Papers by Ayşe Nur Özdemir

Turcology Research, 2024
Informing and Exile in the Turkish Novel of the Second Constitutional Era Öz Meşrutiyet rejiminin... more Informing and Exile in the Turkish Novel of the Second Constitutional Era Öz Meşrutiyet rejiminin getirilmesini kabul edeceği sözüyle 1876 yılında tahta çıkan II. Abdülhamit, meclisi açmakla birlikte olağan dışı durumlarda dağıtma yetkisini de elinde tutar ve Osmanlı-Rus Savaşı'nın başlaması üzerine meclisi süresiz bir şekilde kapatır. Bununla birlikte Kanun-i Esasi'nin 113. maddesine dayanarak hükûmeti tehdit ve güvenlik tedbirlerini ihlal edenleri sürgüne gönderme yetkisini kullanır. Böylece II. Abdülhamit, başta Mithat Paşa, Ziya Paşa ve Namık Kemal olmak üzere muhalif sesleri payitahttan uzaklaştırır; yaklaşık 30 yıl sürecek olan saltanatında aldığı her karar ve attığı her adımla en çok eleştirilecek, üzerine en çok konuşulacak Osmanlı padişahlarından biri hâline gelir. Dolayısıyla II. Abdülhamit Dönemi, bu hararetli atmosferinden kaynaklı modern Türk edebiyatında da eserlere sıkça konu edilir. Abdülhamit aleyhtarlığı romandan tiyatroya, şiire kadar her edebî türe akseder. Daha kendi iktidarında başta Tevfik Fikret olmak üzere birçok yazarın eserlerinde eleştirdiği bir padişah olan II. Abdülhamit ve onun yaratmış olduğu "korku imparatorluğu" sonraki dönemlerde de tenkit edilmiştir. Saltanatı sona erse bile II. Abdülhamit, üzerine farklı görüşlerin dile getirildiği ve tartışılan bir padişah olmayı sürdürmüştür. Özellikle onun döneminde kurulan istihbarat teşkilatı ve resmî makamlara iletilen sayısız jurnal, II. Meşrutiyet'in ilan edilmesinden sonra kaleme sarılan yazarların eleştiri oklarına hedef olur. Çalışmamızda II. Meşrutiyet'in ilanından kısa bir süre sonra yayımlanan, benzer olay örgüsü kalıbını tekrarladığı tespit edilen Fazlı Necip'in Menfa, Ahmet Mithat Efendi'nin Jön Türk ve İrfan'ın Matmazel Anjel başlıklı romanları konu bağlamında incelenecektir. Bu eserlerden hareketle jurnalin hem bireysel hem de toplumsal düzeyde kurmaca kişilerin hayatlarını nasıl değiştirdiği dönemin tarihî koşulları ışığında ortaya konulmaya çalışılacaktır.

HUMANITAS - Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 2024
Meddahlık, Türk tahkiye geleneğini zenginleştiren kollardan biridir. Meddahlar, yüzyıllar boyunca... more Meddahlık, Türk tahkiye geleneğini zenginleştiren kollardan biridir. Meddahlar, yüzyıllar boyunca kahvehanelerden saraylara kadar çeşitli mekânlarda kalabalık insan gruplarının karşısına çıkarak irticalen anlattıkları hikâyelerle, yaptıkları taklitlerle hitap ettikleri kitleyi eğlendirmiş ve dinleyenlerin keyifli vakit geçirmesini sağlamışlardır. Özellikle anlatıcı ile dinleyici arasında etkileşime dayanan bu tahkiye kolu, yenileşme devri Türk edebiyatı için de bir model olmuştur. Tanzimat Dönemi Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden olan Ahmet Mithat Efendi, ilk Avrupai hikâye ve roman denemelerini yaparken bu zengin ve köklü geleneğin etkisinde kalmıştır. Roman türüne hazırlık safhası olarak değerlendirilebileceğimiz, 1870-1894 yılları arasında yayımlanan Letâif-i Rivâyât külliyatı, bir tiyatro ve geri kalanı hikâye olmak üzere toplam otuz metni ihtiva eden yirmi beş cüzden oluşur. Söz konusu külliyattaki eserler, vakayı sondan başlayarak hikâye etmek, hikâyenin nasıl kurgulandığını anlatmak, metne müdahale ederek tıpkı meddahlar gibi muhatapla sohbet etmek, eserin ön sözünü hikâyenin bir parçası hâline getirmek gibi yazarın kullanmış olduğu farklı tekniklerle dikkati çeker. Zikredilen teknikler arasında özellikle meddah üslubu, bu yeni türü halka kabul ettirmek için onun aşina olduğu yöntemleri kullanma yoluna giden yazarın sık başvurduğu yöntemlerden biridir. Bahsi geçen üslup yazarın birçok eserine sirayet etmekle birlikte Karı Koca Masalı ve "Dolaptan Temaşa" gibi anlatı metinlerinde daha da görünürdür. Bu zamana kadar özellikle Karı Koca Masalı anlatıcı-muhatap ilişkisi bağlamında ele alınarak değerlendirilmiş ve söz konusu anlatıda hâkim olan anlatıcının özellikleri üzerinde durulmuştur. Bununla birlikte belirtilen üslubun Letâif-i Rivâyât külliyatının on üçüncü hikâyesi olan "Obur"da tam manasıyla kullanıldığı ve hikâye kişilerinin meddah hikâyelerinin kalıplaşmış tipleriyle çok benzer olduğu görülür. Yapılan literatür taramasında "Obur" üzerine, özellikle onun meddahlık geleneği ile bağdaşan yönlerini ortaya koyan bir çalışma olmadığı tespit edilmiştir. Bu nedenle bu makalede "Obur"un meddah hikâyeleriyle benzeşen yönleri üzerinde durularak Ahmet Mithat Efendi dolayısıyla Tanzimat Dönemi'nde eski hikâyecilik geleneğinin izlerini sürmek amaçlanmıştır.

