Papers by Ömer Behram Özdemir

2011 yili Ispanya’da yerel ve genel secimlerin yapildigi yil olmasinin haricinde hukumet degisikl... more 2011 yili Ispanya’da yerel ve genel secimlerin yapildigi yil olmasinin haricinde hukumet degisikliginin yasandigi yil olarak da tarihe gececektir. Lakin bu secimler yilinin gelecekte Ispanya siyasi tarihinde onemli bir yere sahip olacak olmasinin sebebi ise Abertzale (Yurtsever) solun tekrar Bask siyasi yasaminda bir aktor haline gelmesi ve genel ve yerel secimlerde oldukca parlak sonuclar almasidir. Bask bolgesinde hukumet koalisyonunu olusturan merkez partilerin oy kaybi yasadigi, gelenekci sag Bask milliyetcisi PNV’nin ise duraklamaya girdigi 2011 secimlerinde Abertzale solun cekirdeginde yer aldigi Bildu ve Amaiur koalisyonlarinin yerel ve genel secimlerde yasadiklari oy patlamasi ve elde ettikleri basari ETA’nin zayiflatildigi ve ateskes ilan ettigi bir donemde Bask sorununun siyaset mecrasinda cozulmekten baska bir cozum yoluna sahip olmadigini gostermektedir. Bu makalede 2011 secimlerine kadar yasanan surec ve 2011 secim sureci ele alinarak Bask solunun yukselisinin siyasi ve...

06.03.2018 tarihli ve 30352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanun... more 06.03.2018 tarihli ve 30352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile 18.06.2018 tarihli “Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge” gereğince tam metin erişime açılmıştır.İşbu tezde ayrılıkçı hareketler ve terör denildiği vakit akla Avrupa kıtasından gelen ilk örnekler olan Kuzey İrlanda ve Bask sorunları 3 başlık altında incelenerek bu sorunların büyümesi, silahlı mücadeleye dönüşmesi ve barış süreçleri ele alınmış ve elde edilen farklı ve ortak noktalar üzerinden bir ayrılıkçı hareket analizi yapılmıştır.İlk bölümde İrlanda ve Bask milliyetçiliklerinin ortaya çıkışları şekillenişleri ve talepleri ele alınmıştır. Karlist Savaşlarının ve Büyük İrlanda Kıtlığı'nın İspanya ve Britanya yönetimlerine karşı güvensizlik ortamı doğurmasının azınlık kimlikleri üzerindeki etkisi incelenmiştir. İkinci bölümde ise ayrılıkçı hareketlerin silahlı mücadele ayakları olan IRA ve ETA örgütleri ele alınmıştır. Bu örgütlerin kuruluşları, talepleri, eylemleri ve hükümetlerin bu örgütlerle mücadelesi ele alınmış gerek örgütlerin gerekse de hükümetlerin birbirlerine benzer tavırları gözler önüne serilmiştir. Üçüncü bölümde ise Sinn Fein, SDLP, PNV ve Abertzale çizgisindeki ayrılıkçı partiler ideolojileri, süreç içerisinde birer aktör olarak etkileri açısından ele alınmış ve seçim sonuçları üzerinden ülke ve bölge siyasetindeki konumları yorumlanmıştır.Sonuç bölümünde ise bu iki ayrılıkçı hareketin büyüyüp kitlelere ulaşmasında, silahlı harekete dönüşmesinde ve silahlı hareketlerin döneminin kapanmasındaki ortak noktalar ele alınmış ve sorunların çözülmesinde hangi yolların izlendiği irdelenmiştir.In this thesis Northern Ireland and Basque separatist movements are analyzed under three titles which analyze the historical processes of these two cases. Analysis of separatist movements is made from the perspective of commonalities and differences of these cases which are obtained from the studies.In the first part of the thesis social and historical roots of Basque and Irish nationalism are reviewed in the light of political history readings on Basque and Irish history. Such as The Great Famine and Carlist Wars. In the second part IRA and ETA are examined on their foundations, aims and actions. Responds from the governments against IRA and ETA are also scrutinized in this part of the thesis. In the third part, ideologies and political influences of separatist parties such as Sinn Fein, SDLP, PNV and Abertzale left are the main themes.In the conclusion part, the common points of these two cases in the processes of conflicts and peace are scrutinized with the ways of solutions that works for the end of conflicts in Northern Ireland and Spain. The commonalities and differences in the conflict processes and peace building are presented in order to reach new insights into the cases and the causes of secessionism in Europe
The Islamic State (IS) became an important actor in Iraq and Syria, after their expansion through... more The Islamic State (IS) became an important actor in Iraq and Syria, after their expansion through Syria, by capturing Mosul and employing brutal military and civilian practices in the region. This chapter surveys the dominant patterns of action and strategic preferences of the IS, by first examining its political and military evolution from the invasion of Iraq (in 2003) to the declaration of a caliphate. It also explains the financial, military, and human resources of IS. It then discusses the success of its military posture and different tactical tools in fighting the Iraqi government and Shia militias. Lastly, the article investigates the reasons behind IS’s advances in the region with a particular focus on their disownment by al-Qaeda.
Non-State Armed Actors in the Middle East, 2017

ZOII ’den bii yana liern Siiriye Ic Savasi’nda liem de Irakta ic savasa evrilme potansiyeli olan ... more ZOII ’den bii yana liern Siiriye Ic Savasi’nda liem de Irakta ic savasa evrilme potansiyeli olan kaos ortaminda aykiri bir aktor olarak gundeme otiiran Irak— Şam Islam Devleii' ’nin (IŞID) etkin bir koniima saliip olmasi, kanimizoa sebep ve sonuclari ile anali: edilmesi gereken bir vakadii: Bii baglamda, 2003 Irak Isgali ’nden baslayarak gunumuze kadar gelen sureoi liem yakin donem si'yasi tarili okumasi yaparak liem de IŞID ’in guncel gelisim seyri'nde bolge politi'kala— rindaki etkisi uzerinden anali: yapilmasi geiekli gori'ilmi'i'stui: Bii calisma kap— saminda dalia sonra lŞID adini alacak olan Iraktaki el—Kaide yapilanmasinin 2003 Irak Isgali' ’nden itibaren bolgede orgutlenmesi, Irak merkezi” lii'ikiimeti ve Sunni Saliva birli'klei'iyle girdigi mucadele, :ayiifdusi'ilen 2008—2OII arasi done— min ardindan ABD bi'rlikleri'nin Irak tan cekilmesi ile birlikte liai'eketin yeniden guc kazanmasinin nedenleri ele alinirken bir...

