Books by Esra Yılmaz EREN

BM Özel Prosedürlerinin İnsan Haklarının Korunmasındaki Yeri ve Önemi, 2023
BM İnsan Hakları Sistemi içerisinde "taçtaki mücevher" olarak tanımlanan BM Özel Prosedürleri, de... more BM İnsan Hakları Sistemi içerisinde "taçtaki mücevher" olarak tanımlanan BM Özel Prosedürleri, devletlerin iç işlerine müdahale anlamına gelebilecek bir usul olarak tüm dünyada meydana gelen insan hakları ihlallerinin yerinde izlenmesi, olguların tespiti ve kamuoyu farkındalığı oluşturma amacıyla kurulmuş bir sistem olarak faaliyet göstermektedir. BM İnsan Hakları Konseyi'ne bağlı olarak Şart temelinde oluşturulan bu yapı, devletlerin ek bir onayı olmaksızın tüm dünyada meydana gelen insan hakları ihlallerini inceleme olanağına sahiptir. Birleşmiş Milletler'den bağımsız statüleri, seçilme usulleri, tarafsızlıkları ve esnek çalışma yöntemleri ile insan haklarının korunmasında diğer mekanizmalardan farklı bir yere sahiptirler. Belirlenen bu hukuki çerçevede özel prosedürlerin temel görevi, gerçekleri ortaya çıkarmak, gelecek için güvenilir bir tarihsel kayıt oluşturmak ve siyasi organların duruma uygun en iyi stratejiyi belirleyebileceği kaynağı sağlamak mıdır? Yoksa asli görevleri adeta bir savcı gibi soruşturmayı desteklemek için mümkün olduğunca çok kanıtı bir araya getirmek ve dünya kamuoyunu harekete geçirmek midir? Ya da belirli bir durumu iyileştirmek veya çözmek için suçlama ya da kınama yerine işbirliği ve diyaloğu vurgulayarak çözmeye çalışan uzlaştırıcı bir işleve mi sahip olacaklardır? Özel prosedürlerin tüm bu farklı işlevleri etkili bir şekilde birleştirmeleri mümkün olabilir mi? Bu çalışma kapsamında yaptığımız araştırma ve analiz ettiğimiz raporlar, özel prosedürlerin uluslararası normların pratik sonuçlara dönüştürülmesinde bağımsız ve esnek usuller olarak benzersiz bir rol oynadığını ve gerçekten de yukarıdaki tüm bu faaliyetleri etkili bir biçimde yerine getirebileceklerini göstermektedir.

Seçkin Yayınları, 2021
Dünyanın en büyük mülteci nüfusunu barındıran Türkiye, Suriyelilere ilk günden itibaren açık kapı... more Dünyanın en büyük mülteci nüfusunu barındıran Türkiye, Suriyelilere ilk günden itibaren açık kapı politikası uygulamış ve 2013 tarihinde yürürlüğe giren Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile "geçici koruma" statüsü tanımıştır. Bu çalışma kapsamında silahlı çatışma veya yaygın insan hakları ihlalleri gibi sebeplerle ülkelerini terk etmek zorunda kalan ve kitleler halinde sığınma arayan kişilere sağlanan geçici koruma statüsünün içeriği ve koşulları incelenmektedir.
"Geçici koruma" statüsü acil durumlarda, kitlesel olarak sığınma ihtiyacı içinde bulunan kişilere koruma sağlanmasına hizmet eden ve sınırlı bir süre uygulanması gereken bir statüdür. Bu bağlamda kişilerin ülkelerinden ayrıl-malarına sebep olan durum sona erdiğinde ülkelerine dönmeleri, bu mümkün değilse kalıcı bir statüye geçişlerinin sağlanması, uluslararası mülteci hukuku ilkelerine uygun bir geçici koruma rejiminin ön şartını teşkil etmektedir.
Yaklaşık 4 milyona ulaşan kişinin tabi olduğu geçici koruma statüsünün şartları, kişilere tanınacak haklar, farklı ülkelerdeki uygulamalar bu çalışma kapsamında detaylı olarak ele alınmıştır. Özellikle geçici koruma statü nün en yakın tarihli uygulamasını teşkil eden Eski Yugoslavya ve Kosova Krizi karşısındaki Avrupa Birliği uygulaması ve Geçici Koruma Yönergesi incelenmiş; Avrupa ülkelerinin sığınmacılara sağladığı statüler, haklar ve uygulamalar karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır.
Suriyelilerin ülkede kalışlarının 10. yılına gelinen bu aşamada özellikle Eski Yugoslavya örneği dikkate alınarak geçici koruma statüsünün uluslararası hukuka uygun bir biçimde nasıl sona erdirilmesi gerektiği ve Suriyelilere tanınabilecek kalıcı çözümler de çalışma bağlamında detaylı olarak incelenmiştir. Böylece Avrupa Birliği bağlamında yaşanan kitlesel akınlara uygulanan geçici koruma rejiminin zaman içerisinde nasıl evrildiği ve korunma ihtiyacı içerisinde bulunan kişilere menşe ülkeye dönüş, yeniden yerleştirme ve yerel entegrasyon gibi kalıcı çözüm bulma çabaları örnekler bağlamında analiz edilmiştir. Bu karşılaştırmalı çalışmanın Türkiye'nin halihazırda yaşadığı uygulamaya ışık tutması ve hem teorisyenlere hem de uygulamacılara kaynak oluşturması temenni edilmektedir.

Projecting Migration over the Next Twenty Years and Beyond, 2022
This article examines the responsibility- and burden-sharing principle in regards to recent inter... more This article examines the responsibility- and burden-sharing principle in regards to recent international improvements in refugee law. Although the 1951 Refugee Convention emphasises the importance of burden-sharing and solidarity, it hitherto fails to establish a predictable and equitable sharing mechanism for states hosting and supporting refugees all over the world. The tragedies witnessed during the mass influxes experienced in recent years have been observed by the whole world as a result of technological possibilities and awareness has been created, albeit partially. This awareness has demonstrated that solving the problems of refugees can only be possible with steps to be taken on a global scale and that more international cooperation is needed to support host countries. Therefore, the “New York Declaration for Refugees and Migrants” and the “Global Compact on Refugees” were initiated to solve this global problem.
This article argues that an efficient refugee protection system cannot be achieved without a proper responsibility- and burden-sharing scheme and it seeks to find an answer as to whether these improvements in international refugee law could strengthen this core element and have concrete effects on the lives of refugees. Also, different proposals to make the new system more efficient were attempted.
Papers by Esra Yılmaz EREN

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2024
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, başvuru sahipleri tarafından gündeme getirilen insan hakları soru... more Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, başvuru sahipleri tarafından gündeme getirilen insan hakları sorunlarını sınırlı insan kaynağı ile makul sürede çözmeye çalışmaktadır. İş yükünü azaltmak amacıyla dostane çözüm ve tek taraflı deklarasyon gibi usuller yargılamanın parçası haline getirilmiştir. Böylece özellikle yerleşik içtihadın bulunduğu mükerrer davalarda tarafların Mahkeme gözetiminde anlaşması ile uyuşmazlıkların çözüme kavuşturulması amaçlanmaktadır. Öte yandan Mahkeme 2019 yılından itibaren bütün başvurular bakımından dostane çözüm teklifinde bulunmayı
ana kural haline getirmiştir. Bu uygulamanın yargılama sürecinin hızlanmasına ve Mahkemenin etkinliğinin arttırılmasına katkıda bulunacağı ifade edilmektedir.
