Papers by Münevver Azizoglu-Bazan

Fe Dergi, 2024
Abstract
Feminist research processes have demonstrated that scientific research cannot be conside... more Abstract
Feminist research processes have demonstrated that scientific research cannot be considered independent of the researcher’s interests, desires, needs, and fears. Accordingly, in addition to the research
questions, the impact of the researcher’s subjectivity and personal experiences on the research process
transformed to be positioned as too important to be ignored. Feminist research practice, as a methodological premise, redefines those being studied as “subjects” rather than “objects” and positions the
researcher as “affected and positioned” rather than “objective and neutral.” This feminist positioning
has direct implications for research. This study evaluates the methodological and conceptual framework
of the research process in the light of feminist epistemology and discusses the effects of the subjectivity
and reflexivity of the researcher on the field experiences and the data obtained.In this context, this article examines the (new) contexts, tensions, and affective dynamics that emerge in the relationship between the researcher and the research subject, as well as between the researcher and the participants.
Drawing on experiences, observation protocols, and research journals from the fieldwork conducted
for my doctoral study, which focused on the empowerment experiences of women activists within the
Kurdish Women’s Movement in Germany, and explores the impact of these factors on the research process. Within this framework, the “third eye” metaphor stands out as a critical tool for understanding and
making sense of the experiences of both the researcher and the participants.
Keywords: Insider researcher, Kurdish Women's Movement, situated knowledge, partiality, concernment
and self-reflexivity
WORK ON PROGRESS - Doktorand*innen-Jahrbuch 2020 der Rosa-Luxemburg-Stiftung, 2020
Dass die unterschiedlichen Unterdrückungserfahrungen von Frauen die Idee einer universellen Schwe... more Dass die unterschiedlichen Unterdrückungserfahrungen von Frauen die Idee einer universellen Schwesternschaft unmöglich machen und von einem homogenen Wir nicht gesprochen werden kann, gilt in den heutigen Debatten weitgehend als akzeptiert. Die feministische Agenda beschäftigt sich mit den Fragen nach den (Un)Möglichkeiten eines gemeinsamen Kampfes und der Solidarität auf verschiedenen Ebenen. Die kurdische Frauenbewegung verwendet dagegen Begriffe, wie Wir, universelle Schwesternschaft in ihren Aufsätzen sehr zentral und beansprucht für sich die universelle gemeinsame Organisierung aller Frauen.
WIDERSPRUCH 74 Beiträge zu sozialistischer Politik Frauen*streiken Der Frauen*streik verändert di... more WIDERSPRUCH 74 Beiträge zu sozialistischer Politik Frauen*streiken Der Frauen*streik verändert die Schweiz. In ihm gipfelte ein vielfältiger Widerstand. Was ist jetzt zu tun? Wie wird sich die feministische Bewe-gung entwickeln und organisieren, um neue Modelle gesellschaftlichen Zusammenlebens zu verwirklichen? Analysen und Vorschläge, wie die gemachten Erfahrungen ermutigen können. In der Schweiz und darüber hinaus.
Im autonomen kurdischen Rojava existiert ein geschlechtergerechter Konföderalismus. Das hat eine ... more Im autonomen kurdischen Rojava existiert ein geschlechtergerechter Konföderalismus. Das hat eine Geschichte: Ab 1987 mobilisierte die Bewegung auch in Westeuropa Frauen für den Widerstand. Im gemeinsamen Kampf entwickelten sie eigenständige Positionen.

