
Bora BAYRAKTAR
Address: İstanbul
less
Related Authors
Edith Szanto
University of Alabama - Tuscaloosa
Benjamin Isakhan
Deakin University
Armando Marques-Guedes
UNL - New University of Lisbon
M. Sait Türkhan
Istanbul University
Hatem Bazian
University of California, Berkeley
George Lawson
The Australian National University
Keith David Watenpaugh
University of California, Davis
Paolo Maggiolini
Università Cattolica del Sacro Cuore (Catholic University of the Sacred Heart)
Mustafa Aydin
Kadir Has University
Laurent Bricault
Université Toulouse II Jean Jaurès
InterestsView All (8)
Uploads
Books by Bora BAYRAKTAR
henüz yeni gelişmekte olan barış süreci kavramının ne olduğu, hangi unsurları içerdiği, bu köklü ve büyük siyasi projenin başarıya ulaşması için ne gibi koşulların yerine getirilmesi gerektiği gibi konular tartışılmaktadır.
Bu teorik altyapı ele alınarak İsrail ile Filistinliler arasında yaklaşık 10 yıl yürütülen müzakere sürecinin neden kalıcı barış sağlayamadığı, tarafların hangi nedenlerle anlaşmaya varamadığı ve hepsinden önemlisi, bu kadar çaba harcanan bir süreç sonunda tarafların neden müzakereden vazgeçerek şiddet eylemlerine geri döndüğü sorularına
yanıt aranmaktadır.
Çalışma sonucunda çatışma çözümü alanının getirdiği yeni yaklaşım ve yöntemlerin barış adına önemli adımlar atılmasını sağlamakla birlikte güç dengelerini hesaba katmadan yapılan düzenlemelerin başarıya ulaşamayacağı, asimetrik çatışmalarda arabulucu rolü
oynayan tarafın kalıcı barış yerine kendi çıkarlarını koruyacak çözümlere yönelmesinin sürece yardımcı olmayacağı ve İsrail-Filistin sorunu gibi tarafların birbirlerinin varlığı inkar ettiği çözümü zor çatışmalarda kimlik dönüşümü gerçekleşmeden anlaşmazlığın çözülemeyeceği sonucuna varılmıştır.
Çalışmadaki diğer bulgular şöyle özetlenebilir: İsrail’deki Şimdi Barış Örgütü’nün ifadesiyle “barış ülkesi için bir parça toprak” ya da “barış için toprak” ilkesinin İsrail-Filistin sorununu çözmeye yetmediği görülmüştür. ABD arabuluculukta tarafsızlığını koruyamayarak “adil arabulucu” olamamış ve pek çok durumda ağırlığını İsrail’den yana
koymuştur. İki taraf İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik açısından dinsel ve hassas bir değer olan Kudüs konusunda taviz verememiştir, imzalanan anlaşmaların koşullarını yerine getirmemiştir. Son olarak Camp David Zirvesi’nin sonunda tarafların birbirlerinin barış ortağı olarak meşruiyetini tartışmaya açması, Oslo Barış Süreci’nin sonunu getirmiş ve bu
bölgeyi yeniden şiddete sürüklenmiştir.
Papers by Bora BAYRAKTAR
önemli bir hal aldı. Bu nedenle büyük firmaların ötesinde devletler de örtülü ya da doğrudan medya yatırımları yapmaktadır. Gözlerine kestirdikleri ülkeler başta olmak üzere dünya genelinde kurdukları televizyon kanalları, gazeteler ve haber siteleriyle kendi görüşlerini kendi
gerçeklerini anlatmaya çalışıyorlar. Rusya’nın Russia Today ve Sputnik gibi girişimleri, İran’ın Press TV’si, Almanların Deutsche Welle’si, İngilizce yayına başlayan Al Jazeera, Çin’in, Suudi Arabistan’ın desteklediği yayın kuruluşları bunlara örnek gösterilebilir. Burada amaç on yıllardır Batı egemenliğindeki haber kaynaklarını dengelemek ve hikâyenin diğer yönlerini anlatarak
dünya kamuoyunu etkilemektir.