Edebî Eleştiri Dergisi, 2024
Acıklı Komedi" başlıklı kurmaca metninde bir tür "insanlık durumu" olan savaşı, güç saplantısının... more Acıklı Komedi" başlıklı kurmaca metninde bir tür "insanlık durumu" olan savaşı, güç saplantısının güdülediği bitimsiz çekişmeyi ve "medeniyet" mitini ironik bir şekilde eleştirir. Özellikle I ve II. Dünya Savaşları etrafındaki kimi olaylara yaptığı göndermelerle ve tiyatro türünün uzlaşımlarından hareketle metnini biçimlendiren Karay, olay örgüsü için model olarak ise Daniel Defoe'nun roman türünün klasiklerinden biri sayılan Robinson Crusoe (1719) adlı eserinden ilham almıştır. Dönemi açısından başat niyeti hiciv olan "Acıklı Komedi", ironik bir üslubu, çift değerliliği birçok düzeyde içermekle birlikte evrensel bir olguya, savaşa ve onun yıkıcı sonuçlarına okurunu yönlendirirken trajik bir tabloya komik bir karakteri yerleştirir. Trajikomedi gibi gösterime dayalı türlerle de ilişkileri bulunan söz konusu metin, sadece ironi, hiciv gibi çift değerli edebî yöntemlerle çelişkileri, tutarsızlıkları ve uzlaşmaz gibi görünen zıt uçları teşhir etmekle kalmaz; aynı zamanda ortak bir cinnet hâli olan ve katılımcılarının yıkımlar dışında bir şeyle yüzleşmediği bir insanlık durumunu, savaşı sorgular. Dolayısıyla bu çalışmanın amacı, gerekli tanıtıcı ve kuramsal bilgileri verdikten sonra savaş teması etrafında sınırları oldukça genişleyen söz konusu metni hem bağlantılı olduğu önemli eserler ve "türsel konumu" hem de trajikomedi, ironi, mizah, uyumsuzluk, hiciv gibi edebî kategoriler açısından irdelemeyi denemektir.

Anadolu ve Balkan Araştırmaları Dergisi, 2024
Öz: Birinci Dünya Savaşı'nın ardından Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasından hemen sonra ... more Öz: Birinci Dünya Savaşı'nın ardından Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasından hemen sonra kurulan cemiyetlerden biri olan Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Trakya'nın Türklere ait olduğunu kanıtlamak, yaşanabilecek olası bir işgal karşısında teşkilatlanmak ve kamuoyu oluşturmak adına harekete geçer. Bu bağlamda cemiyet tarafından ilk sayısı 2 Aralık 1918'de yayımlanan Trakya Paşaeli gazetesinin söz konusu amaçlar çerçevesinde yayınlar yaptığı görülür. Dolayısıyla daha ziyade siyasi, askerî ve tarihî yazılara yer verilen gazetede bununla birlikte edebî içerikler de bulunmaktadır. Vatan sevgisini esas alan, azınlıkların Osmanlı Devleti'ne karşı almış olduğu tavrı eleştiren, geçmiş günlere duyulan özlemin ifadesi olan, İzmir gibi ülkenin farklı yerlerinde gerçekleşen işgalleri protesto eden, kaybedileceği düşünülen toprakların yarattığı kederi yansıtan ve nihayet güzel günlerin geleceğine olan inancı dile getiren bu şiirler, gazetenin ilk sayısından son sayısına kadar görülmektedir. Söz konusu gazetede en çok ismi görülen şair İskeçeli Mehmet Sıtkı olmakla birlikte Rifat Celal, Eşref, Osman Nuri gibi farklı şairlerin şiirlerine de yer verilmiştir. Çalışmamızda ilk önce Trakya Paşaeli gazetesindeki edebî içeriklerden özellikle Edirne üzerine yazılan şiirler tarihî gelişmeler de göz önünde bulundurularak ve şairlerin ruh hâli ile dönem koşulları arasında nedensellik kurularak ele alınacaktır. Aynı zamanda bugüne kadar Edirne ile ilgili yapılan çalışmalara katkı sağlamak amaçlanmıştır.

Trakya Üniversitesi Yayınları, 2023
Cumhuriyet döneminin yakın tarihindeki önemli tanıklardan ve kadın yazarlardan biri olan Safiye E... more Cumhuriyet döneminin yakın tarihindeki önemli tanıklardan ve kadın yazarlardan biri olan Safiye Erol, zengin içerikli ve çok yönlü edebî metinlerinde, tarih ve kültürle iç içe geçmiş şehirlere de yüklediği farklı değer ve anlamlarla yer vermiştir. Onun romanlarında yer alan, hayal gücüyle renklenen, kültürle iç içe geçen ve bir temsil değeri olan şehirlerden biri de Edirne’dir. Edirne’de doğan ve bu şehre olan sevgisini kaleme aldığı yazılarda da sık sık dile getiren yazar, Ciğerdelen, Dineyri Papazı isimli romanlarında şehrin kültürünü, mimari eserlerini âdeta ete kemiğe bürünmüş bir varlık gibi dikkatlere sunar. Özellikle Ciğerdelen Edirne üzerine kurgulanmıştır. Selimiye Cami’sini annesi, Beyazıt Külliyesi’ni babası olarak nitelendiren Erol’un, sürekli rüyalarında gördüğünü belirttiği, “Edirne’nin bağrında kök salmış” olan “Hazret-i Selimiye”ye sevdası ister istemez romanlarına da yansır. Şehir ve şehre ait tarihî yapılar bu romanlarda sadece bir mekân olarak yer almaz, roman kişilerinin onlarla olan ilişkisi ve temsil değeri bağlamında ayrı bir maneviyat ve duygusal boyut da kazanır. Bu çalışmada Safiye Erol’un Edirne’ye bakışı romanları merkezinde ele alınacaktır.

Dil ve Edebiyat Araştırmaları , 2023
Türk edebiyatında 1950’lerdeki modernist kırılmanın yanı sıra yaşanan siyasal ve kültürel dönüşüm... more Türk edebiyatında 1950’lerdeki modernist kırılmanın yanı sıra yaşanan siyasal ve kültürel dönüşümle ve Batılı akımların/yazarların etkisiyle yeni tarzda hikâyeler yazan bir kuşak oluşur. Özellikle basmakalıp söylemleri reddeden, hem klasik gerçekçiliğe hem de toplumcu gerçekçi edebiyat geleneklerine karşı çıkan, önceki kuşaklardan farklı bir sanat ve gerçeklik anlayışını temsil eden ve bireyin içsel yönünü merkeze alan hikâyeler kaleme alan kuşağın yazarları, biçim ve anlatım olanakları açısından da yeni teknikler kullanır.
