Papers by Mehmet Fatih ELMAS

Temaşa.Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, 2024
Felsefe tarihi bir yönüyle filozofların Tanrı, Doğa ve İnsan arasında kurdukları ilişkilerin tari... more Felsefe tarihi bir yönüyle filozofların Tanrı, Doğa ve İnsan arasında kurdukları ilişkilerin tarihidir. Yeni Çağ’da teleolojik fiziğin mekanik fizikle aşılması sonucunda bu üç kavram ve aralarındaki ilişkiler yeniden düzenlenerek, metafizik-etik alanın söylemi de yeniden kurgulanmıştır. Ahlâk alanına mevcut pek çok metafizik-etik sistemin ve dinlerin boyutlarını aşarak yaptığı felsefî müdahaleyle Immanuel Kant sadece aklı kullanma cesaretiyle ilâhî sayılan iyiliği insanî düzleme indirerek, hakikatin zeminini yeniden değiştirmiştir. Ahlâk alanını numenal düzeyde yeniden kurmaya çalışan Kant’ın bir ideal olarak insanın önüne koyduğu amaç, ona layık olabilmek için gösterilecek pratik çabayla ortaya çıkacağına duyulan inanç mesabesinde aklîdir. İnsan bu inanç doğrultusunda kendisini hep daha iyi bir varlığa dönüştürmek suretiyle en yüksek iyi’ye ulaşabileceğini umabilir. Bu umudun ger- çekleşmesi için adil ve lütufkâr iradesiyle dünyanın mükemmel olan bir varlık tarafından düzenlendiği fikri haklılandırılabilirdir. Tanrı’nın ahlâkî davranışlar bakımından kabulü aynı zamanda dindar insanlar için bir zemin teşkil eder. Bu tasavvurda erdemli insan ile imanlı insan aynı kişidir. İyi olmak için Tanrı’nın bizim için yapacaklarına inanç beslemek yerine, O’nun bizim için yap- acaklarına layık olmak için yapmak zorunda olduğumuz şeyleri yapmamız gerekir. Tanrı aynı zamanda kendilerini ahlâkî fâile dönüştürmeye çalışan kişiler arasında ortak yasalar altında/uğruna kurulan etik topluluğun kamusal yasakoyucusudur. Niyetle- rini ahlâk yasasına tâbî kılarak kendini kötülük ile mücadeleye adayan ve güçlerini başkalarınınkiyle birleştirerek aklın sınırları dâhilinde bir din çatısı altında bir araya gelen insanların göstereceği sürekli çabaya bağlı olarak böyle bir toplumun gerçekleşe- bileceği umut edilebilirdir. Bu makale, tüm insanlığın ahlâken yetkinleşmesi ideali doğrultusunda müşterek bir amaç yaratmaya yönelik olması bakımından Kant’ın -doğumunun 300. yılında- umuduna hâlâ ihtiyaç olduğu kanaatini paylaşmaktadır.

FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2024
16. yüzyıldan itibaren Tanrı, evren, toplum ve insan tasavvurlarını bütünlük içinde dönüştürmeye ... more 16. yüzyıldan itibaren Tanrı, evren, toplum ve insan tasavvurlarını bütünlük içinde dönüştürmeye başlayan, insanlığın tüm sorunlarını çözmeye yönelik ‘amaçlar krallığı’nın inşasına talip olan Batı Düşünce Dünyası’nın maddi ve manevi birikimlerinin 19. yüzyılda küre ölçeğine yayılmasıyla birlikte Batılı-olmayan toplumlar yeni olan karşısında büyük imtihan vermişlerdir. Henüz 1774’te askerî alanda ‘yeni dünya’nın ‘yeni zihniyeti’yle çepeçevre kuşatıldığını kavramasıyla kendine-yeterlik fikri sarsılan Osmanlı İmparatorluğu’nun ‘yeni olan’ın sunduğu olanaklardan istifade etmek üzere mektepleşme ile başlattığı hareket, Tanzimat Dönemi’nde reformu gerekli kılmış ve tutucu-pragmatik bir politikayla mevcud yeniden- düzenlenmeye çalışılmıştır. Uzun süre değişimin ne şekilde ve ne yöne doğru gerçekleşmesi gerektiği konusunda tartışmalar yaşanmış ve Cumhuriyet’le birlikte çağdaş dünyanın diliyle düşünmenin ve davranmanın zorunluluğu ilan edilerek, tepeden-tırnağa, yeni kavramlar ve değerler altında değişme programı başlatılmıştır. Bununla birlikte, Cumhuriyet-öncesinde neredeyse her konuda uygulanmakta olan çift