arttırmak üzere hamleler yapmıştır. Türkiye 20 Ocak 1018’de de “terörle mücadele” ve “hudut bölgesi güvenliği” kapsamında Suriye’nin Afrin vilayetinde de bir askeri harekat düzenlemiştir. Türkiye’nin hukuksal zeminini “meşru müdafaa” üzerine oturttuğu bu harekat Suriye iç savaşındaki dengeleri de etkileyen önemli bir adım olmuştur. Bu
çalışmada Zeytin Dalı Harekatı’nın nasıl bir konjonktürde gerçekleştirildiği ve Suriye iç savaşına olası etkileri değerlendirilmektedir
ABSTRACT
When do states use force? What are the legitimate reasons for it? These are the basic questions of international relations and are still subject of debate. The main reason of this discussion is that use of force is a radical tool of foreign policy and it changes balance of power deeply. Especially in the Middle East region, following the uprisings in 2011, use of hard power has become a common exercise. Turkey as an important player in the region has used force in Syria by launching Euphrates Shield Operation starting on 24 August 2016 to protect its borders and to increase its role in the civil war. Once again on January 20th, 2018 Turkey initiated another military operation under the brand of “Olive Branch” "to fight against terrorism” and “to protect its border area” near in Afrin province of Syria. The consequences of this operation are beyond that reasoning and will have impact on Syrian civil war. In this article the international conjuncture of this operation enabling Turkey to act militarily and its consequences have been analyzed.
For several reasons the Question of Palestine has been closely followed by Turkey especially after the
establishment of State of Israel. Turkey’s engagement with Palestinian territories is beyond her historical
ties with it. At first, until 1990s, Palestinian issue served Turkish foreign policy to manage its relationship with the Arab World starting from 1960s. The other side of the coin was Turkey’s strained relations
with Israel. The Oslo Peace Process between Israel and Palestinians enabled Turkey to boost its relations
with Israel, reaching level of military partnership. After 2000s, Turkey’s balanced Palestinian policy
has been dramatically changed and Turkey apparently became the leading advocate of “the Palestinian cause.” This article focuses on the evaluation of Turkey’s Palestinian policy and the logic behind it. Öz
Filistin Sorunu özellikle İsrail Devleti’nin kuruluşundan itibaren çeşitli nedenlerden dolayı Türkiye
tarafından yakından izlenmektedir. Türkiye’nin Filistin toprakları ile bağı bu coğrafya ile tarihi bağlarından öte anlamlar içermektedir. 1960’lardan 1990’lara kadar Filistin Sorunu Türk dış politikasında
Arap dünyası ile ilişkileri düzenlemekte bir araç olarak öne çıkmıştır. Filistin sorunu Türkiye’nin İsrail
ile sorunlu ilişkilerinin de sebepleri arasındadır, Türkiye’nin Batı ile ilişkileri açısından referans olmuştur. 1990’lardaki İsrail ile Filistinliler arasındaki Oslo Barış Süreci Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin
gelişmesini ve askeri ortaklığa kadar ilerlemesini sağlamıştır. 2000’li yıllardan itibaren İkinci İntifada
ile birlikte Türkiye’nin yürüttüğü denge politikası kökten değişmiş ve Türkiye “Filistin Davası’nın” önde
gelen savunucularından biri haline gelmiştir. Bu makale Türkiye’nin Filistin politikasındaki değişimi
ve bunun arkasındaki düşünceyi açıklamaya çalışmaktadır.
complexity of the issues, the failure did not surprise most experts who follow the Israeli-Palestinian conflict. The reasons are many, but no doubt, the main issue is the distrust between the two sides. The Palestinians, on the one hand, believe that Israel does not want to leave the West Bank and is pursuing the unilateral security policies
implemented by Ariel Sharon and his successors after the Camp David talks in 2000. Israel, on the other hand, believes there is no partner on the Palestinian side, with its leadership divided and with Hamas showing no sign of recognizing Israel’s very existence. Due to the distrust between them, the two parties are heavily dependent on US
mediation. Accordingly, both sides restarted negotiations under pressure from the Barack Obama administration half heartedly. In addition to existing problems, Turkey’s involvement in the conflict by challenging the Gaza embargo and by supporting Palestinians at the expense of Israel in the international arena jeopardized American efforts. So, the failure of the talks was no surprise for many and no doubt it will have considerable consequences for both sides, as the July War in Gaza proves. This article focuses on the limits of American mediation for building trust between the sides, the micro-reasons of the failure of the talks, the possible consequences of this failure, and Turkey’s Palestinian policy as a further complicating factor.
