
Beyza Özkan
Uludag University
Licence at Turkish Language and Literature
Master at Philosophy
Doctorant in Philosophy
Licence at Turkish Language and Literature
Master at Philosophy
Doctorant in Philosophy
less
Related Authors
Nikos Telan
University of the Philippines
Saad Al Otaibi
University of Southampton
Eshaa Jain
University of Delhi
Changing Societies & Personalities
Ural Federal University
Dmitriy Davydov
Institute of Philosophy and Law of the Ural Branch of Russian Academy of Science
南柯 胡
XI'AN JIAO TONG UNIVERSITY
InterestsView All (26)
Uploads
Papers by Beyza Özkan
Yazının çıkış noktasına verilecek cevap şu şekilde olabilir: Barış, dünya üzerinde yaşayan insan kadar çok tanıma sahip bir şeydir. Bu doğrultuda da birtakım düşünürün barış hakkında ne düşündükleri verilecektir: Aristoteles’in deyimiyle barış, uğruna savaş yapılan bir kelime; Epikuros’ta saltanat tacıyla karşılaştırılamayacak kadar değerli; Spinoza’da iyilik, itimat ve adalet duygusu; Hobbes’ta da barış, doğa kanununun birinci ve temel ilkesi olarak görülmüştür. Bir önceki cümleden itibaren okunduğunda öne sürdükleri barış fikrine ‘’sonsuz’’ sıfatını ekleyerek barışın sürekliliğini garantileyememişlerdir. Bu noktada şu sorulmalıdır: ‘’Sonsuz barış’’ nedir, mümkün müdür, mümkünse bu nasıl sağlanacaktır?
Lâmi’î’nin kaleme almış olduğu şehrengiz, münacat ve Peygamber efendimize övgü ile başlamaktadır. Bu bölümlerden sonra eserini kaleme alış sebebi ve de Uludağ’ın övgüsü izlemektedir. Uludağ’ın övgüsünden sonra Bursa’daki doğal güzelliklerin tanıtımını yapar. Doğal güzelliklerin tanıtımından dış çevreye geçişi Bursa’da yer alan kale tasviriyle sağlar. Okuyucu, Emir Sultan ile birlikte dış çevreye resmen bir adım atmış olur ve buradan hareketle Bursa’nın yapılarını, türbelerini, camilerini, imaretlerini vs. tanır. Bütün bunlar bir yana, şairin şehrengizinin önemli bir yapıt olmasını sağlayan bir faktör vardır: Bursa’nın mevsimlerinin şehrengizde yer almasıdır. Lâmi’î, şehrin baharından başlayarak yazını, sonbaharını ve kışını anlatır. Sonuç bölümünde ise şair, kendi perişan halini anlatarak şehrengizini tamamlar. Bu çalışmada Bursa ‘nın kışı, Lâmi’î’nin kaleme almış olduğu bu eserin ‘’Vasf-ı Şitâ-yı Bursa’’bölümü ekseninde kış mevsimi seçilen beyitlerle belli başlı özellikler etrafında incelenmeye çalışılacak, incelemelerden hareketle sonuca gidilecektir.
‘’Çanakkale.’’ I.Dünya Savaşı’nın seyrini değiştirmesi ve savaşın zaferle sonuçlanması bakımından önemli bir cephe olması bakımından oldukça önemli bir rol oynayan cephedir. Çanakkale Cephesi’nin önemli bir rol oynamasında etkili olan nedir? Vatanın bölünmez bütünlüğüne inanan, onu kutsal bir ocak olarak gören, bayrağına sahip çıkan, iman dolu
sîneye sahip Türk ordusu ve o ordunun başında olan, savaşmayı değil ölmeyi emreden, askerî dehası ve yüksek karakteriyle başında bulunduğu ordusuna ve milletine zafer kazandıran, dünyaya adını duyuran eşsiz komutan, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesi’nin
önemli bir rol üstlenmesinde etkilidir.
I.Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren bir cephe olan Çanakkale Cephesi, cephe gerisinde kendisini nasıl hissettirmiştir? Soruyu şöyle sormak da mümkündür: Cephe gerisindekiler, Çanakkale Cephesi’ndeki savaşlar ve savaştan sonra olanlar karşısında nasıl hissetmişlerdir?
