Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2023, Araştırma
The Red Sea remained one of the most important international trade routes from ancient times until the late 15th century. This safe trade route, which shortens the distance between the West and the East, has been the target of great powers in many periods of history due to its geographical location. Therefore, the Red Sea has attracted threats to the region as well as provided opportunities for the countries on its coast. In this context, the Portuguese threat in the Red Sea region in the first half of the 16th century was very important. With the arrival of the Portuguese in the region, the international trade routes between the East and the West were blocked, the coasts of the Red Sea were directly threatened, and the western coast of Yemen, located at the southwest entrance of the Red Sea, was tried to be taken under control. These coasts were of great importance not only to the Red Sea, but also to ensure the security of the holy places of Islam due to their proximity to the Hejaz. Despite Portuguese supremacy in the Persian Gulf and the Indian Ocean, the geological nature of the Red Sea, its proximity to Islamic holy sites and its geographical location in direct contact with the Ottomans posed major problems for the Portuguese and led them to abandon further activity in this sea. Our study will shed light on the main role of Yemen, which has geopolitically important coasts of the Red Sea, in ensuring the security of the Red Sea, the Arabian Peninsula and the Islamic world, and the subsequent Portuguese attempts to enter the Red Sea and control the western coasts of Yemen in 1513, 1517, 1520 and 1541. Then, the political and economic consequences of these threats will be discussed.
Vergi Algı Ali Alaybek Dijital Kütüphanesi, 2022
YEREL TEFEKKURDEN EVRENSEL DUSUNCEYE CEMİL MERİÇ, 2021
20 Aralık 1961’den (yaklaşık 16 ay kapalı kalsa da) 30 Haziran 1967’ye dek 222 sayı yayımlanan Yön dergisi, Türk düşünce dünyasında çok önemli bir yere sahiptir. 1960’ların önemli akademisyenleri, gazetecileri, edebiyatçıları vb. hemen herkes dergide yazmıştır. Doğal olarak kendisini hem haftalık gazete hem haftalık fikir ve sanat dergisi olarak tanımlayan Yön’ün bu iddiası yerindedir. Bir düşünce/ tartışma platformu olarak da değerlendirilebilecek Yön, yayımlandığı dönemde pek çok tartışmaya öncülük etmiş, çoğu zaman gündemi belirlemiştir. Dönemin pek çok tabusu da Yön ile yıkılmıştır. Bu tabuların yıkılmasında derginin kurucu ismi olan Doğan Avcıoğlu’nun payı büyüktür. Hem Yön dergisi hem Avcıoğlu; batılılaşma, azgelişmişlik, sosyalizm, üçüncü dünyacılık, sol, İslam, gericilik-ilericilik, milliyetçilik, Osmanlı vb. pek çok konuda açtığı tartışmalarla öncü bir rol de üstlenmiştir. Bu noktada kendisini “araf”ta tanımlayan bir isim olarak Cemil Meriç’in şu sözleri çok önemlidir: “Benim trajedim şu birkaç satırda: Sevebileceklerim dilsiz, dilimi konuşanlarla konuşacak lakırdım yok. Yani, dilimle, zevklerimle, heyecanlarımla, yarımla Büyük Doğu kadrosundanım. Düşüncelerimle inançlarımla Yön’e yakınım. Bu bir kopuş, bir parçalanış. Bir başka trajedi de şu; Yabancı dil bilenler Türkçe okumuyor, ben yabancı dil bilmeyenlere hitap edemiyorum, daha doğrusu yabancı dil bilmeyenler kendi dillerini de bilmiyorlar. Hind’i kim okur? Nesteren okur mu? Hayır! Avcıoğlu? Hayır! Necip Fazıl? Hayır! Her dergi bir tekke. Bir akademi bile değil. Aydın Osmanlı şiirinden daha köksüz, daha dalsız budaksız.” Meriç, her ne kadar Yön dergisinin çıktığı dönemde bu konularda yazmamış olsa da daha sonraki yıllarda derginin ele aldığı her konuda (benzer bir yaklaşımla) fikrini açıklamıştır. Bu bağlamda düşünce olarak kendisini yakın hissettiği Yön dergisinin Cemil Meriç’in düşüncelerinde ne şekilde tezahür ettiğine bakmak ufuk açıcı olacaktır. Çalışmada amaçlanan bu ilişkiyi ortaya çıkarmaktır.
