Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2018, Uluslararası Beşeri Bilimler ve Eğitim Dergisi
İnsanoğlu, çok eski zamanlardan beri çeşitli sebeplerle göç etmek zorunda kalmıştır. Göçe eşlik eden acı hatıralar nedeniyle, insanların hafızalarından kolay kolay silinmeyen izler bırakan bu olgu, sanat eserlerine de yansır. Makalede kendisi de bir muhacir olan Necati Cumalı'nın Viran Dağlar romanında işlenen göç teması üzerinde duruldu. Makedonyalı bir uç beyi olan Zülfikar Bey'in hayatının anlatıldığı romana eşlik eden Balkan Savaşı ve savaşın bir sonucu olarak göç hadisesi romanın ana eksenini oluşturmaktadır. Romanda dikkat çeken husus, göçün, sosyolojik ve psikolojik boyutlarıyla işlenmiş olmasıdır. Makalede, Makedonyalı Müslüman halkları göçe mecbur eden sebepler ve göçün insanlar üzerindeki etkisi üzerinde durulmuştur. Siyasî gelişmelerin yanında, can ve mal güvenliğinin olmamasının ve dînî sebeplerin mecburî göçlerde etkili olduğu tespit edildi. Daha önce göç eden akrabaların telkininin, eğitim alma veya yeni bir hayat kurma isteğinin ise mecburî olmayan göçlerde etkili olduğu belirlendi. Romanda Balkan Savaşı, insanları göçe mecbur eden önemli bir etken olarak işlenmiştir. Bütün bu olumsuz durumlar barışın önemini bir kez daha ön plana çıkarmaktadır.
Edebiyatının tanınmış sanatkârlarından biridir. O, on üç şiir kitabı, dokuz hikâye kitabı, altı roman, yirmi üç tiyatro eseri, denemeleri vb. ile haklı bir şöhretin sahibi olmuştur. Köken olarak bir Rumelili, bir Makedonyalıdır. 1921 yılında bugün Yunanistan'ın kuzeyinde bulunan Florina'da doğmuş, üç yaşında iken ailesiyle birlikte Türkiye'ye, İzmir-Urla'ya göç etmiştir. Yazar, Makedonya 1900 adlı hikâye kitabı ile Viran Dağlar romanında, kısmen de başka hikâye ve şiirlerinde doğduğu toprakları ve oralarda yaşayan halkları annesinin ve babasının hatıralarına dayanarak anlatır. Necati Cumalı, söz konusu hikâyelerinde olduğu gibi, büyük dayısının oğlu Zülfikar Bey'in destanî hayatını anlatırken de Rumeli coğrafyasının kasabaları, köyleri, dağları, ovaları, ırmaklarını, onların yanı sıra bu mekânlardaki türlü bitki ve hayvanı tanıtır, tasvir eder. Yazar, bu dış mekân varlıklarını o toprakların münbitlik ve zenginliği ile o coğrafyanın güzellik ve ihtişamını gösteren unsurlar halinde roman boyunca işlemiş ve bunlar vasıtasıyla eserlerinin yoğunluğuna ayrı bir katkı yapmıştır. Çalışmamızda roman coğrafyasını oluşturan söz konusu mekân unsurları ile, yine o mekânların birer parçası addettiğimiz, yer yer de özel bir dikkatle ve adeta birer roman kahramanı gibi anlatıldığını gördüğümüz bazı hayvanları konu etmek istiyoruz.
In this study, the approach of the artist to the consequences of modernity was examined through the poems of Necati Cumalı in his poetry book, Before the Flood (1983). These two poems were taken as samples, since Cumalı's view of modernity and the new conditions that emerged as a result of modernity are especially concentrated in his poems Tufandan Önce and Sonumuz Bu Mu. The focus of study was these questions and criticisms; With the various theories produced in the context of the consequences of modernity, the relationship seen in Cumalı's poems was emphasized. In addition, intertextual relationship that poet established with dystopic novels such as 1984 and Brave New World was also taken into consideration, and modernity conditions and practices emphasized by Cumalı were determined in line with the studies aimed making sense of modern world both theoretically and fictionally. At this point, together with theories such as the surveillance society and consumer society, poems were examined within the framework of concepts such as daily life, media, panopticon, security, risk, commodification, sexuality, loneliness and alienation that came to the fore in relation to modernity.