Ancak usulün otomatik olarak tüm davalar bakımından uygulanması başvurucular bakımından hak kaybına yol açabilecek ve madde 2 ve 3 gibi ciddi insan hakları ihlalleri bakımından bu usul, mağdur yanında Mahkeme’nin misyon ve itibarına da zarar verebilecektir. Bu makalede, AİHM’in iş yüküne çare olarak geliştirilen dostane çözüm ve tek taraflı deklarasyon usulleri, yargılama sistemi reformları ışığında ele alınmaktadır. Her bir çözüm yolunun olumlu ve olumsuz yönleri incelenerek, mahkeme önündeki bütün başvurular bakımından adeta hızlandırılmış usul şeklinde yeknesak bir uygulama oluşturulmasının AİHM yargılama sistemi bakımından sakıncalarına değinilmektedir. İnsan hakları yargılamasında uzlaşmanın hangi hallerde meşru sayılabileceği değerlendirilerek özellikle tek taraflı deklarasyon usulünde mağdurların rızası hilafına başvurunun sonlandırılması karşısında bu usulün madde 2 ve 3 ihlali gibi ciddi nitelikteki insan hakları ihlalleri bakımından daha titizlikle uygulanması ve Bakanlar Kurulu’na da denetim yetkisi tanınması gerektiği ifade edilmektedir. Başvuruların hızlıca çözüme kavuşturularak Mahkemenin verimliliğinin arttırılması ile insan hakları ihlallerinin tespiti ve mağdurun tatmini suretiyle adaletin sağlanması arasındaki denge doğru belirlenmelidir.

Adalet Dergisi, 2024
Çocuklar, hamile ve bebek emziren kadınlar, yalnız ebeveynler, zihinsel ya da fiziksel hastalığı ... more Çocuklar, hamile ve bebek emziren kadınlar, yalnız ebeveynler, zihinsel ya da fiziksel hastalığı olanlar, engelliler, yaşlılar, insan ticareti mağdurları, işkence, tecavüz veya diğer psikolojik, fiziksel veya cinsel şiddet biçimlerine maruz kalan kişiler literatürde hassas durumda olan kişiler
olarak tanımlanmaktadır. Bu kişiler sığınma aramak için başvurdukları devlette özgürlükleri kısıtlanarak idari gözetim tedbirine konu olduklarında kişisel kırılganlıkları nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı yanında başka hak ihlallerine de maruz kalmaktadırlar.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi son yıllarda hassas durumda bulunan kişilere ilişkin detaylı bir içtihat oluşturmuştur. Mahkeme, hassasiyeti ihlal
eşiğini düşüren bir unsur olarak değerlendirmekte ve hakları ihlal edilen kişilerin hassas durumda olması halinde devletlerin özen ve koruma yükümlülüklerini daha geniş yorumlamaktadır. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı kapsamında hassas kişilerin idari gözetimi gereklilik ve orantılılık ilkeleri bağlamında katı bir değerlendirmeye tabi tutulmaktadır.
Bu çalışma kapsamında AİHM içtihadında kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ve idari gözetim konusunda genel bilgiler verildikten sonra hassas
durumda olma/kırılganlık kavramı incelenecektir.
AİHM’in hassas durumda olanların idari gözetiminde oluşturduğu ilkeler belirlenerek, bu kişilere karşı devletlerin arttırılmış pozitif
yükümlülükleri değerlendirilecektir. Son bölümde Türkiye uygulaması bağlamında karşılaştırmalı bir analiz yapılarak hassas durumda bulunan kişiler bakımından hukuka uygun idari gözetim uygulaması için öneriler ileri sürülecektir

Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2024
Çocuklar hassas ve savunmasız olmaları nedeniyle özel koruma ve yardıma ihtiyaç duymaktadırlar. A... more Çocuklar hassas ve savunmasız olmaları nedeniyle özel koruma ve yardıma ihtiyaç duymaktadırlar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de ulusal üstü pek çok sistem gibi işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezaya karşı çocuklara özel koruma sağlamaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) taraf olan Devletler yetki alanları içindeki kişilerin, sadece devlet yetkilileri değil bireyler de dahil olmak üzere herhangi biri tarafından işkence veya kötü muameleye maruz kalmalarını engellemekle yükümlüdürler. İşkence ve diğer kötü muamelelerin sonuçları çocuklar söz konusu olduğunda daha da ciddi hale gelmektedir. Bu nedenle AİHM içtihadı uyarınca devletlerin gerekli iç mevzuatın oluşturulması, önleyici tedbirlerin uygulanması ve ayrıca etkili soruşturmaların gerçekleştirilmesi ile hem maddi hem de usuli unsurlar barındıran bu yükümlülüklere uygun hareket etmesi çocukların korunması için büyük öneme sahiptir.
Bu çalışma kapsamında ilk bölümde AİHM'in madde 3 işkence ve kötü muamele yasağı içtihadına ilişkin genel bilgiler verilecektir. İkinci bölümde AİHM'in madde 3 kapsamında çocuklara sağladığı koruma; bedensel cezalara karşı koruma, gözaltı, ceza infaz kurumları ve bakım merkezlerinde bulunan çocukların korunması, aile içi şiddetten korunma, yabancı çocukların korunması ve cinsel istismardan korunma olmak üzere beş başlık altında ele alınacaktır. Çalışmada içtihat bakımından özellik arz eden nitelikteki kararlar seçilmiştir.

Sakarya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt. 12, Sayı. 1, ss. 17-46, Yıl 2024, Mar 12, 2024
İdari gözetim, uluslararası koruma başvurularının değerlendirilmesi veya sınırdışı etme işlemleri... more İdari gözetim, uluslararası koruma başvurularının değerlendirilmesi veya sınırdışı etme işlemleri sürecinde devletler tarafından sıklıkla uygulanmaktadır. İçtihatlar incelendiğinde idari gözetim altında tutulan kişilerin zaman zaman işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında çeşitli ihlâllerle karşılaştıkları görülmektedir. Buna karşın Türk Hukuku bakımından idari gözetim altında tutulan kişilerin tutulma koşulları bağlamında yaşadıkları hak ihlâllerine karşı başvurabilecekleri hukuki yollar konusunda bir belirsizlik göze çarpmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi tarafından da dile getirilen bu eksiklik, Anayasa Mahkemesi'nin içtihadı ile giderilmeye çalışılmıştır. Ancak Mahkeme tarafından işaret edilen idari yargı yolunun uygulamada sorunlara çözüm oluşturduğuna, başka bir deyişle etkili bir başvuru yolu teşkil ettiğine dair somut davalar bulunmamaktadır. Ayrıca Anayasa Mahkemesi'nin idari yargının etkili bir başvuru yolu olduğuna ilişkin içtihadı devam ederken aynı hususta Uyuşmazlık Mahkemesi'nin adli yargının görevli olduğuna hükmetmesiyle iç hukuktaki başvuru mekanizmasına ilişkin belirsizlik daha belirgin hale gelmiştir.
Bu çalışma kapsamında işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında idari gözetim koşulları ele alınarak, bu koşulların iç hukukta dava edilmesine ilişkin içtihatlar incelenmiştir. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararları karşılaştırmalı olarak değerlendirilerek, idari gözetim koşullarının dava edilmesine yönelik hukuki boşluğun etkili başvuru hakkı kapsamında ihlâl teşkil ettiği ileri sürülmekte ve bu ihlâlin ortadan kaldırılmasına yönelik çözüm önerileri sunulmaktadır.