Ortadoğu Yıllığı 2014, May 2015
Özet
Suriye’de 2011’den bu yana devam eden iç savaş 2014 yılında şimdiye kadar ki en kanlı dönem... more Özet
Suriye’de 2011’den bu yana devam eden iç savaş 2014 yılında şimdiye kadar ki en kanlı dönemini geçirmiştir. Bu çatışma ortamının bölgede istikrarsızlığa yol açan bir kaosa neden olması ateşkes çabalarını beraberinde getirmiştir. Cenevre II görüşmeleri başta olmak üzere atılan diplomatik adımlar ise yine nihai bir sonuç alınamadan sona ermiştir. Savaş alanında ise IŞİD’in yükselişe geçtiği bu dönemde ülkenin kuzeyi
ve doğusunda ciddi bir IŞİD hakimiyeti ortaya çıkmıştır. Dera ve Idlib şehirlerinde ise Ahrar’u Şam ve Nusret Cephesi ve Güney Cephesi (ÖSO) gibi muhalif güçlerin rejime karşı ilerlemeler kaydettiği bir süreç yaşanmıştır. Çatışmaların tüm ülkeye yayılması ve rejim güçlerinin sivilleri
ayırmaksızın gerçekleştirdiği varil bombası saldırıları ise insani trajedinin büyümesine sebep olmuştur. Bu makalede Suriye’de 2014 yılının savaş sahası ve diplomasi alanındaki gelişmelerine odaklanılacaktır.
Anahtar Kelimeler: IŞİD ■ Esed ■ Ahrar’u Şam ■ Nusret Cephesi ■ Cenevre II Konferansı
Abstract
2014 was the bloodiest year in the Syrian Civil War that turned the country into ruins since the beginning of the Civil War in 2011. Conflict in Syria created chaos in the whole region and threatened regional stability. 2014 was also the year when regional actors sought for a ceasefire in Syria by such diplomatic approaches as the Geneva II Conference. While all the diplomatic actions bore no fruit, the ISIS
became a rising new power on the battlefield. İt was mostly in eastern and northern parts of Syria that ISIS gained many new strongholds at the expense of other opposition forces, YPG and the Assad regime in 2014. Meanwhile rebels led by Ahrar al-Sham, Jabhat al-Nusra and Southern Front (FSA) also captured many strategic positions from the regime forces in Idlib and Daraa. Regime’s indiscriminate attacks – mostly barrel bombs- to the civilian areas caused huge humanitarian
tragedies leading to civilian losses and new refugee waves.
Keywords: ISIS ■ Ahrar al-Sham ■ Jabhat al-Nusra ■ Geneva II Conference ■ Assad

Ortadoğu Yıllığı 2013
Özet
2013 Suriye’de iç savaşın daha kanlı ve daha çetrefilli bir hale evrildiği yıl olmuştur. Mu... more Özet
2013 Suriye’de iç savaşın daha kanlı ve daha çetrefilli bir hale evrildiği yıl olmuştur. Muhalif gruplar arasında Nusret Cephesi başta olmak üzere İslamcı çokça yeni grup savaşa dahil olurken rejim yanında da Hizbullah ve Irak kökenli Şii milis güçleri yeni aktörler olarak belirmiştir. PYD’nin kuzey Suriye’de hakimiyet altında tuttuğu bölgelerde tek taraflı özerklik ilanı ve Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün hakimiyetini arttırması gibi gelişmeler 2013’e damgasını vurmuştur. Ağustos’ta Şam’da meydana gelen kimyasal saldırının ardından Suriye rejimine artan baskılar müdahale seçeneğini gündeme getirse de İran, Rusya ve Çin gibi Esed yönetiminin yanında bulunan aktörlerin araya girmesiyle Esed rejiminin elindeki kimyasal silahların imhasına dair bir anlaşma ile operasyon olasılığı bertaraf edilmiştir. Savaşın sürekli artan bilançosunda ölü sayısının yanında aynı hızla artan mülteci dalgaları savaşın uluslararası bir sorun olmaya doğru yol aldığını göstermiştir. Türkiye hem karşılaştığı mülteci dalgasının kesilmesi hem de Reyhanlı saldırısı gibi saldırıların tekrar yaşanmaması için Esedsiz çözümde diretmenin yanında Suriye muhalefetinin de çok parçalı yapıdan kurtulması için çaba göstermiştir. Bu çalışmada 2013 yılında Suriye’de yaşanana askeri, siyasi ve sosyal gelişmeler ele alınacaktır.
Abstract
Developments in 2013 made Syrian conflict much more bloody and complicated. Islamist groups became important figures on the both side of the war with the rising of Islamist groups in rebel side –especially Jabhat al-Nusra- and Hezbollah’s intervention on behalf of the Assad regime. At he meantime situation in northern Syria entered a new phase because of PYD’s declaration of autonomy and expansion of Islamic State in Iraq and al-Sham (ISIS). With the chemical attacks in Ghouta, Damascus in August an US intervention on Syria was again on the table. But with diplomatic efforts of the allies of Assad like Iran, Russia and China process end with a deal on the disarmament Assad regime with chemical weapons. Meanwhile Turkey was still defending that future of Syria should not include Bashar Assad. Turkey, in fear of possible rising of refugee crisis and new inside attacks like Reyhanlı continued its non-Assad Syria solution and tried to unify rebels for more international help. In this article military, political and social developments of Syria in 2013 will be focused.
El Kaide'den Post-Kaide'ye Dönüşüm: IŞİD / (From Al Qaeda to Post-Qaeda: Evolution of ISIS), May 20, 2014
The Islamic State of Iraq and al-Sham (ISIS) became an important actor in SyrianCivil War after t... more The Islamic State of Iraq and al-Sham (ISIS) became an important actor in SyrianCivil War after their expansion through Northern Syria and brutal practices in the region. ISIS also advanced in Iraq where the organisation was initially founded. In this article practices and route of ISIS are examined through the historical evolution of group from Invasion of Iraq (2003) to Syrian Civil War. The article also discusses different positions and practices of ISIS in fighting against Iraqi government and their struggle against Sunni Syrian rebels. This work also investigates the the reasons of ISIS’s recent advances in the region with particular focus on their disownment from al-Qaeda.

Ortadoğu Yıllığı 2012
Abstract:
With its consequences, direct and indirect effects, the Arab Spring
became a matter o... more Abstract:
With its consequences, direct and indirect effects, the Arab Spring
became a matter of debate not only in the Middle East and North
Africa but also in the West. It has a formative effect which has an
impact on discourses as well as policies towards the Middle East. In this article, this impact will be discussed in the case of France. The rise of Islamophobic discourses in media and politics, enemization of the concept of “Islamism” and visibility problem of Muslim identity will be discussed in the light of some visual media materials and social researches. Thus, the effect of the Arab Spring on Islamophobic discourse of French politics, media and society will be focused on.