7. BALKANLARDA SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ, 2015
Doğumunun 100. Yılında Necati Cumalı Anma Kitabı, 2021
Tüm hakları editörlerine aittir. Editörlerin izni alınmadan kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, çoğaltılması yapılamaz. Yalnızca kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Ahmet Ümit’in Kırlangıç Çığlığı Adlı Romanında Göç ve Mülteci Meselesi, 2021
Öz Ahmet Ümit’in (1960 -…) Kırlangıç Çığlığı (2018) adlı romanı, polisiye özellikte olmasına rağmen çeşitli sosyal meseleleri de bünyesinde barındırır. Romanda, göçmenlere ve mültecilere dair konuların önemli bir yer tuttuğu gözlemlenir. Çalışmada, Ahmet Ümit’in Kırlangıç Çığlığı adlı romanındaki mülteci, göç ve göçmen konularının işleniş biçimini ortaya koymak amaçlanmıştır. Yazar bu eserinde, Suriye’deki iç savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan mültecilerin yaşamlarını gözler önüne serer. Suriyeli göçmenlerin çaresizliğini, yaşadıkları dramlar ve acıları konu edinir. Ayber, Azez, Bercis, Cabir, Fahhar el Kutubi, Medeni, adlı karakterler aracılığıyla göçmenlerin baş etmek zorunda kaldıkları sıkıntıları aktarır. Göçmenler üzerinden yapılan yasa dışı organ ticaretini çarpıcı bir biçimde anlatır. Organ mafyasının göçmenlerin çaresizliğinden faydalanarak onları nasıl sömürmeye çalıştığını tüm boyutlarıyla ele alır. Göçmen sığınma merkezlerinin çalışmalarıyla ilgili meselelere yer verir. Kırlangıçlar, göçmen kuşlardır. Bu sebeple romanda göçmenler, kırlangıç kuşlarına benzetilir. Kırlangıçların çığlığının, bir bakıma göçmenlerin çığlığını temsil ettiği düşünülebilir. Ahmet Ümit, Kırlangıç Çığlığı romanında hem insanlık tarihi kadar eski hem de güncel bir mesele olan göç ve göçmen konusunu işleyerek edebiyat tarihinde önemli bir esere imza atmıştır. Anahtar Kelimeler: Kırlangıç Çığlığı, mülteci, göç, göçmen. Abstract Although Ahmet Ümit’s novel, Swallow Scream is a detective feature, it also containsvarious social issues. It is observed that issues related to immigrants and refugees occupy an important place in the novel. In the study, it was aimed to reveal the way of handling the issues of refugee, immigration and immigrants in Ahmet Ümit’s novel Swallow Scream. The author of this work, to escape the civil war in Syria refugees who took refuge in Turkey reveals the life. He tells about the desperation, tragedy and suffering of Syrian migrants. Through the characters of Medeni, Ayber, Bercis, Fahhar al Kutubi and Azez, he conveys the difficulties that immigrants have to deal with. He strikingly describes the illegal organ trafficking through immigrants. He explains in all its dimensions how the organ mafia seeks to exploit the immigrants by taking advantage of their desperation. He covers issues related to the work of immigration asylum centers. Swallows are migratory birds. For this reason, immigrants are likened to swallow birds in the novel. One might think that the swallows’ cry represents, in a way, the cry of the migrants. Ahmet Ümit has made an important work in the history of literature by handling the subject of migration, which is both an old and a current issue as much as human history, in his novel Swallow Scream.
Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2020
ÖZ: Osmanlının Rumeli'yi kaybetme sürecinden günümüze uzanan süreçte gerçekleşen Rumeli-anayurt istikametli Türk göçü, insanlık tarihi ile yaşıt olan göç tarihinde önemli bir yere sahiptir. Beş asra yakın Türk toprağı olan bir coğrafyayı terk etmenin güçlüğü, göç sırasında yaşanan fecaat, her göçmenin kaderi olan zorlu uyum süreci gibi etkenlerin dramatik ve trajik bir içerik kazandırdığı Rumeli göçleri, bu yönüyle Türk edebiyatının da ilgi dairesine girmiştir. Göçün etkilediği yaşamlara temas ederek insana ulaşma yönünde gösterilen gayretler, nihayetinde Rumeli'den anavatana göç konulu bir edebiyat oluşturmuştur. İsmail Gümüş, bu sahaya temel izleği Rumeli göçü olan hikâyeleri ile katılır. Rumeli göçüne ailesinin hikâyesi ile iştiraki, ajitasyona kaçmamak şartıyla değindiği göç hadisesini samimi ve yoğun bir içerikte sunabilmesi, öğretmen, ressam ve heykeltıraş kimliklerinin özümsendiği bir yapıda oluşan yazarlığı, onu göç konulu Türk edebiyatında dikkat çekici bir yere yerleştiren belli başlı etkenlerdir.
The Journal of Turk-Islam World Social Studies
This article was checked by Intihal.net. Bu makale İntihal.net tarafından taranmıştır. This article is under the Creative Commons license. Bu makale Creative Commons lisansı altındadır.
Göç Dergisi, 2018
Öz Göç olgusu genel bir bakışla; insanların ekonomik, toplumsal, siyasal ya da ekinsel çok değişik nedenlerle yerleşik uzamlarından başka bir uzama yerleşmek için yaptıkları devinimler olarak tanımlanabilir. Bu tanıma en uygun devinimlerden birisi de altmışlı yıllarda başlayan ve günümüzde de karşılıklı olarak süreğen ekinsel bir nitelik kazanan Türklerin Almanya'ya ulusötesi göçüdür. Bu makalede İbrahim Sirkeci ve Jeffrey H. Cohen'in Çatışma ve Göç Kültürü Modeli temelli geliştirdiğimiz göç yazını inceleme yöntembilimi yaklaşımıyla çağdaş Türk-Alman yazarlardan Yüksel Pazarkaya'nın Savrulanlar adlı romanını incelemeyi erek ediniyoruz. Roman, iki ülke arasında arafta kalan insanların ekinsel ve toplumsal uyum ve yeni bir kimlik edinmek için vermiş oldukları savaşımı, yıllar sonra gurbette bir trende karşılaşan iki askerlik arkadaşının yeniden kurulan dostluklarını ve aile öykülerini çarpıcı bir biçimde betimlemektedir. Anahtar Sözcükler: Yüksel Pazarkaya; göç; göçmen; göçer yazını; yazın toplumbilimi; göç ve edebiyat; çatışma modeli; göç kültürü; kültür(süz)leşme. ABSTRACT IN ENGLISH Analysis of Yüksel Pazarkaya's Novel Titled Savrulanlar in the Context of Conflict Model of Migration and Cultures of Human Mobility In general terms, the migration phenomenon can be described as human mobility which occurs for the purpose to settle at a different location from the permanent one due to economic, social, political or cultural reasons. Transnational migration of Turks through Germany, which has started in sixties and has been perpetuated mutually and obtained a cultural characteristic, is one of the most appropriate types of mobility that fits this description. In this presentation, we aim to examine Savrulanlar, which is written by Yüksel Pazarkaya, a contemporary Turk-German author, by employing the approach of migration literature examination methodology that we have developed on the basis