Terazi Hukuk Dergisi, 2024
Devletler, ulusal güvenliğinin sağlanması amacıyla ülkeye girişinin engellenmesi veya ülkeden çık... more Devletler, ulusal güvenliğinin sağlanması amacıyla ülkeye girişinin engellenmesi veya ülkeden çıkarılması gereken kişilerden oluşan gözetleme listeleri (lookout-watchlist) oluşturmaktadırlar. Türkiye de uyguladığı gözetleme sistemi kapsamında yabancıların terör örgütü mensubu olmasından, salgın hastalık taşımasına kadar çok farklı sebeplerle tahdit kodu uygulamaktadır. Tahdit kodu işlemleri bazı hallerde somut verilere dayanırken bazı hallerde ulusal gü-venlik ve istihbari delil gibi soyut sebeplere dayanmaktadır. İdare mahkemesi kararları incelendiğinde istihbari delile ve ulusal güvenlik gerekçesine dayalı tahdit kodu uygula-masının çelişkili kararlara konu olduğu görülmektedir. Mahkemeler arasındaki bu farklı uygulama, özellikle kişilerin bu kodlardan sınır dışı veya ülkeye giriş yasağı gibi farklı kısıtlayıcı işlemlerle haberdar olduğu göz önüne alındığında ciddi bir hukuki belirsizlik oluşturmaktadır. Kodların uygulandığı kişilerin bir kısmının uluslararası koruma arayan kişiler olması hukuka aykırılıkların boyutunu daha da vahim hale getirmektedir. İstihbari delillere bağlı tahdit kodu uygulamasının özellikle adil yargılanma hakkının bir bileşeni olan silahların eşitliği ilkesi bağlamında ele alınması gerekmektedir. Ancak devlet egemenliğinden kaynaklı işlemler olarak kabul edilen ülkeye girişin engellenmesi ve sınır dışı işlemleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 6. maddesi (adil yargı-lanma hakkı) kapsamında kabul edilmemektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ulusal güvenlik bağlamında gerçekleşen sınır dışı işlemleri bağlamında usuli güvenceleri belirlerken hem madde 6 hem de Ek Protokol 7 madde 1 içtihadından yararlanmaktadır. Henüz Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarına yansımamış olsa da Ek Protokol 7 madde 1 bağlamındaki AİHM içtihadı da Türkiye tahdit kodu uygulaması bakımından yol gösterici kabul edilmelidir. Bu temellendirme idare mahkemeleri tarafından uygulanmalı ve yeknesak bir içtihat oluşturulmalıdır. Bu durum hukuk devleti ve öngörülebilirlik ilkelerinin gereğidir. Bu çalışma kapsamında tahdit kodu uygulaması ele alınacak ve idarenin istihbari bilgilere veya kamu güvenliği gerek-çelerine dayalı olarak bu kodları tesis etmesinin hukukiliği AYM ve AİHM kararları ışığında değerlendirilerek önerilerde bulunulacaktır.

Sığınma Hakkı: Sığınma Arama Hakkından Sığınma Aramaya Erişim Hakkına
The "right to asylum" is the right of a person to seek protection
from another country by leaving... more The "right to asylum" is the right of a person to seek protection
from another country by leaving the state of citizenship or residence due
to oppression. In the Universal Declaration of Human Rights, asylum is
regulated as a right by stating that everyone has the right to seek
asylum in other countries in the face of oppression. However, there is no
rule of law in international law that eliminates the discretionary power
of states to grant asylum and transforms the right to asylum into a
claimable right for individuals. Therefore, a State has the ultimate
authority to grant asylum to foreigners seeking asylum in its territory.
The Convention Relating to the Status of Refugees is the most
important document determining the legal framework in the field of
asylum in comparative law today. However, although the 1951 Geneva
Convention contains detailed provisions on the legal status of refugees,
it does not include any provision on the right to asylum. On the other
hand, the prohibition of non-refoulement regulated in Article 33 of the
Convention constitutes the most fundamental principle limiting the
behavior of States towards foreigners.
The principle of non-refoulement regulated by the 1951 Geneva
Convention, which contains some legal gaps and lacks an enforcement
mechanism, has also found a place in supranational human rights
instruments. Although the European Convention on Human Rights does
not include a provision on the right to asylum, the European Court of
Human Rights, through its jurisprudence, has protected the principle of
non-refoulement in the context of Article 3, which regulates the
prohibition of torture. The Court's dynamic interpretation, minimum
standards and procedural safeguards implicitly establish a de facto
right to asylum and, provide effective protection.In recent years, it is observed that the Court's jurisprudence
approaching the phenomenon of asylum with a focus on the human
rights has lost strength in favor of the view that granting asylum is
within the discretion of the state as a reflection of its sovereignty.
Especially in the process starting with the N.D and N.T. judgment, the
ECtHR started to treat the right to seek asylum as a procedural right,
which can be expressed as access to asylum, with a view that prioritizes
the security concerns of states.
The present article explores the evolution of ECtHR
jurisprudence on right to asylum in terms of non-refoulement principle.
In the first part, the asylum concept in international law will be
discussed. The ECtHR's judgments on the principle of non-refoulement
and the level of protection it provides within the framework of the
ECHR and Additional Protocols will be analyzed and the impact of this
protection on the right to asylum will be evaluated in the second part.
The last part will discuss how states' coercive engineerede migration
policies in the face of increased human mobility after the Arab Spring
has shaped the Court's jurisprudence.

Küresel Mülteci Mutabakatı Türkiye'deki Suriyeliler için Kalıcı Çözümler Üretebilir mi?, 2022
The international refugee law regime envisages no predictable or fair burden and responsibility-s... more The international refugee law regime envisages no predictable or fair burden and responsibility-sharing system, and this has pivotal importance for the protection of refugees. This shortcoming has become more evident, especially with the influx of refugees originating from Syria, with millions of people taking refuge in geographically close regions. The Global Compact on Refugees was signed to remedy this gap with the aim of establishing an international system to share the burdens of the states that are hosting the world’s refugees.
Meanwhile, Turkey is currently hosting 3.7 million Syrians under temporary protective status, which provides group- based protections to persons who have left their state en masse and are in urgent need of protection. Turkey granted temporary protection status to Syrians with the foresight that the civil war would end soon; however, no improvement has occurred regarding the conditions in Syria even after a decade, nor is it expected in the foreseeable future. Accordingly, the temporary protection status that Turkey had applied in accordance with international standards and that provides many services should be terminated due to a reasonable period of time having been exceeded, and durable solutions should be provided, such as returning them to their country of origin, resettling them, or integrating them locally. This paper focuses on the question of whether the Global Compact on Refugees, which is dedicated to create a new burden-sharing framework regarding the refugee law regime, and its accompanying mechanisms are adequate for providing efficient long0term solutions for Syrians in Turkey.
Border Crossing, 2019
Turkey has provided temporary protection status for the Syrian people, who were accepted by "open... more Turkey has provided temporary protection status for the Syrian people, who were accepted by "open door policy" and sheltered as "guests" until the situation in Syria ameliorates. Temporary protection, a convenient tool to respond to the mass influx and provide protection while a permanent solution is sought, is indeed designed as an interim solution. After seven years of conflict, it can be assumed that peace and security cannot be established in Syria in a short period of time, as a consequence, Syrians shall continue staying in Turkey longer than anticipated. Therefore, congruent with the meaning of temporary protection status, it is time for Turkey to collaborate with international society in terms of burden-sharing on the one hand, to terminate temporary protection regime, and to determine its own strategies to provide permanent solution on the other.