Cevaplar şöyle olacaktır: Elbette ki cephe gerisindekiler, savaşmakta olan Türk ordusundan yana ümitlidir, Türk ordusu bayrağını indirmeyecek, ezanlarını susturmayacak ve alnı ak, başı dik bir şekilde cepheden geri dönecektir. Vatan uğrunda ya gazi olacaktır, ya şehit olacaktır.
Bir soru daha sorulmalıdır: Cephe gerisinde olup, hissettiklerini kâğıda dökenler Çanakkale Cephesi karşısında nasıl hissetmişlerdir?
Cümleyi ‘’Ben kitabımı yaptığım gibi, kitabım da beni yaptı.’’yerine ‘’Ben felsefemi yaptığım gibi, felsefem de beni yaptı.’’şeklinde okuyalım ve bu şekliyle düşünelim. Felsefe tarihine bakıldığında ilk çağdan beri filozoflar, düşüncelerini sistemli hâle getirerek felsefelerini oluşturdular; felsefeleri de onları bu düşünme etkinlikleri sırasında oluşturdular. Bu söylenenler, somut bir yapıda buluşursa daha kolay akılda kalacaktır. Camus, ‘’Sisifos Söyleni’’yi, Sartre, ‘’Bulantı’’yı, Nietzsche, ‘’Böyle Buyurdu Zerdüşt’’ü ve çalışmada biraz sonra söz konusu edilecek olan Marx da bugün de adından söz ettiren '’Kapital’’i yaptı.
Kıskançlığa dair duyduğumuz sözlerden bir tanesi de şudur: ‘’Başkalarını kıskanma, onlarla uğraşma.’’diye başlayan ve devamında ‘’Ha bire kıskançlık duyan insan, iç huzurundan yoksun olan bir insandır.’’ Sözün doğruluğu su götürmez bir gerçek olarak hayatımızda örnekleriyle yaşatmaktadır kendini. İnsanlar, bugün uzaktan da olsa başkalarının sahip olduklarını, yeteneklerini vb. kıskanırlar. Kıskanma eylemleri içerisinde ‘’neden bende yok’’, ‘’niye ben bu şeye sahip değilim’’tarzından sorular sormaya başlarlar. Halbuki bu sorular, kıskanan insana bir şey katmaz, kıskanan insandan götürür. Üstelik bu sorular, insanların iç huzurundan da götürür ve geriye huzursuz bir insan bırakır. Söz konusu olan duygu erkek kadın, doktor, mühendis yahut filozof fark etmeksizin her çeşit insanda görülür. La Rocherfauld’un dediği üzere ‘’Kıskanç olmayan bir insan bulmak, çıkar düşkünü olmayan birinsan bulmaktan daha zordur.’’ Yazıda kıskançlığı Simone de Beauvoir’nın ‘’Kadınlığımın Hikâyesi’’isimli eserindeki ‘’Kıskançlık’’bölümünden ve de Simone Weil ekseninde karşılaştırarak incelenecektir.
Çalışmamızın asıl konusu, Cumhuriyet döneminde eser veren şair İsmet Özel’in ‘’Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar’’ isimli şiir kitabı ve yazar Orhan Pamuk’un kaleme almış olduğu romanı ‘’Yeni Hayat’’ ekseni etrafında sanatçıların kişilikleri ve onların yeni hayat algısı incelenmeye çalışılacaktır.
nüshası ve Esad Efendi nüshaları olan Binbir Gece Masalları’nın asıl önemi 15.yüzyıla ait olan Bursa nüshasıdır. Çalışmamıza konu olan ve Ahmet Paşa’nın beyiti ile ilişkilendireceğim nüsha, Bursa nüshasıdır.