kutuplu, iki ayrı dünyalı ilkelerin, biri lehine teke indirilmesi yönündeki çözümler, günümüze kadar etkisi hissedilen sorunları da miras bırakmıştır. Deyim yerindeyse, bir Archimedes noktası yaratmak ve saf bir madde olarak görüldüğü anlaşılan siteyi tümden Batılı formlarla biçimlendirmek isteyen kurucu iradenin (İslam ve Osmanlı birliği temelinde kurulmuş olan) eski dokuyu yeni olanla zihinlerden öteleme ve dahi silme projesi karşısında, bir başka deyişle, tümden Batılı modellemeyle ulusçuluğun ‘kendi özü’ ufkunda yeniden üretilen ‘biz’e karşı eski(memiş) olan bir biçimde nüksederek varlığını sürdürmüş ve bu durum tarihimizi gelgitli kılmıştır. Yeni yapının geride bıraktığı ve ürettiği sorunlara sahip çıkanlar ile bu sorunları bastırmayı tercih edenler arasındaki mücadeleye sosyal bilimlerin hemen her alanında şu ya da bu şekilde rastlanmaktadır. Bu makale, son 250 yıl içinde (1774-2024) anlam çevreni ana hatlarıyla yakalanmaya çalışılan ‘biz’ kurgusunda meydana gelen değişmelerin kırılma durakları üzerinden, sorunlara karşı üretilen çözümlerin etkileri bakımından sağladığı gelişmeler ve çözümlerin ürettiği sorunlarla değişmenin yarattığı yarılmalar ekseninde felsefe alanında ‘biz’in durumunu irdelemeye çalışmaktadır.

KAYGI.Bursa Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 2023
Toplum içinde gördükleri itibara karşı neredeyse tüm diyaloğlarında Sofistlere ve sofistik söz sö... more Toplum içinde gördükleri itibara karşı neredeyse tüm diyaloğlarında Sofistlere ve sofistik söz söyleme tarzına karşı eleştirilerini sıralayan Platon, onları hiçbir eserinde Sofist diyaloğundaki kadar sistemli bir şekilde eleştirmemiştir. Bu diyaloğun ayrıymış gibi görünen ancak birbirini tamamlayan iki ana savı vardır. Birincisi, büyük saygı duyduğu Parmenides’in düşüncelerinde - “baba katli” gibi bir yakıştırmayı göze alacak kadar- derinleşmek; ikincisi ise sofistlerin tümüne müşterek beyan yapısının doğruluk ve yanlışlık ile olan ilişkisini hakikat bağlamında incelemek. Buna göre Platon için Parmenides’in yaklaşımı yapısı gereği sadece "(var-)dır" hattını kabul ettiğinden, "(var-)değil-dir" istikametine kapı açmaz. Bu durum ise ancak "değil-dir"e nispeti bakımından incelenebilecek beyanların esasında nasıl incelenebileceği sorununu doğurur. Çünkü bir sofiste ne zaman "değil-dir" ile karşılık verilirse verilsin, sofist "değil-dir"in daima "(var-)değil- dir" ile "birlik"ine adım atar ve bu durum da onun beyanının Parmenides’in "(var-)dır" ve "(var- )değil-dir" ayrımı üzerinden kavranışını beraberinde getirir. Parmenides’in dediği gibi, eğer logosun izin verdiği yegâne ifade "(var-)dır" ise, bu durumda sofistlerin beyanlarının "ne"ye dair olduğu hakkında logos düzleminde konuşulamaz. Platon, Parmenides’in kavramsal çerçevesini tanzim ederek, sofistlerin yanlışa, taklide, hatta varolmayana (ancak bir bakıma da varolana) dair konuştuklarını açığa çıkarmak ister. Bu nedenle, Sofist diyaloğunda Platon, ilk olarak varolmayanın ne bakımdan var olduğunu ortaya koyarak, “yanlış” denilen (logosu veya anlamı olan ancak doğru olmayan) beyanların, mümkün olma imkânını temellendirmeye çalışmaktadır. Başka bir ifadeyle, Platon, kendisi açısından, Parmenides’in varolmayana dair düşüncelerini genişleterek hiçbir şekilde varolmayanın yanına, başka ideası ile aynı anlamda kullandığı varolmayanın ne anlamda var olduğunu kanıtlamaya çalışarak, yanlışın dayandığı varlık zeminini kurmaya çalışır. Böylece, eserde ayrı gibi görünen iki düşüncenin esasen birbirini tamamlayan yönü de açığa çıkar. Bu inceleme, Sofist diyaloğunda geliştirilen akıl yürütmelerde bir derinleşmeyle, Platon’un düşüncelerini bu konuda nasıl bir düzeye taşıdığını ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Dört Öge, 2022
