Books by Doç. Dr. Metin Doğan

Kuşkusuz Durkheim sosyolojisi ve din sosyolojisi üzerine çok sayıda araştırma yapılmıştır. Toplum... more Kuşkusuz Durkheim sosyolojisi ve din sosyolojisi üzerine çok sayıda araştırma yapılmıştır. Toplumsal olaylara ilişkin geliştirdiği ve sosyal bilimlerin kullanımına sunduğu teori ve tezleri, günümüzde bile hala geçerliliğini korumaktadır. Sosyolojinin ve din sosyolojisinin kuruluşuna büyük katkılarda bulunmuş bir sosyolog olarak Durkheim‟ın, on dokuzuncu yüzyılın sonları ile yirminci yüzyılın başlarında sosyoloji bilimine damga vurduğunu söylemek çok da abartılı olmayacaktır. Toplumsal konulara bakış açısı, ele alış biçimi, üstün vizyonu gibi özellikleri onu çağın ötesine taşımış, üzerindeki tartışmaların da sürgit devam etmesine neden olmuştur. Bununla birlikte onu gündemde tutan en önemli özelliklerinden biri, bir toplumbilimci olarak toplum sorunlarına yine toplumdan, toplum dinamiklerinden ve toplum gerçeklerinden elde ettiği bulgularla yaklaşmış olmasıdır. Dolayısıyla bu özelliği, “sorunları tespit etme ve çözüm önerileri sunma” odaklı bilimselliğinin ve olguların işlevselliği prensibinin, sosyoloji ve din sosyolojisi kamuoyu nezdinde sürekli kalıcılığını ve “güncellik” özelliğini korumasını sağlamıştır. Buna paralel biçimde biz de, Durkheim‟ı değişik açılardan ele alan çok sayıda araştırma gibi, diğer eserleri ile birlikte, onun sosyologluğunu ve din sosyolojisi alanındaki
sıra dışı uzmanlığını özellikle tanımlayan klasiği “Din Hayatının İlk Formları”nda yansıttığı bilimsel kimliğini incelemeyi amaçladık. Bu anlamda çalışmamızda, Durkheim‟ın büyük çaplı bir din sosyolojisi ve din fenomeni kavramsallaştırması sunduğunu söyleyebileceğimiz özellikle bu eserini etraflıca tetkik etmeye ve geniş hacimli bir dini sosyolojik çıkarsamalar yapmaya çalıştık

Özellikle son birkaç on yıldan bu yana genelde din sosyolojisine
özelde İslam ve hatta Kur‟an sos... more Özellikle son birkaç on yıldan bu yana genelde din sosyolojisine
özelde İslam ve hatta Kur‟an sosyolojisine olan yoğun ilgi
ile birlikte evrensel ölçekte ve ülkemizde önemli araştırmalar
yapılmaktadır. Bu araştırmalar, hem içerik hem de metodolojik
açıdan alana hatırı sayılır katkılar yapmakta, İslam sosyolojisinin
ve Kur‟an sosyolojisinin alanına giren daha spesifik konular
üzerinde kimi sosyolojik değerlendirmelerin yapılmasına da
imkan sağlamaktadır. İki bölümden oluşan çalışmamızın birinci bölümünde, insanlığın tarihsel sürecinde kurumsallaşan peygamberlik gerçeğine yer verilmiştir. Bu bölümde, toplumsal bir varlık olarak
peygamberlerin farklı sosyolojik özelliklere sahip toplumlarına
ve genel anlamda sosyal ünitelere, Kur‟an‟da verilen bilgiler
doğrultusunda değindik. Aynı Ģekilde farklı toplumların kültürlerini
ve bu kültürlerin “tanışıp kaynaşmayı” sağlayacak
biçimde etkileşimlerini irdeledik.
