Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2009, E-learning and problem based learning …
Kardiyoloji eğitiminde e-öğrenme ve probleme dayalı öğrenme entegrasyonu E-learning and problem based learning integration in cardiology education 158 Özet Amaç: Bu çalışmanın amacı, mezuniyet öncesi tıp eğitiminde kardiyoloji ile ilgili bir eğitimi probleme dayalı öğrenme (PDÖ) ve bu uygulamayı destekleyen bir e-öğrenme ortamı geliştirerek öğrencilerin kullanımına sunmak, öğrencilerin uygulama hakkındaki memnuniyetlerini ve bu uygulamaların sınav başarıları üzerine olan etkilerini saptamaktır. Yöntemler: Bu amaçla kesitsel tipte bir çalışma olarak yürütülen bu araştırmada Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 2007-2008 eğitim öğretim yılında 2. sınıfta eğitim programında yer alan kardiyoloji ile ilgili bir PDÖ modülü, e-öğrenme ile desteklenerek öğrencilere uygulanmıştır. Probleme dayalı öğrenme haftasının bitiminden sonra e-öğrenme uygulamasını kullanan ve kullanmayan öğrenciler ile uygulamayı sık kullanan ve az kullanan öğrenciler e-öğrenme uygulamasının log (günlük) kayıtları ile belirlenmiş ve bu öğrencilerin sınav puanları karşılaştırılmıştır. Ayrıca öğrencilerin e-öğrenme ile ilgili memnuniyetlerini belirlemeye yönelik bir anket uygulanmıştır. İstatistiksel analizler eşleştirilmemiş t testi ve Mann Whitney U testi ile yapılmıştır. Bulgular: Yapılan bu araştırmanın sonucunda öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun e-öğrenme uygulamasını kullandığı (%72.6), kullananların sınav puanlarının kullanmayanlara göre daha yüksek olduğu (sırası ile 103.58, 100.88) ancak istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı (t=-0.998, p=0.320), e-öğrenme uygulamasını çok kullanan öğrencilerin az kullananlara göre istatistiksel olarak anlamlı ölçüde daha yüksek puan aldığı (sırası ile 106.28, 100.59) saptanmıştır (t=-2.373, p=0.01). Ayrıca öğrencilerin büyük çoğunluğunun uygulamadan memnun olduğu (%72.6) ve benzer uygulamaların devam etmesini istedikleri belirlenmiştir. Sonuç: Bu çalışma ile öğrencilerin büyük çoğunluğunun e-öğrenme uygulamasını kullandığı ve memnun kaldığı bulunmuştur. Ayrıca e-öğrenme uygulamasının öğrencilerin sınav başarısı üzerine olumlu etkisi olduğu saptanmıştır. Bu sonuçlar, kardiyoloji eğitimi ve probleme dayalı öğrenmede öğretim teknolojilerinin kullanımı alanında sınırlı olan literatüre katkı yapması açısından önem kazanmaktadır.
Gülay Yılmaz'ın hazırladığı dosya, çocukları tarihin öznesi konumuna yerleştiriyor, çocukların sesini duyan ve duyuran bir pencereden tarihe bakıyor. Colin Heywood, Yahya Araz, Nazan Çiçek ve Özge Ertem'in makaleleriyle… sayfa 36
2010
Klasik Turk edebiyatinin kavram dunyasinda ruzgâr onemli bir yere sahiptir. Pek cok sair, bu kavrama cesitli dusunce ve tasarruflarla siirlerinde yer vermistir. Klâsik Turk edebiyatinin onemli sairlerinden birisi olan Usuli, ruzgâr kavramindan yola cikarak bir kaside yazmistir. Bu makalede, Usuli’nin ruzgâr redifli kasidesi incelenecektir
SABAH ÜLKESİ, 2018
Für Vereinsmitglieder der IGMG kostenlos. IGMG Genel Merkez üyelerine ücretsizdir. Gestaltung und Druck/Tasarım ve Baskı: Im Auftrag der Herausgeber durch PLURAL Publications GmbH erstellt. Yayıncı adına PLURAL Publications GmbH tarafından hazırlanmıştır. Auflage/Tiraj: 4600 Yayımlanan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Yazılarda dile getirilen görüşler yazarların kişisel görüşleridir ve IGMG'nin kurumsal görüşlerini yansıtmaz. Die Verantwortung für die Beiträge liegt bei den Autoren. Die Meinungen in den Beiträgen binden nur die Autoren selbst und geben nicht die Position der IGMG wieder.
Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2021
Eski Türk edebiyatında mesneviler birer anlatma esasına dayalı metin türü olarak sahada geniş yer bulmuş ve özellikle dönem edebiyatının geniş halk kitleleri ile buluştuğu bir alan olmuştur. Klasik Türk edebiyatının saray ekseninden uzaklaşarak geniş coğrafyalara yayıldığı mesnevi alanında şüphesiz Türk edebiyatı eşsiz eserlere sahiptir. Tüm mesneviler arasında ise akıllara ilk olarak Leyla ve Mecnun gelmektedir. Neredeyse her yüzyılda karşılaşılan bir hikâye olan bu mesnevi, birçok şair tarafından işlense de Fuzûlî ile bu mesnevinin özdeşleşmiş olması herkesçe kabul gören bir gerçektir. Eldeki çalışma, adı geçen mesnevide iki ana karakter olan Leylâ ve Mecnûn dışındakileri ele almakta ve mesneviye farklı bir açıdan yaklaşmaktadır. Mesnevi, çalışmamızda “ağyâr” eksenli olarak ele alınmıştır. Âşık ve maşuk tasvirleri aşkı anlamak için bir çıkış noktası olarak görünse de aşkı anlamak için neyin aşk olduğunun yanında nelerin aşk olmadığını da iyice irdelemek gerekir. Bu sebeple çalışmamız âşık ve maşuk dışında kalan ve “ağyâr” olarak tabir ettiğimiz kişi ve kavramlara odaklanmaktadır. “Ağyâr”, yabancılar anlamında olup Leylâ ve Mecnûn dışındaki tüm tip ve kavramları kapsayan temel bir unsur olarak çalışmamızda yer bulacaktır.
Akademik Tarih ve Araştırmalar Dergisi (ATAD), 2020
İbn Haldun nazarında; coğrafya, insan ve devlet, kader dairesi içerisinde değerlendirilir. İnsanın tabii gelişimi gibi devletleri inceleyen İbn Haldun, asabiyet bağlamında çeşitli görüşler ileri sürmüştür. İnsanları bir araya getiren kuvvet olarak asabiyet, devletin kuruluş dönemlerinin baş aktörü iken yıkılış sürecinde etkisini kaybetmiş durumdadır. Devletler yıkılış sürecine girerken, bu hazin sondan kurtulmak veya devletin bekasının devamlılığını sağlamak maksadıyla çeşitli eylemlerde bulunur. Bunlar çeşitli fikir akımları olabileceği gibi siyasi, sosyal, askeri vb. alanlarda da kendini gösterebilir. Bu bağlamda makalesini ele alan Yusuf Akçura, insanları bir arada tutacak fikirler çevresinde Üç Tarz-ı Siyaset’i yazmıştır. İlk kez Akçura’nın makalesinde değinilen Türk milliyetçiliği kavramı, bu makalede de asabiyet dairesinde çıkış yolu/yeni bir başlangıç olarak değerlendirilmiştir.
Turkish studies, 2013
Seyyid Mîr Hamza Nigârî was born in Cicimli village of Zengezur town, Azerbaijan, in 1805 as a son of a seyyid family. After completing his education in the towns of Şeki and Şamahı in Şirvan, Nigârî set out for Harput in order to join the Hâledi branch of the Nakşibendi Sufi order, which was then spreading rapidly in the Caucasus. From Harput he proceeded to Sivas, then returned to Karabağ with İsmail Şirvânî, a successor of Mavlânâ Hâlid-i Bağdâdî, eponym of the Nakşibendiye Halidiye. When the Russians invaded Dağıstan, Nigârî returned to Sivas together with İsmâil Şirvânî, and then accompanied him to Amasya. After visiting Rumi's tomb in Konya and performing the pilgrimage to Mecca, he returned to Karabâğ to propagate Nakşibendiye-Halidiye Sufism on behalf of İsmail Şirvânî. At the outbreak of war between the Ottomans and the Russians, Nigârî led his followers to Kars to fight on the side of the Ottomans. After the war, he lived in turn in Erzurum, Istanbul, and Amasya, teaching at Amasya, until a difference of opinion with the local mufti compelled him to leave for Harput, where he died. He was buried in Amasya next to the mosque that his followers had been building for him. His Turkish verse is influenced by the poetry of Fuzûlî. This study describes the similarities between Fuzûlî with Nigârî. Namely, it is engaged to determine similar poems. (Nazirs).