Felsefede bilme faaliyeti genelde 'İyi'nin ya da mutlak olanın bilgisine yöneliktir. Felsefe tari... more Felsefede bilme faaliyeti genelde 'İyi'nin ya da mutlak olanın bilgisine yöneliktir. Felsefe tarihinde birbirinden farklı çok sayıda "(en yüksek) İyi" formülasyonu geliştirilmiş ve çeşitli şekillerde içeriklendirilen bir form olarak "İyi", başlıca ahlakî değer sayılmıştır. Geliştirdiği İyi formuyla seçkinleşen isimlerin başında Platon gelir. O bir yandan kosmosun ve kosmostaki şeylerin varoluş ilkesi olan İyi'yi mevcudiyetin ilkesi olarak belirlemiş ve diğer yandan bu ilkeyi-hüküm vermeyi olanaklı kılacak şekilde-ahlakın ölçütü kılmaya çalışmıştır. Her şeyin ölçüsünün insan olduğunu ileri süren Sofist argümana (homo mensura) karşı-her ne kadar bireysel ve toplumsal yanımızla ilgili görünse de-İyi'yi her bir insana göreli olmaktan kurtarmak amacıyla ide(al) alana taşıyarak, bütünsel bir gerçekliğe dönüştürmüş, ona mutlaklık kazandırmıştır. Bu manevrayla İyi artık salt bir sonuç değildir, fakat insanların kendisinden pay alarak, eylemleri esnasında kendisine yöneldikleri bir ilke ya da değer pozisyonuna konumlanıştır. Bir başka deyişle, Platon'un sisteminde İyi sırf kendisi için araştırılan, ulaşılmaya çalışılan, diğer her şeyin varlığını kendisine borçlu olduğu ya da her şeyin kendisiyle ilişkilendirilebildiği bir ide(al) olarak kavranılan en yüksek gerçekliğe sahip ilkedir; kendindeliğe sahip olması bakımından değerini kendinden alandır. Bu nedenle, ahlakî bir iyi etik değerini ancak bu ilkeden elde etmek durumundadır. Buna göre ilkenin seçim ve tercihlerimize bağlı olarak kişiselleştirileceği özel durumlar ya da ahlakî iyiler söz konusu olduğunda bir kimsenin erdemi bu ilkeyi gözeterek eylemde bulunmasına bağlıdır. Bu makale idealar ile şeyler arasında konumlandırılan bir kimsenin tüm insanların bir arada mutlu bir şe

Kaygı. Bursa Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 2022
İlk dönem Yunan düşünürlerinden itibaren evren, insan ve toplum üzerine bütünlüklü bir tarzda düş... more İlk dönem Yunan düşünürlerinden itibaren evren, insan ve toplum üzerine bütünlüklü bir tarzda düşünme çabalarına rastlanır. Platon da eserlerinde bu üç problem ağı üzerine son derece kapsamlı bir biçimde eğilir. Platoncu sistemde filozofun idealara referansla gerçekleştirdiği etkinlik, bir yönüyle evren, diğer yönüyle ise insanla ve toplumsal düzenle ilgilidir. Bu çerçevede, olanların (ta onta) meydana gelmesi, kendisi bir olan olmayan Demiurgos’un etkinliğine bağlanacak tarzda irdelenir. Ancak evrenin yapılandırılmasında karşımıza çıkan Demiurgos’un fiilleri ile bu fiilleri saf düşünme düzeyinde idrak edebilen filozof yöneticinin etkinliği arasında bir anlamda yakınlık vardır: her iki fail de belirli bir biçimlendirme ustasıdır. Nasıl ki ontolojik kurulumda Demiurgos ideaları temel/doğal malzemeye aksettirmek suretiyle evreni bir düzenlilik olarak şekillendirip, güzel bir iş ortaya çıkarmışsa, tıpkı bunun gibi filozofun işi de bu ontolojik zeminde bireysel mutluluğu olanaklı kılabilecek, herkesin hakkaniyet içinde bir yaşam sürebileceği politik bir örgütlenmeye dayalı bir site kurmaktır. Bu yazıda Platon’un varlık ve oluş konusundaki düşünceleri üzerine -arka planını oluşturan etik ve politik motivasyonuyla bütünlenerek- bir irdeleme yapılmaktadır.

