde oldukça fazla sorun yaşamaktadırlar. Tedarikçi kaynaklı yaşanan bu sorunların dışında ise insan kaynağı sorunları yaşamaktadırlar. Nitelikli ve işe bağlı çalışan temin edememek ve işletme kültürünü benimsetememek ile ilgili sorunlar yaşanmaktadır.Cinsiyet kaynaklı güven sorunlarının da yaşandığı görülmüştür.Anahtar Kelimeler: Girişimci, Girişimcilik, Girişimci Sorunları, Yiyecek ve İçecek Sektörü, Düzce
Littera Turca Journal of Turkish Language and Literature, 2019
Selçuklular döneminde bilim dili olarak Arapçanın, edebiyat dili olarak da Farsçanın kullanılması Oğuz Türkçesinin yazı dili olmasını zorlaştırmıştır. Selçukluların yıkılmasından sonra yaşanan Anadolu Beylikleri döneminde, Oğuz Türkçesi yazı dili olarak kullanılmaya başlanmıştır. 13.-15. yüzyıllar arasında Anadolu’da farklı konularda tercüme ve telif birçok eser verilmiştir. Bu eserlerden halkı eğitmek amacıyla yazılanlar genellikle Oğuz Türkçesiyle verilirken, edebî eserlerde Arapça ve Farsça, Selçuklu Dönemi kadar olmasa da varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Bu dönemde Oğuz dil dairesi içinde yaşamış şairlerin şiirlerinde kullandıkları Türkçe kelimeleri tespit etmek, gerek şairlerin yaşadıkları coğrafya çerçevesinde oluşan Türkçe bilincini belirlemek, gerekse şairin muhayyilesinde yaşayan Türkçe kelime hazinesini ortaya koymak bakımından önemlidir. Bir şairin şiirlerinde kullandığı kelimeler, o şairin hayal dünyasının fotoğrafıdır düşüncesinden hareketle bu çalışmada Anadolu’da ...
ÖZ Edebiyatımızda ilk kez " Büyük Doğu " dergisinde kullanılan bir terim olan poetika, " yapmak, üretmek, yaratmak " anlamına gelen " poiein " kelimesinden türemiştir. Edebiyat terimi olarak şairlerin bağlı oldukları veya önemsedikleri şiir görüşü anlamına gelmektedir. Batıda Aristoteles'in yazdığı " Poetika " adlı eser bu alanda yazılmış ilk eser olarak kabul edilirken, bundan sonra çeşitli vesilelerle gelişme kaydeden bu kavram, 20. yüzyıldan itibaren bir araştırma yöntemi olarak uygulanagelmiştir. Divan şiirinde özellikle tezkirelerde, bazı dibâcelerde ve eserlerin sebeb-i telif kısımlarında poetik görüşlere rastlamak mümkündür. Bunun yanı sıra pek çok divan şairi, divanlarının muhtelif kısımlarında şiir ve şairle ilgili düşüncelerini ifade etmişlerdir. Şiir ve şairle ilgili görüşlerin ortaya konması, şairin şiire bakışının nasıl olduğu ve dönemin şiir anlayışını görebilmek açısından önemlidir. Farklı temayüllerin ve edebi çeşitliliğin bol olduğu bir dönem olan on sekizinci yüzyıldaki divan şairlerinden olan Sünbül-zâde Vehbî'nin Divanı'nda da genel olarak şiir, şairin kendi şiiri ve başka şairlerle ilgili görüşlere rastlamak mümkündür. Bu çalışmada farklı bir şiir anlayışı benimseyen Sünbül-zâde Vehbi'nin Divanı'nda şiir ve şairlerle ilgili genel görüşlere yer verilmiştir. Bu vesile ile şairin hem dönemindeki şiir atmoseferine ve şairlere bakışının hem de genel olarak şiir mefhumu ve divan şiirine bakışının nasıl olduğu ortaya konmaya çalışılmıştır.