KAMU YÖNETİMİ , 2022
Kamu yönetiminin temel işlevlerinin başında halkın temel gereksinimlerinin sağlanması gelmektedir. Bu noktada yerel yönetimler özerk bir yapıya sahip olarak yerel halkın temel gereksinimleri karşılayan kuruluşların başında gelmektedir (Toprak ve Şataf, 2009: 11). Son dönemlerde teknoloji dünyasında yaşanan gelişmeler ve küreselleşmeye bağlı olarak önemli değişiklikler yaşanmıştır. Yerel yönetimler de yaşanan değişikliklere uyum sağlamak zorunda kalınmıştır. Bu bağlamda bir taraftan dünyada küreselleşme
Bu çalışmada, Hüseyin Alî-i Bâstânîrâd tarafından 1344 (hş.) yılında Tahran'da neşredilen İbn Yemîn-i Feryûmedî'nin divanındaki manzumelerin bahirleri ve vezinleri ele alınmıştır. Divanda mevcut manzumelerden rubai kalıplarının dışında hepsinin taktii yapılarak, bahri ve vezni bulunmuştur. Bahirler, divandaki sıralarına göre incelenmiş ve her bahirdeki vezinlerin sayısı yüzdelik oranla belirtilmiştir.
TÜRKOLOGİYA, 2018
Özet Dilin söz varlığındaki kelimeler, ilk ortaya çıktıkları andan itibaren zamanla ses, yapı, anlam değişikliklerine uğrayarak varlıklarını sürdürür. Kelimeler bazen de kullanım sıklığını yitirir, yaşayan söz varlığında değil tarihî eserlerde, sözlüklerde kalırlar. Yurt sözü de en eski yazılı kaynaklardan bu yana Türk dilinin söz varlığında yer alan kelimelerimizdendir. Başlangıçtaki anlamını koruyan yurt sözü, zamanla bu temel anlam çerçevesinde Türk yazı dillerinde ve ağızlarında yeni anlamlar kazanmıştır. Bu yazıda yurt sözünün çağdaş Türk yazı dillerinde ve ağızlarında kullanım biçimleri, tarihi, yaygınlığı, kökeni ve anlamları kısacası sözcük bilimi açısından özellikleri ayrıntılı bir biçimde incelenmiştir. Xülasǝ Dilin lüğǝt tǝrkibindǝki kǝlmǝlǝr, ilk yarandıqları vaxtdan etibarǝn fonetika, morfologiya, mǝna dǝyişmǝlǝriylǝ varlıqlarını davam etdirirlǝr. Kǝlmǝler bǝzǝn dǝ sıxlıq formasını itirir, canlı söz varlığında yox tarihi ǝsǝrlǝrdǝ, lüğǝtlǝrdǝ qalırlar. Türk ǝdǝbi dillǝrinin söz varlığında yer alan yurd sözü dǝ qǝdimki yazılı mǝnbelerden tutaraq söz varlığında bu günǝ qǝdǝr yer alan kǝlmǝlǝrimizdǝndir. Qǝdimki mǝnasını saxlayan yurd sözü, bu ǝsl mǝna daxilindǝ Türk ǝdǝbi dillǝrindǝ vǝ dialektlǝrindǝ yeni mǝnalar qazanmışdır. Hǝmin bu mǝqalǝdǝ yurd sözünün müasir Türk ǝdǝbi dillǝrindǝ vǝ dialektlǝrindǝ işlǝdilǝn şǝkillǝri, keçmişi, yayılışı, mǝnşǝyi ve menaları elǝcǝ dǝ leksikologiya baxımından hüsusiyyǝtlǝri tǝfǝrrüatlı olaraq araşdırılmışdır. Abstract The words of vocabulary of the languages are from the beginning of the literary language when they first appeared, and have changes on their phonetics, morphological structure, meaning, they continue their existence. Sometimes words lose its frequency in actual vocabulary and remains only in dictionaries and in historical works. Since the oldest written sources, the word of yurt ‘home, house, country, homeland’ is in the vocabulary of the Turkic languages. The word of yurt which preserved its meaning in the beginning has gained new meanings in Turkic languages and dialects in time with this basic meaning. In this paper, the features of the usage of the word yurt in contemporary Turkic languages and dialects are examined by the phonetically, morphological, etymological, and semantically events.