1950 kuşağı hikâyecileri arasında müstesna bir yeri olan Onat Kutlar’ın 1959 yılında kaleme aldığı ilk hikâye kitabı olan İshak, 1960’ta Türk Dil Kurumu hikâye ödülü ile taltif edilmiştir. Henüz küçük yaşlarda bu vadide denemeler yapmaya başlayan yazarın yirmi üç yaşında ortaya koyduğu, dokuz hikâyeden oluşan bu eseri, büyük övgülere mazhar olmuş ve kimi araştırmacılar tarafından Türk edebiyatında büyülü gerçekçiliğin izlerini taşıyan ilk örnek olarak değerlendirilmiştir. İlk ve orta öğrenimini Gaziantep’te tamamlayan Kutlar’ın hayatından, çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği Gaziantep’ten izler taşıyan bu eserin Batılı kimi modernist tekniklerle de münasebeti vardır. Gerçekliğin farklı katmanlar ya da varlık düzeyleri şeklinde çoğullaştığı bu eserde fantastik motifler de gözlemlenmektedir. Dolayısıyla modernist tekniklerle kaynaşmış yerli bir temel üzerine inşa edilen bu hikâyelerde yazarın gerçekliğin farklı katmanlarında dolaştığı ve özgül bir kurmaca mantığının işlediği görülür. Hikâyelerden özellikle “Kediler”de gerçekliğin doğası klasik realizm akımının oldukça dışındadır.
Çalışmamızda, “Kediler” isimli hikâyede gerçekliğin farklı tabakaları üzerine bir inceleme yaparak Onat Kutlar ile ilgili bugüne kadar yapılan çalışmalara katkı sağlamak amaçlanmıştır.

Gazi Türkiyat, 2022
Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’nden devraldığı kurumlardan birisi olan Hilâl-i Ahmer Cem... more Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’nden devraldığı kurumlardan birisi olan Hilâl-i Ahmer Cemiyeti -bugünkü adıyla Türkiye Kızılay Derneği- yeni devletin kuruluşunda önemli rol oynamıştır. 19. yüzyıl Osmanlı Devleti için âdeta parçalanma yüzyılı olmuştur. Birçok cephede verilen savaşların sonunda toprakların büyük kısmı kaybedilmiştir. İşte bu kayıplar ve yıkımlar sırasında, cephenin gerisinde ordunun yaralarını Hilâl-i Ahmer Cemiyeti sarmıştır. İlk önemli görevi Trablusgarp Savaşı’nda üstlenen Cemiyet, bu tarihten itibaren gittikçe güçlenmiş ve savaşta yaralanan askerlerle ilgilenmiş, salgın hastalıklarla da mücadele etmiştir. Bununla birlikte Cemiyet, kaybedilen topraklardan göç eden halkın beklentilerini, temel ihtiyaçlarını da karşılamıştır. Dahası, Trablusgarp, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele sırasında Cemiyetin kaynakları doğal olarak azalmıştır. Çok kısa sürede art arda yaşanan bu savaşlar sebebiyle Cemiyet sıklıkla halktan yardım istemiştir. Cemiyet, görevlerini ifa ederken yurt içinden ve yurt dışından gelen yardımlarla faaliyetlerine devam edebilmiştir. Zira Cemiyet, din, dil, ırk ve mezhep ayırt etmeksizin insanlara yardım eli uzatmayı gerektiren ulvi bir görevi üstlenmiştir. Bu bağlamda da özellikle Cemiyete maddi destek ve gereken önemin verilmesini sağlamak üzere dönemin önde gelen isimleri, şairleri, yazarları birtakım girişimlerde bulunmuşlardır.
Hilâl-i Ahmer Cemiyetine odaklanan bu çalışmada Abdülhak Hamit Tarhan, Tevfik Fikret, Nigâr Hanım, İhsan Raif, Mehmet Emin, Yusuf Ziya, Hüseyin Dâniş, İbrahim Alâettin, Celâl Sahir, Faik Âli gibi isimlerin şiirleri analiz edilmiştir. Bahsi geçen zorlu günlerde Cemiyetin faaliyetlerini sürdürebilmesi için bu sanatçıların verdiği destek ortaya konmuştur.

Trakya Üniversitesi Yayınları, 2022
Sözlü edebiyatın en eski türlerinden biri olarak kabul edilen ve özellikle bir ailenin, kavmin, s... more Sözlü edebiyatın en eski türlerinden biri olarak kabul edilen ve özellikle bir ailenin, kavmin, soyun ortak bir duygudan, ülküden hareketle varlığını tehdit eden unsurlara karşı verdiği mücadele etrafında inşa edilen, bir ulusun kurulma ve/veya bir topluluğun milletleşme sürecinin ürünü olan epik (destan), modern dönemde de şair ve yazarlar tarafından kimi ölçülerde yazımı sürdürülen bir tür olmuştur. Bu minvalde eser veren isimlerden birisi de Ceyhun Atuf Kansu’dur.
Ceyhun Atuf Kansu, eserlerinde yeni Türk devlerinin kuruluşuna, bu bağlamda Millî Mücadele’ye de yer vermiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türk halkının verdiği bu ulusal savaşı hem şiirlerinde hem de nesirlerinde âdeta ete kemiğe büründürür, çok canlı sahnelerle tasvir eder. Bu mücadelenin en önemli safhalarından birisi 1921 yılında gerçekleşen Sakarya Meydan Savaşı’dır. Türk ordusu en çok şehidi 22 gün süren tarihin en uzun meydan savaşlarından birinde, Anadolu’da vermiştir. Ceyhun Atuf Kansu da 1970 yılında basılan Sakarya Meydan Savaşı isimli eserinde söz konusu mücadeleyi ölümsüzleştirir. Bu çalışmada Kansu’nun destanının geleneksel destandan farkları üzerinde durularak Millî Mücadele’nin nasıl epikleştirildiği ve yeniden kurgulandığı tespit edilmeye çalışılacaktır.
Paradigma Akademi Yayınları, 2021

Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2021
Rabb’in sözünün insanlara aktarımının somutlaşmış biçimi olan kutsal metinler, edebiyatın birçok ... more Rabb’in sözünün insanlara aktarımının somutlaşmış biçimi olan kutsal metinler, edebiyatın birçok şubesinin ve diğer sanatların, yüzyıllardan beri önemli kaynakları arasındadır. Özellikle Batı edebiyatının ve kültürünün oluşmasında İncil’in tesiri çok büyüktür. Benzer şekilde Kur’an-ı Kerim hem klasik Türk edebiyatı hem de halk edebiyatı ürünlerinin büyük çoğunluğuna nüfuz etmiş; onları içerik ve kurgu noktasında beslemiştir. Kur’an’dan kişiler, olaylar, ibret verici kıssalar, yol gösterici ve doğruluğu telkin eden ayetler çıkış noktası yapılarak oluşturulan hikâyeler, Türk edebiyatındaki birçok klasik ve modern eserin içeriğini zenginleştirmiştir. Modernleşme ve sonrasında gelişen süreçte ise kutsal metinler zengin bir kaynak olarak romana ve diğer anlatı türlerine sirayet etmeyi, onları beslemeyi sürdürmüştür.