II.Meşrutiyet ve Cumhuriyet’e kadar olan dönemde dönemin aydınları, sanatçıları uyanmış ve ‘’dilde ve edebiyatta millî benliğe dönüş’’ ilkesini benimseyerek İstanbul dışından taşarak kendi döneminin gerçeklerini eserlerine almaya başlamışlardır. Cumhuriyet ile birlikte aydınlarımız ve sanatçılarımız, eserlerinde sosyal şartlara ışık tutmaya başlarlar. Orhan Kemal de bu söylediklerimizden payını alan sanatçılardan biri olma pâyesine ulaşır. Bu çalışmamda divân edebiyatında hikemî tarzın kurucusu olan Nâbî’nin iki önemli mesnevîsi ‘’Hayriyye’’ ve ‘’Hayrâbâd’’ isimli eseriyle Orhan Kemal’in belli başlı eserleri arasındaki sosyal gerçekçiliği çeşitli açılardan inceleyeceğim. Sanatçılarımızın sosyal gerçekçilik anlayışını sağlıklı bir şekilde incelemek, ‘’sosyal gerçekçilik’’ kavramının içinin sağlam bir şekilde doldurulmasına bağlıdır
Yazının çıkış noktasına verilecek cevap şu şekilde olabilir: Barış, dünya üzerinde yaşayan insan kadar çok tanıma sahip bir şeydir. Bu doğrultuda da birtakım düşünürün barış hakkında ne düşündükleri verilecektir: Aristoteles’in deyimiyle barış, uğruna savaş yapılan bir kelime; Epikuros’ta saltanat tacıyla karşılaştırılamayacak kadar değerli; Spinoza’da iyilik, itimat ve adalet duygusu; Hobbes’ta da barış, doğa kanununun birinci ve temel ilkesi olarak görülmüştür. Bir önceki cümleden itibaren okunduğunda öne sürdükleri barış fikrine ‘’sonsuz’’ sıfatını ekleyerek barışın sürekliliğini garantileyememişlerdir. Bu noktada şu sorulmalıdır: ‘’Sonsuz barış’’ nedir, mümkün müdür, mümkünse bu nasıl sağlanacaktır?
Lâmi’î’nin kaleme almış olduğu şehrengiz, münacat ve Peygamber efendimize övgü ile başlamaktadır. Bu bölümlerden sonra eserini kaleme alış sebebi ve de Uludağ’ın övgüsü izlemektedir. Uludağ’ın övgüsünden sonra Bursa’daki doğal güzelliklerin tanıtımını yapar. Doğal güzelliklerin tanıtımından dış çevreye geçişi Bursa’da yer alan kale tasviriyle sağlar. Okuyucu, Emir Sultan ile birlikte dış çevreye resmen bir adım atmış olur ve buradan hareketle Bursa’nın yapılarını, türbelerini, camilerini, imaretlerini vs. tanır. Bütün bunlar bir yana, şairin şehrengizinin önemli bir yapıt olmasını sağlayan bir faktör vardır: Bursa’nın mevsimlerinin şehrengizde yer almasıdır. Lâmi’î, şehrin baharından başlayarak yazını, sonbaharını ve kışını anlatır. Sonuç bölümünde ise şair, kendi perişan halini anlatarak şehrengizini tamamlar. Bu çalışmada Bursa ‘nın kışı, Lâmi’î’nin kaleme almış olduğu bu eserin ‘’Vasf-ı Şitâ-yı Bursa’’bölümü ekseninde kış mevsimi seçilen beyitlerle belli başlı özellikler etrafında incelenmeye çalışılacak, incelemelerden hareketle sonuca gidilecektir.
‘’Çanakkale.’’ I.Dünya Savaşı’nın seyrini değiştirmesi ve savaşın zaferle sonuçlanması bakımından önemli bir cephe olması bakımından oldukça önemli bir rol oynayan cephedir. Çanakkale Cephesi’nin önemli bir rol oynamasında etkili olan nedir? Vatanın bölünmez bütünlüğüne inanan, onu kutsal bir ocak olarak gören, bayrağına sahip çıkan, iman dolu
sîneye sahip Türk ordusu ve o ordunun başında olan, savaşmayı değil ölmeyi emreden, askerî dehası ve yüksek karakteriyle başında bulunduğu ordusuna ve milletine zafer kazandıran, dünyaya adını duyuran eşsiz komutan, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesi’nin
önemli bir rol üstlenmesinde etkilidir.
I.Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren bir cephe olan Çanakkale Cephesi, cephe gerisinde kendisini nasıl hissettirmiştir? Soruyu şöyle sormak da mümkündür: Cephe gerisindekiler, Çanakkale Cephesi’ndeki savaşlar ve savaştan sonra olanlar karşısında nasıl hissetmişlerdir?
Cevaplar şöyle olacaktır: Elbette ki cephe gerisindekiler, savaşmakta olan Türk ordusundan yana ümitlidir, Türk ordusu bayrağını indirmeyecek, ezanlarını susturmayacak ve alnı ak, başı dik bir şekilde cepheden geri dönecektir. Vatan uğrunda ya gazi olacaktır, ya şehit olacaktır.