Türk-Alman Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2021
“Güvenli, Sistemli ve Düzenli Göç için Küresel Mutabakat”, dünya nüfusunun % 3.6’sını teşkil ede... more “Güvenli, Sistemli ve Düzenli Göç için Küresel Mutabakat”, dünya nüfusunun % 3.6’sını teşkil eden göçmenlerin haklarının korunması ve göç olgusunun uluslararası düzeyde çözüme kavuşturulması için geniş bir katılımla imza- lanan ilk belgedir. İki yılı aşan hazırlık çalışmaları, her ülkenin sahip olduğu farklı göç şartlarına bağlı olarak oldukça tartışmalı geçen müzakere sürecine rağmen, geniş bir katılımla imzalanan Mutabakat, devletlerin göç olgusunu uluslararası düzlemde düzenleme iradelerini yansıtmaktadır. Göç konusunun kalkınma bakış açısıyla ele alınması, ülkelerin sınır yönetimi ve göçmen kabu- lüne ilişkin egemenlik haklarından kaynaklanan yetkilerini saklı tutmak iste- meleri ve düzenli-düzensiz göç ayrımı gibi farklı tartışmalara konu olan hususların ele alındığı metin, göçmenlerin statü farklılığı gözetilmeksizin sahip olduğu haklara vurgu yapılması ve özellikle iklim ve afet kaynaklı göç olgularına yer verilmiş olması bakımından göç yönetiminde yeni bir aşamayı ifade etmektedir. Devletlerin en önemli çekincesini oluşturan bağlayıcılık hususu, metnin bağlayıcı olmadığının net bir biçimde belirtilmesiyle çözüme kavuşturulmuştur. Dört yılda bir yapılması planlanan “Küresel Göç İzleme Forumu” kapsamında Mutabakat metninin devletlerce uygulanmasının izlenmesi dışında da devletlere herhangi bir somut sorumluluk yüklenmemiştir.
Bugün, devletlerin büyük bir çoğunluğu uluslararası göç olgusunun daha iyi yönetilmesi gerektiğini ve aralarında işbirliği olmaksızın kendi başla- rına bu hususun üstesinden gelemeyeceklerini kabul etmektedirler. Ancak hem ülkesel çıkarlar, dış ilişkiler, güvenlik ve ekonomik kaygılar gibi farklı sebep- lerle hem de göçün kontrolü ve geri kabul gibi hususlardaki anlaşmazlıklar nedeniyle, devletler göçmenlere karşı olan sorumluluklarını göz ardı etmektedirler. Göç, insan hakları kuramının evrensel tanımlaması ile devlet egemenliğinin gerekleri arasında sıkışmış durumdadır.
Mutabakatın mevcut haliyle bağlayıcı olmadığı, dolayısıyla kapsamlı ve etkili bir göç yönetimi oluşturmaktan uzak olduğu doktrinde sıklıkla ifade edilmektedir. Ancak mutabakat metinleri ve beraberinde getirdikleri işbirliği mekanizmaları, uzun vadede farklı çalışmalara kapı aralayabilmekte ve özel- likle devletler dışındaki aktörlerin de sürece dahil edilmesi ve ek desteklerle, en azından mevcut kazanımların korunmasına katkı sağlayabilmektedirler. Bu bakış açısıyla Küresel Göç Mutabakatı, günümüzün en büyük sorunlarından birinin, uluslararası toplum olarak birlikte ele alınması çabasının sadece niyetini ve başlangıcını oluşturmaktadır. Devletlerin geniş desteği ile göçün uluslararası yönetimine zemin oluşturacak bir kapasiteye sahiptir ve gelecekteki bağlayıcı çalışmalar için uygun temeli oluşturmaktadır. Ayrıca Mutabakat, belirlediği her bir hedefin gerçekleştirilmesi için devletlerin kendi durumlarına en uygun olan usulü seçebilecekleri bir yol haritası ve seçenekler menüsü de sağlamaktadır. Ancak son tahlilde süreç, mevcut uluslararası taahhütlerine ek herhangi bir taahhüt altına girmek istemeyen ve sınır kontrolünü egemenlik yetkisi kapsamında değerlendiren devletlerin, söz konusu Mutabakat metninin hedeflerini nasıl hayata geçireceklerine yönelik çabalarıyla şekillenecektir.

MARMARA JOURNAL OF EUROPEAN STUDIES, 2021
The Lisbon Treaty introduced the European Citizens' Initiative (ECI) as a mechanism to strengthen... more The Lisbon Treaty introduced the European Citizens' Initiative (ECI) as a mechanism to strengthen citizen participation and to obviate the gap between the EU and the citizens. It aims to encourage EU-wide debates and to involve citizens in the decision-making process at the EU level by providing a mechanism of legislative initiative in which new actors could participate in the EU legislative procedure. ECI enables organized civil societies and citizens to have a voice in influencing the EU policy beyond mere information transfer and discussion and therefore can represent a remarkable stage for transnational democracy in the EU by contributing to the establishment of a shared political platform for ordinary citizens. It also provides individuals with a great opportunity to place neglected or politically controversial themes on the agenda of the EU directly. Hence the ECI might be a convenient tool for the protection of the environment. However, there remain obstacles which impede the progression of the ECI to become an effective and sufficient component of participatory democracy.
MIDDLE EAST JOURNAL OF REFUGEE STUDIES, 2016
The status of temporary protection is provided to Syrians in Turkey, who number over 3 million, i... more The status of temporary protection is provided to Syrians in Turkey, who number over 3 million, in accordance with the Law on Foreigners and International Protection. This study examines temporary protection status legally and discusses the specifications of the status comparatively through the EU Directive on Temporary Protection. The last section addresses services that the Directive of Temporary Protection provides to the temporarily protected Syrians in Turkey; in that respect, opinions and recommendations are presented in light of the observations acquired from the EU application.

The suppression of terror financing is one of the most important measures
in terms of struggle ag... more The suppression of terror financing is one of the most important measures
in terms of struggle against terrorism and violence endangering peace. The precautions that are taken against terror financing has been increasing in terms of variety, scope and field of application by the help of institutions like GAFI, UN and EU. According to these improvements, “International Convention for the Suppression of the Financing of Terrorism” has been adopted by the General Assembly of the United Nations in resolution 54/109 of 9 December 1999. Turkey has signed this convention in 27.09.2001 and ratified in 10.01.2002, as many countries did especially after 11 September attacks. In order to fullfill the requirement
of this convention “The Draft Statute on the Suppression of Terror Financing” has been prepared and presented to the Turkish Assembly.
This draft statute regulates the conditions and procedures of implementation of requirements for “International Convention for the Suppression of the Financing of Terrorism” and also UN Sanctions Committee decisions, which have been a major instrument used by the UN Security Council for the struggle against Terrorism and also the draft statute system foresees an administrative procedure for the freezing of funds belonging to certain persons and entities that has been on the list of the UN. For Turkey, these decisions have been implemented by Cabinet decisions and this administrative procedure results in the danger of human
rights being ignored. Especially this problem becomes particularly serious in the case of decisions imposing targeted sanctions on individuals. These sanctions and also the process by which the decisions on sanctions are reached should be respectful to fundamental rights. Furthermore, individuals have generally limited recourse against the decisions of the Security Council. Given the general lack of "judicial review" of Security Council actions at the UN level, the targets of these sanctions must generally engage the judicial protection of national
authorities. Therefore the Administative court decisions should be evaluated according to the decisions of European Court Of Justice cases- Kadi, Yusuf and Ayadi- that dealt with the implementation of UN Security Council resolutions in the European Union and also human rights protection. This statute constitutes an opportunity to regulate the conditions and procedures of international sanctions implementation in the Turkish law, and the sanctions should be made valid after a judicial review, also the systemizing should be done in a manner that the human rights protection should always be provided.