SİNOP ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ SİNOP UNIVERSITY JOURNAL OF SOCIAL SCIENCES, 2017
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’in birçok yerinde muhtelif varlıklara yemin etmektedir. Hatta O, Kur’ân’daki on yedi sûreye yeminle başlamakta ve daha başlangıçta muhatapların dik-katlerini cezbetmektedir. Bu yeminlerin bazısında Cenâb-ı Hak kendi zatına, peygambere, Kur’ân’a, meleklere, kıyâmet gününe, semâ, necm, şems ve kamer gibi kâinatta ve tabiatta bulunan mühim varlıklara yemin etmektedir. Söz konusu yeminler içerisinde yüce Allah’ın, leyl/gece, nehâr/gündüz, duhâ, ‘asr, fecr, subh/sabah ve yevm/gün gibi zamana taalluk eden bazı kavramlara da yemin ettiği dikkat çekmektedir. Allah Teâlâ bunlara niçin yemin et-mektedir? Kendilerine yemin edilen zamanların mekânla nasıl bir bağı ya da bağlantısı vardır? Başka bir ifadeyle Allah’ın Kur’ân’da kendilerine kasem ettiği zaman ifadelerine yemin etmesinin hikmeti ve olguyla ya da mekânla ilişkisi nedir? İşte bu makalede, tüm bu sorulara cevap bulunmaya çalışılmış; muhtelif zamanlara yapılan yeminlerin mekânla ilişki-leri irdelenmiştir. Ve neticede görülmüştür ki Allah söz konusu zamanlara, ilgili zamanlar-da, mekânda meydana gelecek bir takım önemli iş, fiil ya da hadiseler nedeniyle yemin etmektedir. Dolayısıyla Allah’ın Kur’ân’da bazı zaman kavramlarına yemin etmesi, yemin edilen zamanların mekânla sıkı ilişkilerinden bağımsız değildir ve Kur’ân’daki yemin ifa-delerinin maksad-ı ilâhîye uygun olarak anlaşılması bakımından bu noktanın dikkate alın-ması önem arz etmektedir.
The area, where Ayasuluk Castle built on the Hagios Theologos in Selcuk district of Izmir and St. John's Church are located, is an important centre consisting of antiques from the periods of Byzantine, Beylik of Aydinogullari and Ottoman Empire. A monochrome green glazed multiple oil lamp was found during the excavation, restoration and cleaning works carried out at St. John's Church in 1979. Although the multiple oil lamp, subjected in this study, was uncovered in two parts and with some missing points, it was concluded to have 12 discusses based on its dimensions. The multiple oil lamps are mostly designed as hanging. However, although nearly 70 percent of this work is missing, it could not be understood whether it is hanging. Nonetheless, some marks on the surface refer to a handle. As this work has similarities to the boot type oil lamp, dated back to the end of 13 th century and 15 th century and found in the same year and layer, in terms of clay, lining and glaze, it is dated back to the same period. Any exact same of this work was not seen in the studies related to oil lamps and excavation finds. For this reason, the work is today characterised as a unique work. The multiple oil lamps were designed in order to reinforce lighting. In the historical process, such oil lamps were designed with various materials such as terracotta , mineral, glass in different discus numbers with different symbolic meanings.
JOURNAL OF SPORTS …, 2010
Bu araştırmanın amacı, "Erzurum Kış Sporları Turizmi İle İlgili Yöre Halkının Beklentileri" başlığı altında Erzurum'da yaşayan insanların kış turizminden hangi tür beklentiler içerisinde olduklarını ortaya koymaktır. Araştırma anket yöntemi ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın evrenini Erzurum Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde yaşayan halk oluşturmuştur. Anketin örnek bireylerini Erzurum da yaşayan 15 yaş üzeri erkek ve kadınlar olmak üzere toplamda 1372 kişi oluşturmaktadır. Yöre halkının kış sporları turizmi ile ilgili beklentilerini belirlemek amacıyla geliştirilmiş beklenti ölçeği, alpha istatistik yöntemi ile geçerlilik testine tabi tutulmuştur. Beklenti anketinin geçerlilik oranı 0.95 olduğu belirlenmiştir. Toplanan bilgi ve verilerin analizinde istatistikî paket programları kullanılmıştır. Araştırma grubunda, kış sporları turizmi ile ilgili değişkenlerde farklılıkların olduğu anlaşılmaktadır. Sonuç olarak yöre halkı Erzurum kış sporları turizminden yüksek oranda olumlu beklentiler içerisinde olduklarını ortaya koymuşlardır.