2022
Şair ve romancı kimlikleriyle bilinen Hüseyin Kıran, 2016 yılında kaleme aldığı Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor adlı romanında iktidar ve öznenin konumunu modernist bir tavırla işleyerek eleştirir. Sembolik okumalara müsait olan eserde öznenin kölelikten efendiliğe evrilme arzusu ile zorbalıkla dahi olsa bile tahakküm etme eğilimi evrensel bir probleme işaret edecek şekilde tasarlanır. Bu bağlamda romanda gerçekleşen her olay, durum, dilin kullanılış biçimleri ve başkişinin yaşadığı dönüşüm esere özgünlük kazandırır. Bu çalışmanın amacı öncelikle Dağ Yolunda Karanlık birikiyor adlı eserdeki iktidar düşüncesi ile öznenin konumunu belirlemek ve ardından bunların hangi şartlar yahut değişkenlere bağlı olarak çöktüğünü/iflas ettiğini göstermektir. Çalışmada yöntem olarak Hegel’in efendi-köle diyalektiği merkeze alınmıştır. Metin odaklı bir okuma ile roman unsurları arasındaki bağlar analiz edilmiştir. Ayrıca postmodern bir nazarla modernizm eleştirisi de incelemenin bir diğer kriterini oluşturmuştur. Yapılan değerlendirme ve çıkarımlar neticesinde iktidar-özne çatışmasının modern dünya ve felsefe içerisinde başat bir problematiğe dönüştüğü ve nihayetinde kaçınılmaz olarak çöküşe mahkûm edildiği anlaşılmıştır
Söylem Dergisi, 2018
Öz Bu makalenin konusu Kırgız yazar Cengiz Aytmatov'un Ebedî Gelin-Dağlar Yıkıldığı Zaman-romanındaki gerçek ve kurmaca mekânlardır. Bir söylemin anlatıya dönüşmesi kişi, zaman ve mekân (uzam) arasında ilişki kurulmasıyla mümkündür. Bir anlatı metninde mekân bir anlamda tiyatrodaki dekor işlevini üstlenir. Aytmatov'un son romanında genel olarak açık ve kapalı mekânlar kullanılmıştır. Açık mekânların başında hayvanların doğal yaşama alanı dağlar vardır. Romanın biri, hayvan Caabars, biri insan, bağımsız gazeteci Arsen Samançin olmak üzere iki ana kahramanı vardır. Dağlar elbette Caabars'ın da yaşama alanıdır. Metinde en sık geçen açık mekânların başında Üzengili Dağları gelmektedir. Burası Arsen Samançin'in doğduğu, Caabars'ın gitmek istediği yerdir. Arsen ile Caabars'ın hayatı Üzengili geçitindeki Molataş mağarasında son bulacaktır. Kırgızlar ülkelerinin zenginliğinin farkına varıp keyfini sürememiştir. Bir bakıma onlar yaşadıkları coğrafyaya ihanet etmişlerdir. Bu ihanet sürerse dağların yıkılması kaçınılmazdır. Dağların yıkılması Kırgızlar için bir kıyamet anlamına gelir. Anahtar Sözcükler: Cengiz Aytmatov, anlatı, mekân, gerçek mekân, mekânın işlevi THE MATTER OF SPACE IN THE LATEST NOVEL OF CHINGHIZ AITMATOV Abstract The subject of this article is the real and fictional places in When the Mountains Fall Down: the Eternal Bride by Kyrgyz author Chinghiz Aitmatov. The transformation of a discourse into a narrative is possible through the interrelation among the character, space and time. Space in a narrative functions as the setting in drama. In Aitmatov's last novel, open and closed spaces are generally used. The most important open spaces are the mountains which are the natural habitats for animals. There are two major characters in the novel: Caabars, an animal and a freelance journalist Arsen Samançin, a human. The mountains are certainly Caabars' natural habitat. In the novel, there are many refences to Uzengili Mountains as an open space where Arsen Samançin was born and Cabaars wants to Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Edebiyat Fak,