İkinci bölümde, peygamberlerin, sosyo-kültürel açıdan yaşamının
evrelerini tespit etmeye çalıştık; dini, kültürel, sosyal
ve fiziki ortamlarını, sosyal sistem içerisinde hayatını ne şekilde
tecrübe ettiğini yardımcı kaynaklarla birlikte Kur‟an merkezli
olarak ele aldık. Yeni bir dinin tebliğcisi olarak “din kurucusu”
olan peygamberlerin, inananlarını hangi özellikleri ile
etkilediği, onlara neleri telkin ettiği ve bu insanların ilk cemaat olma özelliklerinin sebebi olan unsurların neler olduğunu inceledik.
Bu bölümde son olarak karizmatik bir lider olan peygamberin,
karizmasının temelini oluşturan maddi ve manevi
niteliklerin ilgili toplumdaki geçerliliği ve toplumun kendisini
bir önder olarak kabullenmesindeki etkinliği üzerinde durduk.
Kuşkusuz sözü edilen konuların çalışmamızda her yönüyle ele
alındığını ve eksiksiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
Fakat bu bağlamda ve konu etrafında yapılacak çalışmalara
katkı sağlayacağını da bekleyebiliriz.

uğraş sonucunda aynı titizliği günümüz Türkçesine yansıtmaya çalıştık. Son olarak bu magnum opus ... more uğraş sonucunda aynı titizliği günümüz Türkçesine yansıtmaya çalıştık. Son olarak bu magnum opus eseri olan Din Hayatının İlk Formları'nda Durkheim, dinin toplumun eseri olduğunu savunmaktadır. Ona göre ilk sosyal ünite klandır. Klan bir totem etrafında şekillenmiştir. Totem olarak kabul edilen varlık kutsal olup klan buna saygı duyar. İnsanlığın ilk dini şekli de totemizmdir. Fakat Durkheim'in ileri sürdüğü bu totemizm anlayışı birçok eleştiriye de uğramaktan kurtulamamıştır. Bu önemli eser üç açıdan incelenebilir. Çünkü üç ayrı çalışmayı bir araya getirmektedir. Bazı Avustralya kabilelerindeki totemcilik ve klan sisteminin, Amerikan kabilelerini de hatırlatarak ayrıntılı olarak incelenmesini içerir. Avustralya totemciliğinin incelenmesinden çıkan bir dinsel öz kuramını kapsar. Son olarak insan düşüncesinin biçimlerinin sosyolojik bir yorumunu verir, yani bilgi sosyolojisine giriş yapar. Dr. Metin DOĞAN Konya-2023 DİN HAYATININ İLK FORMLARI ■ 7 tekrar eden birkaç eylem ve davranıştan oluşan ayinler kadar basit ve ilkel hiçbir şey yoktur. Halkın ya da ruhbanların muhayyilesi dini düşüncelerin ya da eylemlerin ilkel nüvelerini yontacak ya da değiştirecek kadar ne zaman bulmuşlardır ne de çare. Dolayısıyla bu dini düşünceler ve eylemler bütün çıplaklığıyla görülürler ve kendiliklerinden inceleme ve gözlem yapmaya açıktırlar. Bunları keşfetmek için çok az bir gayret yeterlidir. Ayrıntılara, detaylara ait şeyler, lüks türü şeyler, asıl içerikleri örtmeye zaman bulamamıştır. 1 Herşey en zorunlu sınırlarına indirgenmiştir. Onlar da olmazsa artık ortada bir din bulunamaz. İşte kaçınılması mümkün olmayan bu şey temel olan şeydir; yani aradığımız, bilmek istediğimiz noktadır. İlkel medeniyetlerin, oldukça basit oldukları için bazı ayrıcalıklı durumlarının olduğu görülüyor. Bu yüzden tüm olaylar düzeninde etnoğrafların inceleme ve gözlemleri çoğunlukla beşeri kurumların incelenmesinde yeniliklere neden olacak birer keşif etkisi yapmıştır. Örneğin on dokuzuncu yüzyılın son