Bir "direniş" ve "mağduriyet" kültü olarak annelik, 2019
Bir "direniş" ve "mağduriyet" kültü olarak annelik
"Oğlum dağa kaçırıldı" iddiasıyla Amed HDP bi... more Bir "direniş" ve "mağduriyet" kültü olarak annelik
"Oğlum dağa kaçırıldı" iddiasıyla Amed HDP binasının camlarını kırarak bina önünde oturma eylemine başlayan 'anne'nin görüntüleri, Amed'deki kayyum protestoları haberleri paralelinde ekranlara düştü. Bir kesim medya için oğlu dağa kaçırılan annenin mücadelesi sayesinde oğlu bulunmuş veya TEM ekiplerine teslim olmuştu. Olayın bu tarafında ise genç "zorla evlendirilmekten" kaçtığını beyan etmişti. Bizler her ne kadar "zorla evlendirilmekten" kaçan genç erkeklere çok alışık değilsek de işin bu boyutuna değil de "evladı" için cam pencere kıran, oturma eyleminde bulunan annenin "annelik" motivasyonuna odaklanacağız. "Annelik" kavramına bugün içerisinde bulunduğumuz kapitalist-ataerkil toplum içerisinde biçilen 'kutsal, biricik, evcil' anlamın, aslında insanlık tarihi göz önüne getirilirse hemen yanı başımızda duran endüstri devriminin bir ürünü olduğunu bilmek bu meseleye yaklaşımımızın ilk belirleyeni olacaktır. Anneliği ve annelik üzerinden kadınlığı evle ve çocukla sınırlı bireysel bir pozisyona indirgeyen erken kapitalist süreç, bugün anneliğe atfedilen bütün anlamları kendi çıkarları doğrultusunda formüle etmiş ve insanlığın önüne "ideal anne/ideal kadın" resmi olarak sunmuştur. Nedir atfedilen bu anlamlar? Öncelikle kadının en kutsal ve onurlu görevi anneliktir. Anne şefkati ve fedakarlığı ile çocuğuna ve ailesine kendisini adayandır. Anne çocuğunu devlet ve toplumun geleceği için en ideal biçimde yetiştirmekle görevli kişidir. Özel alan annenin mahremiyeti olarak dokunulmazdır. Devletin aile üzerinde, babanın anne üzerinde hakkı olduğu gibi annenin de çocuk üzerinde hakkı vardır. Bu sistematik ve hiyerarşik iktidar ilişkisi devletin bekası için elzemdir. Anneliğin kapitalist devlet sistemi içerisindeki bu pozisyonlandırılmasına karşılık insanlık tarihi anne ve anneliğin toplumsal bir karaktere sahip olduğu uzun bir geçmişe sahiptir. Patriyarkal sistemin çok baskın olmadığı veya ana yanlı sistemin halen kısmen hakim olduğu toplumlarda annelik üzerine yapılan araştırmalar bu toplumlarda annelik ve babalığın toplumsal ve kültürel kavramlar olduklarını ve bu toplumlarda örneğin günümüzde çocuk yetiştirme gibi temel annelik görevi gibi görülen sorumlulukların kolektif bir biçimde topluluk içinde üstlenildiğini göstermiştir. Bu toplumlarda günümüzde anneye atfedilen 'bireysel, özel' alandan söz etmek mümkün değildir. Çocuk ve anne ilişkisi biyolojik bir ilişkinin ötesindedir. Çocuk biyolojik annesinin denetiminde ve eğitiminde büyümez. Çocuğun yetiştirilmesi bütün toplumun sorumluluğundadır. Bu açıdan bir tahakküm ilişkisi de söz konusu değildir. Anneliğin biyolojik olmaktan ziyade politik, kültürel ve toplumsal bir kategori olduğu tespiti bu açıdan bu yazının diğer bir belirleyeni olacaktır.

Wek amûreke şîdetê saziyên dewletê, 2019
Mijara jinên di saziyên “ewlehî”yê (saziyên li ser bingeha êrîşê -û ne xweparastinê- hatine sazî ... more Mijara jinên di saziyên “ewlehî”yê (saziyên li ser bingeha êrîşê -û ne xweparastinê- hatine sazî kirin tên qesd kirin) de, an jî desthilatdar de kar dikin, yek ji mijarên lêkolînên derbarê jinan û femînîzmê ye. Jin di dîroka baviksalariyê de ne tenê wek qurban, di heman demî de wek sûcdar jî cihê xwe girtine û digirin. Ev tespit bê guman rastiya ku jin ji ber zayenda xwe li her derê cihanê leqayî şîdetê tên, kêmtir nake, bêwate nake û naxe nav pirsan. Şîdeta li ser jinan (û keçikan) fenomeneke pergala desthilatdar a zilamtiyê ye. Bêyi cudahiya ol, bawerî, çîn, etnîsite û hwd. jin di hemî dever û dewletan de bi şîdeta mêr ve rûbirû dimînin. Sedemên şîdeta li ser jinê bi dehan salan e mijara lêkolînên ser şîdetê û bi taybetî lêkolînên femînizmê ye. Sedema herî esasî ku hemî lêkolîn tê de yekbuyî ne, ew e ku pergala desthilatdar şîdetê wek amûra herî bi hêz bikar tîne. Şîdet bi hemî têşeyên xwe ji bo pêşxistin û parastina serdestiyê di bin xizmeta pergalê de ye. Wek têşeya herî sistematik û bingehîn şîdeta li hember jinê li gorî vê tespîtê li ser esasa “dubendiya têkîliyên nav zayendan” tê avakirin. Ango li ser baweriya “mêrê serdest û jina bindest”. Ev dubendî di hemî tevnan (Struktur) de xwe (wek rolên zayenda civakî) wisa bi cîh kiriye ku, şîdeta li hember jinê di van tevnan de ji bo nîşaneya serdestiya zilam wek amûr derdikeve holê.