Özet:
Arap Baharı sırasında yaşananlar ve bunların dolaylı ve doğrudan etkileri,sadece Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da değil Batı’da da tartışmalara neden olmuştur. Pek çok uluslararası aktörün Ortadoğu politikalarının değişmesinin yanı sıra, bu sürecin söylemlerde de şekillendirici bir etkisi olduğu bu makalenin dayandığı ana fikirdir. Makalede Fransa
örneği üzerinden Müslüman kimliğine karşı İslamofobik söylemlerin
siyaset ve medya dilinde ana akımlaşması ve bunun toplum tabanında karşılık gördüğü tezi görsel medya materyalleri ve toplumsal araştırma sonuçlarıyla desteklenirken, “İslamcı” kavramının Arap Baharı süreciyle kullanımındaki değişim ve Müslüman kimliğinin görünürlüğü sorunsalı tartışılacaktır. Böylece Arap Baharı’nın kavram ve söylemler üzerinde
şekillendirici bir özelliği olduğu tezi savunulacaktır

2011 yılı İspanya’da yerel ve genel seçimlerin yapıldığı
yıl olmasının haricinde hükümet değişik... more 2011 yılı İspanya’da yerel ve genel seçimlerin yapıldığı
yıl olmasının haricinde hükümet değişikliğinin
yaşandığı yıl olarak da tarihe geçecektir. Lakin bu
seçimler yılının gelecekte İspanya siyasi tarihinde önemli
bir yere sahip olacak olmasının sebebi ise Abertzale
(Yurtsever) solun tekrar Bask siyasi yaşamında bir aktör
haline gelmesi ve genel ve yerel seçimlerde oldukça
parlak sonuçlar almasıdır. Bask bölgesinde hükümet
koalisyonunu oluşturan merkez partilerin oy kaybı
yaşadığı, gelenekçi sağ Bask milliyetçisi PNV’nin ise
duraklamaya girdiği 2011 seçimlerinde Abertzale solun
çekirdeğinde yer aldığı Bildu ve Amaiur koalisyonlarının
yerel ve genel seçimlerde yaşadıkları oy patlaması ve elde
ettikleri başarı ETA’nın zayıflatıldığı ve ateşkes ilan
ettiği bir dönemde Bask sorununun siyaset mecrasında
çözülmekten başka bir çözüm yoluna sahip olmadığını
göstermektedir. Bu makalede 2011 seçimlerine kadar
yaşanan süreç ve 2011 seçim süreci ele alınarak Bask
solunun yükselişinin siyasi ve sosyal sebepleri
tartışılacaktır
Analysis by Ömer Behram Özdemir

SETA Rapor, Jun 2016
Elinizdeki rapor hem DAİŞ'in terör stratejisi hem de Türkiye'nin DAİŞ ile mücadelesinin boyutları... more Elinizdeki rapor hem DAİŞ'in terör stratejisi hem de Türkiye'nin DAİŞ ile mücadelesinin boyutlarını ortaya koymayı hedeflemektedir. Ra-porun ilk kısmında DAİŞ'in siyasal söylem ve savaş stratejisi incelenmiştir. Örgütün alışılagelmiş terör örgütleriyle benzerlikleri ve farklılıkları ortaya konulmuş; DAİŞ tarafından yürütülen savaşın ve gerçekleştirilen saldırıların doğasındaki siyasi, askeri ve stratejik değişim açıklanmıştır. Ayrıca bu kısımda DAİŞ'in stratejisi siyasi, jeopolitik ve askeri-taktiksel düzeyde incelenmiştir. Çalışmanın ikinci kısmını, örgütün Türkiye'ye yönelik söylem yoluyla inşa edip, saldırılarıyla birçok defa somutlaştırdığı yakın tehdidin analizi oluşturmaktadır. Söylem yoluyla tehdidin ne şekilde oluşturulduğu DAİŞ'in propaganda amacıyla yayımladığı dergilerin taranmasıyla, somut tehdidin doğası ise örgüt tarafından gerçekleştirilen saldırıların analizi ile ortaya konulmuştur. Çalışmanın üçüncü kısmında Türkiye'nin DAİŞ ile mücadele stratejisi bir süreç analiziyle anlatılmıştır. Yurt içinde yapılan emniyet operasyonları, sınır ötesindeki örgüt hedeflerine yönelik gerçekleştirilen hava operasyonları ve alınan diğer askeri tedbirler, YTS (Yabancı Terörist Savaşçılar) ile mücadele bağlamında sınır güvenliğini artır-maya yönelik yürürlüğe konulan önlemler ve mücadelenin özellikle terörizmin finansmanının engellenmesi bağlamında nasıl şekillendiği incelenmiştir. Nihai olarak, günümüze değin edinilen tecrübe-nin, DAİŞ kaynaklı tehdidin ve olası saldırıların karakterinin bundan sonra ne yönde evrileceği konusunda birtakım ipuçları verdiği değerlendirilmiştir. Bu bağlamda çalışmanın sonuç kısmında örgütle mücadelede önümüzdeki süreçte ne tür tedbirlerin alınabileceği hususunda önerilere yer verilmiştir.

SETA Analiz
Ortadoğu’nun iki önemli bölgesel gücü olan İran ve Suudi Arabistan arasındaki güç mücadelesi çok ... more Ortadoğu’nun iki önemli bölgesel gücü olan İran ve Suudi Arabistan arasındaki güç mücadelesi çok uzun bir geçmişe sahip olsa da Arap Devrimleri ile başlayan sürecin iki ülke arasındaki bu mücadeleyi iyice derinleştirdiği ve bütün Ortadoğu bölgesi açısından çok ciddi sorunlar doğuracak boyutlar taşıdığı görülmektedir. Neredeyse bütün Ortadoğu ülkelerinin Tahran ile Riyad arasındaki güç savaşının cephesine dönüştüğü bir dönemde, bu çalışmada iki ülke arasındaki söz konusu mücadelenin farklı boyutları ve bölgesel yansımaları ele alınacaktır. Bu çerçevede, bugün İran ile Suudi Arabistan arasındaki rekabetin en kanlı sahnelerinin yaşandığı Suriye, Yemen ve Irak’ın yanında, Afganistan ve Pakistan üzerinde bu rekabetin hangi dinamikler üzerinden şekillendiği değerlendirilecektir. Benzer şekilde, sadece siyasi olarak değil, aynı zamanda coğrafi olarak da iki ülke arasında sıkışmış olan Bahreyn ve Körfez’deki diğer Arap devletleri üzerinden söz konusu güç mücadelesinin nasıl yürütüldüğü de analiz edilecektir.

The phenomenon of foreign fighters is highly topical and hotly debated by almost everyone includi... more The phenomenon of foreign fighters is highly topical and hotly debated by almost everyone including journalists, pundits, and top public officials. There are a number of vital questions to which the global society desperately and hastily seeks answers: Who are these young men and women joining the civil war in Syria? What are their motivations to fight a foreign war? What is their emergent ‘hypergood’? What is the role of social media in their radicalization? How can a radicalized Muslim self be contained? This study examines the case of European foreign fighters by employing a threefold analytical framework of identity-claims, meaning-making/motives and means of radicalization. First section briefly investigates identity and motives of the European citizen fighters for joining the Syrian civil war. Second section analyzes the impact of social media in the radicalization process, the threats they pose to their home countries and the role of Turkey’s borders play as a gateway into the Syrian War theatre. Last section, provides a discussion of the findings and offers a set of responses necessary to counter and withstand the tribulations of life with foreign fighters. Rather than a pedantic enquiry, this study hence also seeks to provide a set of practical answers to pressing questions above.