Özellikle postmodernizmden sonra, kutsal metinlere yönelim, anlatı türlerine farklı şekillerde yansır. Postmodernizmle ilişkilendirilen ve aşağı yukarı onunla aynı zamanda (1960’lar sonrası) çıktığı üzerinde fikir birliği olan metinlerarasılık kuramı, roman yazma pratiğini benzer şekilde zenginleştiren bir teknik açılım sunar. Postmodernizmin çoğulculuk anlayışı ve her türlü farklılığı yok sayan eşitleyici tutumu özellikle geleneksel anlatılara, kutsal metinlere kucak açar. Parodi, pastiş, yeniden-yazma gibi metinlerarası tekniklerle geleneksel ve dinî metinler romanın çok katmanlı kurgusuna dâhil edilir ve çoğulculuk anlayışının sergilenmesinin bir yöntemi olur. Bundan dolayı bu makalede kuramın bilinçli bir şekilde kullanılmaya başlandığı 1970 sonrasındaki Türk romanlarının kutsal metinleri dokularına, kurgu ve içeriklerine nasıl sindirdiği Âdem ile Havva kıssası üzerinden irdelenecektir.
Prof. Dr. Vahit Türk Armağanı, 2020
Prof. Dr. Hidayet Kemal Bayatlı Hatıra Kitabı, 2019

Orhan Veli Kanık, arkadaşları Oktay Rifat Horozcu ve Melih Cevdet Anday ile birlikte başlattıklar... more Orhan Veli Kanık, arkadaşları Oktay Rifat Horozcu ve Melih Cevdet Anday ile birlikte başlattıkları Garip Hareketi ile Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde bir döneme damga vurmuştur. Bu üçlü, geleneğin farklı tezahürleri içinde devinen şiir anlayışına, kendilerinden önceki bütün şiirsel birikime savaş açmıştır. Bu şairler, sıradan insanı, onun alelade hâllerini şiire taşırken birçok eleştirinin de hedefi durumuna gelmişlerdir. Garip şiirinin doğal öncüsü olarak görülmesinden dolayı tartışmaların merkezinde en çok bulunan isim, genellikle Orhan Veli olmuştur. Orhan Veli “garip” anlayışını/felsefesini hayatına olduğu gibi yaşadığı dönemde pek farkında olunmayan hikâyelerine de taşımıştır. Onun hikâyeleri özellikle Garip hareketini şekillendiren şiirlerindeki dünyaya ve hayata bakışının bir uzantısı olarak değerlendirilebilir. Orhan Veli’nin hikâyeleri ve şiirleri arasında hem tematik hem de şairin poetik tutumu bakımından benzerlikler olduğunu söylemek mümkündür. Bu yazıda, öncelikle bu çalışmayı daha anlaşılır hâle getirmek amacıyla Garip poetikası hakkında genel hatlarıyla ön bilgi verilmiş, sonra ise Orhan Veli’nin hikâyeleri ve şiirleri arasındaki etkileşim ve benzerlikler üzerinde durulmuştur.

ÖZ: Sevgi Soysal'ın bazı eleştirmenlerce öykü kitabı bazı eleştirmenlerce öyküler toplamı ve kısa... more ÖZ: Sevgi Soysal'ın bazı eleştirmenlerce öykü kitabı bazı eleştirmenlerce öyküler toplamı ve kısa roman olarak değerlendirilen Tante Rosa isimli eseri, 1966-68 yılları arasında seri yazılar hâlinde Dost dergisinde yayımlanır. Yazar, birbiriyle ilintili on dört öyküden oluşan kitabın kahramanı Tante Rosa'yı, teyzesi Rosel'in kişiliğinden yola çıkarak yaratmıştır. Bu eser, kanaatimizce alışılmış olandan farklı bir "bildungsroman"dır. Alman edebiyatının bir roman çeşidi olan ve "oluşum" romanı olarak adlandırabileceğimiz bildungsroman, kahramanın oluşumuna etkisi olan maddi ve manevi unsurları, geçirdiği aşamaları, sonunda ulaştığı ideal durumu/kişiliği konu edinir. Romanın merkezinde gelişim ya da oluşum eksenli bir öykü vardır. Tante Rosa'da ise yazar, sıra dışı bir kişiliğe sahip olan Rosa'nın başarısızlıklarla dolu hayatını ele alır, olgunlaşma bu eserde bir anlamda tersine işler. Bildungsromanda kahramanın yaşadığı topluma ve onun kurallarına uyum sağlaması beklenirken, yaşadığı topluma ayak uyduramayan Rosa, toplumun bir parçası olmaktan ziyade, toplumu hayatı boyunca karşısına almıştır. Soysal'ın eserinde de bir karakterin hayat çizgisi boyunca geçirdiği zincirleme aşamalar söz konusudur; ancak bu aşamalar ve yaşanan olumlu/olumsuz deneyimlerin Rosa'yı ideal bir noktaya taşıması umulurken; sürekli "ideal" kavramını gerileten, kimi zaman yıkan ve karşıtı olan renkli bir tablo sunulur. Rosa, beklenen ideal noktasına ulaşamadığı gibi, bu roman türünü belirleyen "tamamlanmış kişilik", "yetişkin ve hayatın anlamını kavramış insan tipi"ne de dönüşemez. Ona bir "anti-kahraman" demek çok yanlış olmaz. Üstelik her ne kadar romanın merkezinde bir "gelişim öyküsü" bulunsa da bu alışılmış kalıplara uygun şekilde kurgulanmamıştır. Bu eseri, bir anlamda bir parodi ya da tersine "bildungsroman" olarak görmek mümkündür. Bahsi geçen varsayımlardan hareket edilerek bu yazıda, Sevgi Soysal'ın Tante Rosa isimli eserinin tersine bir bildungsroman örneği olarak okunabilirliğinin imkânları tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Sevgi Soysal, Tante Rosa, Bildungsroman, Anti-kahraman.