Kilikya Felsefe Dergisi, 2022
Düşünce tarihinin neredeyse her döneminde insanı ahlaki bir faile dönüştürebilmek amacıyla çeşitl... more Düşünce tarihinin neredeyse her döneminde insanı ahlaki bir faile dönüştürebilmek amacıyla çeşitli kuramlar geliştirilmiştir. Bu kuramlarda genel olarak insanın ahlaki bir ilkeyi kendi eylemsellik alanına tatbik etmesi için gerekli olan şeyin ve erdemli davranışlarla erişilmesi hedeflenen mutluluğun ne olduğu üzerine bir düşünme faaliyeti gerçekleşir. Geliştirilen yanıtlar arasında şüphesiz çok seçkin bir yere sahip olan kuram, Kant'a aittir. Kant'a göre doğa alanında eğilim ve isteklere bağlı davranışlarla amaç olarak mutluluğa ulaşmak, insanı ahlaklı kılmaz. Bu bakımdan, insanı mutlu kılan şeyin değil, onu iyi yapan, bir ahlaki faile dönüştürmenin olanağını soruşturur. En yüksek iyiyi gerçekleştirmeyi, eğilim ve isteklere bağlı bir amaç olarak belirlenen çeşitli türden mutluluklara ulaşma çabasıyla eşitleyen tüm anlayışlar karşısında Kant, en yüksek iyiyi gerçekleştirmenin ilk koşulunu ahlaklılık, ikinci koşulu olarak-birinci koşul sağlandığı takdirde-ortaya çıkacağına inandığı mutluluk olarak belirler. Ona göre yalnızca ahlak yasasıyla belirlenen erdemli davranışların sonucunda gerçekleşeceği beklenen, aklın bir ideali olarak mutluluk insanı ahlaklı kılabilir. Nitekim özerk bir biçimde kendisi için koyduğu yasayla, akıl sahibi bir varlığını kişilik sahibi bir varlığa dönüştüren insan aynı zamanda ahlaki değer taşıyan davranışlarda bulunmanın sonucunda hep bir beklentisi olan bir varlıktır. İnsanın bu beklentisine yanıt, dinden gelir. Burada Kant, geliştirdiği ahlak öğretisinin mutluluk öğretisi olarak da adlandırılabilmesinin koşulunu ortaya koyar. Buna göre sırf akıl talep ettiği için insana ödevler yükleyen yasa zemininde temellenen en yüksek iyiyi gerçekleştirme isteğiyle, aklın yasa koyuculuğu altında yaşadığımız için içimizde doğan iyiyi gerçekleştirme arzusuyla dine yönelindiğinde ancak ahlak öğretisi bir mutluluk öğretisi olabilir. Bir başka deyişle, yalnızca ahlaklılık temelinde tesis edilen bir dinsellikle mutluluk ahlaki kılınabilir. Bu yazıda mutluluğun nasıl ahlaki kılınabildiği ya da mutluluğa layık olabilmek için ne yapılması gerektiği konusu irdelenip, en yüksek iyiye yönelen insana yüklenilen ödevlerin tanrısal buyruklar olarak benimsenmesiyle mutluluktan pay alma umudunu doğuran ahlak temelli din anlayışına dikkat çekilmektedir.