Uploads
Books by Esra Yılmaz EREN
"Geçici koruma" statüsü acil durumlarda, kitlesel olarak sığınma ihtiyacı içinde bulunan kişilere koruma sağlanmasına hizmet eden ve sınırlı bir süre uygulanması gereken bir statüdür. Bu bağlamda kişilerin ülkelerinden ayrıl-malarına sebep olan durum sona erdiğinde ülkelerine dönmeleri, bu mümkün değilse kalıcı bir statüye geçişlerinin sağlanması, uluslararası mülteci hukuku ilkelerine uygun bir geçici koruma rejiminin ön şartını teşkil etmektedir.
Yaklaşık 4 milyona ulaşan kişinin tabi olduğu geçici koruma statüsünün şartları, kişilere tanınacak haklar, farklı ülkelerdeki uygulamalar bu çalışma kapsamında detaylı olarak ele alınmıştır. Özellikle geçici koruma statü nün en yakın tarihli uygulamasını teşkil eden Eski Yugoslavya ve Kosova Krizi karşısındaki Avrupa Birliği uygulaması ve Geçici Koruma Yönergesi incelenmiş; Avrupa ülkelerinin sığınmacılara sağladığı statüler, haklar ve uygulamalar karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır.
Suriyelilerin ülkede kalışlarının 10. yılına gelinen bu aşamada özellikle Eski Yugoslavya örneği dikkate alınarak geçici koruma statüsünün uluslararası hukuka uygun bir biçimde nasıl sona erdirilmesi gerektiği ve Suriyelilere tanınabilecek kalıcı çözümler de çalışma bağlamında detaylı olarak incelenmiştir. Böylece Avrupa Birliği bağlamında yaşanan kitlesel akınlara uygulanan geçici koruma rejiminin zaman içerisinde nasıl evrildiği ve korunma ihtiyacı içerisinde bulunan kişilere menşe ülkeye dönüş, yeniden yerleştirme ve yerel entegrasyon gibi kalıcı çözüm bulma çabaları örnekler bağlamında analiz edilmiştir. Bu karşılaştırmalı çalışmanın Türkiye'nin halihazırda yaşadığı uygulamaya ışık tutması ve hem teorisyenlere hem de uygulamacılara kaynak oluşturması temenni edilmektedir.
This article argues that an efficient refugee protection system cannot be achieved without a proper responsibility- and burden-sharing scheme and it seeks to find an answer as to whether these improvements in international refugee law could strengthen this core element and have concrete effects on the lives of refugees. Also, different proposals to make the new system more efficient were attempted.
Papers by Esra Yılmaz EREN
ana kural haline getirmiştir. Bu uygulamanın yargılama sürecinin hızlanmasına ve Mahkemenin etkinliğinin arttırılmasına katkıda bulunacağı ifade edilmektedir.
Ancak usulün otomatik olarak tüm davalar bakımından uygulanması başvurucular bakımından hak kaybına yol açabilecek ve madde 2 ve 3 gibi ciddi insan hakları ihlalleri bakımından bu usul, mağdur yanında Mahkeme’nin misyon ve itibarına da zarar verebilecektir. Bu makalede, AİHM’in iş yüküne çare olarak geliştirilen dostane çözüm ve tek taraflı deklarasyon usulleri, yargılama sistemi reformları ışığında ele alınmaktadır. Her bir çözüm yolunun olumlu ve olumsuz yönleri incelenerek, mahkeme önündeki bütün başvurular bakımından adeta hızlandırılmış usul şeklinde yeknesak bir uygulama oluşturulmasının AİHM yargılama sistemi bakımından sakıncalarına değinilmektedir. İnsan hakları yargılamasında uzlaşmanın hangi hallerde meşru sayılabileceği değerlendirilerek özellikle tek taraflı deklarasyon usulünde mağdurların rızası hilafına başvurunun sonlandırılması karşısında bu usulün madde 2 ve 3 ihlali gibi ciddi nitelikteki insan hakları ihlalleri bakımından daha titizlikle uygulanması ve Bakanlar Kurulu’na da denetim yetkisi tanınması gerektiği ifade edilmektedir. Başvuruların hızlıca çözüme kavuşturularak Mahkemenin verimliliğinin arttırılması ile insan hakları ihlallerinin tespiti ve mağdurun tatmini suretiyle adaletin sağlanması arasındaki denge doğru belirlenmelidir.
olarak tanımlanmaktadır. Bu kişiler sığınma aramak için başvurdukları devlette özgürlükleri kısıtlanarak idari gözetim tedbirine konu olduklarında kişisel kırılganlıkları nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı yanında başka hak ihlallerine de maruz kalmaktadırlar.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi son yıllarda hassas durumda bulunan kişilere ilişkin detaylı bir içtihat oluşturmuştur. Mahkeme, hassasiyeti ihlal
eşiğini düşüren bir unsur olarak değerlendirmekte ve hakları ihlal edilen kişilerin hassas durumda olması halinde devletlerin özen ve koruma yükümlülüklerini daha geniş yorumlamaktadır. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı kapsamında hassas kişilerin idari gözetimi gereklilik ve orantılılık ilkeleri bağlamında katı bir değerlendirmeye tabi tutulmaktadır.
Bu çalışma kapsamında AİHM içtihadında kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ve idari gözetim konusunda genel bilgiler verildikten sonra hassas
durumda olma/kırılganlık kavramı incelenecektir.
AİHM’in hassas durumda olanların idari gözetiminde oluşturduğu ilkeler belirlenerek, bu kişilere karşı devletlerin arttırılmış pozitif
yükümlülükleri değerlendirilecektir. Son bölümde Türkiye uygulaması bağlamında karşılaştırmalı bir analiz yapılarak hassas durumda bulunan kişiler bakımından hukuka uygun idari gözetim uygulaması için öneriler ileri sürülecektir
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) taraf olan Devletler yetki alanları içindeki kişilerin, sadece devlet yetkilileri değil bireyler de dahil olmak üzere herhangi biri tarafından işkence veya kötü muameleye maruz kalmalarını engellemekle yükümlüdürler. İşkence ve diğer kötü muamelelerin sonuçları çocuklar söz konusu olduğunda daha da ciddi hale gelmektedir. Bu nedenle AİHM içtihadı uyarınca devletlerin gerekli iç mevzuatın oluşturulması, önleyici tedbirlerin uygulanması ve ayrıca etkili soruşturmaların gerçekleştirilmesi ile hem maddi hem de usuli unsurlar barındıran bu yükümlülüklere uygun hareket etmesi çocukların korunması için büyük öneme sahiptir.
Bu çalışma kapsamında ilk bölümde AİHM'in madde 3 işkence ve kötü muamele yasağı içtihadına ilişkin genel bilgiler verilecektir. İkinci bölümde AİHM'in madde 3 kapsamında çocuklara sağladığı koruma; bedensel cezalara karşı koruma, gözaltı, ceza infaz kurumları ve bakım merkezlerinde bulunan çocukların korunması, aile içi şiddetten korunma, yabancı çocukların korunması ve cinsel istismardan korunma olmak üzere beş başlık altında ele alınacaktır. Çalışmada içtihat bakımından özellik arz eden nitelikteki kararlar seçilmiştir.
