Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2023, Fiscoeconomia
…
20 pages
1 file
Anarşizm-Marksizm ilişkisini tarihsel olarak ortaya koyması bakımından kritik önemdeki Proudhon ile Marx arasındaki kuramsal tartışmaların dikkate değer bir boyutunu mülkiyet hakkındaki tezler oluşturmaktadır. Mülkiyetin kökeni ve gelişimine dair tartışmada Proudhon, mülkiyeti hırsızlık olarak nitelendirirken, Marx, mülkiyetin ancak ilgili dönemin toplumsal üretim ilişkileri çerçevesinde değerlendirebileceğini ortaya koymaktadır. Proudhon'un amacı, mülkiyetin olanaksızlığını açığa çıkararak, gasp edilme biçimlerini çözümlemektir. Bunu kötüye kullanma hakkı üzerinden ele alan Proudhon'da mülkiyet hukuki bir tasavvur olarak kavranarak, onu "doğal hak" şeklinde inşa eden yaklaşımlar eleştiriye tabi tutulur. Marx, tam da Proudhon'un mülkiyeti hukuki bir istenç şeklinde çözümlemesi nedeniyle ekonomik ilişkilerin bütününü genel hukuki tasavvur olarak mülkiyete indirgediğine dikkate çekerek, onun Brissot'un çok daha öncesinde kullandığı "mülkiyet hırsızlıktır" mottosundan öteye geçemediğini düşünür. Marx'ın bu düşüncesinde kendisine sağladığı dayanak, Proudhon'un ekonomi-politik eleştirisini, yine ekonomi-politiğin öncülleriyle yapmış olmasıdır. Bu çalışmada Proudhon ile Marx arasındaki mülkiyet merkezli ayrışma, ekonomi-politiğin gerçek bir eleştirisinin varsayımlarının Marx'ın Proudhon eleştirisinde nasıl konumlandığı üzerinden ortaya konulmaktadır.
Bu makalede fikri mülkiyet haklarının felsefi temelleri incelemektedir. ~u çerçevede; fikri mülkiyete ilişkin farklı görüşler ve kuramsal yaklaşımlar sunulmaktadır. Ayrıca, fikri mülkiyetin sınıfsal, özel ve kamusal niteliği tartışılmaktadır. Son olarak, bu konuda gelişmiş ülkeler ile azgelişmiş ülkeler arasındaki tartışmalara ve görüş ayrılıklarına yer verilmektedir.
Özne: Felsefe, Bilim ve Sanat Yazıları, 2020
Pierre-Josephe Proudhon ile Karl Marx’ın arasındaki ilişki bugüne kadar yeterince araştırılmış değildir ve bu nedenle çok yüzeysel olarak bilinmektedir. Marx’ın, Proudhon’un Sefaletin Felsefesi olarak kısaltılan ve ‘politik ekonomi’nin eleştirisini amaçlayan ilk büyük esere karşı Felsefenin Sefaleti adlı polemik amaçlı yapıtı yazdığı bilinir, fakat bu polemiğin felsefi ve bilimsel anlamı da henüz yeterince araştırılmamıştır. Özne dergisinin elinizdeki sayısı için, Marx’ın Proudhon ölümünden hemen sonra onun hayatı ve eserleri hakkında özel bir mektup olarak kaleme aldığı bu kısa yazısını çevirip okurun dikkatine sunuyorum. Marx’ın anlatımından Proudhon ile Paris’te karşılaşmalarından sonra günlerce, sıkça gece ve hatta sabahlara kadar felsefe tartışmaları yaptıkları anlaşılıyor. Bu tartışmaların, bugüne kadar en gelişkin felsefi kuram olan Hegelci felsefenin ‘politik ekonomi’nin eleştirisine nasıl uygulanacağı sorusu etrafında döndüğü anlaşılıyor. Bu sorunun elbette Hegelci felsefenin neliğini ilgilendiren soruyu da zorunlu olarak kapsadığını ayrıca belirtmeye gerek yoktur. Türkiye okur, Proudhon’un eserinin daha henüz alımlanması bile söz konusu değilken, bir anda Marx’ın Proudhon’a karşı kaleme aldığı polemik yazısı ile karşılaştı. Bu, doğal olarak algıda büyük