Kelime anlamı "öz güçlenme", "otonom ve öz idareyi güçlendirme" olarak açıklanabilecek olan empow... more Kelime anlamı "öz güçlenme", "otonom ve öz idareyi güçlendirme" olarak açıklanabilecek olan empowerment kavramı özellikle feminist literatürde, sosyal hareket teorileri alanında ve özellikle günümüzde sosyal çalışma alanlarında oldukça geçerliliği olan bir kavram. Daha çok empowerment konseptinin güç ilişkileri ve cinsiyet bağlamında ele alınışını irdeleyecek olan bu yazı hem empowerment'in tarihsel gelişimine ışık tutacak, hem de günümüz kadın hareketi mücadelesinde empowerment'in bir konsept olarak nasıl bir rolü olduğunu Kürt Kadın Hareketi'nin Jineoloji tartışmaları çerçevesinde değerlendirmeye çalışacaktır.

Ära in der Türkei und in Kurdistan 2 reicht bis in die 1970er zurück. Nach dem Militärputsch 1980... more Ära in der Türkei und in Kurdistan 2 reicht bis in die 1970er zurück. Nach dem Militärputsch 1980 entstanden besonders in den Metropolen der Türkei "unabhängig von politischen Parteien, dem Feminismus der Türkei und den Männern" (Açık 2003: 134) kurdische Frauengruppen, kurdische Frauenzeitschriften und -kreise. Ab den 1990er Jahren treten die kurdischen Frauenorganisationen eher mit politischen Forderungen hervor, für die der Einfluss der ‚Serhildan' 3 in der kurdischen Region in der Türkei, der Migration nach Westen, der aktiven Beteiligung der Frauen an der ‚kurdischen Bewegung' ziemlich groß ist Açık 2003: 134-136). Die Organisierung der kurdischen Frauen ab dem Jahr 1990 in der Form von Vereins-, Gruppen-, und Zeitschriftenumfeld kann auf zwei verschiedenen Grundlagen definiert werden: Erstens auf den feministischen, kurdischen Frauengruppen, die sich unabhängig von politischen Parteien und Institutionen organisiert haben, zweitens auf den kurdischen Fraueninstitutionen, die sich parallel zu der ‚kurdischen Bewegung' entwickelt haben. Die ‚unabhängigen' feministischen kurdischen Gruppen führten ihre Aktivitäten eher in Istanbul durch (z.B. die Unabhängige Kurdische Frauengruppe im Jahr 1990) und setzten ihre Existenz später mit verschiedenen Zeitschriften bis zum Ende der 1990er fort (Roza, Jûjîn, Jin û Jiyan usw.). Die Frauenorganisationsarbeiten, die sich parallel zur ‚kurdischen Bewegung' entwickelt haben, erreichten vorrangig in Istanbul ihren offiziellen Status (z.B. der 1991 gegründete Verein der Patriotischen Frauen). Aber infolge der Staatsrepression wurden diese Frauenorganisationen jedes Mal verboten, weshalb sie ihre Arbeit unter anderen Namen in Istanbul und in anderen Städten weitergeführt haben (Açık 2003: 135 ff.; Aktaş 2015: 2). Besonders die als der ‚Serhildan'-Prozess (Strohmeier & Yalcin-Heckman 2000; Açık 2003;
Feminist literatürde ve sosyal bilim alanında " rape cultur" olarak kullanımını bulan "tecavüz kü... more Feminist literatürde ve sosyal bilim alanında " rape cultur" olarak kullanımını bulan "tecavüz kültürü" kavramı tecavüz ve farklı cinsel şiddet formlarının yaygın olduğu, tolere edildiği ve normalleştirildiği sosyal çevre ve toplumlara dikkati çeker. Tecavüz kültürünün hakim olduğu toplumlarda, mağdurun faili tetiklediği ön kabulünden hareketle kadın giyim kuşamından, hareketlerine, konuşmasına kadar cinsel obje olarak görülür; failin eylemi çeşitli biçimlerde meşrulaştırılır.
talk by Münevver Azizoglu-Bazan
Uploads
Papers by Münevver Azizoglu-Bazan
Feminist research processes have demonstrated that scientific research cannot be considered independent of the researcher’s interests, desires, needs, and fears. Accordingly, in addition to the research
questions, the impact of the researcher’s subjectivity and personal experiences on the research process
transformed to be positioned as too important to be ignored. Feminist research practice, as a methodological premise, redefines those being studied as “subjects” rather than “objects” and positions the
researcher as “affected and positioned” rather than “objective and neutral.” This feminist positioning
has direct implications for research. This study evaluates the methodological and conceptual framework
of the research process in the light of feminist epistemology and discusses the effects of the subjectivity
and reflexivity of the researcher on the field experiences and the data obtained.In this context, this article examines the (new) contexts, tensions, and affective dynamics that emerge in the relationship between the researcher and the research subject, as well as between the researcher and the participants.