Bu çalışma kapsamında işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında idari gözetim koşulları ele alınarak, bu koşulların iç hukukta dava edilmesine ilişkin içtihatlar incelenmiştir. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararları karşılaştırmalı olarak değerlendirilerek, idari gözetim koşullarının dava edilmesine yönelik hukuki boşluğun etkili başvuru hakkı kapsamında ihlâl teşkil ettiği ileri sürülmekte ve bu ihlâlin ortadan kaldırılmasına yönelik çözüm önerileri sunulmaktadır.
from another country by leaving the state of citizenship or residence due
to oppression. In the Universal Declaration of Human Rights, asylum is
regulated as a right by stating that everyone has the right to seek
asylum in other countries in the face of oppression. However, there is no
rule of law in international law that eliminates the discretionary power
of states to grant asylum and transforms the right to asylum into a
claimable right for individuals. Therefore, a State has the ultimate
authority to grant asylum to foreigners seeking asylum in its territory.
The Convention Relating to the Status of Refugees is the most
important document determining the legal framework in the field of
asylum in comparative law today. However, although the 1951 Geneva
Convention contains detailed provisions on the legal status of refugees,
it does not include any provision on the right to asylum. On the other
hand, the prohibition of non-refoulement regulated in Article 33 of the
Convention constitutes the most fundamental principle limiting the
behavior of States towards foreigners.
The principle of non-refoulement regulated by the 1951 Geneva
Convention, which contains some legal gaps and lacks an enforcement
mechanism, has also found a place in supranational human rights
instruments. Although the European Convention on Human Rights does
not include a provision on the right to asylum, the European Court of
Human Rights, through its jurisprudence, has protected the principle of
non-refoulement in the context of Article 3, which regulates the
prohibition of torture. The Court's dynamic interpretation, minimum
standards and procedural safeguards implicitly establish a de facto
right to asylum and, provide effective protection.In recent years, it is observed that the Court's jurisprudence
approaching the phenomenon of asylum with a focus on the human
rights has lost strength in favor of the view that granting asylum is
within the discretion of the state as a reflection of its sovereignty.
Especially in the process starting with the N.D and N.T. judgment, the
ECtHR started to treat the right to seek asylum as a procedural right,
which can be expressed as access to asylum, with a view that prioritizes
the security concerns of states.
The present article explores the evolution of ECtHR
jurisprudence on right to asylum in terms of non-refoulement principle.
In the first part, the asylum concept in international law will be
discussed. The ECtHR's judgments on the principle of non-refoulement
and the level of protection it provides within the framework of the
ECHR and Additional Protocols will be analyzed and the impact of this
protection on the right to asylum will be evaluated in the second part.
The last part will discuss how states' coercive engineerede migration
policies in the face of increased human mobility after the Arab Spring
has shaped the Court's jurisprudence.
Meanwhile, Turkey is currently hosting 3.7 million Syrians under temporary protective status, which provides group- based protections to persons who have left their state en masse and are in urgent need of protection. Turkey granted temporary protection status to Syrians with the foresight that the civil war would end soon; however, no improvement has occurred regarding the conditions in Syria even after a decade, nor is it expected in the foreseeable future. Accordingly, the temporary protection status that Turkey had applied in accordance with international standards and that provides many services should be terminated due to a reasonable period of time having been exceeded, and durable solutions should be provided, such as returning them to their country of origin, resettling them, or integrating them locally. This paper focuses on the question of whether the Global Compact on Refugees, which is dedicated to create a new burden-sharing framework regarding the refugee law regime, and its accompanying mechanisms are adequate for providing efficient long0term solutions for Syrians in Turkey.
Bugün, devletlerin büyük bir çoğunluğu uluslararası göç olgusunun daha iyi yönetilmesi gerektiğini ve aralarında işbirliği olmaksızın kendi başla- rına bu hususun üstesinden gelemeyeceklerini kabul etmektedirler. Ancak hem ülkesel çıkarlar, dış ilişkiler, güvenlik ve ekonomik kaygılar gibi farklı sebep- lerle hem de göçün kontrolü ve geri kabul gibi hususlardaki anlaşmazlıklar nedeniyle, devletler göçmenlere karşı olan sorumluluklarını göz ardı etmektedirler. Göç, insan hakları kuramının evrensel tanımlaması ile devlet egemenliğinin gerekleri arasında sıkışmış durumdadır.
Mutabakatın mevcut haliyle bağlayıcı olmadığı, dolayısıyla kapsamlı ve etkili bir göç yönetimi oluşturmaktan uzak olduğu doktrinde sıklıkla ifade edilmektedir. Ancak mutabakat metinleri ve beraberinde getirdikleri işbirliği mekanizmaları, uzun vadede farklı çalışmalara kapı aralayabilmekte ve özel- likle devletler dışındaki aktörlerin de sürece dahil edilmesi ve ek desteklerle, en azından mevcut kazanımların korunmasına katkı sağlayabilmektedirler. Bu bakış açısıyla Küresel Göç Mutabakatı, günümüzün en büyük sorunlarından birinin, uluslararası toplum olarak birlikte ele alınması çabasının sadece niyetini ve başlangıcını oluşturmaktadır. Devletlerin geniş desteği ile göçün uluslararası yönetimine zemin oluşturacak bir kapasiteye sahiptir ve gelecekteki bağlayıcı çalışmalar için uygun temeli oluşturmaktadır. Ayrıca Mutabakat, belirlediği her bir hedefin gerçekleştirilmesi için devletlerin kendi durumlarına en uygun olan usulü seçebilecekleri bir yol haritası ve seçenekler menüsü de sağlamaktadır. Ancak son tahlilde süreç, mevcut uluslararası taahhütlerine ek herhangi bir taahhüt altına girmek istemeyen ve sınır kontrolünü egemenlik yetkisi kapsamında değerlendiren devletlerin, söz konusu Mutabakat metninin hedeflerini nasıl hayata geçireceklerine yönelik çabalarıyla şekillenecektir.
in terms of struggle against terrorism and violence endangering peace. The precautions that are taken against terror financing has been increasing in terms of variety, scope and field of application by the help of institutions like GAFI, UN and EU. According to these improvements, “International Convention for the Suppression of the Financing of Terrorism” has been adopted by the General Assembly of the United Nations in resolution 54/109 of 9 December 1999. Turkey has signed this convention in 27.09.2001 and ratified in 10.01.2002, as many countries did especially after 11 September attacks. In order to fullfill the requirement
of this convention “The Draft Statute on the Suppression of Terror Financing” has been prepared and presented to the Turkish Assembly.
This draft statute regulates the conditions and procedures of implementation of requirements for “International Convention for the Suppression of the Financing of Terrorism” and also UN Sanctions Committee decisions, which have been a major instrument used by the UN Security Council for the struggle against Terrorism and also the draft statute system foresees an administrative procedure for the freezing of funds belonging to certain persons and entities that has been on the list of the UN. For Turkey, these decisions have been implemented by Cabinet decisions and this administrative procedure results in the danger of human
rights being ignored. Especially this problem becomes particularly serious in the case of decisions imposing targeted sanctions on individuals. These sanctions and also the process by which the decisions on sanctions are reached should be respectful to fundamental rights. Furthermore, individuals have generally limited recourse against the decisions of the Security Council. Given the general lack of "judicial review" of Security Council actions at the UN level, the targets of these sanctions must generally engage the judicial protection of national
authorities. Therefore the Administative court decisions should be evaluated according to the decisions of European Court Of Justice cases- Kadi, Yusuf and Ayadi- that dealt with the implementation of UN Security Council resolutions in the European Union and also human rights protection. This statute constitutes an opportunity to regulate the conditions and procedures of international sanctions implementation in the Turkish law, and the sanctions should be made valid after a judicial review, also the systemizing should be done in a manner that the human rights protection should always be provided.