yarısından önce babanın ailede asıl unsur olduğu kanaati vardı. Aile kurumu olsun da babanın nüfuzu bunun temelini oluşturmasın, bunu akıl almazdı. Bachofen'in keşfi bu eski anlayışı alt üst etti. Çok yakın zamanlara gelinceye kadar akrabalığı oluşturan ahlaki ve hukuki ilişkilerin ortak atalardan dolayı fizyolojik ilişkilerin diğer bir aşaması olduğu düşünülüyordu. Bachofen ile halefleri Mac Lennan, Morgan ve daha birçoğu bu yanlış düşüncenin etkisinde idiler. İlkel klanın tabiatına vakıf olduğumuz andan itibaren özellikle akrabalığın aynı kandan olmak şeklinde tanımlanamayacağını artık biliyoruz. Dinlere gelince, en çok alışık olduğumuz dinlerin şekillerini sadece bir inceleme, uzun süre tanrı düşüncesinin DİN HAYATININ İLK FORMLARI ■ 13 lerin ve onlara bağlı bölünmenin de böylece bütün insanlar arasında ortak olması gerekir. Bu da adeta zorunlu olarak onların toplumsal oldukları anlamını içerir. 1 Ayrıca bu toplumsal niteliğin açıkça görüldüğü bazı durumlar söz konusudur. Avustralya'da, Kuzey Amerika'da uzayı büyük bir daire şeklinde düşünen bazı toplumlar vardır. Çünkü kamplarının şekli de dairedir. Uzay dairesini tamamıyla kabile dairesi gibi, onunla kıyaslayarak bölerler. Kabilede ne kadar klan varsa uzay da o kadar bölgeye bölünmüştür. Klanların kamp içerisinde işgal ettikleri bölge yönlerin belirlenmesine yardımcı olur. Herbir bölge ait olduğu klanın totemi ile tanımlanır. Örneğin Zunilerde farklı klanlar grubu yedi kısma ayrılmıştır. Bu kısımların her birinde bir zamanlar aralarında birliğin bulunduğu bir klan grubu vardır. Büyük olasılıkla bunlar tek bir klan oldukları halde sonradan bölünmüşlerdir. İşte uzayda da klanlarda olduğu gibi yedi bölge vardır. Dünyanın bu yedi bölgesinden herbiri o klanlar grubu bölümlerinden biriyle ciddi bir biçimde ilişki halindedir. Cushing: "İşte bu şekilde kısımlardan birinin kuzey ile ilişkili olduğu kabul ediliyor. Diğer bir kısım batıyı, başka biri güneyi, vs. sembolize eder ve onları gösterir." diyor. Klan gruplarından her biri kendine özgü aynı zamanda onun sembolü olan bir renge sahiptir; her bölgenin de kabile içinde karşılık geldiği kısmın renginin aynısı olan bir rengi vardır. Tarihin akışıyla birlikte güçlü kabilelerin sayısı değiştiğinden uzayın bölünmüş olduğu çevrenin sayısı da değişmiştir. Görülüyor ki toplumsal organizasyon uzaya ait organizasyona örnek olmuştur. Bu sanki birincisinden kopya edilmişe benzer. Hatta sağ-sol ayrımı bile genellikle insan doğasında var alan bir biçim değildir. Büyük olasılıkla bu dini ve dolayısıyla toplum içinde kolektif olan toplumsal bir kaynaktan çıkmıştır. Cins, güç, şahsiyet, etki kavramları hakkında ileriki sayfalarda böyle delillerle karşılaşılacaktır. Hatta zıtlık kavramının bile toplumsal şartlardan kaynaklanıp kaynaklanmadığı sormaya değer bir sorudur. Bunu mümkün kılacak olan şey DİN HAYATININ İLK FORMLARI ■ 23 Fakat beklenebilecek sonuçları elde etmek için zihnimizi önceden zihnimize yerleşmiş her tür düşünceden uzak tutmamız gerekir. Dinler bilimi kendi yöntemiyle düzenli karşılaştırmalarını yapmayı başarmadan çok önce insanlar dinin