2021
Although Yemen did not play a central role in the narration of hadith as much as Madina, Kufa and Basra which were important centers of knowledge in the second century AH and it was located in a relatively distant region, it came into prominence especially after Maʻmar ibn Rāshid settled in the region to pursue knowledge and the journeys undertaken in pursuit of knowledge (riḥla) that began afterwards. In this study, the situation of Yemen in the second century AH in terms of the science of hadith, existing circles of hadith studies and the nature of these circles are aimed to be determined. In this direction, it has been determined that Ṭāvus and Ma'mer each have systematic circles and the features of these circles have been examined. It has been followed whether the attitudes of the founding names of the circles, especially on the issues of hadith method, were continued by the other circle members or not. Thus, it was discussed how effective and active Yemen was (being an important place in the classification of hadith) in terms of the history of hadith in the early period of Islam. III İÇİNDEKİLER
ÖZET: Doğu Anadolu Bölgesi'nin Yukarı Fırat Bölümü'nde yer alan Erzincan ili, coğrafi özellikleri bakımından Türkiye'nin diğer kesimlerinden bariz olarak ayrılmaktadır. Bilhassa sahadaki fiziki coğrafya koşullarından topoğrafya ve iklim şartlarının nispeten çetin olması, ilde yaşayan nüfusun çoğunlukla doğal şartlarla mücadele etmeyi gerektiren bir yaşam biçimi geliştirmesine yol açmıştır. Aslında ilin topoğrafik özellikleri, başta iklim olmak üzere hemen hemen tüm doğal ve beşeri çevre unsurlarının şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Bu bağlamda görülen en belirgin etkiler, yerleşmelerin ve nüfusun dağılışı üzerinde izlenmektedir. Bu çalışmada, Erzincan ilinde yerleşmelerin ve nüfusun yükselti basamaklarına göre dağılışının açıklanması amaçlanmıştır. Aynı zamanda ilin demografik özelliklerinde önemli değişimlerin meydana geldiği son 25 yıllık (1990-2015) süreçteki nüfus ve yerleşme verileri de değerlendirilmiştir. Çalışma CBS (Coğrafi Bilgi Sistemleri) tekniklerine ve TUİK verilerine dayalı olarak yapılmıştır. Neticede Erzincan ilinin Türkiye'nin en yüksek illerinden biri olduğu ve 2000 m'nin üzerindeki irtifaların (% 31) daha fazla alan kapladığı anlaşılmıştır. Erzincan ilinde yerleşme ve nüfusun yükselti basamaklarına göre dağılışının mekânsal anlamda önemli farklılık içerdiği tespit edilmiştir. Gerek yerleşmelerin gerekse nüfusun 1250-1500 m arasındaki yükselti basamağında yoğunlaştığı fark edilmiştir. Bu durumun, yükselti basamaklarının coğrafi potansiyelinden kaynaklanmış olduğu tasdik edilmiştir. Diğer yükselti kademelerinde ise topoğrafyanın veya iklimin olumsuz şartları, nüfus miktarı ve yerleşmelerin dağılışını önemli ölçüde sınırlandırmıştır. ABSTRACT: Erzincan province, which is located in the Upper Euphrates Section of the Eastern Anatolia Region of Turkey, is clearly distinguished from other areas of Turkey in geographical terms. Topographical and climatic conditions of the area, which are among physical geographical conditions, are harsh, which has caused the population living there to adopt a lifestyle that mostly involves struggling with natural conditions. In fact, the topographical characteristics of the province have played an important role in shaping nearly all the natural and environmental elements, climate being in the first place. Their most obvious effects have been on the distribution of the population and settlements. This study explains the distribution of the population and settlements in Erzincan province based on altitude. Also, the population and settlement data from the last 25-year period (1990-2015), in which important changes have taken place in the demographical characteristics of the province, were evaluated. GIS (Geographical Information Systems) techniques and the data obtained from TUIK were employed in this study. It was seen that Erzincan province is one of the highest provinces in Turkey. The province is covered more by the areas that are higher than 2000 m (31%). The spatial distribution of settlements and population shows a variety based on altitude. The altitude level from 1250 m to 1500 m hosts the highest distribution of settlements and population. It was confirmed that this situation stems from the geographical potential of the altitude levels. Negative topographical or climatic conditions considerably restrict the distribution of the population and settlements at other levels of altitude.