SETA Analiz, Feb 2015
Yabancı savaşçı olgusu gazeteciler, uzmanlar, üst düzey ulusal ve uluslararası siyasal aktörler d... more Yabancı savaşçı olgusu gazeteciler, uzmanlar, üst düzey ulusal ve uluslararası siyasal aktörler dâhil olmak üzere hemen herkes tarafından hararetle tartışılan son derece aktüel bir konudur. Özellikle Avrupa’nın 11 Eylül’ü şeklinde lanse edilen Paris’teki Charlie Hebdo isimli mizah dergisine yapılan büyük sarsıntıya yol açan saldırıda, şüphelilerin Irak ve Suriye’de savaşmak üzere eleman devşirmeye çalışan kişiler olması yabancı savaşçılar konusunun gündemden düşmeyeceğini gösteriyor. Bu konuda küresel toplumun çaresizce ve süratle cevabını aradığı birtakım önemli sorular bulunmaktadır: Suriye ve Irak’taki iç savaşa katılan yabancı genç erkek ve kadınlar kimdir? Onları yabancı bir ülkede savaşmaya yönlendiren motivasyonlar nelerdir? Hayat anlayışlarını besleyen ve şekillendiren “süper-iyi” nedir? Radikalleşmelerinde nasıl bir süreç rol oynamaktadır? Türkiye gibi transit geçiş ülkelerin bu oluşumda rolleri nelerdir? Ve tabii, radikalleşmiş bir Müslüman nasıl kontrol altına alınabilir?
SAMEC Perspective Series, Jul 2014
SETA - Perspektif, Aug 2014
SETA Analysis, Oct 9, 2014

Kriter Dergi, 2019
Fırat’ın doğusunda bulunan YPG/ PKK varlığına karşı başlatılan Barış Pınarı Harekatı’nda Türkiye,... more Fırat’ın doğusunda bulunan YPG/ PKK varlığına karşı başlatılan Barış Pınarı Harekatı’nda Türkiye, Tel Abyad ve Rasulayn bölgelerine doğrudan müdahale ederken Menbiç kırsalı başta olmak üzere bölgede PKK varlığının olduğu diğer yerleşim yerlerine de her an müdahale edilebilecek şekilde askeri hazırlıklar yaptı. ABD ve Rusya ile gerçekleştirilen diplomatik temaslar sonucunda ise harekatın durdurulması ve terör unsurlarının Türkiye sınırına yakın bölgelerden Rus ve Amerikan garantörlüğünde çekilmesi üzerinde mutabık kalındı. Bununla birlikte Türkiye irade gösterip gerçekleştirdiği bu harekat ile ulusal güvenliği hususunda askeri çözümü denemek gerektiğinde tereddüt etmeyeceğini bir kez daha göstermiş oldu. Süreç devam ettiği için güncellenmekle birlikte Anadolu Ajansı’nda 23 Ekim’de yer alan habere göre Suriye Milli Ordusu’ndan 93 asker şehit düşmüş ve 357 asker ise yaralanmış durumda.
Suriyeli muhalif unsurlar ile koordineli şekilde gerçekleştirilen Barış Pınarı Harekatı yerel
Uploads
Papers by Ömer Behram Özdemir
Suriye’de 2011’den bu yana devam eden iç savaş 2014 yılında şimdiye kadar ki en kanlı dönemini geçirmiştir. Bu çatışma ortamının bölgede istikrarsızlığa yol açan bir kaosa neden olması ateşkes çabalarını beraberinde getirmiştir. Cenevre II görüşmeleri başta olmak üzere atılan diplomatik adımlar ise yine nihai bir sonuç alınamadan sona ermiştir. Savaş alanında ise IŞİD’in yükselişe geçtiği bu dönemde ülkenin kuzeyi
ve doğusunda ciddi bir IŞİD hakimiyeti ortaya çıkmıştır. Dera ve Idlib şehirlerinde ise Ahrar’u Şam ve Nusret Cephesi ve Güney Cephesi (ÖSO) gibi muhalif güçlerin rejime karşı ilerlemeler kaydettiği bir süreç yaşanmıştır. Çatışmaların tüm ülkeye yayılması ve rejim güçlerinin sivilleri
ayırmaksızın gerçekleştirdiği varil bombası saldırıları ise insani trajedinin büyümesine sebep olmuştur. Bu makalede Suriye’de 2014 yılının savaş sahası ve diplomasi alanındaki gelişmelerine odaklanılacaktır.
Anahtar Kelimeler: IŞİD ■ Esed ■ Ahrar’u Şam ■ Nusret Cephesi ■ Cenevre II Konferansı
Abstract
2014 was the bloodiest year in the Syrian Civil War that turned the country into ruins since the beginning of the Civil War in 2011. Conflict in Syria created chaos in the whole region and threatened regional stability. 2014 was also the year when regional actors sought for a ceasefire in Syria by such diplomatic approaches as the Geneva II Conference. While all the diplomatic actions bore no fruit, the ISIS
became a rising new power on the battlefield. İt was mostly in eastern and northern parts of Syria that ISIS gained many new strongholds at the expense of other opposition forces, YPG and the Assad regime in 2014. Meanwhile rebels led by Ahrar al-Sham, Jabhat al-Nusra and Southern Front (FSA) also captured many strategic positions from the regime forces in Idlib and Daraa. Regime’s indiscriminate attacks – mostly barrel bombs- to the civilian areas caused huge humanitarian
tragedies leading to civilian losses and new refugee waves.
Keywords: ISIS ■ Ahrar al-Sham ■ Jabhat al-Nusra ■ Geneva II Conference ■ Assad
2013 Suriye’de iç savaşın daha kanlı ve daha çetrefilli bir hale evrildiği yıl olmuştur. Muhalif gruplar arasında Nusret Cephesi başta olmak üzere İslamcı çokça yeni grup savaşa dahil olurken rejim yanında da Hizbullah ve Irak kökenli Şii milis güçleri yeni aktörler olarak belirmiştir. PYD’nin kuzey Suriye’de hakimiyet altında tuttuğu bölgelerde tek taraflı özerklik ilanı ve Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün hakimiyetini arttırması gibi gelişmeler 2013’e damgasını vurmuştur. Ağustos’ta Şam’da meydana gelen kimyasal saldırının ardından Suriye rejimine artan baskılar müdahale seçeneğini gündeme getirse de İran, Rusya ve Çin gibi Esed yönetiminin yanında bulunan aktörlerin araya girmesiyle Esed rejiminin elindeki kimyasal silahların imhasına dair bir anlaşma ile operasyon olasılığı bertaraf edilmiştir. Savaşın sürekli artan bilançosunda ölü sayısının yanında aynı hızla artan mülteci dalgaları savaşın uluslararası bir sorun olmaya doğru yol aldığını göstermiştir. Türkiye hem karşılaştığı mülteci dalgasının kesilmesi hem de Reyhanlı saldırısı gibi saldırıların tekrar yaşanmaması için Esedsiz çözümde diretmenin yanında Suriye muhalefetinin de çok parçalı yapıdan kurtulması için çaba göstermiştir. Bu çalışmada 2013 yılında Suriye’de yaşanana askeri, siyasi ve sosyal gelişmeler ele alınacaktır.