ÖZET Üsküplü İshak Çelebi (1464-1537), Osmanlı İmparatorluğu'nun Rumeli'deki önemli kültür merkezlerinden biri olan Üsküp'te XV. yüzyılın ikinci yarısında doğmuştur. İshak Çelebi'nin Üsküp'te başladığı tahsilini nerede bitirdiği kesin olarak bilinmemektedir. Üsküp, Serez, Edirne, Bursa'da müderrisliklerde bulunmuş, Şam'da kadılık yapmıştır. 16. yüzyıl Klâsik Türk şiirinin önemli temsilcilerinden olan İshak Çelebi'nin Divan'ından başka Selîm-nâme'si ve Keşfü'z-zünûn, Terceme-i Şakâyık ve Osmanlı Müellifleri'nde bildirilen " fünûn-ı selâseden bâhis " (üç fenden bahseden) Risâle-i İmtihâniyye'si vardır. Klâsik Türk şairleri, estetik kaidelerinin bir gelenek halinde devam ettirildiği Klâsik Türk edebiyatı içinde, kendi üslûp özellikleri haricinde, ekserî aynı malzemeyi kullanmışlardır. Farklı üslûp teşekküllerinin incelenmesinden önce, Klâsik Türk edebiyatının malzemelerinin mukayeseli olarak tetkik edilip ortaya konulması gerekir. Bu çalışmanın örneklemi olarak seçilen Üsküplü İshak Çelebi Dîvânı'na yansımış olan klâsik sanatlar tespit edilerek, Klâsik Türk edebiyatında bu konuyla alakalı olarak yapılacak üslûp mukayeselerine katkı sağlamak amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Klâsik Türk Şiiri, Üsküplü İshak Çelebi, Mûsikî, Hat, Nakş. ABSTRACT Üsküplü İshak Çelebi (1464-1537) was born in Üsküp where is one of the important cultural centres of the Ottoman Empire's, in the second half of the 15 th century. İshak Çelebi has started his education in Üsküp but it is unknown where he completed it. He has been lecturer in Üsküp, Serez, Edirne, Bursa and he has been kadı at Damascus. İshak Çelebi is one of the famous representatives of the Classical Turkish Poetry in 16 th century. His works are: Divan, Selîm-nâme, Keşfü'z-zünûn, Terceme-i Şakâyık, Risâle-i İmtihâniyye. Classical Turkish poets, aesthetic rules goes on as tradition in Classical Turkish Literature, without its own style, generally use the same material. Before the study of different style formation, Classical Turkish Literature's materials have to be comparatively studied and exposed. The purpose of the study is, determining the reflections of the classical arts in Üsküplü İshak Çelebi's Divan and contributions to style comparisons related to this topic. Üsküplü İshak Çelebi (1464-1537), Osmanlı İmparatorluğu'nun Rumeli'deki önemli kültür merkezlerinden biri olan Üsküp'te XV. yüzyılın ikinci yarısında doğmuştur. Ailesi de Üsküp'ün yerlisidir. Babası kılıç ustası olduğundan Kılıççı İbrahim diye anılırdı. İshak Çelebi hakkındaki bilgileri esas itibarîyle Âşık Çelebi'den aldığı anlaşılan Kınalı-zâde Hasan Çelebi, onun başlangıçta baba mesleğiyle uğraştığını ima ederse de, Âşık Çelebi'nin tezkiresinde ve çağdaşı diğer kaynaklarda bu iddiayı destekleyen veya doğrulayan bir bilgiye rastlanmamıştır. İshak Çelebi'nin Üsküp'te başladığı tahsilini nerede bitirdiği kesin olarak bilinmemektedir. Bütün kaynaklar birbirini teyit ederek ve Âşık Çelebi'ye dayanarak Kara Bali Efendi'den mülâzım olduğunu bildirmektedirler. Şakâyık Tercemesi'nde Kara Bali Efendi'nin müderrislik zincirinin ilk halkasının İstanbul'da Atik Ali Paşa Medresesi müderrisliği olduğu, oradan Edirne'de Üç Şerefeli'ye, daha sonra da İstanbul'da Sahn Medreseleri müderrisliğine getirildiği belirtilmektedir ki, bu da H. 918/M. 1512-13 yılına tesadüf eder. İshak Çelebi'nin H.924/M. 1518'de 22 Şubat-25 Temmuz tarihleri arasında Üsküp'te müderris olduğu, ancak bundan önce Edirne'de İbrahim Paşa ve daha önce de * Okutman, Muğla Üniversitesi Rektörlüğü Türk Dili Bölümü, 48170 Kötekli/Muğla; Doktora Öğrencisi, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, [email protected].