ABSTRACT: Sevgi Soysal's Tante Rosa which is regarded as a collection of stories by some critics and is considered a short novel by the others has been published serially in Dost magazine (1966-68). Writer created Rosa who based on her aunt Rosa and is antagonist of her book which consists of fourteen related stories. According to our opinion, this work is a kind of bildungsroman differentiating from usual bildungsromans. It is a genre firstly appeared in German literature and we name it also "development novel" dealing with subjects such as material and spiritual elements which contribute to antagonist's development, the stages which have been experinced by him/her and the ideal personality he/she has eventually reached. At the centre of the novel, there is a story based upon a development process. Writer handles Rosa who has an unusual personality and a life with full of failure in this novel and the process of turning into an adult in Tante Rosa occurs in contrast to similar novels. While the character is expected to obey the society and its rules in bildungsromans, Rosa has difficulty in adapting herself to society and defies it instead of being a part of it. In the work of Soysal the consecutive events which have been experienced by a person in his/her whole life is treated but these events and negative/positive experiences do not carry to him/her an ideal point. On the contrary Rosa always attacks the ideal concept and sometimes subverts it with colorful scenes. Rosa never reaches an ideal point and turns into a “completed personality”, an “adult who found the meaning of life.” It would not be wrong to name her as an anti-hero. Moreover, although the novel includes a “development story” it hasn’t been fictionalized in accord with the typical features of genre. This work may be regarded as a parody or a kind of “anti-bildungsroman”. In this article, possibilities of how Sevgi Soysal’s Tante Rosa could be read as an “anti-bildungsroman” will be discussed on the basis of these assumptions.
Key Words: Sevgi Soysal, Tante Rosa, Bildungsroman, Anti-hero.

Özet: Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nın önemli isimlerinden birisi olan Nazlı Eray’ın eserleri... more Özet: Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nın önemli isimlerinden birisi olan Nazlı Eray’ın eserlerinde hayal gücünün tetiklediği büyülü evrenlere sıklıkla rastlanır. Yazar 1976 yılında yayımladığı ilk hikâye kitabı Ah Bayım Ah’da kullandığı fantastik unsurlardan beslenen üslubu ile Türk edebiyatında yeni bir ufuk açar. Art arda yayımladığı eserleriyle günümüz edebiyatında önemli bir yer edinen yazarın özgünlüğü, eserlerinde beliren fantastik ögelerden ve gerçekliği dönüştürme biçiminden gelir.
Yazarın 1983 yılında yayımladığı ve ölüm teması etrafında yazdığı Orphée isimli romanında da gerçek ile düşün sınırları birbirine karışır, fantastik bir evren tasarlanır. Ölümden kaçmak için sevgilisi Orphée’yi aramak üzere yola çıkan Eurydice’nin maceralarını ele alan roman, postmodernizmin yöntem ve özelliklerinden yoğun şekilde faydalanmıştır. Arkaik ve modern iki metni kesiştiren bir mitin dönüştürülmesi ve yeni bir kurgu içinde sunulması, bu romanın postmodern bir özelliğidir. İkincisi, Orphée mitinin modern bir uyarlaması olan bu metinde, kurgu ve kişiler bağlamında metinlerarasılık uygulamalarının birçok örneği mevcuttur. Bilindiği üzere bu mitte, Orphée sevgilisi Eurydice’nin ardından Ölüler Diyarı’na iner ve onun sevgilisini oradan çıkarma çabası trajik bir şekilde sonuçlanır. Eray’sa, mitin kurgusunu ve kişilerini tersine çevirerek kendi anlatısına bir çerçeve yapmıştır. Artık arayış içinde olan Eurydice’dir. Bunun yanı sıra mitin birçok bileşeni ve belirgin motifi Eray’ın anlatısında hem yapısal hem de içerik boyutuyla işlev üstlenmiştir. Bu çalışmada bu işlevler metinlerarasılık kuramı ve uygulamaları açısından incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Nazlı Eray, Orphée, mit, metinlerarasılık, postmodernizm.
Abstract: The magic universes triggered by imagination are often observed in the works of Nazlı Eray, who is one of the prominent writers of the Republican Period. She has opened up a new horizon to Turkish literature through her fantastic style in her first story book, Ah Bayım Ah (1976). The originality of the writer, who obtained an important place in contemporary literature with her works she wrote successively, comes from the fantastic elements that appear in her novels and the way she re-conceptualises reality.
She creates a fantastic universe in her novel, Orphée, published in 1983, focuses on death theme, in which the reality turns into a dream and the borders between them fade away. The novel, which treats Eurydice’s quest for her lover Orphée and her escape from death, utilizes the methods and characteristics of postmodernism intensively. The transforming of a myth that crosses two texts, one of which archaic and the other is modern, and its presenting with a new structure is a postmodern aspect of this novel. Secondly, this novel, which is a modern adaptation of Orphée myth, includes practices of intertextuality in terms of structure and characters. As is known, Orphée goes to Hades in the hope of bringing Eurydice back to life but this hope turns into a tragedy. However, Eray reverses the characters and structure of the myth so as to use as a frame for her novel. Now, Eurydice is on a quest for Orphée. In addition to this, several components and significant motifs of the myth function both structurally and contextually in Eray’s narrative. In this study, these functions are to examine in terms of intertextuality theory and practices.
Keywords: Nazlı Eray, Orphée, myth, intertextuality, postmodernism.

ÖZET Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun 1928 tarihinde basılan Sodom ve Gomore isimli romanı Türk edeb... more ÖZET Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun 1928 tarihinde basılan Sodom ve Gomore isimli romanı Türk edebiyatının önemli eserlerinden biridir. Roman, semavi dinlerde bahsi geçen Sodom ve Gomore anlatısı üzerinde yükselir. Yazar, kendisine bir gönderge olarak seçtiği bu anlatıdan hareket ederek bir yeniden kurgulama sürecine girmiştir. Kutsal metinlerde bahsi geçen bu anlatı, söz konusu romanda dönemin tarihsel gerçekliği doğrultusunda ağırlıklı olarak işlevsel bir dönüşüme uğratılır. Millî Mücadele sürecine aktif olarak katılan Yakup Kadri, düşman kuvvetlerinin işgali altındaki İstanbul ile halkının ahlaksızlığı sonucu Rab'bin gazabını üzerine çeken, gökten yağan ateşli kükürtle yıkılan Sodom ve Gomore kentleri arasında metinlerarası bir koşutluk kurar. Yazarın gerçekleştirdiği bu metinlerarası dönüşüm sadece işlevle sınırlı değildir. Ayrıca bir yeniden kurgulama, biçimlendirme süreci de işlemektedir. Konuya ilişkin literatür tarandığında yapılan çalışmaların tematik olduğu metinlerarasılık kuramından hareket eden bir yöntemsel yaklaşımın olmadığı görülmüştür. Bu çalışma, bir kutsal metnin farklı bağlam, işlev, anlam ve biçim düzleminde tarihsel bir kesite ışık tutmak amacıyla nasıl dönüştürüldüğünü irdeleyecektir. Bir edebî metnin, bir kutsal metni hareket noktası yaparken geçirdiği dönüşümlere metinlerarasılık kuramının yöntemleriyle yaklaşılırken bu tür bir işlemle ne amaçlanmış olabileceğinin de tartışması yapılacaktır; çünkü Yakup Kadri'nin Sodom ve Gomore metni, tarihsel bir dönemi sergilemek ya da salt estetik bir misyon üstlenmek amacıyla yazıldığı izlenimini uyandırmamaktadır. Bu tür bir üretimin ve kurgulamanın gerisindeki motivasyonları tespit ettikten sonra, bunların söz konusu metindeki rolü, metinlerarasılık kuramının verileriyle ele alınacaktır.