Abstract
Developments in 2013 made Syrian conflict much more bloody and complicated. Islamist groups became important figures on the both side of the war with the rising of Islamist groups in rebel side –especially Jabhat al-Nusra- and Hezbollah’s intervention on behalf of the Assad regime. At he meantime situation in northern Syria entered a new phase because of PYD’s declaration of autonomy and expansion of Islamic State in Iraq and al-Sham (ISIS). With the chemical attacks in Ghouta, Damascus in August an US intervention on Syria was again on the table. But with diplomatic efforts of the allies of Assad like Iran, Russia and China process end with a deal on the disarmament Assad regime with chemical weapons. Meanwhile Turkey was still defending that future of Syria should not include Bashar Assad. Turkey, in fear of possible rising of refugee crisis and new inside attacks like Reyhanlı continued its non-Assad Syria solution and tried to unify rebels for more international help. In this article military, political and social developments of Syria in 2013 will be focused.
With its consequences, direct and indirect effects, the Arab Spring
became a matter of debate not only in the Middle East and North
Africa but also in the West. It has a formative effect which has an
impact on discourses as well as policies towards the Middle East. In this article, this impact will be discussed in the case of France. The rise of Islamophobic discourses in media and politics, enemization of the concept of “Islamism” and visibility problem of Muslim identity will be discussed in the light of some visual media materials and social researches. Thus, the effect of the Arab Spring on Islamophobic discourse of French politics, media and society will be focused on.
Özet:
Arap Baharı sırasında yaşananlar ve bunların dolaylı ve doğrudan etkileri,sadece Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da değil Batı’da da tartışmalara neden olmuştur. Pek çok uluslararası aktörün Ortadoğu politikalarının değişmesinin yanı sıra, bu sürecin söylemlerde de şekillendirici bir etkisi olduğu bu makalenin dayandığı ana fikirdir. Makalede Fransa
örneği üzerinden Müslüman kimliğine karşı İslamofobik söylemlerin
siyaset ve medya dilinde ana akımlaşması ve bunun toplum tabanında karşılık gördüğü tezi görsel medya materyalleri ve toplumsal araştırma sonuçlarıyla desteklenirken, “İslamcı” kavramının Arap Baharı süreciyle kullanımındaki değişim ve Müslüman kimliğinin görünürlüğü sorunsalı tartışılacaktır. Böylece Arap Baharı’nın kavram ve söylemler üzerinde
şekillendirici bir özelliği olduğu tezi savunulacaktır
yıl olmasının haricinde hükümet değişikliğinin
yaşandığı yıl olarak da tarihe geçecektir. Lakin bu
seçimler yılının gelecekte İspanya siyasi tarihinde önemli
bir yere sahip olacak olmasının sebebi ise Abertzale
(Yurtsever) solun tekrar Bask siyasi yaşamında bir aktör
haline gelmesi ve genel ve yerel seçimlerde oldukça
parlak sonuçlar almasıdır. Bask bölgesinde hükümet
koalisyonunu oluşturan merkez partilerin oy kaybı
yaşadığı, gelenekçi sağ Bask milliyetçisi PNV’nin ise
duraklamaya girdiği 2011 seçimlerinde Abertzale solun
çekirdeğinde yer aldığı Bildu ve Amaiur koalisyonlarının
yerel ve genel seçimlerde yaşadıkları oy patlaması ve elde
ettikleri başarı ETA’nın zayıflatıldığı ve ateşkes ilan
ettiği bir dönemde Bask sorununun siyaset mecrasında
çözülmekten başka bir çözüm yoluna sahip olmadığını
göstermektedir. Bu makalede 2011 seçimlerine kadar
yaşanan süreç ve 2011 seçim süreci ele alınarak Bask
solunun yükselişinin siyasi ve sosyal sebepleri
tartışılacaktır
Analysis by Ömer Behram Özdemir
Comment by Ömer Behram Özdemir
Suriyeli muhalif unsurlar ile koordineli şekilde gerçekleştirilen Barış Pınarı Harekatı yerel
Suriye’de 2011’den bu yana devam eden iç savaş 2014 yılında şimdiye kadar ki en kanlı dönemini geçirmiştir. Bu çatışma ortamının bölgede istikrarsızlığa yol açan bir kaosa neden olması ateşkes çabalarını beraberinde getirmiştir. Cenevre II görüşmeleri başta olmak üzere atılan diplomatik adımlar ise yine nihai bir sonuç alınamadan sona ermiştir. Savaş alanında ise IŞİD’in yükselişe geçtiği bu dönemde ülkenin kuzeyi
ve doğusunda ciddi bir IŞİD hakimiyeti ortaya çıkmıştır. Dera ve Idlib şehirlerinde ise Ahrar’u Şam ve Nusret Cephesi ve Güney Cephesi (ÖSO) gibi muhalif güçlerin rejime karşı ilerlemeler kaydettiği bir süreç yaşanmıştır. Çatışmaların tüm ülkeye yayılması ve rejim güçlerinin sivilleri
ayırmaksızın gerçekleştirdiği varil bombası saldırıları ise insani trajedinin büyümesine sebep olmuştur. Bu makalede Suriye’de 2014 yılının savaş sahası ve diplomasi alanındaki gelişmelerine odaklanılacaktır.
Anahtar Kelimeler: IŞİD ■ Esed ■ Ahrar’u Şam ■ Nusret Cephesi ■ Cenevre II Konferansı
Abstract
2014 was the bloodiest year in the Syrian Civil War that turned the country into ruins since the beginning of the Civil War in 2011. Conflict in Syria created chaos in the whole region and threatened regional stability. 2014 was also the year when regional actors sought for a ceasefire in Syria by such diplomatic approaches as the Geneva II Conference. While all the diplomatic actions bore no fruit, the ISIS
became a rising new power on the battlefield. İt was mostly in eastern and northern parts of Syria that ISIS gained many new strongholds at the expense of other opposition forces, YPG and the Assad regime in 2014. Meanwhile rebels led by Ahrar al-Sham, Jabhat al-Nusra and Southern Front (FSA) also captured many strategic positions from the regime forces in Idlib and Daraa. Regime’s indiscriminate attacks – mostly barrel bombs- to the civilian areas caused huge humanitarian
tragedies leading to civilian losses and new refugee waves.
Keywords: ISIS ■ Ahrar al-Sham ■ Jabhat al-Nusra ■ Geneva II Conference ■ Assad
2013 Suriye’de iç savaşın daha kanlı ve daha çetrefilli bir hale evrildiği yıl olmuştur. Muhalif gruplar arasında Nusret Cephesi başta olmak üzere İslamcı çokça yeni grup savaşa dahil olurken rejim yanında da Hizbullah ve Irak kökenli Şii milis güçleri yeni aktörler olarak belirmiştir. PYD’nin kuzey Suriye’de hakimiyet altında tuttuğu bölgelerde tek taraflı özerklik ilanı ve Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün hakimiyetini arttırması gibi gelişmeler 2013’e damgasını vurmuştur. Ağustos’ta Şam’da meydana gelen kimyasal saldırının ardından Suriye rejimine artan baskılar müdahale seçeneğini gündeme getirse de İran, Rusya ve Çin gibi Esed yönetiminin yanında bulunan aktörlerin araya girmesiyle Esed rejiminin elindeki kimyasal silahların imhasına dair bir anlaşma ile operasyon olasılığı bertaraf edilmiştir. Savaşın sürekli artan bilançosunda ölü sayısının yanında aynı hızla artan mülteci dalgaları savaşın uluslararası bir sorun olmaya doğru yol aldığını göstermiştir. Türkiye hem karşılaştığı mülteci dalgasının kesilmesi hem de Reyhanlı saldırısı gibi saldırıların tekrar yaşanmaması için Esedsiz çözümde diretmenin yanında Suriye muhalefetinin de çok parçalı yapıdan kurtulması için çaba göstermiştir. Bu çalışmada 2013 yılında Suriye’de yaşanana askeri, siyasi ve sosyal gelişmeler ele alınacaktır.