Çukurova üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü dergisi, 2005
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü cderdiyok.cu.edu.tr ÖZET Bu çalışmada edebiyat tarihimizde pek bilinmeyen XVII. yüzyılda yaşamış şair Füzúní ve Gül-i Sad-berg adlı 167 beyitlik mesnevisi tanıtılmakta; ayrıca Arap kökenli eski Türk harfleriyle yazılmış eserin yeni Türk harfleriyle transkripsiyonlu metni verilmektedir.
Littera Turca Journal of Turkish Language and Literature, 2017
Fuzȗlȋ, Osmanlı-Safevi savaşlarının sürdüğü bir zamanda ve Şii-Sünni çatışmalarının yoğun olduğu bir bölgede, Bağdat, Kerbela, Necef yöresinde yaşamıştır. Kendisi de Şii'dir. Bu çatışma ve savaşlara fiilen değilse de kültürel anlamda katılmıştır. Eserlerinden anlaşıldığı üzere bu çatışma ortamından büyük ölçüde etkilenmiştir. Bu etkinin ölçüsünü ve yönünü bir makalemde anlatmıştım (Güler 2011). Bu çalışmada, yine divanındaki manzumelerinden ve Şikâyet-name'sinden hareketle, Fuzȗlȋ'nin Osmanlıya nasıl baktığını anlatmaya çalıştık. Kanuni'ye ve Osmanlı yöneticilerine yazdığı övgü manzumelerinde, övgü içerisine yergi gizlediğini fark ettik. Eserlerine yer yer alaycı, aşağılayıcı, yerici ifadeler koyduğunu gördük. Bu durumu hem Fuzȗlȋ'nin dili kullanmadaki ustalığını gösterdiği hem de bazı tarihi olayları yansıttığı için yazmaya değer bulduk.
1.Uluslararası Türk Dünyası Eğitim Bilimleri ve Sosyal Bilimler Kongresi-Türk Eğitim Sen Yayınları, 2016
Tarihi kişilikler etrafında teşekkül etmiş olan hadiseler zamanla bünyesine eklenen bir takım unsurlarla halk muhayyilesinde farklı bir hüviyete kavuşabilir. Bünyesine eklenen unsurların nitelik ve özelliklerine göre bu hadiselerin beyan edilişleri farklı sözlü anlatı türlerinin oluşmasına temel teşkil etmiştir. Tarihi hadiseler bazen efsane, menkabe ve destanlara konu olurken bazen de genel çerçevenin dışına çıkarak bünyesine giren fantastik unsurlarla birlikte masal şekline dönüşerek varlıklarına devam etmişlerdir. Bu şekilde tarihi olduğu düşünülen kişilerin etrafında oluşmuş masallara verilebilecek örneklerden birisi de Gazneli Sultanı Mahmut'la onun veziri ya da kölesi olduğu düşünülen Ayaz'ın etrafında teşekkül etmiş olan masaldır. Mevlâna'nın Mesnevîsine, Feridüddin Attar'ın İlâhinamesine, farklı şair ve yazarların mesnevi ve başka türdeki eserlerine de konu olmuş olan Sultan Mahmut ve Ayaz arasındaki hükümdar vezir/ köle ilişkisi ve Ayaz'ın bilge kişiliği halk muhayyilesinde ise daha farklı bir hüviyete bürünmüştür. Sözlü anlatıların tabiatına uygun olarak bazı değişikliklere uğramış olan Ayaz ve Sultan Mahmud arasındaki ilişki kazanmış olduğu yeni şekil ve üslupla Türk dünyasında masal olarak yaşamaya devam ederek günümüze kadar ulaşmıştır. Bu bildiride Ayaz hakkında genel bilgi verildikten sonra Kazak Türklerinin "Ayaz Biy" ve Özbek Türklerinin "Ayaz" adlı masalları Mevlana'nın Mesnevi'sinde yer alan Ayaz'la ilgili kıssa/ hikâyelerle de karşılaştırılacak ve değerlendirilecektir.