ne olduğuna dair bir fikir edinme zorunluluğu hissetmişlerdir. Hayati gereklilikler, iman etsin etmesin herkesi içinde yaşadığımız bu şeyler hakkında ne şekilde olursa olsun bir fikir edinmeye zorlar. Bu şeyler hakkında her an bir hüküm vermeye ve hareketimizin sınırını belirlemek için onları dikkate almaya ihtiyaç hissederiz. Fakat bu fikirler bir yöntem çerçevesinde oluşmadıklarından ve hayatın tesadüflerine bağlı olduklarından dolayı itimat edilmezler. Yapacağımız incelemelerde bunları tamamen bir kenara bırakacağız. Bize gerekli olan tanımın unsurları anlamsız düşüncelerimiz, ihtiraslarımız, alışkanlıklarımız olmayacaktır. Bunları tanımlanması gereken gerçeğin kendisinden elde edeceğiz. Bu yüzden bu gerçeğin karşısında yer alalım. Din hakkında genellikle her tür anlayışı bir yana bırakarak dinleri kendisini oluşturan parçalarıyla ve somut varlıkları içerisinde ele alalım, aralarında ortak olan şeyleri çıkarmaya çalışalım. Çünkü din, dinin olduğu her yerde rastlanılan özelliklerin işlevleriyle tanımlanabilir. Bu karşılaştırmayı yaparken bilgi sahibi olabileceğimiz bütün dinleri-o dönemdekileri, geçmiştekileri, en ileri düzeyde ve en hassasları ile birlikte en basitlerini ve en ilkel olanlarını-konuya dahil edeceğiz. Çünkü bir kısmını dışarıda bırakarak bir kısmını önemli kabul etme hakkına sahip değiliz. Bu mantıken de uygun değildir. Dini sadece insan faaliyetinin doğal tezahürleri olarak görenler için istisnasız bütün dinler bol bilgi verir. Çünkü hepsi de kendine göre insanı ifade eder ve bu şekilde tabiatımızın bu aşamasını anlamamıza yardım eder. etmek gerekir. Bu tür varlıklar ile bizim kurabileceğimiz yegane ilişki onlara isnat edilen niteliklerle ve tabiatları ile belirlenir. Bunlar bilinçli varlıklardır. Dolayısıyla biz, onların üzerinde genelde bilinçler üzerinde nasıl etkide bulunuluyorsa ancak o şekilde etkide bulunabiliriz demektir. Yani onları ya psikolojik yöntemlerle ikna etmeye çalışacağız ya da sözle (dua ve yakarmalarla) veya sunu ve kurbanlarla merhamete getireceğiz. Dinin gayesi de bizim bu özel varlıklarla ilişkimizi düzenlemekten ibaret olacağı için, din de ancak dua, kurban, ayin vs.nin olduğu yerde var olabilir. Böylece elimizde oldukça basit bir ölçüm aracı olacaktır; dini olanı dini olmayandan bu sayede ayırabileceğiz. Frazer ve diğer etnograflardan birçoğu bu aracı kabul etmişlerdir. Fakat dini eğitimimizin etkisiyle elde ettiğimiz zihinsel alışkanlıklarımız bize bu tanımı oldukça açık bir şekilde gösteriyorsa da çoğu olayın onlara uygulanması mümkün değildir. Oysa o olaylar da din alanına dahildir. Öncelikle kendilerinde tanrı ve ruh düşüncesinin olmadığı bazı büyük dinler vardır. Her halde bu düşüncelerin çok önemli olmayan bir misyonu vardır. Budizm'de böyledir. Burnouf şöyle diyor: "Budizm, Brahmanizm'in tersine tanrısız bir ahlak, tabiatsız bir ateizm olarak yer edinir." Barth da Budizm hakkında şu değerlendirmeyi yapar: "Onun nazarında insanın tabi olduğu bir tanrı yoktur. Buda yolu tamamen tanrısızdır." Mösyö Oldenberg ise Budizm'e tanrısız bir din ismini verir. Gerçekte, Budizm'in tüm prensipleri