PÂYİDÂR Balkanlar Üzerine Dil-Tarih-Edebiyat Araştırmaları, 2021
2018
Türk Edebiyatında çok yönlü bir yazar-şair olan Necati Cumalı, bireyden hareketle toplumsal konuları anlatmış, çevresinde duyduğu, gördüğü olayları gerçekçi bir üslup kullanarak okuyucuya aktarmıştır. Bireysel ve toplumsal hikâyeleri olmak üzere iki grupta incelenen yazar, hiçbir edebi topluluğa dâhil olmamıştır. Eserlerinde her zaman, insanı, değerleri ön plana tutan Cumalı, canlı tasvirler yapmış, akıcı bir dil kullanmış, arada yazar kişiliğini de hatırlatmaktan geri durmamıştır. Sevgi, adalet, doğruluk kavramlarının yanında özellikle Anadolu'daki kadınerkek ilişkileri üzerinde durmuş, cinsellik, aşk, öç, şiddet yazarın ele aldığı diğer konulardır. Ege Bölgesini sık sık konu ettiği eserlerinde Anadolu insanına karşı, ön yargılı bir tutun sergilememiş, Anadolu insanını sıcak bir dille ifade etmiştir. Eserleri, tiyatro olarak sahnelenmiş, filmlere çevrilmiştir. Boş Beşik, Zeliş, Mine, Dul Bir Kadın ve Derya Gülü bunlardan birkaç tanesidir. Necati Cumalı'nın üçüncü hikâye kitabı olarak yayımlanan Susuz Yaz adlı hikâye kitabında köylü, köylünün sorunları, kadınların haksızlığa uğraması, öç gibi konular ele alınır. Susuz Yaz adlı hikâye kitabında yer alan Susuz Yaz adlı hikâye Metin Erksan tarafından filme uyarlanır. 1964 yılında Berlin Film Festivali Altın Ayı ödülüne layık görülür. Bu çalışmamızda Susuz Yaz adlı hikâyenin yapı, bakış açısı, anlatıcı düzlemi, mekân, zaman, tema ve izlek kurgusu üzerinde durulacaktır.
İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi
Türk dünyası edebiyatında kültür, hikâyelerin, romanların ve diğer edebi tür eserlerinin içeriklerini oluşturan maddi ve manevi öğeler bütünüdür. Halk edebiyatı insanların ortak malını, ürettikleri maddi ve manevi kültürlerini yansıtıp yaşanmışlıkları, gelenek ve görenekleri konu edinmiştir. Tarih boyunca gerçekliklerden oluşan edebî eserler, her zaman okuru daha çok sarmış ve ilgilendirmiştir. Çalışmamızda Türk dünyası edebiyatının değerli taşlarından Azerbaycanlı Mevlüd Süleymanlı'nın Göç romanında ele aldığı halk kültürü unsurları tespit edilip değerlendirilirmiştir. Ele aldığımız roman, taçlandırıldığı isminden de görüldüğü üzere, yazarın derin geçmişine dönüp, göçebe yaşayan atalarının karşılaştıkları zorlukları, göç süresince etkilenip örf, adet ve geleneklerinde yaşanılan değişimleri halk edebiyatının ürünü olan destansı bir dille kaleme almaktadır. Çalışmamız şu ana başlıklar ve onun alt başlıkları ekseninde tespit edilen kültürel unsurlarla şekillendirilmiştir: Halk edebiyatı; inanç, inanış, dua ve beddualar; hayatın dönüm noktaları; tören; sayılar; oyunlar; yerli sporlar; renkler; giyim; kuşam; süslenme; mutfak kültürü; yer adları; etnik yapı.