Abstract
Developments in 2013 made Syrian conflict much more bloody and complicated. Islamist groups became important figures on the both side of the war with the rising of Islamist groups in rebel side –especially Jabhat al-Nusra- and Hezbollah’s intervention on behalf of the Assad regime. At he meantime situation in northern Syria entered a new phase because of PYD’s declaration of autonomy and expansion of Islamic State in Iraq and al-Sham (ISIS). With the chemical attacks in Ghouta, Damascus in August an US intervention on Syria was again on the table. But with diplomatic efforts of the allies of Assad like Iran, Russia and China process end with a deal on the disarmament Assad regime with chemical weapons. Meanwhile Turkey was still defending that future of Syria should not include Bashar Assad. Turkey, in fear of possible rising of refugee crisis and new inside attacks like Reyhanlı continued its non-Assad Syria solution and tried to unify rebels for more international help. In this article military, political and social developments of Syria in 2013 will be focused.
With its consequences, direct and indirect effects, the Arab Spring
became a matter of debate not only in the Middle East and North
Africa but also in the West. It has a formative effect which has an
impact on discourses as well as policies towards the Middle East. In this article, this impact will be discussed in the case of France. The rise of Islamophobic discourses in media and politics, enemization of the concept of “Islamism” and visibility problem of Muslim identity will be discussed in the light of some visual media materials and social researches. Thus, the effect of the Arab Spring on Islamophobic discourse of French politics, media and society will be focused on.
Özet:
Arap Baharı sırasında yaşananlar ve bunların dolaylı ve doğrudan etkileri,sadece Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da değil Batı’da da tartışmalara neden olmuştur. Pek çok uluslararası aktörün Ortadoğu politikalarının değişmesinin yanı sıra, bu sürecin söylemlerde de şekillendirici bir etkisi olduğu bu makalenin dayandığı ana fikirdir. Makalede Fransa
örneği üzerinden Müslüman kimliğine karşı İslamofobik söylemlerin
siyaset ve medya dilinde ana akımlaşması ve bunun toplum tabanında karşılık gördüğü tezi görsel medya materyalleri ve toplumsal araştırma sonuçlarıyla desteklenirken, “İslamcı” kavramının Arap Baharı süreciyle kullanımındaki değişim ve Müslüman kimliğinin görünürlüğü sorunsalı tartışılacaktır. Böylece Arap Baharı’nın kavram ve söylemler üzerinde
şekillendirici bir özelliği olduğu tezi savunulacaktır
yıl olmasının haricinde hükümet değişikliğinin
yaşandığı yıl olarak da tarihe geçecektir. Lakin bu
seçimler yılının gelecekte İspanya siyasi tarihinde önemli
bir yere sahip olacak olmasının sebebi ise Abertzale
(Yurtsever) solun tekrar Bask siyasi yaşamında bir aktör
haline gelmesi ve genel ve yerel seçimlerde oldukça
parlak sonuçlar almasıdır. Bask bölgesinde hükümet
koalisyonunu oluşturan merkez partilerin oy kaybı
yaşadığı, gelenekçi sağ Bask milliyetçisi PNV’nin ise
duraklamaya girdiği 2011 seçimlerinde Abertzale solun
çekirdeğinde yer aldığı Bildu ve Amaiur koalisyonlarının
yerel ve genel seçimlerde yaşadıkları oy patlaması ve elde
ettikleri başarı ETA’nın zayıflatıldığı ve ateşkes ilan
ettiği bir dönemde Bask sorununun siyaset mecrasında
çözülmekten başka bir çözüm yoluna sahip olmadığını
göstermektedir. Bu makalede 2011 seçimlerine kadar
yaşanan süreç ve 2011 seçim süreci ele alınarak Bask
solunun yükselişinin siyasi ve sosyal sebepleri
tartışılacaktır
Suriyeli muhalif unsurlar ile koordineli şekilde gerçekleştirilen Barış Pınarı Harekatı yerel
İç savaş esnasında ciddi bir güç kaybı yaşayan rejimin tek başına bu değişimi gerçekleştirmesi bir yana, savaşın dengesini değiştirmesi bile zordu. Bu yüzden, rejimin yenilgilerinden sonra ortaya çıkan güç boşluğunu, rejimin bölgedeki en büyük müttefiki olan İran’ın sahadaki unsurları doldurdu. İran bir yandan iç savaşta dengeyi yavaş yavaş rejim lehine çevirirken, bir yandan da “işlevsel” bir Suriye demografisi için üstüne düşeni yapmaktaydı. Zira Şam için daha az sorun çıkaracak bir Suriye demografisi İran için de daha az sorun manasına geliyordu.
Rusya’nın “geçici ateşkesler”le güç biriktirip sonra ateşkes bölgelerine güçlü saldırılar düzenlemesi, son 3 yılda adeta Moskova’nın sahadaki alamet-i farikası haline geldi. Bu açıdan bakıldığında, olası bir İdlib saldırısı hem muhalifleri hem de bugün muhaliflerin neredeyse tek destekçisi olan Türkiye’yi tedirgin ediyor. Buna karşın, kendisine has şartları gereği İdlib’de Şam ya da Dera’dan farklı bir senaryoyla karşılaşılabilir.
gelecek 5 yılın belirleyeceği gibi, Türkiye’nin Suriye’de düzenleyeceği muhtemel operasyonların başlangıç tarihi olma potansiyeline
sahip. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belli aralıklarla dile getirdiği İdlib, Tel Rıfat, Münbiç hamleleri başta olmak üzere Suriye’ye dair senaryoların fiiliyata geçirilmesi için de seçimlerden sonrasını beklemek oldukça makul. Türkiye, öncelikleri çerçevesinde Suriye’de operasyonlara devam sinyali verirken, olası senaryoların Türkiye’nin imkânları açı-
sından taşıdığı avantajları ve dezavantajlarını ortaya koymak, hangi senaryoların daha olası gözüktüğünü anlamak için önem taşı-
maktadır. Bu yüzden hem Türkiye’nin önceliklerine ve kapasitesine hem de bölgedeki diğer aktörlerin oluşturabileceği engellere
odaklanılmalıdır.
Mısır ve Libya gibi bölgelerdeki DAEŞ unsurları içerisinde yabancı savaşçıların bulunduklarına dair görsel kanıtlar ve araştırmalar mevcut. Bununla birlikte Afganistan’daki örgüt yapılanması içerisinde yabancı unsurların arttığına dair iddialar son dönemde artış göstermiştir. Örgütün Afganistan uzantısı olarak bilinen Horasan Vilayeti grubu potansiyel yabancı savaşçı akımı için Afganistan-Pakistan-Özbekistan hattında ana istasyon olma potansiyeline sahiptir.