Drawing on experiences, observation protocols, and research journals from the fieldwork conducted
for my doctoral study, which focused on the empowerment experiences of women activists within the
Kurdish Women’s Movement in Germany, and explores the impact of these factors on the research process. Within this framework, the “third eye” metaphor stands out as a critical tool for understanding and
making sense of the experiences of both the researcher and the participants.
Keywords: Insider researcher, Kurdish Women's Movement, situated knowledge, partiality, concernment
and self-reflexivity
"Oğlum dağa kaçırıldı" iddiasıyla Amed HDP binasının camlarını kırarak bina önünde oturma eylemine başlayan 'anne'nin görüntüleri, Amed'deki kayyum protestoları haberleri paralelinde ekranlara düştü. Bir kesim medya için oğlu dağa kaçırılan annenin mücadelesi sayesinde oğlu bulunmuş veya TEM ekiplerine teslim olmuştu. Olayın bu tarafında ise genç "zorla evlendirilmekten" kaçtığını beyan etmişti. Bizler her ne kadar "zorla evlendirilmekten" kaçan genç erkeklere çok alışık değilsek de işin bu boyutuna değil de "evladı" için cam pencere kıran, oturma eyleminde bulunan annenin "annelik" motivasyonuna odaklanacağız. "Annelik" kavramına bugün içerisinde bulunduğumuz kapitalist-ataerkil toplum içerisinde biçilen 'kutsal, biricik, evcil' anlamın, aslında insanlık tarihi göz önüne getirilirse hemen yanı başımızda duran endüstri devriminin bir ürünü olduğunu bilmek bu meseleye yaklaşımımızın ilk belirleyeni olacaktır. Anneliği ve annelik üzerinden kadınlığı evle ve çocukla sınırlı bireysel bir pozisyona indirgeyen erken kapitalist süreç, bugün anneliğe atfedilen bütün anlamları kendi çıkarları doğrultusunda formüle etmiş ve insanlığın önüne "ideal anne/ideal kadın" resmi olarak sunmuştur. Nedir atfedilen bu anlamlar? Öncelikle kadının en kutsal ve onurlu görevi anneliktir. Anne şefkati ve fedakarlığı ile çocuğuna ve ailesine kendisini adayandır. Anne çocuğunu devlet ve toplumun geleceği için en ideal biçimde yetiştirmekle görevli kişidir. Özel alan annenin mahremiyeti olarak dokunulmazdır. Devletin aile üzerinde, babanın anne üzerinde hakkı olduğu gibi annenin de çocuk üzerinde hakkı vardır. Bu sistematik ve hiyerarşik iktidar ilişkisi devletin bekası için elzemdir. Anneliğin kapitalist devlet sistemi içerisindeki bu pozisyonlandırılmasına karşılık insanlık tarihi anne ve anneliğin toplumsal bir karaktere sahip olduğu uzun bir geçmişe sahiptir. Patriyarkal sistemin çok baskın olmadığı veya ana yanlı sistemin halen kısmen hakim olduğu toplumlarda annelik üzerine yapılan araştırmalar bu toplumlarda annelik ve babalığın toplumsal ve kültürel kavramlar olduklarını ve bu toplumlarda örneğin günümüzde çocuk yetiştirme gibi temel annelik görevi gibi görülen sorumlulukların kolektif bir biçimde topluluk içinde üstlenildiğini göstermiştir. Bu toplumlarda günümüzde anneye atfedilen 'bireysel, özel' alandan söz etmek mümkün değildir. Çocuk ve anne ilişkisi biyolojik bir ilişkinin ötesindedir. Çocuk biyolojik annesinin denetiminde ve eğitiminde büyümez. Çocuğun yetiştirilmesi bütün toplumun sorumluluğundadır. Bu açıdan bir tahakküm ilişkisi de söz konusu değildir. Anneliğin biyolojik olmaktan ziyade politik, kültürel ve toplumsal bir kategori olduğu tespiti bu açıdan bu yazının diğer bir belirleyeni olacaktır.
talk by Münevver Azizoglu-Bazan
Feminist research processes have demonstrated that scientific research cannot be considered independent of the researcher’s interests, desires, needs, and fears. Accordingly, in addition to the research
questions, the impact of the researcher’s subjectivity and personal experiences on the research process
transformed to be positioned as too important to be ignored. Feminist research practice, as a methodological premise, redefines those being studied as “subjects” rather than “objects” and positions the
researcher as “affected and positioned” rather than “objective and neutral.” This feminist positioning
has direct implications for research. This study evaluates the methodological and conceptual framework
of the research process in the light of feminist epistemology and discusses the effects of the subjectivity
and reflexivity of the researcher on the field experiences and the data obtained.In this context, this article examines the (new) contexts, tensions, and affective dynamics that emerge in the relationship between the researcher and the research subject, as well as between the researcher and the participants.