Sosyal Bilimler Dergisi, 2019
Bu makale, dünyaca tanınan ve birçok önemli müzede sergi açmış Arnavut sanatçı Adrian Paci'nin eserlerinde göç ve buna bağlı olarak kimlik olgusunun izlerini tartışmaktadır. Göç ve sanat ilişkisinin 1990'lı yıllardan sonra birçok sanatçı tarafından konu edindiği ve bu olguları farklı bağlamlarda ele aldığı görülmektedir. 1997 yılında Arnavutluk'ta yaşanan siyasal dönüşümle, İtalya'ya göç eden sanatçının, kendi yaşam öyküsünden de yola çıkarak göç bağlamında çeşitli eserler ürettiği görülmektedir. Sanatçının 2007 yılına ait "Centro di Permanenza Temporea" adlı video çalışması, göç yolu, bekleme ve imkânsızlığı tartışmaktadır. Sanatçının 2013 yılına ait "Column" adlı videosu, aidiyetsizlik bağlamında göçe göndermeler barındırmaktadır. Sanatçının 2001 yılına ait "Back Home" adlı fotoğraflarında, yer değiştirmenin ve ne orada ne de başka bir yerde olabilmenin çatışması görülmektedir. Yine 2001 yılına ait olan "Back to Home" adlı fotoğraf, ev ve aidiyet buna bağlı olarak yersiz yurtsuzlaşmayı izleyiciye aktarmaktadır. "Wedding" adlı çalışma ise yine 2001 yılına ait olup, göç ve kültür ilişkisine dair belge nitelikli bir eser olarak karşımıza çıkmaktadır.
CUMHURİYETİN 100. YILINDA 100 TÜRK YAZAR, 2023
Necati Cumalı, yeryüzünde şairane mukim bir sanatçıdır. Yaşadığı gibi yazmış, yazdığı gibi yaşamış bir şair olarak daima dar yolu tercih etmiş, bu çerçevede kendisi de yapıtı gibi hep genç kalmıştır. Bir bakıma “efendimiz acemilik” anlayışı doğrultusunda, sanat ve hayatta tekdüzeleştiği an yolunu değiştirmiştir. Yazmak, onun için çileli bir iştir, yazar ise bir keşiştir, bir yalnızdır. Hayatı boyunca şiire sadık kalan ve şiiri zahmetli bir üretim olarak değerlendiren şair, sanatın insanı soylulaştıran bir uğraş olduğunun altını çizer. Türk tiyatrosunun Musset’si olma amacıyla yazmaya başlayan, ulusal tiyatronun yaratılmasına büyük katkı sunan sanatçı, tiyatroyu da bir tapınağa benzetir. Öykü ve romanları, edebiyatımız içinde özgün bir değere sahip olup şiirsellikleriyle ön plana çıkarlar. “Atatürk bir kaynaktır” sözü, onun yaşam ve yapıtının da rengini belirlemiştir. Bütün yapıtı ulusumuzun, edebiyatımızın ve Türkçenin yalın, derin ve aydınlık bir yüzüdür.
DergiPark (Istanbul University), 2019
In the early 1960s, Germany demanded employees from various countries including Turkey in order to meet the deficiency in the employment. As such, labor migration from Turkey to Germany commenced in accordance with mutual agreements. These migrant workers, most of whom were in dire conditions, encountered plenty of problems. Turkish identity, which has become an important part of Germany with the total population of Turkish workers as well as their families, was not limited to the field of labor. Some of them penned the difficulties that they experienced, thus leading to the emergence of a new branch of literature which would later be named as "immigrant literature". The workers of immigrant literature presented realistic insights as to the encounter of Turks with the reality of Germany, their lives in Germany together with their dilemmas, their efforts to hold onto the place and the time period, their aspirations, alienation, loneliness and exclusion in both individual and social contexts. Thus, immigration to Germany creates its own unique literature in the characteristic of a documentary. One author to have examined migrant workers and the problems they faced is Yüksel Pazarkaya who is among the pioneers of the first period immigrant literature and who defined migration as "not turning to the language of wild" and "strangeness". This study aimed to identify the traces of migration in Pazarkaya's stories. The reflection of migration into the literature and the references to the definition of migration through his story book named "Residence Permit" will be examined in this study.