Özet Osmanlı Devleti'nin XIX. yüzyılın ikinci yarısına doğru Yemen'in kuzeyinde hâkimiyetini kuvvetlendirmesi ile birlikte yerel unsurlar ile işbirliğinin de yoğunlaştığı görülür. Bölgenin temel unsurlarından olan kabileler de bunun bir parçasıdır. Osmanlı Devleti'nin bölgede görev yapan idarecileri bu konuda son derece titiz davranmışlardır. Özellikle bölgenin hassas olan konumu bu titizliğe bir kat daha dikkat edilmesini gerektirmiştir. Araştırmanın temel dayanak noktasını bu kapsamda bölgede etkin kabilelerden biri olan Hakem Kabilesi oluşturmuştur. Bu kabilenin seçilmesinin temel nedeni ise, söz konusu kabilenin Osmanlı idaresinin diğer bölgelere nispetle daha kuvvetli olduğu Moha ve Hudeyde taraflarında yaşamakta oluşudur. Osmanlı makamları tarafından takibinin kolaylığından ötürü bu kabile ile ilgili birçok yazışma gerçekleşmiştir. Aynı zamanda Kızıldeniz'in giriş noktasına yakın yaşamalarından dolayı İngiltere ve Fransa ile de kabilenin temasları olmuştur. Bu nedenlerle araştırma için Hakem Kabilesi seçilmiştir. Araştırma, Osmanlı Arşiv Belgeleri esas olmak üzere yerel kabilelerle Osmanlı Devleti'nin bölgedeki münasebetlerini incelemeyi amaçlamıştır. Bunun yanında meseleyi daha etraflı bir şekilde izah edebilmek için devrin genel siyaseti ve Osmanlı Devleti'nin Yemen üzerindeki varlığı da makalenin kapsamı içine alınmıştır. Abstract The interaction with the local elements of the Ottoman Empire was seen to be concentrated with the strengthening of their domination in the North Yemen towards the second half of the XIX. century. The tribes, which were the basic elements of the region, were also parts of it. The managers of Ottoman Empire, who had served in this region, had acted extremely rigorous in this matter. Especially, the highly sensitive position of the region necessitated to be paid still more attention about this punctilio. In this context, the main point of the research was the Hakem Tribe which was one of the active tribes in this region. The main reason why this tribe had been chosen is that because the Ottoman Empire had stronger control over the Moha and the Hudeyde area where the tribe had lived. Many correspondence had occured about this tribe due to the ease of tracking by the Ottoman authorities. At the same time, this tribe had been in touch with France and England because of their living close to the entry point of the Red Sea. With these reasons, the Hakem Tribe was chosen for research. Including mainly the Ottoman archival documants, the research bases on the examine their relations of the Ottoman Empire and the native tribes in this region. In addition, the general politics of the period and also the presence of the Ottoman Empire on Yemen are the parts of this article in oder to explain the matter in more detail.
Yunus Emre-Hayatı-Düşünceleri-Eserleri, 2022
Dergi 1868, 2023
Gönüllülük hikâyelerini toplumla buluşturan, motivasyon araçlarını yöneten ve bu kapsamda gönüllülüğün sürdürülebilir olmasını sağlayan Kızılay’ımızın tüm dünya gönüllüleri adına düzenlediği Uluslararası Kırmızı Yelek Gönüllülük Ödülleri, dünya genelindeki milyonlarca gönüllünün giydikleri yelekler ve toplum yararına dönüştürdükleri iyilik hikâyeleri var oldukça devam edecektir.
YABANCI DİL OLARAK TÜRKÇE ÖĞRETİMİNDE GÖRÜNTÜSEL GÖSTERGELER YOLUYLA KÜLTÜR AKTARIMI- “YEDİ İKLİM” TÜRKÇE ÖĞRETİM SETİ KAPAK TASARIMI ÖRNEĞİ
Yabancı dil öğretiminde amaç yalnızca dilin okuma, yazma, anlama, anlatma gibi temel becerilerini kazandırmak değildir. Hedef dil öğretilirken aynı zamanda o dilin beslendiği ve beslediği kültürün ve kültürel altyapının da öğretilmesi amaçlanmalıdır. Dil öğrenmenin genel temayülü üzere öğretilen yabancı bir dilin, yabancı kültürü de beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. 'Dil kültürüyle gelir.' yaklaĢımı aslında dilin kültürünü öğrenmeden, dile tam anlamıyla vakıf olunamayacağı düĢüncesinin sloganlaĢmıĢ halidir. Bu durum, dil öğretim setlerinde muhakkak dikkate alınmalıdır. Yabancılara Türkiye Türkçesi öğretimi; iki binli yılların baĢından itibaren gerek devlet gerekse özel sektör eliyle yoğun bir Ģekilde dünyanın çok farklı coğrafyalarında gerçekleĢtirilmektedir. Bu süreç içerisinde birçok dil öğretim setleri ve malzemeleri kullanılmıĢ, edinilen tecrübeler yeni çalıĢmalara aktarılmıĢtır. Binlerce on binlerce insanın Türkçeyi bu kaynaklar yardımıyla öğrendiğini düĢünürsek aynı zamanda kültürümüzle tanıĢmıĢ olmalarını varsaymamız gerekir. Bu tanıĢmanın olumlu sonuçlar doğurması adına, bu kaynaklarda gerek dilsel gerekse görsel göstergelerin aktarım gücü düĢünülerek bilinçli bir Ģekilde seçilmesi önem arz etmektedir. Göstergebilim, F. De Saussure ile Ģekillenen geçmiĢiyle bugün itibariyle disiplinlerüstü özellikleriyle bir çok bilim dalının baĢvurduğu önemli bir referans olarak öne çıkmaktadır. Saussure"ün dilsel göstergelerle ilgilendiği baĢta gösterge, gösteren ve gösterilen terimleri olmak üzere dili bir dizge olarak ele alıp sistemleĢtirmesi de göstergebilimin ilgi alanı oluĢturur; Ch.