Drawing on experiences, observation protocols, and research journals from the fieldwork conducted
for my doctoral study, which focused on the empowerment experiences of women activists within the
Kurdish Women’s Movement in Germany, and explores the impact of these factors on the research process. Within this framework, the “third eye” metaphor stands out as a critical tool for understanding and
making sense of the experiences of both the researcher and the participants.
Keywords: Insider researcher, Kurdish Women's Movement, situated knowledge, partiality, concernment
and self-reflexivity
"Oğlum dağa kaçırıldı" iddiasıyla Amed HDP binasının camlarını kırarak bina önünde oturma eylemine başlayan 'anne'nin görüntüleri, Amed'deki kayyum protestoları haberleri paralelinde ekranlara düştü. Bir kesim medya için oğlu dağa kaçırılan annenin mücadelesi sayesinde oğlu bulunmuş veya TEM ekiplerine teslim olmuştu. Olayın bu tarafında ise genç "zorla evlendirilmekten" kaçtığını beyan etmişti. Bizler her ne kadar "zorla evlendirilmekten" kaçan genç erkeklere çok alışık değilsek de işin bu boyutuna değil de "evladı" için cam pencere kıran, oturma eyleminde bulunan annenin "annelik" motivasyonuna odaklanacağız. "Annelik" kavramına bugün içerisinde bulunduğumuz kapitalist-ataerkil toplum içerisinde biçilen 'kutsal, biricik, evcil' anlamın, aslında insanlık tarihi göz önüne getirilirse hemen yanı başımızda duran endüstri devriminin bir ürünü olduğunu bilmek bu meseleye yaklaşımımızın ilk belirleyeni olacaktır. Anneliği ve annelik üzerinden kadınlığı evle ve çocukla sınırlı bireysel bir pozisyona indirgeyen erken kapitalist süreç, bugün anneliğe atfedilen bütün anlamları kendi çıkarları doğrultusunda formüle etmiş ve insanlığın önüne "ideal anne/ideal kadın" resmi olarak sunmuştur. Nedir atfedilen bu anlamlar? Öncelikle kadının en kutsal ve onurlu görevi anneliktir. Anne şefkati ve fedakarlığı ile çocuğuna ve ailesine kendisini adayandır. Anne çocuğunu devlet ve toplumun geleceği için en ideal biçimde yetiştirmekle görevli kişidir. Özel alan annenin mahremiyeti olarak dokunulmazdır. Devletin aile üzerinde, babanın anne üzerinde hakkı olduğu gibi annenin de çocuk üzerinde hakkı vardır. Bu sistematik ve hiyerarşik iktidar ilişkisi devletin bekası için elzemdir. Anneliğin kapitalist devlet sistemi içerisindeki bu pozisyonlandırılmasına karşılık insanlık tarihi anne ve anneliğin toplumsal bir karaktere sahip olduğu uzun bir geçmişe sahiptir. Patriyarkal sistemin çok baskın olmadığı veya ana yanlı sistemin halen kısmen hakim olduğu toplumlarda annelik üzerine yapılan araştırmalar bu toplumlarda annelik ve babalığın toplumsal ve kültürel kavramlar olduklarını ve bu toplumlarda örneğin günümüzde çocuk yetiştirme gibi temel annelik görevi gibi görülen sorumlulukların kolektif bir biçimde topluluk içinde üstlenildiğini göstermiştir. Bu toplumlarda günümüzde anneye atfedilen 'bireysel, özel' alandan söz etmek mümkün değildir. Çocuk ve anne ilişkisi biyolojik bir ilişkinin ötesindedir. Çocuk biyolojik annesinin denetiminde ve eğitiminde büyümez. Çocuğun yetiştirilmesi bütün toplumun sorumluluğundadır. Bu açıdan bir tahakküm ilişkisi de söz konusu değildir. Anneliğin biyolojik olmaktan ziyade politik, kültürel ve toplumsal bir kategori olduğu tespiti bu açıdan bu yazının diğer bir belirleyeni olacaktır.