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Sciences, 2022
Bu çalışmanın odaklandığı temel soru şudur: Aristoteles'te "iyi" ve "adalet" arasındaki ilişki ne... more Bu çalışmanın odaklandığı temel soru şudur: Aristoteles'te "iyi" ve "adalet" arasındaki ilişki nedir ve nasıl temellendirilmektedir? Bunun için ilk olarak"iyi nedir?"sorusunda derinleşilecektir. Aristoteles, Platon'dan farklı olarak ahlaksal ilkelerin insanın fiili yaşamında, toplumsal yapıda içkin olduğunu düşünür.O, selefi Platon'a göre akla daha fazla paye verip, meseleyi varlığın ötesinde konumlandırılan metafizik unsurlardan arındırarak, daha ziyade politik bir zeminde ele almıştır. Ona göre insan politik bir canlıdır ve politikanın konusu esasen insan için neyin iyi olduğuna dairdir. Bu bağlamda, ikinci olarak, iyi, insan için olduğu kadar polis için de bir hedef olarak konutlanabildiği için, adalet kavramı işe koşulacaktır. Adalet, ortak yaşamda başkasına yönelik iyiliği gözettiği için, başkalarında iyilik üretmeyle ilgili olduğu için diğer erdemlere göre daha yüksek bir değere sahiptir; erdemlerden bir parça değil, onların bütünüdür. Adalet en toplumsal iyidir. Bu çalışmada iyi ile adalet arasındaki ilişkinin açığa çıkarılması amaçlanmaktadır.

Felsefe Dünyası, 2022
Until the 17th century the Ottoman Empire – in addition to some other states - and Western Europe... more Until the 17th century the Ottoman Empire – in addition to some other states - and Western European powers were in rivalry with many aspects. Although the Ottomans, resting on the Islamic civilization, gained the prominent position for some time, they lost their leadership after the 15th century in several realms, falling into a regression process in the early modern period against the European World where sparkling advancements were underway, partly thanks to the Islamic heritage, via trailblazing scientific-philosophical enterprises. These facts resulted in research taking a curious look into the possible faults or negligences of the Ottomans in the presence of European success, masterly brought out into application. Admitting the impossibility of explaining all the interior and exterior factors affecting the events, at least some certain aspects have been revealed. The humble main aim of this paper is, being as encompassing as possible, to note down some reasons of the centuries-old fluctuation between the old and the new in the realms of philosophy and science and in some degree to direct the thinking process on them.

Beytulhikme An International Journal of Philosophy, 2021
In philosophical literature, Spinoza and Berkeley are thought in harmony or contrast with their c... more In philosophical literature, Spinoza and Berkeley are thought in harmony or contrast with their contemporaries, such as Descartes, Leibniz, Locke, and Hume. Considering that almost all these names developed their discourses with certain concepts of a historical era, reflecting on their works and ideas collectively is arguably justified. Nevertheless, it is thought-provoking to observe that the tendency to think Spinoza and Berkeley together is less common than other possible combinations in the literature. Co-evaluation of the latter two, however, who have taken the “tension” that had determined the direction of philosophy at the deepest level in the early modern period, is essential to realize a crucial problem, which is about opening -and naturally, branching- pathways where philosophy and religion come across by answering the question “How -or according to which principles- should one live?”. In this essay, I claim that the (most) crucial philosophical interventions to the crisis at the crossroads of religion, science, and philosophy in the early modern period were made by Spinoza and Berkeley, throughout their “war of position”. Therefore, first, I will focus on Spinoza’s manoeuvre to disclose his pathway in the light of popular philosophical concepts of early modern philosophy. The intervention here, in Spinoza’s words Deus, sive Natura, is an expression of a “transformation” and the concept of “Extensio” is central to that. Then, I will look at Berkeley’s philosophical intervention, formulated in esse est percipi, which amounts to “changing ‘idea’s into ‘thing’s” by dealing with the concept of “matter”, as a topic of early modern philosophy. Finally, I will point out the tension between religion, science, and philosophy, as the characteristic tension in the era, and how these two interventions are related to each other and to this tension, by confining myself to the texts of these philosophers.