İslam'da Sağlık ve Koruyucu Hekimlik, 2021
Asîr bölgesi Osmanlı döneminde Yemen’e bağlı olan günümüzde ise Suudi Arabistan topraklarında kalan bir bölgedir. Hicaz ile Yemen arasında bulunması hasebiyle stratejik bir öneme sahiptir. Osmanlı Devleti 19. ve 20. yüzyılda bu bölgede çıkan isyanlar ve salgın hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Asîr sancağı, Yemen’den gelen hacıların gidiş geliş güzergâhında bulunduğu için burada zuhur eden veba ve kolera salgını, Hicaz bölgesine, hac ve umre ibadetine gelen hacılar vasıtasıyla buradan da tüm Osmanlı ve İslâm coğrafyasına yayılma tehlikesi arz etmiştir. Dolayısıyla buradaki salgının kontrol altına alınması ve yok edilmesi Osmanlı idaresi için çok elzem bir konu olmuştur. Bölgede görülen ilk salgın 1874 yılında arşiv kayıtlarına damla hastalığı olarak geçmiştir. 1891 yılında Asîr bölgesinde ortaya çıkan kolera hastalığı toplu ölümlere sebep olmuştur. 1893 yılında bölgede bu sefer veba illeti yaygınlık göstermiştir. Asîr sancağının özellikle Benî Şehir kasabasında temerküz eden veba salgını etraftaki köylere de yayılmış ve 1894 ve 1896 yıllarında yine ölümlere sebep olmuştur. 1897 yılında külliyen ortadan kalkmıştır. 1900 yılında salgın hastalık bu sefer taun, humma ve tifo olarak ortaya çıkmış, ertesi yıl da devam etmiş ve birçok can almıştır. Asîr bölgesinde 1902 yılında şiddetli bir şekilde tekrar zuhur eden veba ve kolera hastalığı yüzlerce kişinin ölümüne sebep olmuştur. Bu dönemde koleradan dolayı Asîr’de 200 asker, Midi şehrinde 130 asker ölmüştür. Neticede bölgede görülen hastalık tam manasıyla ortadan kalkmamıştır. Yemen’in Asîr sancağında 19. yüzyılın son çeyreğinde başlayıp 20. yüzyılın başlarına kadar devam eden salgın hastalıklar bölgede derin izler bıraktığı gibi Anadolu’da da etkisini göstermiştir. 20. yüzyılın başlarında Anadolu’dan Yemen’e gönderilen ve gidip gelmeyen askerler için söylenen “Ano Yemen’dir. Gülü çemendir. Giden gelmiyor. Acep nedendir?” şeklindeki ağıtın arka planında böylesi bir salgın gerçekliği de vardır. Bu ağıtın yakılmasına bu bölgedeki ve bu dönemdeki (1874-1903) salgın hastalıkların neden olduğuna dair bir belgeye ulaşılmamıştır. Ancak Asîr bölgesindeki salgın hastalıkların bir türlü bitmemesi ve birkaç yılda bir yenilenerek etkisini artırması, salgın açısından bölgenin ne kadar hassas ve tehlikeli olduğunu göstermektedir. İşte iç isyanlar ve 1. Dünya Savaşı sebebiyle Yemen ve Asîr cephelerine giden Osmanlı askerleri bu tehlikeli coğrafyayla yüzleşmek durumunda kalmıştır. Osmanlı idaresi bölgede çıkan salgınla ilgili gelişmeleri yakından takip etmeye ve salgın sürecini en iyi şekilde yönetmeye çalışmıştır. Kurumlar arasında sağlıklı bilgi alışverişinin ve koordinasyonun sağlanmasına önem vermiştir. Saray-ı Hümayun, sadaret makamı, başta Sıhhiye ve Dâhiliye olmak üzere çeşitli nezâretler (bakanlıklar), askeri kurumlar, Yemen vilayeti, bağlı sancaklar ve yerel sağlık kurumları arasında sık sık bilgi alışverişi gerçekleşmiştir. Salgınla ilgili tüm gelişmeleri en yakından takip eden bakanlık hiç şüphesiz Sıhhiye Nezâreti olmuştur. Bu nezaretin bünyesinde