Özet Divan şiirinin oluşturduğu gelenek içerisinde şairin durumu ne olmalıdır? Divan şiiri geniş bir kültür birikimiyle oluşturulmuş bir çerçeveye sahiptir. Şair, bu şiir geleneğini kültüre göre oluşturmak zorundadır. Bu tür bir şiiri oluşturmakla uğraşan şair, özgün ve yaratıcı olmaya çalışmaktadır. Anahtar Kelimeler: Divan şiiri, divan şairi, yaratıcılık, gelenek THE POSİTİON OF THE POET AGAİNST THE DİVAN POEM Abstract What is the position of the poet in the traditional produced by the divan poem? Divan poem has a forum produced by a spreading collection of culture. It has a definite frame. The poet has to produce that kind of poem according to the custom. The poet who is busy with producing this kind of poem tries to be contempary and creative.
Uyuz gibi bütün yârâna bir eğlencedür Tırsî Bu denlü mashara elfâzı cem' itdüm divân yapdum (G-CXXXIV/5)
Makale, 2024
In Turkish poetry from Tanzimat to the Republic, the influence of Diwan literature diminished and modern approaches shaped by Western literature were adopted. However, many poets, such as Behçet Necatigil and Turgut Uyar, continued to be inspired by tradition. From the 1960s onwards, poets such as Attilâ İlhan brought the aesthetic elements of Diwan poetry intomodern poetry and combined this tradition with social issues. He combined the classical forms of Diwan poetry, such as the ghazal, with socialist realist content and presented them with an original approach. His blending of socialist realist poetry with the aesthetics of Diwan poetry stands out as a unique approach in modern Turkish poetry. While dealing with social injustices and the struggle of the working class, the poet enriches the structural elements of the traditional ghazal with modern content. In the poem emekçiye gazel, İlhan adapted the traditional love theme of the ghazal to the struggle of the working class. In this article, Attilâ İlhan's use of the tradition of Diwan literature in his poetry is discussed through the poem emekçiye gazel. In this context, the study discusses how İlhan combines and transforms socialist concerns with classical literary patterns. It is pointed out that in the poem, which has undergone considerable changes compared to a classical ghazal, some structural features of the ghazal, such as the rhyme scheme, have been preserved, and its content has been made original by focusing on the difficulties and struggles of the working class. The transformation of the idealised love theme of the classical ghazal into metaphors of workers from a modern perspective, thus transforming the traditional form into a tool for social criticism, is discussed. Again, in this context, the appearance of the labourer instead of the lover in Diwan poetry has been revealed. Finally, the similarities of the ode to the labourer with some of the elements of Diwan poetry and the couplets in Şeyh Galip's Hüsn ü Aşk masnavi are highlighted.
turkiyat.selcuk.edu.tr
Onaltıncı yüzyılda yaşayan Şemseddin-i Sivasî, manzum ve mensur otuzdan fazla eser vermiştir. Kütüphanelerde mevcut bulunan on bir manzum eserinden dokuzu mesnevî şeklindedir. En hacimli mesnevîlerinden biri de 4520 beyitlik Mir'âtül-Ahlâk'tır. Bu makalede Şemseddin-i Sivasî'nin hayatı, eserleri ve edebî şahsiyeti hakkında bilgi verildikten sonra Mir'âtü'l-Ahlâk çeşitli yönleriyle tanıtılmıştır. Makalemizin sonunda Şemseddin-i Sivasî'nin ve Mir'âtü'l-Ahlâk'ın Türk edebiyat tarihi içerisindeki yeri belirlenmeye çalışılmıştır.
Şüphesiz ki ölüm hayatın en acı gerçeğidir. Kur'an-ı Kerim'de üç kere tekrarlanan:
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.