Edited Books by Ayten Sonmez

Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar, 2020
Bu yazıda, farklı kuşaklardan üç yazarın, babalarının ölümünden sonra farklı edebi türlerde yazdı... more Bu yazıda, farklı kuşaklardan üç yazarın, babalarının ölümünden sonra farklı edebi türlerde yazdıkları metinlerinden yola çıkarak babanın açtığı yaralar, baba ile hesaplaşma/uzlaşma ve yazarlık konumu tartışılıyor. Bu doğrultuda, Orhan Kemal'in Baba Evi romanı, Oğuz Atay'ın "Babama Mektup" öyküsü ve Orhan Pamuk'un başta İstanbul Hatıralar ve Şehir olmak üzere kurgu dışı metinleri ele alınıyor. Yeni kuşak yazarlar açısından "baba" yazar konumunda görülen bu üç yazarın otobiyografik nitelikteki metinleri üzerinden baba ile hesaplaşmanın ne ölçüde sağlandığı, bu hesaplaşmanın sonucunda varılan uzlaşının niteliği ve bu hesaplaşma/uzlaşma anlatılarının yazarların yazarlık anlayışı ile bağlantısı karşılaştırmalı biçimde inceleniyor. Father Wound: Masculinity, Authorship and Reconciliation This article discusses the wounds inflicted by the father, reckoning/reconciliation with the father and the authorship position based on texts written in different genres by authors from different generations after their fathers' death. In this respect, Orhan Kemal's novel Baba Evi [Father's House], Oğuz Atay's story "Babama Mektup" [Letter to My Father] and Orhan Pamuk's non-fiction texts, especially Istanbul Memories and the City, are examined. Through comparative reading of autobiographical texts of these three authors, who are seen as the "fathers of literature" by the new generation of writers, the extent of the reckoning with the father, the nature of the reconciliation after this reckoning, and the connection of these reckoning/reconciliation narratives with the authors' understanding of authorship are analyzed.
Sosi Antikacıoğlu Geçmişimden Sesler ve Renkler adlı kitabında "kocaman bir çınar ağacı" olarak g... more Sosi Antikacıoğlu Geçmişimden Sesler ve Renkler adlı kitabında "kocaman bir çınar ağacı" olarak gözünde canlandırdığı geniş aile ağacının hikâyesini, bu "aile ağacının dallarından birinin ucunda" da kendi yaşamöyküsünü anlatıyor. Ailesinin üç kuşak öncesine kadar giden yaşamöyküsünün anlatıldığı kitapta 1880'li yıllardan günümüze kadarki tarihsel süreç arka planda yer alıyor. Bu metin halen günümüzde de süregiden "azınlıklaştırıcı" politikalar ve inkâr rejimi içinde Ermeni olmaya, Ermeni bir kadın olmaya dair çoksesli bir anlatı oluşturuyor. Yazarın yaşamöyküsü babaannesinin, anneannesinin, annesinin, eşinin babaannesinin hayatta kalma öykülerini dillendirerek anlatılabiliyor. Geçmişin üzerindeki perdeyi kaldırmaya niyetli bu metin geleceği hayal etme imkânı sunuyor.
by Cimen Gunay-Erkol, Papatya Alkan Genca, Petra de Bruijn, Ayse Naz Bulamur, Burcu Karahan, Şima İmşir, Alev Önder, Yan Overfield Shaw, ali serdar, Ayten Sonmez, Leyla Şimşek Rathke, Gizem Tongo, Sevinç Türkkan, Rosita D'Amora, and S. Elif Aksoy
Papers by Ayten Sonmez