Uploads
Papers by Ayşe Nur Özdemir
1950 kuşağı hikâyecileri arasında müstesna bir yeri olan Onat Kutlar’ın 1959 yılında kaleme aldığı ilk hikâye kitabı olan İshak, 1960’ta Türk Dil Kurumu hikâye ödülü ile taltif edilmiştir. Henüz küçük yaşlarda bu vadide denemeler yapmaya başlayan yazarın yirmi üç yaşında ortaya koyduğu, dokuz hikâyeden oluşan bu eseri, büyük övgülere mazhar olmuş ve kimi araştırmacılar tarafından Türk edebiyatında büyülü gerçekçiliğin izlerini taşıyan ilk örnek olarak değerlendirilmiştir. İlk ve orta öğrenimini Gaziantep’te tamamlayan Kutlar’ın hayatından, çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği Gaziantep’ten izler taşıyan bu eserin Batılı kimi modernist tekniklerle de münasebeti vardır. Gerçekliğin farklı katmanlar ya da varlık düzeyleri şeklinde çoğullaştığı bu eserde fantastik motifler de gözlemlenmektedir. Dolayısıyla modernist tekniklerle kaynaşmış yerli bir temel üzerine inşa edilen bu hikâyelerde yazarın gerçekliğin farklı katmanlarında dolaştığı ve özgül bir kurmaca mantığının işlediği görülür. Hikâyelerden özellikle “Kediler”de gerçekliğin doğası klasik realizm akımının oldukça dışındadır.
Çalışmamızda, “Kediler” isimli hikâyede gerçekliğin farklı tabakaları üzerine bir inceleme yaparak Onat Kutlar ile ilgili bugüne kadar yapılan çalışmalara katkı sağlamak amaçlanmıştır.
Hilâl-i Ahmer Cemiyetine odaklanan bu çalışmada Abdülhak Hamit Tarhan, Tevfik Fikret, Nigâr Hanım, İhsan Raif, Mehmet Emin, Yusuf Ziya, Hüseyin Dâniş, İbrahim Alâettin, Celâl Sahir, Faik Âli gibi isimlerin şiirleri analiz edilmiştir. Bahsi geçen zorlu günlerde Cemiyetin faaliyetlerini sürdürebilmesi için bu sanatçıların verdiği destek ortaya konmuştur.
Ceyhun Atuf Kansu, eserlerinde yeni Türk devlerinin kuruluşuna, bu bağlamda Millî Mücadele’ye de yer vermiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türk halkının verdiği bu ulusal savaşı hem şiirlerinde hem de nesirlerinde âdeta ete kemiğe büründürür, çok canlı sahnelerle tasvir eder. Bu mücadelenin en önemli safhalarından birisi 1921 yılında gerçekleşen Sakarya Meydan Savaşı’dır. Türk ordusu en çok şehidi 22 gün süren tarihin en uzun meydan savaşlarından birinde, Anadolu’da vermiştir. Ceyhun Atuf Kansu da 1970 yılında basılan Sakarya Meydan Savaşı isimli eserinde söz konusu mücadeleyi ölümsüzleştirir. Bu çalışmada Kansu’nun destanının geleneksel destandan farkları üzerinde durularak Millî Mücadele’nin nasıl epikleştirildiği ve yeniden kurgulandığı tespit edilmeye çalışılacaktır.
Özellikle postmodernizmden sonra, kutsal metinlere yönelim, anlatı türlerine farklı şekillerde yansır. Postmodernizmle ilişkilendirilen ve aşağı yukarı onunla aynı zamanda (1960’lar sonrası) çıktığı üzerinde fikir birliği olan metinlerarasılık kuramı, roman yazma pratiğini benzer şekilde zenginleştiren bir teknik açılım sunar. Postmodernizmin çoğulculuk anlayışı ve her türlü farklılığı yok sayan eşitleyici tutumu özellikle geleneksel anlatılara, kutsal metinlere kucak açar. Parodi, pastiş, yeniden-yazma gibi metinlerarası tekniklerle geleneksel ve dinî metinler romanın çok katmanlı kurgusuna dâhil edilir ve çoğulculuk anlayışının sergilenmesinin bir yöntemi olur. Bundan dolayı bu makalede kuramın bilinçli bir şekilde kullanılmaya başlandığı 1970 sonrasındaki Türk romanlarının kutsal metinleri dokularına, kurgu ve içeriklerine nasıl sindirdiği Âdem ile Havva kıssası üzerinden irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Sevgi Soysal, Tante Rosa, Bildungsroman, Anti-kahraman.
ABSTRACT: Sevgi Soysal's Tante Rosa which is regarded as a collection of stories by some critics and is considered a short novel by the others has been published serially in Dost magazine (1966-68). Writer created Rosa who based on her aunt Rosa and is antagonist of her book which consists of fourteen related stories. According to our opinion, this work is a kind of bildungsroman differentiating from usual bildungsromans. It is a genre firstly appeared in German literature and we name it also "development novel" dealing with subjects such as material and spiritual elements which contribute to antagonist's development, the stages which have been experinced by him/her and the ideal personality he/she has eventually reached. At the centre of the novel, there is a story based upon a development process. Writer handles Rosa who has an unusual personality and a life with full of failure in this novel and the process of turning into an adult in Tante Rosa occurs in contrast to similar novels. While the character is expected to obey the society and its rules in bildungsromans, Rosa has difficulty in adapting herself to society and defies it instead of being a part of it. In the work of Soysal the consecutive events which have been experienced by a person in his/her whole life is treated but these events and negative/positive experiences do not carry to him/her an ideal point. On the contrary Rosa always attacks the ideal concept and sometimes subverts it with colorful scenes. Rosa never reaches an ideal point and turns into a “completed personality”, an “adult who found the meaning of life.” It would not be wrong to name her as an anti-hero. Moreover, although the novel includes a “development story” it hasn’t been fictionalized in accord with the typical features of genre. This work may be regarded as a parody or a kind of “anti-bildungsroman”. In this article, possibilities of how Sevgi Soysal’s Tante Rosa could be read as an “anti-bildungsroman” will be discussed on the basis of these assumptions.