çarpıklıklara yol açtı. Burada şöyle bir iddiada bulunursam yanlış olmayacaktır: Marx’a sempatiyle bakanların bile çok azı tartışmayı tüm derinliği ile kavrayabilmiştir. Okurun dikkatine sunduğumuz bu yazının birer büyük devrimci filozof olan Proudhon ile Marx arasındaki ilişkinin çok yönlü bir incelemeye vesile olmasını diliyorum. Unutmayalım ki, Proudhon Sefaletin Felsefesi’ni yayınladığında ağır saldırılara uğramış ve “karşı devrimci” olarak tanımlayanlar bile olmuştur. Marx, ömrünün sonuna kadar “büyük devrimci” olarak gördüğü Proudhon’u böyle tanımlayanlara katılmak yerine eseri incelemeye tabi tutmuştur. Ve Marx Proudhon’un eserinde yalnızca eleştirilecek yanlışlıklar görmemiştir. Türkçe çevrisi okurun dikkatine ilk defa sunulan bu kısa yazısında Marx, “Kant’ın çözülemez ‚Antinomileri‘”nden bahsediyor; Hegelci felsefenin, Hegel’in kendisinin de vurguladığı üzere, özünü ifade eden, Hegelci diyalektik felsefenin kurucu kavramı olan “çelişki” kavramına dikkat çekiyor. Hegel, Mantık Bilimi’nde Kantçı antinomilerin özünde “çelişki” ilkesinin yatığını belirtiyor ve bunun onların “en değerli” yanı olduğunu ileri sürüyor. Öyleyse, Marx 1844 yılında Paris’e yerleştikten sonra Proudhon ile aralarında başlayan ve 1846 yılında Sefaletin Felsefesi’nin yayınlanmasına kadar süren karşılıklı tartışmasının özü, Klasik Alman Felsefesinde oluşmuş olan felsefe kuramının nasıl alımlanacağı ve bunun pratik bir bilim olan ‘politik ekonomi’ye nasıl uygulanacağı sorusuyla ilgilidir. Bu felsefi-bilimsel sorunun günlük hayatımızda, nasıl yaşadığımıza ve nasıl yaşamak istediğimize dair yararcı, çıkarcı sorulara işaret eden iktisadi bakış açısının eleştirisini de kapsadığı ayrıca vurgulanmalıdır. Okurun dikkatine sunduğumuz söz konusu kısa yazısında Marx, Das Kapital’de uygulanan yöntemin kaynağına da işaret ettiği bir açıklamasında konuyla ilgili şöyle ilginç bir belirlemede bulunuyor: “Proudhon aynı zamanda ekonomik kategoriler sistemini diyalektik olarak ortaya koymaya çalışmıştır.” Gerçekten de Proudhon Sefaletin Felsefesi’ne yazdığı “Prolog”da diyalektiği evrenin hareket yasası olarak kavradığına ve bunun, yani “yenilmez diyalektik” kavramının şimdiye kadar hareket ettiren olarak kavranan “tanrısallığın eski kavramını”n yakın zamanda yerine geçeceğini iddia etmektedir. Proudhon “çözümsüz antinomi” veya “düalizm” anlamında aldığı diyalektiği ‘politik ekonomi’nin kategorilerini, örneğin “kullanım-değeri” ile “değişim-değeri” arasındaki karşıt ilişkiyi aşılamaz bir çelişki veya karşıtlık olarak ortaya koymaya çalıştırmaktadır. Bu belirlemesinde Marx, Proudhon ile sabahlara kadar yürüttükleri tartışmaların Sefaletin Felsefesi’nin konusunun oluşturduğuna işaret etmiş oluyor. Marx’a göre, Proudhon Mülkiyet Nedir? adlı çalışmasında ortaya attığı soruya basit bir şekilde “mülkiyet hırsızlıktır” diye yanıt verilemeyeceğini, bunun ancak modern toplumun eleştirisi olarak politik ekonominin eleştirisiyle yapılabileceğini artık anlamıştır. Marx’ın iddia ettiği üzere, bu sorunun yanıtını Proudhon ilk defa ciddi anlamda Sefaletin Felsefesi’nde denemiştir. Aşağıda çevrisini sunduğumuz mektubunda bunun gerekçelendirmesini de bulacaksınız.
FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2021
Bu makalede öncelikle Rousseau ve Hegel’in mülkiyet ve özgürlük arasındaki ilişkiyi nasıl konumlandırdıkları ortaya konulmuş, daha sonra bu görüşler benzerlik ve farklılıklarıyla ele alınarak tartışılmıştır. Her iki filozof da özgürlüğü ‘isteklerin gerçekleştirilmesi’ olarak tanımlamasına rağmen, bu isteğin gerçekleştirilme koşullarına ilişkin farklı görüşler sunmuşlardır. Rousseau, özgürlüğü doğal bir hak olarak görmüş ve doğal bir hak olmayan, aynı zamanda insanın doğal hakkını da elinden alan mülkiyeti yozlaşmanın bir nedeni olarak tasarlamıştır. Öte yandan Hegel ise özgürlüğü insanlık tarihinin ulaşması gereken bir amaç olarak görmüş, mülkiyeti ise en temel hak ve özgürlüğün gerçekleşmesinin ön koşulu olarak tasarlamıştır. Bu ayrımların yanı sıra her iki filozof da benzer bağlamda mülkiyeti toplumsallığın bir parçası olarak yorumlamış ve mülkiyet fikrine yönelik olumlu ve olumsuz tavırlarını toplum anlayışlarıyla paralel tutmuşlardır.
Mülkiyet hakları teorisi, mülkiyet yapılarının (kamu ve özel bağlamında) organizasyonların performansı üzerinde belirleyici bir faktör olduğunu ve kamu mülkiyetinin yapısından kaynaklanan nedenlerle özel mülkiyete kıyasla etkinsiz sonuçlar doğurduğunu savunmaktadır. Mülkiyetin yapısal özelliklerinden yola çıkarak, özel mülkiyetin verimli, kamu mülkiyetinin ise verimsiz olduğu sonucuna ulaşan kuramın, bir çok açıdan eleştirildiği ve bu konuyla ilgili yapılan ampirik çalışmalarda mülkiyet ile verimlilik-etkinlik arasında mutlak bir ilişkinin saptanamadığını ifade edebiliriz.
Uluslararası sosyal bilimlerde yenilikçi yaklaşımlar dergisi, 2022
Tek Tanrılı dinlerin ortaya çıkmasıyla mülkiyetin özel veya ortaklaşa olması konusunda görüş ayrılıkları yaşanmışsa da mülkiyetin Tanrı'ya ait olduğu ve insanın emanetçi olarak bu malları kullanabileceği görüşü yaygınlaşmış ve özel mülkiyet dinler tarafından da benimsenmiştir. Roma Hukuku'nda malike mutlak haklar tanınırken, feodal dönemde mülkiyet hakkında bazı değişimler görülmüştür. Aydınlanma döneminde ise sosyalist görüş ortak mülkiyeti savunurken, liberal görüş özel mülkiyetin faydalarından bahsetmiştir. 21.yy'a gelindiğinde ise sadece mallar değil, bilgi, fikir, icat dahil birçok konu mülkiyet kavramına dahil olmuştur. Böylece tarihsel süreçte üzerinde mutabık kalınan bir mülkiyet tanımına ulaşılamamıştır. Mülkiyet kavramında yaşanan dönüşüm ve değişim bundan evvel olduğu gibi bundan sonra da dönemin şartlarına göre yaşanmaya devam edecektir.