Eğirdirli Karçınlızâde Şüleyman, Şükrü, Türk dünyasının seyahatnâme sahibi seyyahları içinde en fazla yer gezen şahsiyetidir. Evliya Çelebi’yi dahi geçmiştir. 600 sayfalık Seyahât-ül Kübrâ ismini verdiği seyahatnamesini 1907’de Petersburg’da yine bir seyyah olan Abdürreşid İbrahim’in matbaasında bastırmıştır. Eserinde, emperyalizmin Türk ve İslam Dünyası’nı nasıl tahrip ettiğini gözlemlerine dayanarak ayrıntılı ve doğru bir şekilde tasvir etmektedir. Mısır, Hindistan ve Çin üzerine gerçekçi analizler yapmıştır2. Kitap TBMM Kütüphanesi'nde *8815649* demirbaş no'suyla yer almaktadır. Ağlasun, İncirhan ve Susuzhan'a dair bilgiler eserin 59 ve 60. sayfalarında yer almaktadır.
Kendi. Kültür Sanat Aktüalite Kalıtı, 1996
Şairliğinin yanında derlemeleri ile tanınan Oğuz Tansel'in anısına çıkarılan bu kitapta Metin Turan, O'nun dost çevresini oluşturan edebiyat ve sanatçıların yazılarına yer vermiş. O'nun edebiyatçı kişiliği yanında (ve bu kişiliğini besleyen önemli damarlardan olan) masalcılığı ise kitabın başlığında vurgulanmış: "Üç kanatlı masal kuşu"
psikeart nefret sayısı ARZU VE NEFRETİN MOBİUS ŞERİDİNDE Bir Performans Sanatı Olarak Ayrılık Ayşe Devrim Çıngı Başterzi ‘İnsanlar bu kadar korkmasalar, bu kadar zalim olurlar mı, bu kadar birbirlerine düşmanlık eder, birbirlerinin böylesine kuyularını kazar mı, insan öldürürler mi, birbirlerine böylesine kıyar, köle eder sömürürler mi, birbirlerinin sırtına binerler mi, aşağılarlar mı, delirirler mi, sevmeyi, sevişmeyi böylesine unuturlar mı, uzattıkları el böylesine buz gibi olur mu, düşünebilme yeteneklerini böylesine yitirirler mi, öykünürler mi, durmadan ölümü düşünürler mi, ölümü düşünmenin boşluğunun farkına varmazlar mı, bastıkları yeri göremeyecek kadar üstümüzdeki gökten, altımızdaki topraktan, yıldızlardan, sulardan, çiçeklerden, dağ başlarından, ışıktan böylesine bihaber kalırlar mı, sevgisiz, sevisiz, dostluksuz yürekleri sıcacık, bir sevgili, bir dost yüzü için, bir kuş gibi çırpınarak çarpmadan olur mu?’ YAŞAR KEMAL- DENİZ KÜSTÜ ‘Hayal kırıklığı daima prematüredir. İnsan bir şeyi kaybettiğine inanıyorsa, daha önce ona sahip olduğu fantezisi kurmuş demektir.’ der Adam Phillips. Hepimizin bildiği gibi hiçbir anne, hiçbir bebeği – Freud’un deyişiyle küçük vahşiyi - tam da istediği şekilde- sonsuza kadar doyuramaz. Ekmek elden, su gölden olan rahmin içinden dünyanın türlü çeşit eksikliğine; misal sürekli bir doyurulmuş, tok olma halinden açlığa, misal saran sarmalayan ılık yumuşacık bir sıvıdan soğuğa terk edilen gariban bebecik, bu yoksunluğun yarattığı dehşet duygusu ve korkuyla annenin memelerine öfkeyle abanır, sarılıp sarmalansın, sıcacık tutulsun ister ve kucaktan indirildiğinde yaygarayı koparır. Bebeğin düşü paşa gönlü istediği anda sınırsız süt, istediği anda sınırsız annedir. -Paşaların gönlü sınırsız doyuyor mudur acaba?