Mavi Atlas
Kant’ın felsefesinde aklın teorik kullanımı ekseninde bilgi ancak kavramın temelinde bir görü bul... more Kant’ın felsefesinde aklın teorik kullanımı ekseninde bilgi ancak kavramın temelinde bir görü bulunduğunda mümkündür. Diğer bir deyişle, kavramsal yapılar özünde görüsel içerikle desteklenmedikleri takdirde, salt kavram ile bilme edimi gerçekleşemez. Fakat insan bilişinde, tesisi bakımından hiçbir görüye bağlı olmayan bazı kavramlar bulunmaktadır: özgürlük, Tanrı ve ruhun ölümsüzlüğü. Ona göre, bu mefhumlar inanç dairesine ait olduklarından dolayı epistemik açıdan anlaşılamazlar. Bu nedenle onlar, aklın teorik kullanımından değil, fakat pratik kullanımından hareketle incelenmelidir. Gelgelelim, aklın farklı kullanımlarını tesis eden ve teorik işleyişten pratiğe geçişe imkân tanıyan anahtar transendental özgürlüktür. Her ne kadar düşünme kuvveti olarak akıl teorik fonksiyonları içerisinde derin bir antinomiye düşse de, aynı kuvvet, transendental özgürlükü işe koşmakla pratik fonksiyonları çerçevesinde bu karmaşadan kurtulmaya çalışır. Bu çalışmada, ilk olarak, Tanrı ve ruhun ölümsüzlüğü mefhumlarının teorik bir örgü içerisinde değil, sadece ahlaki bakımdan ele alınabileceği tartışılacaktır. İkinci olarak, bu tartışmada bir derinleşmeyle, sözü edilen mefhumların objektif gerçekliklerini pratik akıl çerçevesinde nasıl edindikleri gösterilecektir.
Knowledge within the axis of theoretical use of reason in Kant’s philosophy is possible only when concepts can be grounded via intuitions. In other words, the act of knowing does not eventuate simply by the way of conceptual frameworks because of the fact that concepts have to be supported intuitional content in their essential roots. However, there are such concepts or notions in human cognition take place notwithstanding depend on any intuition with respect to their constitution: Freedom, God, and immortality of the soul. He claims that these notions cannot be understood epistemically because they were belong to the field of belief. Therefore, they must be investigated through the capabilities of practical use of reason not theoretical one. Yet, transcendental freedom is the key that establish the different uses of reason possible while enabling a transition from the theoretical use to the practical. Despite the faculty of reason falls a deep antinomy in its theoretical function, the same faculty tries to escape this perplexity in its practical use via utilizing transcendental freedom. First of all, in this study, it will be discussed that notions of God and the immortality of the soul can be considered solely from the perspective of morality not within a theoretical lexicon. Secondly, deepening on this discussion, it will be shown that how these notions gain their objective reality within the field of practical reason.

KAYGI, 2019
Bu çalışmada Levinas’ın Spinoza hakkında eleştirileri üzerine kısa fakat kuşatıcı bir irdeleme su... more Bu çalışmada Levinas’ın Spinoza hakkında eleştirileri üzerine kısa fakat kuşatıcı bir irdeleme sunulmaktadır. Bunun için öncelikle ‘Levinas’ın Spinoza Eleştirisi’ alt başlığında Levinas’ın Spinoza’sı serimlenmekte ve sonrasında ‘Levinas’ın Spinoza’sına Karşı Spinoza’ başlığıyla eleştiriler üzerine derinleşilmeye çalışılmaktadır. Bu aralıkta yazının bağlamını belirleyen, ontoloji ve etik arasındaki ilişkidir. Levinas, kendisini bir ontoloji olarak sunan, fakat asıl olarak etik bir iddiaya sahip olan; doğallaştırdığı Tanrı tasarımıyla mutlak bir düşünce ve din hareketi olarak nitelediği Spinozacılığı, ilk felsefe olarak etik öğretisi karşısında hesaba çekmektedir. O, bu iddialarını Spinoza’nın Yahudilik ve felsefe hakkındaki savlarından faydalanarak temellendirmeye girişmektedir. Yazıda, Levinas’ın özellikle felsefi yorumları karşısında Spinozacı fikirlerin konumunu netleştirmek üzere bir giriş yapılması hedeflenmektedir.
In this article, a brief but comprehensive examination of Levinas’ critique of Spinoza is presented. For this purpose, first, Spinoza as received by Levinas is exposed under the subtitle of ‘Levinas’ Critique of Spinoza’ and, then, Levinas’ criticisms are extensively dealt with ‘Spinoza Contra Levinas’s Spinoza’. Inter alia, the relationship between ontology and ethics determines the main focus of this article. Levinas judges Spinozism, he describes it as a form of absolute thought and religious movement with his design of God “naturalized”, from the vantage point of “ethics as the first philosophy”. Levinas attempts to justify his theses by drawing on Spinoza’s claims on Judaism and philosophy. In this essay, it is intended an introductory account of the position of Spinozist ideas against Levinas’ philosophical commentary particularly.