Key Words: Sevgi Soysal, Tante Rosa, Bildungsroman, Anti-hero.
Yazarın 1983 yılında yayımladığı ve ölüm teması etrafında yazdığı Orphée isimli romanında da gerçek ile düşün sınırları birbirine karışır, fantastik bir evren tasarlanır. Ölümden kaçmak için sevgilisi Orphée’yi aramak üzere yola çıkan Eurydice’nin maceralarını ele alan roman, postmodernizmin yöntem ve özelliklerinden yoğun şekilde faydalanmıştır. Arkaik ve modern iki metni kesiştiren bir mitin dönüştürülmesi ve yeni bir kurgu içinde sunulması, bu romanın postmodern bir özelliğidir. İkincisi, Orphée mitinin modern bir uyarlaması olan bu metinde, kurgu ve kişiler bağlamında metinlerarasılık uygulamalarının birçok örneği mevcuttur. Bilindiği üzere bu mitte, Orphée sevgilisi Eurydice’nin ardından Ölüler Diyarı’na iner ve onun sevgilisini oradan çıkarma çabası trajik bir şekilde sonuçlanır. Eray’sa, mitin kurgusunu ve kişilerini tersine çevirerek kendi anlatısına bir çerçeve yapmıştır. Artık arayış içinde olan Eurydice’dir. Bunun yanı sıra mitin birçok bileşeni ve belirgin motifi Eray’ın anlatısında hem yapısal hem de içerik boyutuyla işlev üstlenmiştir. Bu çalışmada bu işlevler metinlerarasılık kuramı ve uygulamaları açısından incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Nazlı Eray, Orphée, mit, metinlerarasılık, postmodernizm.
Abstract: The magic universes triggered by imagination are often observed in the works of Nazlı Eray, who is one of the prominent writers of the Republican Period. She has opened up a new horizon to Turkish literature through her fantastic style in her first story book, Ah Bayım Ah (1976). The originality of the writer, who obtained an important place in contemporary literature with her works she wrote successively, comes from the fantastic elements that appear in her novels and the way she re-conceptualises reality.
She creates a fantastic universe in her novel, Orphée, published in 1983, focuses on death theme, in which the reality turns into a dream and the borders between them fade away. The novel, which treats Eurydice’s quest for her lover Orphée and her escape from death, utilizes the methods and characteristics of postmodernism intensively. The transforming of a myth that crosses two texts, one of which archaic and the other is modern, and its presenting with a new structure is a postmodern aspect of this novel. Secondly, this novel, which is a modern adaptation of Orphée myth, includes practices of intertextuality in terms of structure and characters. As is known, Orphée goes to Hades in the hope of bringing Eurydice back to life but this hope turns into a tragedy. However, Eray reverses the characters and structure of the myth so as to use as a frame for her novel. Now, Eurydice is on a quest for Orphée. In addition to this, several components and significant motifs of the myth function both structurally and contextually in Eray’s narrative. In this study, these functions are to examine in terms of intertextuality theory and practices.
Keywords: Nazlı Eray, Orphée, myth, intertextuality, postmodernism.
1950 kuşağı hikâyecileri arasında müstesna bir yeri olan Onat Kutlar’ın 1959 yılında kaleme aldığı ilk hikâye kitabı olan İshak, 1960’ta Türk Dil Kurumu hikâye ödülü ile taltif edilmiştir. Henüz küçük yaşlarda bu vadide denemeler yapmaya başlayan yazarın yirmi üç yaşında ortaya koyduğu, dokuz hikâyeden oluşan bu eseri, büyük övgülere mazhar olmuş ve kimi araştırmacılar tarafından Türk edebiyatında büyülü gerçekçiliğin izlerini taşıyan ilk örnek olarak değerlendirilmiştir. İlk ve orta öğrenimini Gaziantep’te tamamlayan Kutlar’ın hayatından, çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği Gaziantep’ten izler taşıyan bu eserin Batılı kimi modernist tekniklerle de münasebeti vardır. Gerçekliğin farklı katmanlar ya da varlık düzeyleri şeklinde çoğullaştığı bu eserde fantastik motifler de gözlemlenmektedir. Dolayısıyla modernist tekniklerle kaynaşmış yerli bir temel üzerine inşa edilen bu hikâyelerde yazarın gerçekliğin farklı katmanlarında dolaştığı ve özgül bir kurmaca mantığının işlediği görülür. Hikâyelerden özellikle “Kediler”de gerçekliğin doğası klasik realizm akımının oldukça dışındadır.
Çalışmamızda, “Kediler” isimli hikâyede gerçekliğin farklı tabakaları üzerine bir inceleme yaparak Onat Kutlar ile ilgili bugüne kadar yapılan çalışmalara katkı sağlamak amaçlanmıştır.
Hilâl-i Ahmer Cemiyetine odaklanan bu çalışmada Abdülhak Hamit Tarhan, Tevfik Fikret, Nigâr Hanım, İhsan Raif, Mehmet Emin, Yusuf Ziya, Hüseyin Dâniş, İbrahim Alâettin, Celâl Sahir, Faik Âli gibi isimlerin şiirleri analiz edilmiştir. Bahsi geçen zorlu günlerde Cemiyetin faaliyetlerini sürdürebilmesi için bu sanatçıların verdiği destek ortaya konmuştur.