henüz yeni gelişmekte olan barış süreci kavramının ne olduğu, hangi unsurları içerdiği, bu köklü ve büyük siyasi projenin başarıya ulaşması için ne gibi koşulların yerine getirilmesi gerektiği gibi konular tartışılmaktadır.
Bu teorik altyapı ele alınarak İsrail ile Filistinliler arasında yaklaşık 10 yıl yürütülen müzakere sürecinin neden kalıcı barış sağlayamadığı, tarafların hangi nedenlerle anlaşmaya varamadığı ve hepsinden önemlisi, bu kadar çaba harcanan bir süreç sonunda tarafların neden müzakereden vazgeçerek şiddet eylemlerine geri döndüğü sorularına
yanıt aranmaktadır.
Çalışma sonucunda çatışma çözümü alanının getirdiği yeni yaklaşım ve yöntemlerin barış adına önemli adımlar atılmasını sağlamakla birlikte güç dengelerini hesaba katmadan yapılan düzenlemelerin başarıya ulaşamayacağı, asimetrik çatışmalarda arabulucu rolü
oynayan tarafın kalıcı barış yerine kendi çıkarlarını koruyacak çözümlere yönelmesinin sürece yardımcı olmayacağı ve İsrail-Filistin sorunu gibi tarafların birbirlerinin varlığı inkar ettiği çözümü zor çatışmalarda kimlik dönüşümü gerçekleşmeden anlaşmazlığın çözülemeyeceği sonucuna varılmıştır.
Çalışmadaki diğer bulgular şöyle özetlenebilir: İsrail’deki Şimdi Barış Örgütü’nün ifadesiyle “barış ülkesi için bir parça toprak” ya da “barış için toprak” ilkesinin İsrail-Filistin sorununu çözmeye yetmediği görülmüştür. ABD arabuluculukta tarafsızlığını koruyamayarak “adil arabulucu” olamamış ve pek çok durumda ağırlığını İsrail’den yana
koymuştur. İki taraf İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik açısından dinsel ve hassas bir değer olan Kudüs konusunda taviz verememiştir, imzalanan anlaşmaların koşullarını yerine getirmemiştir. Son olarak Camp David Zirvesi’nin sonunda tarafların birbirlerinin barış ortağı olarak meşruiyetini tartışmaya açması, Oslo Barış Süreci’nin sonunu getirmiş ve bu
bölgeyi yeniden şiddete sürüklenmiştir.
önemli bir hal aldı. Bu nedenle büyük firmaların ötesinde devletler de örtülü ya da doğrudan medya yatırımları yapmaktadır. Gözlerine kestirdikleri ülkeler başta olmak üzere dünya genelinde kurdukları televizyon kanalları, gazeteler ve haber siteleriyle kendi görüşlerini kendi
gerçeklerini anlatmaya çalışıyorlar. Rusya’nın Russia Today ve Sputnik gibi girişimleri, İran’ın Press TV’si, Almanların Deutsche Welle’si, İngilizce yayına başlayan Al Jazeera, Çin’in, Suudi Arabistan’ın desteklediği yayın kuruluşları bunlara örnek gösterilebilir. Burada amaç on yıllardır Batı egemenliğindeki haber kaynaklarını dengelemek ve hikâyenin diğer yönlerini anlatarak
dünya kamuoyunu etkilemektir.