dört önermede toplanır ki bunlara müntesipleri dört asil hakikat derler. Birinci prensip, eşyanın daimi hareketliliğine mutlaka bir ızdırabın bağlı bulunduğudur. İkinci prensibe göre ızdırabın temeli arzudadır. Üçüncü prensip ızdırabı kaldırmak için tek çarenin arzuyu yok etmek olduğunu söyler. Dördüncü prensip ise, bunu başarmak için geçilmesi gereken üç aşamayı sayar. Bunlar doğruluk, tefekkür ve takva, hikmet ve doktrini layıkıyla bilmektir. Bu üç aşama geçildikten sonra son sınır olan kurtuluşa, Nirvana vasıtasıyla selamete kavuşulur. Bununla birlikte bu prensiplerin hiçbirinde tanrı söz konusu değildir. Bir Budist'in içinde yaşadığı ve ızdırap çektiği bu varlık aleminin nasıl var olduğuna dair hiçbir düşüncesi yoktur. Onu bir olay olarak kabul eder. Tüm mesaisini ondan kurtulmaya ayırır. Diğer yandan bu kurtuluş konusunda kendisinden başka hiçbir şeye güvenemez. Şükredeceği bir tanrısı yoktur, mücadelesinde hiçbir DİN HAYATININ İLK FORMLARI ■ 31 tanrıyı yardıma çağırmaz. 1 Kelimenin bilindik anlamıyla dua etmek, yüce bir varlığa yönelerek yardımını istemek yerine kendi dizleri üzerine kapanarak iç dünyasına dalar. Bundan "Indra, Agni ya da Varuna diye isimlendirilen varlıkların mevcudiyetini aleni şekilde inkar ettiği anlamını çıkarmamak gerekir. Sadece bunlara herhangi bir şey borçlu olmadığına, onlarla bir işinin olmadığına inanır." Çünkü onların güç ve otoritesi ancak bu fani dünyadaki eşyayı kapsar. Bu şeylerin ise Budist nazarında bir değeri yoktur. Tanrıların varlığı yokluğu meselesine hiç önem vermemesi açısından tanrısızdır. Bununla birlikte tanrılar var olsalar, hatta büyük güçlere de sahip olsalar, kurtuluş ve selamet mertebesine ulaşmış bir aziz kendisini onlardan üstün kabul eder. Çünkü varlıkların şeref ve haysiyeti eşya üzerinde gösterdikleri etkinin büyüklüğüne ve...
Uploads
Books by Doç. Dr. Metin Doğan
sıra dışı uzmanlığını özellikle tanımlayan klasiği “Din Hayatının İlk Formları”nda yansıttığı bilimsel kimliğini incelemeyi amaçladık. Bu anlamda çalışmamızda, Durkheim‟ın büyük çaplı bir din sosyolojisi ve din fenomeni kavramsallaştırması sunduğunu söyleyebileceğimiz özellikle bu eserini etraflıca tetkik etmeye ve geniş hacimli bir dini sosyolojik çıkarsamalar yapmaya çalıştık
özelde İslam ve hatta Kur‟an sosyolojisine olan yoğun ilgi
ile birlikte evrensel ölçekte ve ülkemizde önemli araştırmalar
yapılmaktadır. Bu araştırmalar, hem içerik hem de metodolojik
açıdan alana hatırı sayılır katkılar yapmakta, İslam sosyolojisinin
ve Kur‟an sosyolojisinin alanına giren daha spesifik konular
üzerinde kimi sosyolojik değerlendirmelerin yapılmasına da
imkan sağlamaktadır. İki bölümden oluşan çalışmamızın birinci bölümünde, insanlığın tarihsel sürecinde kurumsallaşan peygamberlik gerçeğine yer verilmiştir. Bu bölümde, toplumsal bir varlık olarak
peygamberlerin farklı sosyolojik özelliklere sahip toplumlarına
ve genel anlamda sosyal ünitelere, Kur‟an‟da verilen bilgiler
doğrultusunda değindik. Aynı Ģekilde farklı toplumların kültürlerini
ve bu kültürlerin “tanışıp kaynaşmayı” sağlayacak
biçimde etkileşimlerini irdeledik.