bulunan Meclis-i Umûr-ı Sıhhiye salgınla mücadele kapsamında zaman zaman toplantılar yapmış, alınacak tedbirleri tespit etmiş ve gerekli kararları almıştır. Alınan kararlar, Sıhhiye Nezareti, Sadaret ve Yıldız Sarayı aracılığıyla uygulanması için ilgili birimlere tebliğ edilmiştir. Salgınla mücadele etmek üzere bölgeye doktorlar gönderilmiştir. Doktorlar bölgede hem sıhhi tedbirleri uygulamışlar hem salgının tedavisinde aktif roller üstlenmişler hem de salgının mahiyeti ve gelişmeler hakkında raporlar hazırlamışlardır. Bu raporlar bölgedeki gelişmelerin mahiyeti ve alınacak yeni tedbirlerin tespiti açısından önem arz etmiştir. Salgınla mücadelenin en önemli adımlarından birisi de “tedâbîr-i sıhhiye ve tehaffuziye” denilen sağlık ve korunma tedbirleri olmuştur. Bu tedbirler kapsamında tathîrât ve tanzîfât olarak kayıtlara geçen temizliğe son derece önem verilmiştir. Öncelikle hastalığın bulaştığı mahal, eşyalar ve kişiler temizlenmeye çalışılmıştır. Yine bu kapsamda gerektiğinde hastalığın bulaştığı veya bulaşma ihtimalinde olan eşya ve elbiseler yakılmış ve imha edilmiştir. Salgınla mücadele kapsamında karar alma mekanizması açısından değerlendirilecek olursa Meclis-i Umûr-ı Sıhhiyeyi ve kararlarını, günümüzde Covid-19 pandemisiyle mücadele sürecinde ülkemizdeki Sağlık Bakanlığına bağlı Bilimsel Danışma Kuruluna ve kararlarına benzetmek mümkündür. 1889 yılında Asîr bölgesinde veba hastalığı zuhur edip toplu ölümlere sebep olunca bu bölgede karantina uygulamaları da başlamıştır. Hastalığın devam etmesi karantina uygulamalarını da devamlı hale getirmiş ve Yemen’de birçok yerde karantina idaresinin kurulmasına neden olmuştur. Bu anlamda Asîr bölgesinin yakınlarındaki Hudeyde, Ebû Sa’d, Kamaran, Luhayye ve Meha’da karantina birimleri oluşturulmuştur. Kamaran ve Ebû Sa’d’da tehaffuzhaneler kurulmuştur. Tehaffuzhaneler kalabalık yolcuların karantinaya alındığı merkezler olmuştur. Bu 379 karantina merkezlerinde yolcular, karantina süresince ikame ettirilmiş, muayeneden geçirilmiş, kendileri ve eşyaları için tathîrât ve tebhîrât (temizlik ve dezenfekte) uygulaması yapılmış ve hastalığın bulaştığı eşyaları yakılmıştır. Hasta olanlar bu merkezlerde tedaviye alınmış ve geldikleri yerlere geri gönderilmiştir. Hasta olmayanlara karantina süreleri bittikten sonra gidecekleri yerlere gitmeleri için izin verilmiştir. Salgının yayılmaması için birçok noktada askeri kordonlar oluşturulmuştur. Bunların en önemlisi de Tâif’te oluşturulan askeri kordondur. 1895 yılında Yemen’den gelip veba hastalığının yaygın olduğu Asîr bölgesinden geçerek kara yoluyla hacca giden hacılar Tâif’teki askeri kordonda karantinaya alınmıştır. Böylece salgının hac bölgesine ve oradan da Osmanlı ve İslâm coğrafyasına yayılmaması için büyük gayretler gösterilmiştir. Yolcuların hacca yetişmesi ve oluşabilecek fesadın önlenmesi için 5 günlük karantina süresi 2 güne düşürülerek bu konuda bir esneklik de gösterilmiştir. Sonuç itibariyle Yemen’in Asîr bölgesinde zuhur eden salgınlara karşı mücadelede Osmanlı İdaresi aldığı ve uyguladığı tedbirlerle çok önemli ve başarılı çalışmalar yürütmüştür.