arttırmak üzere hamleler yapmıştır. Türkiye 20 Ocak 1018’de de “terörle mücadele” ve “hudut bölgesi güvenliği” kapsamında Suriye’nin Afrin vilayetinde de bir askeri harekat düzenlemiştir. Türkiye’nin hukuksal zeminini “meşru müdafaa” üzerine oturttuğu bu harekat Suriye iç savaşındaki dengeleri de etkileyen önemli bir adım olmuştur. Bu
çalışmada Zeytin Dalı Harekatı’nın nasıl bir konjonktürde gerçekleştirildiği ve Suriye iç savaşına olası etkileri değerlendirilmektedir
ABSTRACT
When do states use force? What are the legitimate reasons for it? These are the basic questions of international relations and are still subject of debate. The main reason of this discussion is that use of force is a radical tool of foreign policy and it changes balance of power deeply. Especially in the Middle East region, following the uprisings in 2011, use of hard power has become a common exercise. Turkey as an important player in the region has used force in Syria by launching Euphrates Shield Operation starting on 24 August 2016 to protect its borders and to increase its role in the civil war. Once again on January 20th, 2018 Turkey initiated another military operation under the brand of “Olive Branch” "to fight against terrorism” and “to protect its border area” near in Afrin province of Syria. The consequences of this operation are beyond that reasoning and will have impact on Syrian civil war. In this article the international conjuncture of this operation enabling Turkey to act militarily and its consequences have been analyzed.
For several reasons the Question of Palestine has been closely followed by Turkey especially after the
establishment of State of Israel. Turkey’s engagement with Palestinian territories is beyond her historical
ties with it. At first, until 1990s, Palestinian issue served Turkish foreign policy to manage its relationship with the Arab World starting from 1960s. The other side of the coin was Turkey’s strained relations
with Israel. The Oslo Peace Process between Israel and Palestinians enabled Turkey to boost its relations
with Israel, reaching level of military partnership. After 2000s, Turkey’s balanced Palestinian policy
has been dramatically changed and Turkey apparently became the leading advocate of “the Palestinian cause.” This article focuses on the evaluation of Turkey’s Palestinian policy and the logic behind it. Öz
Filistin Sorunu özellikle İsrail Devleti’nin kuruluşundan itibaren çeşitli nedenlerden dolayı Türkiye
tarafından yakından izlenmektedir. Türkiye’nin Filistin toprakları ile bağı bu coğrafya ile tarihi bağlarından öte anlamlar içermektedir. 1960’lardan 1990’lara kadar Filistin Sorunu Türk dış politikasında
Arap dünyası ile ilişkileri düzenlemekte bir araç olarak öne çıkmıştır. Filistin sorunu Türkiye’nin İsrail
ile sorunlu ilişkilerinin de sebepleri arasındadır, Türkiye’nin Batı ile ilişkileri açısından referans olmuştur. 1990’lardaki İsrail ile Filistinliler arasındaki Oslo Barış Süreci Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin
gelişmesini ve askeri ortaklığa kadar ilerlemesini sağlamıştır. 2000’li yıllardan itibaren İkinci İntifada
ile birlikte Türkiye’nin yürüttüğü denge politikası kökten değişmiş ve Türkiye “Filistin Davası’nın” önde
gelen savunucularından biri haline gelmiştir. Bu makale Türkiye’nin Filistin politikasındaki değişimi
ve bunun arkasındaki düşünceyi açıklamaya çalışmaktadır.
complexity of the issues, the failure did not surprise most experts who follow the Israeli-Palestinian conflict. The reasons are many, but no doubt, the main issue is the distrust between the two sides. The Palestinians, on the one hand, believe that Israel does not want to leave the West Bank and is pursuing the unilateral security policies
implemented by Ariel Sharon and his successors after the Camp David talks in 2000. Israel, on the other hand, believes there is no partner on the Palestinian side, with its leadership divided and with Hamas showing no sign of recognizing Israel’s very existence. Due to the distrust between them, the two parties are heavily dependent on US
mediation. Accordingly, both sides restarted negotiations under pressure from the Barack Obama administration half heartedly. In addition to existing problems, Turkey’s involvement in the conflict by challenging the Gaza embargo and by supporting Palestinians at the expense of Israel in the international arena jeopardized American efforts. So, the failure of the talks was no surprise for many and no doubt it will have considerable consequences for both sides, as the July War in Gaza proves. This article focuses on the limits of American mediation for building trust between the sides, the micro-reasons of the failure of the talks, the possible consequences of this failure, and Turkey’s Palestinian policy as a further complicating factor.