Ceyhun Atuf Kansu, eserlerinde yeni Türk devlerinin kuruluşuna, bu bağlamda Millî Mücadele’ye de yer vermiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türk halkının verdiği bu ulusal savaşı hem şiirlerinde hem de nesirlerinde âdeta ete kemiğe büründürür, çok canlı sahnelerle tasvir eder. Bu mücadelenin en önemli safhalarından birisi 1921 yılında gerçekleşen Sakarya Meydan Savaşı’dır. Türk ordusu en çok şehidi 22 gün süren tarihin en uzun meydan savaşlarından birinde, Anadolu’da vermiştir. Ceyhun Atuf Kansu da 1970 yılında basılan Sakarya Meydan Savaşı isimli eserinde söz konusu mücadeleyi ölümsüzleştirir. Bu çalışmada Kansu’nun destanının geleneksel destandan farkları üzerinde durularak Millî Mücadele’nin nasıl epikleştirildiği ve yeniden kurgulandığı tespit edilmeye çalışılacaktır.
Özellikle postmodernizmden sonra, kutsal metinlere yönelim, anlatı türlerine farklı şekillerde yansır. Postmodernizmle ilişkilendirilen ve aşağı yukarı onunla aynı zamanda (1960’lar sonrası) çıktığı üzerinde fikir birliği olan metinlerarasılık kuramı, roman yazma pratiğini benzer şekilde zenginleştiren bir teknik açılım sunar. Postmodernizmin çoğulculuk anlayışı ve her türlü farklılığı yok sayan eşitleyici tutumu özellikle geleneksel anlatılara, kutsal metinlere kucak açar. Parodi, pastiş, yeniden-yazma gibi metinlerarası tekniklerle geleneksel ve dinî metinler romanın çok katmanlı kurgusuna dâhil edilir ve çoğulculuk anlayışının sergilenmesinin bir yöntemi olur. Bundan dolayı bu makalede kuramın bilinçli bir şekilde kullanılmaya başlandığı 1970 sonrasındaki Türk romanlarının kutsal metinleri dokularına, kurgu ve içeriklerine nasıl sindirdiği Âdem ile Havva kıssası üzerinden irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Sevgi Soysal, Tante Rosa, Bildungsroman, Anti-kahraman.
ABSTRACT: Sevgi Soysal's Tante Rosa which is regarded as a collection of stories by some critics and is considered a short novel by the others has been published serially in Dost magazine (1966-68). Writer created Rosa who based on her aunt Rosa and is antagonist of her book which consists of fourteen related stories. According to our opinion, this work is a kind of bildungsroman differentiating from usual bildungsromans. It is a genre firstly appeared in German literature and we name it also "development novel" dealing with subjects such as material and spiritual elements which contribute to antagonist's development, the stages which have been experinced by him/her and the ideal personality he/she has eventually reached. At the centre of the novel, there is a story based upon a development process. Writer handles Rosa who has an unusual personality and a life with full of failure in this novel and the process of turning into an adult in Tante Rosa occurs in contrast to similar novels. While the character is expected to obey the society and its rules in bildungsromans, Rosa has difficulty in adapting herself to society and defies it instead of being a part of it. In the work of Soysal the consecutive events which have been experienced by a person in his/her whole life is treated but these events and negative/positive experiences do not carry to him/her an ideal point. On the contrary Rosa always attacks the ideal concept and sometimes subverts it with colorful scenes. Rosa never reaches an ideal point and turns into a “completed personality”, an “adult who found the meaning of life.” It would not be wrong to name her as an anti-hero. Moreover, although the novel includes a “development story” it hasn’t been fictionalized in accord with the typical features of genre. This work may be regarded as a parody or a kind of “anti-bildungsroman”. In this article, possibilities of how Sevgi Soysal’s Tante Rosa could be read as an “anti-bildungsroman” will be discussed on the basis of these assumptions.
Key Words: Sevgi Soysal, Tante Rosa, Bildungsroman, Anti-hero.
Yazarın 1983 yılında yayımladığı ve ölüm teması etrafında yazdığı Orphée isimli romanında da gerçek ile düşün sınırları birbirine karışır, fantastik bir evren tasarlanır. Ölümden kaçmak için sevgilisi Orphée’yi aramak üzere yola çıkan Eurydice’nin maceralarını ele alan roman, postmodernizmin yöntem ve özelliklerinden yoğun şekilde faydalanmıştır. Arkaik ve modern iki metni kesiştiren bir mitin dönüştürülmesi ve yeni bir kurgu içinde sunulması, bu romanın postmodern bir özelliğidir. İkincisi, Orphée mitinin modern bir uyarlaması olan bu metinde, kurgu ve kişiler bağlamında metinlerarasılık uygulamalarının birçok örneği mevcuttur. Bilindiği üzere bu mitte, Orphée sevgilisi Eurydice’nin ardından Ölüler Diyarı’na iner ve onun sevgilisini oradan çıkarma çabası trajik bir şekilde sonuçlanır. Eray’sa, mitin kurgusunu ve kişilerini tersine çevirerek kendi anlatısına bir çerçeve yapmıştır. Artık arayış içinde olan Eurydice’dir. Bunun yanı sıra mitin birçok bileşeni ve belirgin motifi Eray’ın anlatısında hem yapısal hem de içerik boyutuyla işlev üstlenmiştir. Bu çalışmada bu işlevler metinlerarasılık kuramı ve uygulamaları açısından incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Nazlı Eray, Orphée, mit, metinlerarasılık, postmodernizm.
Abstract: The magic universes triggered by imagination are often observed in the works of Nazlı Eray, who is one of the prominent writers of the Republican Period. She has opened up a new horizon to Turkish literature through her fantastic style in her first story book, Ah Bayım Ah (1976). The originality of the writer, who obtained an important place in contemporary literature with her works she wrote successively, comes from the fantastic elements that appear in her novels and the way she re-conceptualises reality.
She creates a fantastic universe in her novel, Orphée, published in 1983, focuses on death theme, in which the reality turns into a dream and the borders between them fade away. The novel, which treats Eurydice’s quest for her lover Orphée and her escape from death, utilizes the methods and characteristics of postmodernism intensively. The transforming of a myth that crosses two texts, one of which archaic and the other is modern, and its presenting with a new structure is a postmodern aspect of this novel. Secondly, this novel, which is a modern adaptation of Orphée myth, includes practices of intertextuality in terms of structure and characters. As is known, Orphée goes to Hades in the hope of bringing Eurydice back to life but this hope turns into a tragedy. However, Eray reverses the characters and structure of the myth so as to use as a frame for her novel. Now, Eurydice is on a quest for Orphée. In addition to this, several components and significant motifs of the myth function both structurally and contextually in Eray’s narrative. In this study, these functions are to examine in terms of intertextuality theory and practices.
Keywords: Nazlı Eray, Orphée, myth, intertextuality, postmodernism.