"Geçici koruma" statüsü acil durumlarda, kitlesel olarak sığınma ihtiyacı içinde bulunan kişilere koruma sağlanmasına hizmet eden ve sınırlı bir süre uygulanması gereken bir statüdür. Bu bağlamda kişilerin ülkelerinden ayrıl-malarına sebep olan durum sona erdiğinde ülkelerine dönmeleri, bu mümkün değilse kalıcı bir statüye geçişlerinin sağlanması, uluslararası mülteci hukuku ilkelerine uygun bir geçici koruma rejiminin ön şartını teşkil etmektedir.
Yaklaşık 4 milyona ulaşan kişinin tabi olduğu geçici koruma statüsünün şartları, kişilere tanınacak haklar, farklı ülkelerdeki uygulamalar bu çalışma kapsamında detaylı olarak ele alınmıştır. Özellikle geçici koruma statü nün en yakın tarihli uygulamasını teşkil eden Eski Yugoslavya ve Kosova Krizi karşısındaki Avrupa Birliği uygulaması ve Geçici Koruma Yönergesi incelenmiş; Avrupa ülkelerinin sığınmacılara sağladığı statüler, haklar ve uygulamalar karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır.
Suriyelilerin ülkede kalışlarının 10. yılına gelinen bu aşamada özellikle Eski Yugoslavya örneği dikkate alınarak geçici koruma statüsünün uluslararası hukuka uygun bir biçimde nasıl sona erdirilmesi gerektiği ve Suriyelilere tanınabilecek kalıcı çözümler de çalışma bağlamında detaylı olarak incelenmiştir. Böylece Avrupa Birliği bağlamında yaşanan kitlesel akınlara uygulanan geçici koruma rejiminin zaman içerisinde nasıl evrildiği ve korunma ihtiyacı içerisinde bulunan kişilere menşe ülkeye dönüş, yeniden yerleştirme ve yerel entegrasyon gibi kalıcı çözüm bulma çabaları örnekler bağlamında analiz edilmiştir. Bu karşılaştırmalı çalışmanın Türkiye'nin halihazırda yaşadığı uygulamaya ışık tutması ve hem teorisyenlere hem de uygulamacılara kaynak oluşturması temenni edilmektedir.
This article argues that an efficient refugee protection system cannot be achieved without a proper responsibility- and burden-sharing scheme and it seeks to find an answer as to whether these improvements in international refugee law could strengthen this core element and have concrete effects on the lives of refugees. Also, different proposals to make the new system more efficient were attempted.
ana kural haline getirmiştir. Bu uygulamanın yargılama sürecinin hızlanmasına ve Mahkemenin etkinliğinin arttırılmasına katkıda bulunacağı ifade edilmektedir.
Ancak usulün otomatik olarak tüm davalar bakımından uygulanması başvurucular bakımından hak kaybına yol açabilecek ve madde 2 ve 3 gibi ciddi insan hakları ihlalleri bakımından bu usul, mağdur yanında Mahkeme’nin misyon ve itibarına da zarar verebilecektir. Bu makalede, AİHM’in iş yüküne çare olarak geliştirilen dostane çözüm ve tek taraflı deklarasyon usulleri, yargılama sistemi reformları ışığında ele alınmaktadır. Her bir çözüm yolunun olumlu ve olumsuz yönleri incelenerek, mahkeme önündeki bütün başvurular bakımından adeta hızlandırılmış usul şeklinde yeknesak bir uygulama oluşturulmasının AİHM yargılama sistemi bakımından sakıncalarına değinilmektedir. İnsan hakları yargılamasında uzlaşmanın hangi hallerde meşru sayılabileceği değerlendirilerek özellikle tek taraflı deklarasyon usulünde mağdurların rızası hilafına başvurunun sonlandırılması karşısında bu usulün madde 2 ve 3 ihlali gibi ciddi nitelikteki insan hakları ihlalleri bakımından daha titizlikle uygulanması ve Bakanlar Kurulu’na da denetim yetkisi tanınması gerektiği ifade edilmektedir. Başvuruların hızlıca çözüme kavuşturularak Mahkemenin verimliliğinin arttırılması ile insan hakları ihlallerinin tespiti ve mağdurun tatmini suretiyle adaletin sağlanması arasındaki denge doğru belirlenmelidir.
olarak tanımlanmaktadır. Bu kişiler sığınma aramak için başvurdukları devlette özgürlükleri kısıtlanarak idari gözetim tedbirine konu olduklarında kişisel kırılganlıkları nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı yanında başka hak ihlallerine de maruz kalmaktadırlar.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi son yıllarda hassas durumda bulunan kişilere ilişkin detaylı bir içtihat oluşturmuştur. Mahkeme, hassasiyeti ihlal
eşiğini düşüren bir unsur olarak değerlendirmekte ve hakları ihlal edilen kişilerin hassas durumda olması halinde devletlerin özen ve koruma yükümlülüklerini daha geniş yorumlamaktadır. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı kapsamında hassas kişilerin idari gözetimi gereklilik ve orantılılık ilkeleri bağlamında katı bir değerlendirmeye tabi tutulmaktadır.
Bu çalışma kapsamında AİHM içtihadında kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ve idari gözetim konusunda genel bilgiler verildikten sonra hassas
durumda olma/kırılganlık kavramı incelenecektir.
AİHM’in hassas durumda olanların idari gözetiminde oluşturduğu ilkeler belirlenerek, bu kişilere karşı devletlerin arttırılmış pozitif
yükümlülükleri değerlendirilecektir. Son bölümde Türkiye uygulaması bağlamında karşılaştırmalı bir analiz yapılarak hassas durumda bulunan kişiler bakımından hukuka uygun idari gözetim uygulaması için öneriler ileri sürülecektir
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) taraf olan Devletler yetki alanları içindeki kişilerin, sadece devlet yetkilileri değil bireyler de dahil olmak üzere herhangi biri tarafından işkence veya kötü muameleye maruz kalmalarını engellemekle yükümlüdürler. İşkence ve diğer kötü muamelelerin sonuçları çocuklar söz konusu olduğunda daha da ciddi hale gelmektedir. Bu nedenle AİHM içtihadı uyarınca devletlerin gerekli iç mevzuatın oluşturulması, önleyici tedbirlerin uygulanması ve ayrıca etkili soruşturmaların gerçekleştirilmesi ile hem maddi hem de usuli unsurlar barındıran bu yükümlülüklere uygun hareket etmesi çocukların korunması için büyük öneme sahiptir.
Bu çalışma kapsamında ilk bölümde AİHM'in madde 3 işkence ve kötü muamele yasağı içtihadına ilişkin genel bilgiler verilecektir. İkinci bölümde AİHM'in madde 3 kapsamında çocuklara sağladığı koruma; bedensel cezalara karşı koruma, gözaltı, ceza infaz kurumları ve bakım merkezlerinde bulunan çocukların korunması, aile içi şiddetten korunma, yabancı çocukların korunması ve cinsel istismardan korunma olmak üzere beş başlık altında ele alınacaktır. Çalışmada içtihat bakımından özellik arz eden nitelikteki kararlar seçilmiştir.