İkinci bölümde, peygamberlerin, sosyo-kültürel açıdan yaşamının
evrelerini tespit etmeye çalıştık; dini, kültürel, sosyal
ve fiziki ortamlarını, sosyal sistem içerisinde hayatını ne şekilde
tecrübe ettiğini yardımcı kaynaklarla birlikte Kur‟an merkezli
olarak ele aldık. Yeni bir dinin tebliğcisi olarak “din kurucusu”
olan peygamberlerin, inananlarını hangi özellikleri ile
etkilediği, onlara neleri telkin ettiği ve bu insanların ilk cemaat olma özelliklerinin sebebi olan unsurların neler olduğunu inceledik.
Bu bölümde son olarak karizmatik bir lider olan peygamberin,
karizmasının temelini oluşturan maddi ve manevi
niteliklerin ilgili toplumdaki geçerliliği ve toplumun kendisini
bir önder olarak kabullenmesindeki etkinliği üzerinde durduk.
Kuşkusuz sözü edilen konuların çalışmamızda her yönüyle ele
alındığını ve eksiksiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
Fakat bu bağlamda ve konu etrafında yapılacak çalışmalara
katkı sağlayacağını da bekleyebiliriz.
sıra dışı uzmanlığını özellikle tanımlayan klasiği “Din Hayatının İlk Formları”nda yansıttığı bilimsel kimliğini incelemeyi amaçladık. Bu anlamda çalışmamızda, Durkheim‟ın büyük çaplı bir din sosyolojisi ve din fenomeni kavramsallaştırması sunduğunu söyleyebileceğimiz özellikle bu eserini etraflıca tetkik etmeye ve geniş hacimli bir dini sosyolojik çıkarsamalar yapmaya çalıştık
özelde İslam ve hatta Kur‟an sosyolojisine olan yoğun ilgi
ile birlikte evrensel ölçekte ve ülkemizde önemli araştırmalar
yapılmaktadır. Bu araştırmalar, hem içerik hem de metodolojik
açıdan alana hatırı sayılır katkılar yapmakta, İslam sosyolojisinin
ve Kur‟an sosyolojisinin alanına giren daha spesifik konular
üzerinde kimi sosyolojik değerlendirmelerin yapılmasına da
imkan sağlamaktadır. İki bölümden oluşan çalışmamızın birinci bölümünde, insanlığın tarihsel sürecinde kurumsallaşan peygamberlik gerçeğine yer verilmiştir. Bu bölümde, toplumsal bir varlık olarak
peygamberlerin farklı sosyolojik özelliklere sahip toplumlarına
ve genel anlamda sosyal ünitelere, Kur‟an‟da verilen bilgiler
doğrultusunda değindik. Aynı Ģekilde farklı toplumların kültürlerini
ve bu kültürlerin “tanışıp kaynaşmayı” sağlayacak
biçimde etkileşimlerini irdeledik.
İkinci bölümde, peygamberlerin, sosyo-kültürel açıdan yaşamının
evrelerini tespit etmeye çalıştık; dini, kültürel, sosyal
ve fiziki ortamlarını, sosyal sistem içerisinde hayatını ne şekilde
tecrübe ettiğini yardımcı kaynaklarla birlikte Kur‟an merkezli
olarak ele aldık. Yeni bir dinin tebliğcisi olarak “din kurucusu”
olan peygamberlerin, inananlarını hangi özellikleri ile
etkilediği, onlara neleri telkin ettiği ve bu insanların ilk cemaat olma özelliklerinin sebebi olan unsurların neler olduğunu inceledik.
Bu bölümde son olarak karizmatik bir lider olan peygamberin,
karizmasının temelini oluşturan maddi ve manevi
niteliklerin ilgili toplumdaki geçerliliği ve toplumun kendisini
bir önder olarak kabullenmesindeki etkinliği üzerinde durduk.
Kuşkusuz sözü edilen konuların çalışmamızda her yönüyle ele
alındığını ve eksiksiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
Fakat bu bağlamda ve konu etrafında yapılacak çalışmalara
katkı sağlayacağını da bekleyebiliriz.