Hizbullah’ı kapasitesi ve Esad rejimi ile 2011 öncesinde de var olan yakın ilişkileri dolayısıyla İran destekli milislere kıyasla farklı bir aktör olarak ele almak gerekir. 2012 itibariyle sahadaki varlıkları duyulmaya başlanan İran destekli Şii milislerin o dönemki öncelikli hedefi Şiiler için kutsi manalara sahip olan Şam’daki Seyyide Zeynep türbesi ve çevresinin güvenliğiydi. 2013’te ise milis gruplarından Harekat Nuceba’nın Halep’te görülmeye başlanması Şii milislerin Şam ve Seyyide Zeynep çemberinin dışına çıkması manasına gelmekteydi. 2013-2014 yılları rejim güçleri ve Hizbullah’ın başta Kalamun olmak üzere Lübnan-Suriye sınırına yakın bölgelerde muhaliflerle yoğun çatışmalara girdiği bir dönemdir. Yine bu dönemde bilhassa Iraklı milislerin rejim unsurları ve Hizbullah’a destek adına bölgede konuşlandırıldığını görmekteyiz. IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi ve Irak içlerindeki ilerlemesi bir süreliğine Irak-Suriye milis akışının ters yönde gerçekleşmesine yol açsa da Iraklı milislerden doğan boşluğu doldurmak adına İran’ın hamlesi Afgan ve Pakistanlı mültecilerden oluşan milis güçlerin sahada daha yoğun şekilde kullanılması olmuştur.
Sınırında IŞİD varlığından rahatsız olan ve aylar öncesine kadar Kilis’e Halep kırsalından atılan roketler gibi doğrudan güvenlik sorunlarıyla karşılaşan Türkiye için Kamışlı’danAfrin’e kadar uzanabilecek bir YPG bölgesinin kabul edilemez oluşu Ankara’nın daha radikal hamlelerde bulunmasına yol açabilir. Türkiye’nin Rusya ve İran ile gerçekleştirdiği son diplomatik görüşmeler ve olası işbirliği senaryolarına bu gözle bakmak faydalı olacaktır. Zira Beşar Esad’ın geleceğine dair Ankara-Tahran-Moskova hattında ortak bir karar çıkması şu an için imkansız gözükse de Suriye’nin bütünlüğü hususunda söz konusu üç aktörün ortaklaşa hareket edebilmesi daha olasıdır. Türkiye’nin IŞİD’e karşı Moskova ve Tahran’la işbirliği yapılabileceğine dair verdiği sinyaller aynı zamanda YPG’nin sürekli artan gücü ve genişlemesine karşın Türkiye’nin artık ABD dışı bir çözüm aradığı manasına gelmektedir. YPG, IŞİD ve Esad rejimi gibi kendi ulusal güvenliğine doğrudan tehdit oluşturan aktörlere karşı Türkiye’nin diplomatik hamlelerinin sahadaki tamamlayıcısı ise Suriyeli muhalif gruplar olmaktadır.Azez ve çevresinde tutunabilen ve çoğunlukla IŞİD’e, dönem dönem de YPG’ye karşı mevzi savunan muhalif gruplar kapasite açısından bu bölgeyi süpürebilecek güçten uzak konumdadırlar. Buna karşın Azez’in elde tutulması Türkiye’nin kuzey Suriye’deki sınır hattına dair olası doğrudan veya dolaylı müdahalesi için hayati önem taşımaktadır.
Fakat son haftalarda Halep cephesinde meydana gelen gelişmeler gösteriyor ki Türkiye’nin sahada güvenebileceği yüksek kapasiteli müttefikleri Azez’deki küçük çaplı ÖSO grupları değil,Idlib ve Halep’teki muhalif unsurlardır.Nusra Cephesi’nin el-Kaide ile bağlarını koparıp Şam Fethi Cephesi adı altında faaliyetlerine devam edeceğini ilan etmesiyle başlayan süreç Güney Halep’te 20’yi aşkın muhalif grubun Esad güçleri ve İran askeri unsurlarına karşı gerçekleştirdiği kuşatma kırma saldırısı ile devam etmiştir. Bu harekatın ilk safhasının sonunda rejimin ve müttefiklerinin Temmuz ayında kuzeyde bulunan Kastello yolunu ele geçirerek fiilen başlattıkları Halep kuşatması muhaliflerce güneydenkırılmıştır.
Ramusemevkisi ve Halep Topçu Okulu ele geçirilmek suretiyle kuşatma altındaki Doğu Halep ile bağlantı kurulabilmiştir. Halep’te faaliyet gösteren iki büyük askeri ittifakın – İslamcı gruplardan oluşan Fetih Ordusu ve çoğunlukla ÖSO çizgisi gruplardan oluşan Fetih Halep koalisyonu - koordineli şekilde harekatısonucu rejimin Halep’teki en güçlü olduğu mevzilerden biri olan Güney Halep’te bozguna uğraması iki sonucu gözler önüne sermiştir. Birinci olarak hem İdlib tecrübesi hem de Halep’te kuşatmanın kırılması harekatı gösterdi ki muhalif grupların birleşmesi veya ortak hareket etmesi durumunda Esad güçlerinin halihazırda sahip olduğu hava gücü ve ateş gücü dahi sahada rejim güçlerinin mevzi kaybetmesini engelleyemeyebilir. Bu durum rejimin destekçileri olan İran ve Rusya için savaşa daha da fazla müdahil olmak ve daha fazla maliyetle karşılaşmak sonucunu doğurabilir. Halep’te kırılan kuşatmanın ardından muhaliflerin Esad güçlerine karşı kaydedecekleri olası ilerlemeler ise Esad rejiminin dış destekçilerinin “müzakere” ve “ateşkes” seçeneklerini daha ciddi bir şekilde düşünmelerine yol açabilir. İkinci olarak ise bu operasyon Türkiye’nin sahadaki unsurlar üzerindeki etkisi açısından da aydınlatıcı olmuştur. Türkiye sadece kapasite olarak kısıtlı ve ancak yerel çapta bazı cephelerde proxy işlevi görebilecek küçük Türkmen ÖSO gruplarıyla değil orta ve büyük çaplı gruplarla da temas halindedir. Bunların en başında da Kuzey Suriye’nin ve Fetih Ordusu koalisyonunun en büyük grubu Ahrar’u Şam gelmektedir. Keza Feylak’u Şam ve Şam Cephesi gibi orta çaplı gruplar da Türkiye ile yakın ilişkilere sahiptir. Türkiye’nin bu gruplar ve Halep operasyonu üzerinde “karar alıcı” ya da “emredici” bir konumu/gücü olduğunu düşünmemekle birlikte Ankara’nın askeri ve insani yardımlardaki ciddi lojistik desteğinin gözden kaçırılmaması gerekmektedir. Keza çoğu zaman istenen sonuç alınamamış olsa da Ankara’nın muhalif unsurların birleşmesine dair arabuluculuk çabaları hatırlandığında Halep operasyonunun Ankara’nın da haberdar olduğu ve sonuçları itibariyle şimdilik Ankara’yı da rahatlattığı bir girişim olduğunu iddia edebiliriz.