- Sütü emip yatıştıkça açlığı, annenin kucağında sarılıp sarmalandıkça, öfkeli çığlıkları azalır, sakinleşir. Ağzında annesinin memesinin bal damlayan ucuyla uyuyakalmak ister, sınırsız arzuların sahibi, ama dünyanın kaç bucak olduğu bellidir. Ne süt, ne de anne sonsuzdur. Annelerin de karnı ne yazık ki acıkır, yetişkinliğin bitmez sorumlulukları da vardır; evin yemeği, temizliği, kocası, diğer çocukları... Yaşamın arka plandan durmadan kulaklarımıza fısıldadığı sufle hiç değişmez; ‘hiç bir haz sonsuz değildir’. –Hem hep aynı şey, sıkılır canım insanın canı.- Memelerdeki süt er geç biter, küçük vahşinin sıklıkla karnı doyar, arzusu doymaz. Bir ırmaktan yağ, bir ırmaktan bal akacağını söyleyen mitoslar, annenin memelerinden bir süre sonra akmayan süte özlem değilse, nedir? Hayali kurulan her ‘Anne’, aslında yitik cennettir.. Ama bu cennette olmuş mudur hiç gariban insanoğlu? Sadece olduğunu hayal etmiştir aslında: Bu nedenle der ki Lacan; ‘Aşk, kendinde olmayanı, olmayan birisine vermektir’. ....
Toplumsal Tarih, 2012
ABCFM Nasturi Misyonu Asahel Grant, Nasturi Kilisesi, Nasturi-Kürt İlişkileri, 19.yy ABCFM Nestorian Mission, Dr.Asahel Grant, Nestorian Church, Nestorian-Kurdish Relations, 19th century
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Moğolistan Halk Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan eski Türk bengü taşlarından biri de Bugut yazıtıdır. Adını Arhangay Aymag'ın Bayn Tsagaan Gol (Kutsal Beyaz Göl) bölgesindeki Bugut dağından alan yazıt, bu dağın yaklaşık 10 km doğusundaki geniş ovaya inşa edilmiş I. Köktürk Kağanlığı dönemine ait anıt mezar külliyesindeki Türk kültür ve medeniyet eserlerinden biridir. Tarihî olayların anlatıldığı biyografik ve didaktik bir eser olma özelliğini taşıyan Bugut yazıtı, hem içerik hem de şekil açısından sonraki yıllarda vücuda getirilen Türk bengü taşlarına da örnek teşkil etmiştir. Bugut yazıtı ve bu yazıta ait kaplumbağa kaide, bugün Çeçerleg Müzesi’nin bahçesindeki açık alanda sergilenmektedir
Bedîüzzaman ve Risale-i Nur Risale-i Nur Nedir ve Nasıl Bir Tefsirdir? Kur’an’ın hakikatlerini müsbet ilim anlayışına uygun bir tarzda izah ve ispat eden Risale-i Nur Külliyatı, her insan için en mühim mesele olan “Ben neyim? Nereden geliyorum? Nereye gideceğim? Vazifem nedir? Bu mevcudat nereden gelip nereye gidiyorlar? Mahiyet ve hakikatleri nedir?” gibi suallerin cevabını vâzıh ve kat’î bir şekilde, çekici bir üslup ve güzel bir ifade ile beyan edip ruh ve akılları tenvir ve tatmin ediyor. Yirminci asrın Kur’an felsefesi olan bu eserler, bir taraftan teknik, fen ve sanat olarak maddiyatı, diğer taraftan iman ve ahlâk olarak maneviyatı câmi’ ve hâvi olacak Türk medeniyetinin, sadece maddiyata dayanan sair medeniyetleri geride bırakacağını da ispat ve ilan etmektedir. Ecdadımızın bir zamanlar kalplerinde yerleşen iman ve itikad cihetiyle zemin yüzünde yüz mislinden ziyade devletlere, milletlere karşı imanından gelen bir kahramanlıkla mukabele etmesi, İslâmiyet ve kemalât-ı maneviyenin bayrağını Asya, Afrika ve yarı Avrupa’da gezdirmesi ve “Ölsem şehidim, öldürsem gaziyim.” deyip ölümü gülerek karşılayarak müteselsil düşman hâdisata karşı dayanması gibi milletçe medar-ı iftihar âlî seciyemizin bugün biz gençlerde inkişafı, vatan ve millet menfaati bakımından ve istikbalimizin selâmeti