2017
Kırım Tatar edebiyatının önemli yazarı Cengiz Dağcı, kendi deneyimlerinden yola çıkarak, Kırım Tatarlarının sürgününü ve yurtsuzlaştırılmasını romanlaştırır. Korkunç Yıllar, O Topraklar Bizimdi, Badem Dalına Asılı Bebekler ve Anneme Mektuplar, sürgünün ve izlerinin gözlendiği eserlerinden birkaçıdır. Bu eserlerde çocukluktan yetişkinliğe uzanan anlatıcıların gözünden toprak ve toprakla kurulan bağlar, yurt kavramı, bu bağların kimlik açısından önemi, sürgünün kimlik algısı üzerindeki etkileri anlatılır. Bu bildiri sürgünün koşulları, sebepleri ve sonuçlarının nasıl yansıtıldığını, romancının bakış açısını ve sürgünü nasıl kavramsallaştırdığını konu eder. Sosyolojik ve tarihsel eleştiri yöntemlerini kullanarak romanlarda tarihsel arka planın nasıl kurgusallaştırıldığını; bu bağlamda sürgünün yurt, kimlik, benlik algısı, yabancılık gibi kavramlarla ilişkisini inceler. Çalışmanın bulgularına göre Dağcı’nın toprak/yurt kavramını kimlik kavramının temeline oturttuğu görülür. Yazarın bu önceliği, Kırım Tatarları açısından sürgünün yarattığı travmayı ve sürgünün/yurtsuzlaştırmanın ne ölçüde dramatik bir olay olduğunu daha iyi açıklar. Yazar bu temaların işlenmesini kendi kimliğine ve halkına karşı bir ödev olarak görür.
2019
1960’lı yıllarında başında Almanya işçi açığını kapatmak için Türkiye’nin de içinde bulunduğu pek çok ülkeden işçi talebinde bulundu. Karşılıklı anlaşmalar doğrultusunda Türkiye’den Almanya’ya kitleler hâlinde işçi göçü başlamış oldu. Türkiye’den Almanya’ya göçen çoğu zor şartlarda işçi olan göçmenler pek çok sorun ile karşılaştı. Türk işçilerin ve doğal olarak ailelerinin oluşturduğu toplam nüfusla birlikte Almanya’nın önemli bir parçası hâline gelen Türk kimliği, yalnızca iş gücü sahasıyla sınırlı kalmadı. Bazıları yaşadıkları sorunları kaleme alarak sonrasında ‘göçmen edebiyatı’ diye adlandırılacak yeni bir edebiyat kolunun doğmasını sağladılar. Göçmen edebiyatı yazarları Türklerin Almanya gerçeğiyle karşılaşmalarını ve Almanya’daki yaşamlarını; ikilemleriyle, mekâna ve zamana tutunma çabalarıyla, özlemleriyle, yabancılıklarıyla, yalnızlıklarıyla, dışlanmışlıklarıyla hem bireysel hem de toplumsal çerçevede gerçekçi bir düzlemde ortaya koyarlar. Böylece Almanya’ya göç, belgesel niteliğinde kendine özgü bir edebiyat yaratır. Göçmen işçiler ve onların yaşadıkları sorunları irdeleyen yazarlardan biri de göçmenliği, ‘yabanın diline dili dönmemek’ ve ‘gariplik’ olarak da tanımlayan Yüksel Pazarkaya’dır. Bu çalışmada Pazarkaya’nın öykülerindeki göç ve izlerinin tespiti yapılmaya çalışılmıştır. Birinci dönem göçmen edebiyatı yazarlarından olan Pazarkaya’nın ‘Oturma İzni’ adlı öykü kitabı üzerinden göçün edebiyatı yansıması ve yazarın göçmenlik olgusunu tanımladığı göndergeler incelenecektir.