İncelememizde, Osmanlı-Türk devrim sürecine dair kavramsal bir çerçeve oluşturmayı amaçladık. Jön Türklerin 1908 öncesi ideolojik tartışmalarını-taleplerini ve bunların Osmanlı siyasal yapısındaki dönüştürücülüğünün sınırlarını belirlemeye çalıştık. İhtiyatlı bir yaklaşımla, sonu devrime çıksın ya da çıkmasın, Jön Türk hareketini bir "devrimci süreç" olarak nitelendirdik ve bu "özel devrimci süreç"in ideolojik öğelerini tahlil ettik.
ÖLÜMÜNÜN 100. YILINDA KAĞIZMANLI HIFZI ULUSLARARASI SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ, 2018
Asıl adı Recep olan, 1893 yılında Kars’ın Kağızman ilçesinde dünyaya gelen Hıfzı, bölgenin yetiştirdiği en yetkin ozanlardan biridir. Yaşadığı dönemin tarihî ve siyasî durumu, bölgenin kültürel özellikleri, âşıklık geleneği, hayatı ve şiirleri ile hakkında birçok araştırmanın yapılmasına imkân vermektedir. Bu çalışmada şiirleri üzerinde durulacak ve onun tasavvufî yönüne dikkat çekilecektir. Hıfzı’nın şiirlerinde dünyevî unsurlardan vatan sevgisine ve tasavvufa kadar geniş bir konu yelpazesi bulunmaktadır. Sözlerine genel olarak bakıldığında onun Hak meclislerinden, ya da doğrudan Hak’tan nasiplendiği görülmektedir. “Müminem bilmem lâ’yı, ben severem illâ’yı” sözleri Ahmet Yesevî’nin sözlerini hatırlatmaktadır. Bu, Kur’an’ın omurgasını teşkil eden kelime-i tevhit’tir. Burada bahsedilen “lâ” tevhidin ilk kelimesi olup yanlışa isyandır ve inancın ilk şartıdır. Bunlar ilahlaştırılanlardır. Bunların bertaraf edilmesi ile boşalan yere oturtulması gereken gerçek Allah’tır. Bu da “illâ” sözü ile verilmektedir. Yani önce yanlışa isyan ile onların dışlanması, sonra da doğrunun kabul edilmesi söz konusudur. Bu yüzden Kur’an’da sözün en güzeli olarak anılmaktadır. Ayrıca “Yâ Rab” isimli şiirinin son ikişer mısralarını alt alta dizince ortaya çıkan gerçek, Kur’an’ın insanı eğitirken ulaştırmak istediği noktadır. Buradan hareketle Hıfzı’nın Kur’an-ı Kerim’i iyi bildiği ve şiirlerinde ondan yararlandığı görülmektedir. Bu sebeple ayetlere sıkça telmihte bulunmuş ve Hak kelamını insanlığa bir kez daha hatırlatmıştır. Çalışmamızda, Hıfzı’nın şiirlerinde Kur’an-ı Kerim’e yapılan telmihler incelenmiştir. İnceleme; kıssalar ve peygamberler, veliler, nefs mertebeleri ve ilahî aşk olmak üzere dört alt başlıkta ele alınmıştır. Sonuç kısmında ise Hıfzı’nın tasavvufî söz söylemedeki kudreti ortaya koyulmuştur. Anahtar Kelimeler: Kağızmanlı Hıfzı, Kur’an-ı Kerim, ilahî aşk, tasavvuf, telmih.
Cihan Kaymaz, 2022
Turk Tabipleri Birliği (TTB) Pandeminin İkinci Yılı Değerlendirme Raporu'nun hazırlanmasında görev alan öncelikle TTB Pandemi Çalışma Grubu'na; raporun editörlüğünü üstlenen Mehmet Zencir, Melek Demir, Levent Akyıldız, Çiğdem Arslan, Alican Bahadır'a ve raporu yayına hazırlayan Vahdet Mesut Ayan'a ayrı ayrı teşekkur ediyoruz.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.