Gündemdeki kentsel dönüşüm projelerince ıslah edilmesi öngörülen kimi mekânlar bizlere modern ken... more Gündemdeki kentsel dönüşüm projelerince ıslah edilmesi öngörülen kimi mekânlar bizlere modern kentin " çağdışı " yüzü olarak sunuluyor. Gecekondu olarak nitelendirilen bu mekânlar merkezden bakıldığında moderniteden, bu mekânların sakinleri de özne olmaktan uzak olarak görülüyor. Böyle bir bakışla özellikle kültür başkenti ilan edilmiş İstanbul'da görünmez kılınmaya çalışılan, kendine ait kültürü inkâr edilen mekânları gördükçe günümüzden yirmi altı yıl önce yazılmış da olsa Latife Tekin'in Berci Kristin Çöp Masalları'nı hatırlamakta fayda var. Gecekonduyu bir dekor olmaktan çıkararak " içerden " bir bakış sunan bu metin, mekânın öznelliğine dair düşünmemizi olanaklı kılıyor. Bireyleşme ve özneleşme modernite deneyiminin anahtar kelimeleri olarak düşünülür. Kendini ifade etme, biriciklik ve kişisel kimlik modernizmin tezahürü olarak görülür. Burada söz konusu olan birey merkezli modern özne, Hegel'in yorumuyla Aydınlanma'nın rasyonel bireyidir. Kendi içinde bütünlüklü, kendi kendini ve kendisiyle birlikte dış gerçekliği, dünyayı tanımlayan, anlamın taşıyıcısı olan birey, sınırları belirli birey. Bu birey merkezli özne tanımına dair çok çeşitli eleştiriler geliştirilmiştir ve hatta bu eleştirilerin bir kısmı " öznenin ölümü " nü dahi ilan etmiştir. 1 Bu ilana şerh düşmek gerekiyor tabii, örneğin Sibel Irzık'ın " Özne'nin Vefatından Sonra Kadın Olarak Okumak " başlıklı makalesinde vurguladığı gibi " öznenin ölümünden söz etmek, öznenin tek bir anlamı olduğunu varsaymak, alternatif özne tanımlarını önceden dışlamak, böyle tanımlar üstüne kurulabilecek eleştirel ve siyasi etkinliklerin önüne kuramsal olarak set çekmek demektir " (34-35). Bu çalışmada, Latife Tekin'in anlatılarında bu aydınlanmacı özne modeline alternatif, mekân dolayımıyla " kolektif biçimde " ortaya çıkan bir öznelik konumu olduğu ve anlatıların da bu modele uygun biçimde geliştirildiği savunulacaktır. Bu çalışma, edebiyat metninin bir unsuru olarak mekânı " olayların geçtiği yer " şeklinde düşünmenin ötesine geçmek ve başlı başına bir özne olarak mekânı ve ürettiği öznelikleri tartışma niyetiyle şekillenmiştir. Bu niyet doğrultusunda, özellikle Türkiye'nin modernleşme
Drafts by Ayten Sonmez

Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu, Sevgi Soysal'ın 1971'de girdiği ve sekiz ay kaldığı tutukevi dene... more Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu, Sevgi Soysal'ın 1971'de girdiği ve sekiz ay kaldığı tutukevi deneyimini anlatan bir kitap. Yazar kendi deneyimi üzerinden 12 Mart askeri darbesini ve dönemin Türkiye'sini anlatıyor ve bu baskı ortamının farklı veçhelerini sunuyor. Kitap, bu nedenle edebiyat tarihinde 12 Mart Edebiyatı'nın tipik bir örneği olarak kendine yer bulmuş. Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu'nu ikinci kez okuduğumda Sevgi Soysal'ı " 12 Mart yazarı " olarak sınırlandırmak kadar metni de sadece " 12 Mart metni " olarak değerlendirmenin büyük bir haksızlık olduğunu düşündüm. Metni bugün tekrar okurken aklımda ister istemez günümüzdeki benzer baskı mekanizmalarına dair sorular belirdi. Sonra da bu soruların cevaplarını bulmaya çalışarak tekrar okudum metni. Kuşkusuz, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu bu soruların cevaplarından fazlasını veriyor, her şeyden öte her türlü baskıya karşı durmanın ipuçlarını sunuyor. Metnin sağladığı arzu ve cüretle bu kitabı farklı bir okuma ve yorumlama biçimiyle sunmak istedim. Bir edebiyat okuru ve eleştirmeni olarak Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu'nun yazarı Sevgi Soysal'la kurgusal bir söyleşi yaptım. Bu söyleşide soruların cevapları doğrudan metinden alınmış olup çok ufak değişiklikler ve eklemeler yapılmıştır. 12 Mart'ın tüm ülkeyi " Edirne'den Ardahan'a uzanan bir tutukevine " çeviren atmosferinde hem tutuklu hem de tutuklu yakını olarak yaşadıklarını, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu'nu, içeriyi/dışarıyı yazan Sevgi Soysal'ı okurken ona sorular sordum, onun sözlerini bu kurgusal söyleşiyle bugünün okurlarına sunmaya çalıştım. 12 Mart döneminin cadı avını hatırlatır tutuklama süreçlerini kısmen okuduklarımızdan biliyoruz. Aslında siz de bu trajikomik tutuklamalara yakından şahit olmuştunuz, değil mi? Bu korku filmlerini andıran avlar bir yana, bir de " gayri ciddi " tutuklamalar vardı. Olmadık insanlar, çok gülünç nedenlerle tutuklanmışlardı o dönemde… Kimi zaman tutuklama olayına temel olan olay, kimi zaman da tutuklunun kişiliği, bütün 12 Mart havasını bir güldürüye dönüştürür, millet de dışarıda olsun içeride olsun ferahlardı biraz. Bu bakımdan bu tür tutuklamalar, çeşnisiydi 12 Mart'ın. Kazıklama huyundan bir türlü vazgeçmeyip sıkıyönetim görevlisini de kazıklamaya kalkan gazinocudan fiyatını düşürmeye yanaşmayan bar kadınına, ne tutuklular görmüştür 12 Mart koğuşları.
Uploads
Edited Books by Ayten Sonmez
Papers by Ayten Sonmez
Drafts by Ayten Sonmez