Sonuç olarak Türkiye’nin Suriye sorununa Rusya ve İran ile çözüm bulabilme yolundaki mesajları, Suriye’nin bütünlüğüne dair vurguları ve Halep’teki muhalif faaliyetlerine söylem ve eylem bazında verdiği desteği YPG’nin ABD desteği ile bölgede elde ettiği konumdan bağımsız okunamaz. Halep cephesi sadece Esad ile muhalifler arasındaki savaş için değil Türkiye’nin YPG ve IŞİD tehdidine karşı kendini savunması açısından da hayati konumda bulunmaktadır.
Yeni hamle arayışları
ABD’nin Suriye’nin kuzeyindeki muhaliflere DAEŞ ile savaşta verdiği “göstermelik” destek YPG’ye verilen destek ile kıyaslandığında hem yetersiz hem de art niyetli eylemler olarak gözükmektedir. DAEŞ’e karşı mücadelede ciddi destekten muaf tutulan, YPG ve DAEŞ tarafından sağılı sollu kuşatılmışken havadan da Rusya tarafından hedef alınan muhalif unsurların DAEŞ’e karşı doğal başarısızlıkları ABD tarafından “Muhalifler beceremiyorsa YPG becerir” şeklinde Türkiye’nin önüne kabul etmesi gereken nihai bir sonuç olarak konulmakta. Her ne kadar içerisinde YPG haricinde bazı Arap unsurlar yer alsa da olası Menbic harekatı ve devamının YPG’nin Türkiye-Suriye sınırında neredeyse tam bir hakimiyeti ile sonuçlanması olasıdır. Bu durum ise Türkiye’nin Suriye’de ellerinin bağlanmasına yol açacaktır. Lakin daha da vahimi PKK’ya karşı verilen mücadelenin daha da sıkıntılı ve zahmetli hale gelmesi demektir. Türk dış politikasında yeni dönemde özellikle Suriye mevzusunda yeni hamle arayışlarının olacağına dair söylentiler yükselmektedir. Lakin yeni ittifaklar ve söylemlerin sahada karşılığının olması için görünen o ki Türkiye riskler ve maliyetler hesaplanarak taşın altına elini koymak durumundadır. ABD ile en azından kuzey Suriye ve YPG hususunda Türkiye’nin menfaatine bir işbirliğinin pek mümkün olmadığı artık ortadadır. Türkiye PKK ile kendi sınırları içerisinde oldukça sıcak bir savaş yaşarken müttefik ABD ordusunun unsurları Suriye’de kolları PKK’nın Suriye kolunun logolarıyla operasyonlarda poz vermekte. ABD tarafından YPG’ye DAEŞ ile savaşta kullanması için verilen silah, mühimmat ve askeri eğitimin Türkiye içerisinde TSK’ya karşı kullanılmayacağının da elbette herhangi bir garantisi yoktur. Keza Suriye haritasında son üç yılda şahit olunan değişikliklere bakılınca YPG’den kaynaklı tehdit daha da ciddileşmektedir. Bugün YPG kontrolünde bulunan Tel Abyad şehri ve Haseke vilayetinin ekseriyeti ABD destekli operasyonlar ile DAEŞ’ten ele geçirilmiştir. Lakin DAEŞ de bu bölgeleri çoğunluğu Türkiye ile yakın ilişkilere sahip olan muhaliflerden ele geçirmiştir. Ankara’dan bakıldığında görülen tablo DAEŞ’in muhaliflere saldırılarında muhaliflere ciddi bir destek vermeyen ABD’nin bu bölgeler DAEŞ’in eline geçtikten sonra YPG eliyle haritada değişiklikler yaptığıdır. YPG’nin bu ilerlemesinin Suriye ve Türkiye’nin geleceğiyle alakalı çeşitli sonuçları olacaktır. Suriye açısından ilerleyen dönemde üniter yapının bozulması manasına gelecek ABD destekli YPG hakimiyeti kitleler açısından ise yukarıdaki satırlarda bahsedildiği üzere etnik temelli bir çatışmaya yol açabilir. Böylesi bir çatışma yine sadece Suriye ile sınırlı kalmayarak Irak’a da sirayet edebilir. Türkiye açısından ise hem Suriyeli muhalifler ile Ankara’nın bağlantısını doğal olarak da Türkiye’nin Suriye’deki etkisini zayıflatacaktır YPG’nin devam eden ilerleyişi. Bununla beraber hem Türkiye ABD ittifakı belki uzun yıllar onarılamayacak kadar zarar görecek hem de Türkiye yeni bir “sınır ötesi harekatlar” dönemini bu kez Suriye merkezli şekilde yaşayacaktır. Zira artık PKK Türkiye’nin Irak ile sahip olduğu dağlık sınırlarda değil Suriye’de sınırın öte tarafındaki şehir ve kasabalarda da varlık sahibidir. Ve hem askeri mücadelenin yayıldığı alan hem de yöntemler açısından TSK yeni askeri stratejiler üretmek zorunda kalabilir.
İncirlik meselesi
Bu şartlar altında Türkiye gerek İncirlik meselesi gerekse de Azez-Menbic-Cerablus hattına dair doğrudan müdahaleyle alakalı hayati kararlar almak durumunda kalabilir. İlerleyen yıllarda başta PKK olmak üzere Türkiye tüm güney sınırında sürekli bir terör tehdidi ile kalmamak için bugün “önleyici müdahale”de bulunabilir. Olası müdahalenin ekonomik ve askeri kayıplara yol açacağı aşikardır. Bunlar göze alınamayacak riskler olarak kabul edilebilir ve hali hazırdaki bekle ve gör stratejisine devam edilebilir. Lakin DAEŞ’in boşalttığı bölgelere ABD desteği ile YPG’nin yerleştiğini göz önüne alırsak bekle ve gör stratejisi de orta vadede Türkiye’nin mecbur kalacağı “sınır ötesi” operasyonlara gebe sonuçlar doğuracaktır. Halep’in kuzeyindeki Azez-Mare-Carablus-Menbic hattı artık sadece muhaliflerin Halep’teki varlığı için değil Türkiye’nin ulusal sınırlarının güvenliği açısından da hayati bir savunma hattı konumuna gelmiştir. Bugün DAEŞ mevzilerinden Kilis’e atılan roketlerin yaşattığı terör ortamı Kilis’in karşısında YPG’nin hakim olduğu bir senaryoda daha farklı ama yine Türkiye’yi tehdit edecek bir şekilde tezahür edebilir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin kırmızı çizgilerini korumak için harekete geçmesi ya da kırmızı çizgilerinden vazgeçmesi arasında seçim yapma zamanı gelmiştir.
Lübnan tarihini eksiksiz biçimde ele alan bu kitap için Newsweek “Bölgeyi gerçek anlamda tanıyan bir yazar tarafından kaleme alınmış ve büyük resmi kapsamlı bir şekilde aktaran bir anlatım.” derken, Economist “Hirst önemli açıklamaları kaçırmadığı gibi kelimeleri de hünerli bir şekilde dans ettiriyor.” diyor. Fawaz A.