Bu çalışma kapsamında işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında idari gözetim koşulları ele alınarak, bu koşulların iç hukukta dava edilmesine ilişkin içtihatlar incelenmiştir. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararları karşılaştırmalı olarak değerlendirilerek, idari gözetim koşullarının dava edilmesine yönelik hukuki boşluğun etkili başvuru hakkı kapsamında ihlâl teşkil ettiği ileri sürülmekte ve bu ihlâlin ortadan kaldırılmasına yönelik çözüm önerileri sunulmaktadır.
from another country by leaving the state of citizenship or residence due
to oppression. In the Universal Declaration of Human Rights, asylum is
regulated as a right by stating that everyone has the right to seek
asylum in other countries in the face of oppression. However, there is no
rule of law in international law that eliminates the discretionary power
of states to grant asylum and transforms the right to asylum into a
claimable right for individuals. Therefore, a State has the ultimate
authority to grant asylum to foreigners seeking asylum in its territory.
The Convention Relating to the Status of Refugees is the most
important document determining the legal framework in the field of
asylum in comparative law today. However, although the 1951 Geneva
Convention contains detailed provisions on the legal status of refugees,
it does not include any provision on the right to asylum. On the other
hand, the prohibition of non-refoulement regulated in Article 33 of the
Convention constitutes the most fundamental principle limiting the
behavior of States towards foreigners.
The principle of non-refoulement regulated by the 1951 Geneva
Convention, which contains some legal gaps and lacks an enforcement
mechanism, has also found a place in supranational human rights
instruments. Although the European Convention on Human Rights does
not include a provision on the right to asylum, the European Court of
Human Rights, through its jurisprudence, has protected the principle of
non-refoulement in the context of Article 3, which regulates the
prohibition of torture. The Court's dynamic interpretation, minimum
standards and procedural safeguards implicitly establish a de facto
right to asylum and, provide effective protection.In recent years, it is observed that the Court's jurisprudence
approaching the phenomenon of asylum with a focus on the human
rights has lost strength in favor of the view that granting asylum is
within the discretion of the state as a reflection of its sovereignty.
Especially in the process starting with the N.D and N.T. judgment, the
ECtHR started to treat the right to seek asylum as a procedural right,
which can be expressed as access to asylum, with a view that prioritizes
the security concerns of states.
The present article explores the evolution of ECtHR
jurisprudence on right to asylum in terms of non-refoulement principle.
In the first part, the asylum concept in international law will be
discussed. The ECtHR's judgments on the principle of non-refoulement
and the level of protection it provides within the framework of the
ECHR and Additional Protocols will be analyzed and the impact of this
protection on the right to asylum will be evaluated in the second part.
The last part will discuss how states' coercive engineerede migration
policies in the face of increased human mobility after the Arab Spring
has shaped the Court's jurisprudence.
Meanwhile, Turkey is currently hosting 3.7 million Syrians under temporary protective status, which provides group- based protections to persons who have left their state en masse and are in urgent need of protection. Turkey granted temporary protection status to Syrians with the foresight that the civil war would end soon; however, no improvement has occurred regarding the conditions in Syria even after a decade, nor is it expected in the foreseeable future. Accordingly, the temporary protection status that Turkey had applied in accordance with international standards and that provides many services should be terminated due to a reasonable period of time having been exceeded, and durable solutions should be provided, such as returning them to their country of origin, resettling them, or integrating them locally. This paper focuses on the question of whether the Global Compact on Refugees, which is dedicated to create a new burden-sharing framework regarding the refugee law regime, and its accompanying mechanisms are adequate for providing efficient long0term solutions for Syrians in Turkey.
Bugün, devletlerin büyük bir çoğunluğu uluslararası göç olgusunun daha iyi yönetilmesi gerektiğini ve aralarında işbirliği olmaksızın kendi başla- rına bu hususun üstesinden gelemeyeceklerini kabul etmektedirler. Ancak hem ülkesel çıkarlar, dış ilişkiler, güvenlik ve ekonomik kaygılar gibi farklı sebep- lerle hem de göçün kontrolü ve geri kabul gibi hususlardaki anlaşmazlıklar nedeniyle, devletler göçmenlere karşı olan sorumluluklarını göz ardı etmektedirler. Göç, insan hakları kuramının evrensel tanımlaması ile devlet egemenliğinin gerekleri arasında sıkışmış durumdadır.
Mutabakatın mevcut haliyle bağlayıcı olmadığı, dolayısıyla kapsamlı ve etkili bir göç yönetimi oluşturmaktan uzak olduğu doktrinde sıklıkla ifade edilmektedir. Ancak mutabakat metinleri ve beraberinde getirdikleri işbirliği mekanizmaları, uzun vadede farklı çalışmalara kapı aralayabilmekte ve özel- likle devletler dışındaki aktörlerin de sürece dahil edilmesi ve ek desteklerle, en azından mevcut kazanımların korunmasına katkı sağlayabilmektedirler. Bu bakış açısıyla Küresel Göç Mutabakatı, günümüzün en büyük sorunlarından birinin, uluslararası toplum olarak birlikte ele alınması çabasının sadece niyetini ve başlangıcını oluşturmaktadır. Devletlerin geniş desteği ile göçün uluslararası yönetimine zemin oluşturacak bir kapasiteye sahiptir ve gelecekteki bağlayıcı çalışmalar için uygun temeli oluşturmaktadır. Ayrıca Mutabakat, belirlediği her bir hedefin gerçekleştirilmesi için devletlerin kendi durumlarına en uygun olan usulü seçebilecekleri bir yol haritası ve seçenekler menüsü de sağlamaktadır. Ancak son tahlilde süreç, mevcut uluslararası taahhütlerine ek herhangi bir taahhüt altına girmek istemeyen ve sınır kontrolünü egemenlik yetkisi kapsamında değerlendiren devletlerin, söz konusu Mutabakat metninin hedeflerini nasıl hayata geçireceklerine yönelik çabalarıyla şekillenecektir.
in terms of struggle against terrorism and violence endangering peace. The precautions that are taken against terror financing has been increasing in terms of variety, scope and field of application by the help of institutions like GAFI, UN and EU. According to these improvements, “International Convention for the Suppression of the Financing of Terrorism” has been adopted by the General Assembly of the United Nations in resolution 54/109 of 9 December 1999. Turkey has signed this convention in 27.09.2001 and ratified in 10.01.2002, as many countries did especially after 11 September attacks. In order to fullfill the requirement
of this convention “The Draft Statute on the Suppression of Terror Financing” has been prepared and presented to the Turkish Assembly.
This draft statute regulates the conditions and procedures of implementation of requirements for “International Convention for the Suppression of the Financing of Terrorism” and also UN Sanctions Committee decisions, which have been a major instrument used by the UN Security Council for the struggle against Terrorism and also the draft statute system foresees an administrative procedure for the freezing of funds belonging to certain persons and entities that has been on the list of the UN. For Turkey, these decisions have been implemented by Cabinet decisions and this administrative procedure results in the danger of human
rights being ignored. Especially this problem becomes particularly serious in the case of decisions imposing targeted sanctions on individuals. These sanctions and also the process by which the decisions on sanctions are reached should be respectful to fundamental rights. Furthermore, individuals have generally limited recourse against the decisions of the Security Council. Given the general lack of "judicial review" of Security Council actions at the UN level, the targets of these sanctions must generally engage the judicial protection of national
authorities. Therefore the Administative court decisions should be evaluated according to the decisions of European Court Of Justice cases- Kadi, Yusuf and Ayadi- that dealt with the implementation of UN Security Council resolutions in the European Union and also human rights protection. This statute constitutes an opportunity to regulate the conditions and procedures of international sanctions implementation in the Turkish law, and the sanctions should be made valid after a judicial review, also the systemizing should be done in a manner that the human rights protection should always be provided.