Bu makalede, hukuk sorunu konusunda Karl Marx'ın kuramsal yazılarının anlamı üzerine düşüneceğiz.
Mülkiyet, Özel Mülkiyet ve Mülksüzleştirme, 2023
Bu çalışma Karl Marx’ın ‘insanların hareket halindeki mülkiyeti’ olarak tanımladığı özel mülkiyete dair düşüncelerini mülksüzleştirme söyleminden hareketle tartışabilmeyi amaçlamaktadır. Marx için mülkiyet ve özel mülkiyet emek aracılığıyla birbirlerini içeren, ancak yabancılaşmış emek dolayısıyla birbirini dışlayan modern toplumun önemli iki olgusudur. İlk bakışta bireylerin doğada verili olan her şeyi bireysel emek ya da irade aracılığıyla mülkiyeti kılabilmeleri olağan ve özgürce bir eylem biçiminde görünürken, kapitalist üretim tarzı ile birlikte emeğin yabancılaşması, emeği kendi için etkinlik olmaktan çıkararak bir başkasının özel mülkiyetine dönüştürmektedir. Bu nedenle Marx için özel mülkiyet yalnızca bir meta ya da fiziksel nesnelerin cismi görünüşleri olarak düşünülmez, emeğin kendisi de özel mülkiyetin bir başka biçimidir. Bu sebepledir ki, özel mülkiyet aynı zamanda ‘mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi’ biçimindeki diyalektik yasadan hareketle idealize ettiği yeni toplum biçiminde kaldırılarak- içerilmesi (Aufhebung) gereken bir aşamayı temsil etmektedir.
İşçi bir baskı ve saldırı ortamında olası olan gözaltı, fişleme, tutuklama gibi fiiller nedeniyle işini kaybetmek istemediğini belirterek, ya siyasi etkinliklerde bulunmaz ya da en iyi ihtimalde risk almadan sürdürmeye çalışır. Oysa işçinin peonaj zincirini atabilmesinin tek koşulu da sömürü ilişkilerine karşı mücadele etmesidir.
TroyAcademy, 2021
17. yüzyıl İngiltere'sinde yaşayan John Locke'un siyaset felsefesinin tesiri yaşadığı yüzyılı aşmış, liberal toplumlarının dayandığı ilkelerin temelini oluşturmuştur. Mülkiyet, siyaset felsefesinin özeğinde yer alan konulardan biridir. Locke, doğa durumundan kaynaklandığını ileri sürdüğü mülkiyet kavramına Hükümet Üzerine İkinci İnceleme'sinde "yaşam, özgürlük ve mülk" şekilde geniş bir anlam vermektedir. Toplum sözleşmesi ile kurulan devletin vazifesi ise mülkiyeti korumaktır. Çalışmanın amacı Locke'un mülkiyet kavramı ve liberalizmin ortaya çıkışı ile arasındaki ilişkiyi açıklamaktır. Bu bağlamda Locke'un liberal teoriye atkıları, mülkiyet anlayışı, mülkiyet hakkı, direnme hakkı ve özel mülkiyetin temeli tartışılmıştır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.
Mülkiyet Hakkı ve Anayasa Mahkemesinin Mülkiyet Hakkına Bakışı, 2016
İ s l â m İ l i m v e D ü ş ü n c e Ta r i h i n d e Ş E R H GELENEĞI, 2020
Liberal Düşünce Dergisi
SOBİAD Hukuk ve İktisat Araştırmaları Yayınları, 2020
Ayrıntı Dergi, 2019
Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi (TAED), 2018
7. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi - Bildiriler Kitabı I, 2018
Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi/Journal of Social Policy Conferences
Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2015
e-Şarkiyat İlmi Araştırmaları Dergisi/Journal of Oriental Scientific Research (JOSR), 2020
SOCIAL MENTALITY AND RESEARCHER THINKERS JOURNAL, 2020
Sosyal Bilimler Akademi Dergisi, 2019
Ankara Barosu Dergisi, 2021