International Journal of Languages' Education, 2017
The narrators of the ''Pomegranate Tree'' of Nazan Bekiroğlu, published in 2012 and of the ''But,Love Should Survive'' of Ali Arslan,published in 2003 chase their own origin and the emigrational fate of their predecessors. In these two novels, the life story of the protogonists, who had to leave their homes from the West to the East, and from the East to the West, has been emphasized. The emigration route of the hero in the ''Pomeranate Tree'' starts from Tabriz in Iran, following Tbilisi, Bakı, Batumi and Trabzon. However, the hero in ''But, Love Should Survive'' starts his route from the Linden District of Hannover, ends in the Seki Village of the Aegean Region of Anatolia, following Palestine. The Russian invasion, the First World War, the War of Independencein Anatolia are all in the background of these novels. During this immigration adventure, the identity of the immigrants is divided, broken and they feel to find another identity(Sarup,1996:6). In this sense, the love of Hans to Sofia, and of Settarhan to Zehra functions as an existentialist approach. In fact, the cause of the heroes' and heroines' for emigration is their being against to the established order and displaying their being different. As noted by Derrida, identities can exist with their own differences, and in a sense, each identity meand ''the other''(Derrida,2003:26). Similarly, in the base of all identities there found antogonism and isolation. With his anti-war approach, Hans is ''the other'' due to his being being against traditions and customs. Both try to shape their re-existence due to immigration. The cause of immigration in both novels is the same. This similarity is seen in the opposition of western and eastern countries. The modernity dominating the development of Enlightenment in Europe has taken the human existence under pressure besides supplying freedom to people (Tolan, 1981;161). Adorno emphasizes the non-existence of ethical and humanistic responsibility of Western understanding. It is for this reason that Hans feels obliged to emigrate as being an anti-war protogonist. In the Eastern understanding where traditions and customs are dominating factors, Setterhan, who resists the feeling of revenge, wants to emigrate. Opposition unites in Humanism in which ''human is the base''.
Balkanlarda Türkçe Öğretimi ve Türkoloji, 2024
Necati Cumalı, Balkanlar’da Florina’da doğmuş; şiir, hikâye, roman, tiyatro gibi pek çok edebî türde eser vermiş; Türk edebiyatının önemli isimlerinden birisidir. Balkan coğrafyası onun hayatında ve eserlerinde ayrı bir yere sahiptir. O, geçmişe ait kökleri bu coğrafya üzerinden açıklamaya çalışır. Çünkü yazar asırlarca bu coğrafyada yaşamış, o kültürün içinde büyümüştür. Dolayısıyla Balkanlar, onun eserlerinde kültürel hafızanın, belleğin inşası konumundadır. Ev, bir kimsenin veya birden çok kişinin içinde yaşadığı mekân değildir sadece. Fiziki anlamının dışında kültürel belleğin oluştuğu da mekânlardır. Evin mimari yapısı, kapısı, penceresi, bunların nereye doğru açılıp kapandığı ile bir bütündür ve bir kültürü, medeniyeti temsil eder. Ev ortamında şekillenen aile bireyleri buradan elde ettikleri birikimleri daha sonraki nesillere taşırlar. Uzun kış gecelerinde evde okunan kitaplar, anlatılan hikâyeler, gelen misafirlerle yapılan sohbetler insana yeni dünyalar açar, yetiştirir, olgunlaştırır. Her ne kadar yazar daha sonra zorunlu göç sebebiyle İzmir bölgesine göç etmek zorunda kalsa da çocukluk yıllarına ait geçmişini, doğduğu ve büyüdüğü toprakları hiç unutmaz. Oraya ait hatıralar, yaşanmışlıklar onun bütün eserlerine şu ya da bu şekilde yansımıştır. Necati Cumalı’nın, Makedonya 1900 eserinde yer alan on bir hikâyenin tamamı onun geçmişine ait, kültürel belleği oluşturan metinlerden meydana gelmektedir. Bu hikâyelerden ilkinin isminin “Evimiz” olması tesadüf değildir. Çünkü ev, insanın çocukluktan itibaren ruhi ve fiziki gelişimini sağladığı, hayal dünyasının şekillendiği mekândır. Ev, içinde aileyi barındıran, bir kültürün en geniş şekilde teşekkül ettiği yerdir. Bu çalışmada Balkan coğrafyasında doğan ve daha sonra Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan Necati Cumalı’nın “Evimiz” hikâyesi üzerinden kültürel belleğin nasıl inşa edildiğinin yansımaları ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.