Books by Mehmet Fatih ELMAS
Metafizik: Filozofların Metafizik Sistemleri, 2019
Bu kitabın yayın hakları Sentez Yayıncılık'a aittir. Yayınevinin yazılı izni olmaksızın, kısmen v... more Bu kitabın yayın hakları Sentez Yayıncılık'a aittir. Yayınevinin yazılı izni olmaksızın, kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz.
Talks by Mehmet Fatih ELMAS
Uploads
Papers by Mehmet Fatih ELMAS
Knowledge within the axis of theoretical use of reason in Kant’s philosophy is possible only when concepts can be grounded via intuitions. In other words, the act of knowing does not eventuate simply by the way of conceptual frameworks because of the fact that concepts have to be supported intuitional content in their essential roots. However, there are such concepts or notions in human cognition take place notwithstanding depend on any intuition with respect to their constitution: Freedom, God, and immortality of the soul. He claims that these notions cannot be understood epistemically because they were belong to the field of belief. Therefore, they must be investigated through the capabilities of practical use of reason not theoretical one. Yet, transcendental freedom is the key that establish the different uses of reason possible while enabling a transition from the theoretical use to the practical. Despite the faculty of reason falls a deep antinomy in its theoretical function, the same faculty tries to escape this perplexity in its practical use via utilizing transcendental freedom. First of all, in this study, it will be discussed that notions of God and the immortality of the soul can be considered solely from the perspective of morality not within a theoretical lexicon. Secondly, deepening on this discussion, it will be shown that how these notions gain their objective reality within the field of practical reason.
In this article, a brief but comprehensive examination of Levinas’ critique of Spinoza is presented. For this purpose, first, Spinoza as received by Levinas is exposed under the subtitle of ‘Levinas’ Critique of Spinoza’ and, then, Levinas’ criticisms are extensively dealt with ‘Spinoza Contra Levinas’s Spinoza’. Inter alia, the relationship between ontology and ethics determines the main focus of this article. Levinas judges Spinozism, he describes it as a form of absolute thought and religious movement with his design of God “naturalized”, from the vantage point of “ethics as the first philosophy”. Levinas attempts to justify his theses by drawing on Spinoza’s claims on Judaism and philosophy. In this essay, it is intended an introductory account of the position of Spinozist ideas against Levinas’ philosophical commentary particularly.
Books by Mehmet Fatih ELMAS
Talks by Mehmet Fatih ELMAS
Knowledge within the axis of theoretical use of reason in Kant’s philosophy is possible only when concepts can be grounded via intuitions. In other words, the act of knowing does not eventuate simply by the way of conceptual frameworks because of the fact that concepts have to be supported intuitional content in their essential roots. However, there are such concepts or notions in human cognition take place notwithstanding depend on any intuition with respect to their constitution: Freedom, God, and immortality of the soul. He claims that these notions cannot be understood epistemically because they were belong to the field of belief. Therefore, they must be investigated through the capabilities of practical use of reason not theoretical one. Yet, transcendental freedom is the key that establish the different uses of reason possible while enabling a transition from the theoretical use to the practical. Despite the faculty of reason falls a deep antinomy in its theoretical function, the same faculty tries to escape this perplexity in its practical use via utilizing transcendental freedom. First of all, in this study, it will be discussed that notions of God and the immortality of the soul can be considered solely from the perspective of morality not within a theoretical lexicon. Secondly, deepening on this discussion, it will be shown that how these notions gain their objective reality within the field of practical reason.
In this article, a brief but comprehensive examination of Levinas’ critique of Spinoza is presented. For this purpose, first, Spinoza as received by Levinas is exposed under the subtitle of ‘Levinas’ Critique of Spinoza’ and, then, Levinas’ criticisms are extensively dealt with ‘Spinoza Contra Levinas’s Spinoza’. Inter alia, the relationship between ontology and ethics determines the main focus of this article. Levinas judges Spinozism, he describes it as a form of absolute thought and religious movement with his design of God “naturalized”, from the vantage point of “ethics as the first philosophy”. Levinas attempts to justify his theses by drawing on Spinoza’s claims on Judaism and philosophy. In this essay, it is intended an introductory account of the position of Spinozist ideas against Levinas’ philosophical commentary particularly.