noktasından ne derece elzem olduğu malûmdur. Mutlaka her hareket ve hizmette maddî bir ücret ve şahsî menfaatler mülahaza etmek, Türk’ün millî tarihinin şeref ve haysiyeti ile kabil-i telif olamaz. Bizler ancak rıza-yı İlahî için çalışıyoruz. Bizzat hizmetinde bulunmakla aldığımız telezzüz; kardeş ve vatandaşlarımıza, İslâmiyet’e ve insaniyete yardımda bulunabilmek mazhariyetinden gelen ebedî hayatımıza ait sürur ve ümit, bizim bu babda aldığımız ve alacağımız yegâne hakiki mukabele ve ücrettir. RİSALE-İ NUR, NASIL BİR TEFSİRDİR? Tefsir iki kısımdır. Birisi: Malûm tefsirlerdir ki Kur’an’ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin manalarını beyan ve izah ve ispat ederler. İkinci kısım tefsir ise: Kur’an’ın imanî olan hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan ve ispat ve izah etmektir. Bu kısmın çok ehemmiyeti var. Zahir malûm tefsirler, bu kısmı bazen mücmel bir tarzda dercediyorlar fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannid feylesofları da susturan bir manevî tefsirdir. Risale-i Nur, sübjektif nazariye ve mütalaalardan uzak bir şekilde, her asırda milyonlarca insana rehberlik yapan mukaddes kitabımız olan Kur’an’ın hakikatlerini rasyonel ve objektif bir şekilde izah edip insaniyetin istifadesine arz edilen bir külliyattır. Risale-i Nur, Kur’an âyetlerinin nurlu bir tefsiri… Baştan başa iman ve tevhid hakikatleriyle müberhen… Her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış… Müsbet ilimlerle mücehhez… Vesveseli şüphecileri ikna ediyor… En avamdan en havassa kadar herkese hitap edip en muannid feylesofları dahi teslime mecbur ediyor… Risale-i Nur, nurlu bir külliyat… Yüz otuz eser… Büyüklü küçüklü risaleler halinde… Asrın ihtiyaçlarına tam cevap verir… Aklı ve kalbi tatmin eder… Kur’an-ı Kerîm’in yirminci asırdaki –lafzî değil– manevî tefsiri… İspat ediyor!.. Akla gelen bütün istifhamları… Zerreden güneşe kadar iman mertebelerini… Vahdaniyet-i İlahiyeyi… Nübüvvetin hakikatini… İspat ediyor!.. Arz ve semavatın tabakatından, melaike ve ruh bahsinden, zamanın hakikatinden, haşir ve âhiretin vukuundan, cennet ve cehennemin varlığından, ölümün mahiyet-i asliyesinden ebedî saadet ve şakavetin menbaına kadar… Akla gelen ve gelmeyen bütün imanî meseleleri en kat’î delillerle aklen, mantıken, ilmen ispat ediyor… Pozitif ilimlerin müşevviki… Riyazî meselelerden daha kat’î delillerle aklı ve kalbi ikna edip merakları izale eden bir şaheser… *** Az miktarda bastırılabilen, hiçbir ticarî gaye ve zihniyetle çalışılmayarak bâyilere dahi verilmeyen bu eserlerin geliri, mütebâki eserlerin tabına hasredilecektir. Büyük bir titizlik ve hassasiyetle üzerinde durduğumuz mühim bir husus da Risale-i Nur’un lâyık ellere geçmesi ve onun hakiki fiyatı olarak en az yirmi beş kişinin istifade etmesinin temin edilmesidir. Bu manevî tefsir; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar diye dört büyük kısımdan müteşekkil olup yekûnü yüz otuz risaledir. Neşrinde Çalışanlar
Loading Preview
Sorry, preview is currently unavailable. You can download the paper by clicking the button above.