Bir soru daha sorulmalıdır: Cephe gerisinde olup, hissettiklerini kâğıda dökenler Çanakkale Cephesi karşısında nasıl hissetmişlerdir?
Cümleyi ‘’Ben kitabımı yaptığım gibi, kitabım da beni yaptı.’’yerine ‘’Ben felsefemi yaptığım gibi, felsefem de beni yaptı.’’şeklinde okuyalım ve bu şekliyle düşünelim. Felsefe tarihine bakıldığında ilk çağdan beri filozoflar, düşüncelerini sistemli hâle getirerek felsefelerini oluşturdular; felsefeleri de onları bu düşünme etkinlikleri sırasında oluşturdular. Bu söylenenler, somut bir yapıda buluşursa daha kolay akılda kalacaktır. Camus, ‘’Sisifos Söyleni’’yi, Sartre, ‘’Bulantı’’yı, Nietzsche, ‘’Böyle Buyurdu Zerdüşt’’ü ve çalışmada biraz sonra söz konusu edilecek olan Marx da bugün de adından söz ettiren '’Kapital’’i yaptı.
Kıskançlığa dair duyduğumuz sözlerden bir tanesi de şudur: ‘’Başkalarını kıskanma, onlarla uğraşma.’’diye başlayan ve devamında ‘’Ha bire kıskançlık duyan insan, iç huzurundan yoksun olan bir insandır.’’ Sözün doğruluğu su götürmez bir gerçek olarak hayatımızda örnekleriyle yaşatmaktadır kendini. İnsanlar, bugün uzaktan da olsa başkalarının sahip olduklarını, yeteneklerini vb. kıskanırlar. Kıskanma eylemleri içerisinde ‘’neden bende yok’’, ‘’niye ben bu şeye sahip değilim’’tarzından sorular sormaya başlarlar. Halbuki bu sorular, kıskanan insana bir şey katmaz, kıskanan insandan götürür. Üstelik bu sorular, insanların iç huzurundan da götürür ve geriye huzursuz bir insan bırakır. Söz konusu olan duygu erkek kadın, doktor, mühendis yahut filozof fark etmeksizin her çeşit insanda görülür. La Rocherfauld’un dediği üzere ‘’Kıskanç olmayan bir insan bulmak, çıkar düşkünü olmayan birinsan bulmaktan daha zordur.’’ Yazıda kıskançlığı Simone de Beauvoir’nın ‘’Kadınlığımın Hikâyesi’’isimli eserindeki ‘’Kıskançlık’’bölümünden ve de Simone Weil ekseninde karşılaştırarak incelenecektir.
Çalışmamızın asıl konusu, Cumhuriyet döneminde eser veren şair İsmet Özel’in ‘’Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar’’ isimli şiir kitabı ve yazar Orhan Pamuk’un kaleme almış olduğu romanı ‘’Yeni Hayat’’ ekseni etrafında sanatçıların kişilikleri ve onların yeni hayat algısı incelenmeye çalışılacaktır.
nüshası ve Esad Efendi nüshaları olan Binbir Gece Masalları’nın asıl önemi 15.yüzyıla ait olan Bursa nüshasıdır. Çalışmamıza konu olan ve Ahmet Paşa’nın beyiti ile ilişkilendireceğim nüsha, Bursa nüshasıdır.
II.Meşrutiyet ve Cumhuriyet’e kadar olan dönemde dönemin aydınları, sanatçıları uyanmış ve ‘’dilde ve edebiyatta millî benliğe dönüş’’ ilkesini benimseyerek İstanbul dışından taşarak kendi döneminin gerçeklerini eserlerine almaya başlamışlardır. Cumhuriyet ile birlikte aydınlarımız ve sanatçılarımız, eserlerinde sosyal şartlara ışık tutmaya başlarlar. Orhan Kemal de bu söylediklerimizden payını alan sanatçılardan biri olma pâyesine ulaşır. Bu çalışmamda divân edebiyatında hikemî tarzın kurucusu olan Nâbî’nin iki önemli mesnevîsi ‘’Hayriyye’’ ve ‘’Hayrâbâd’’ isimli eseriyle Orhan Kemal’in belli başlı eserleri arasındaki sosyal gerçekçiliği çeşitli açılardan inceleyeceğim. Sanatçılarımızın sosyal gerçekçilik anlayışını sağlıklı bir şekilde incelemek, ‘’sosyal gerçekçilik’’ kavramının içinin sağlam bir şekilde doldurulmasına bağlıdır