Kitap by Feyza Betül Köse
1980-2023 yılları arasında ülkemizde tamamlanan yüksek lisans ve doktora siyer tezlerinin künyele... more 1980-2023 yılları arasında ülkemizde tamamlanan yüksek lisans ve doktora siyer tezlerinin künyelerini içermektedir.

İslâm’da kadın, farklı kesimlerin İslâm’a bakışının net izlenebildiği bir konu olagelmiştir. Kadı... more İslâm’da kadın, farklı kesimlerin İslâm’a bakışının net izlenebildiği bir konu olagelmiştir. Kadın, İslâm’a muarız kesimlerde bu dinin yumuşak karnı olarak görülmüş ve İslâm, kadınlara bakışı ve onları konumlandırışı üzerinden eleştirilere maruz kalmıştır. Klasik oryantalist çevreler ve onlarla benzer tasavvurlara sahip zihinlerde, olanı tahrif, yorumda yanlılık, peşin kabullerle nakilleri ele almak ve bu usullerle elde edilen sonuçları İslâm’ı eleştirilerde dayanak noktası edinmek söz konusudur.
İslâmî çevrelerin kadına yönelik algı ve tutumlarında ise farklılıklar göze çarpar. Kadını, toplumun erkeklerle eşit hak ve değere sahip üyesi görenlerin yanında bu düşüncenin ötesine geçerek feminist bir bakış açısıyla konuya yaklaşan kesimlere rastlanır. Yine onu toplumu ifsat etme kapasitesine sahip ve bu nedenle kontrol altında tutulması gereken bir varlık olarak düşünen zihinler de bulunmaktadır. Algılarındaki bu farklılıklara rağmen tüm bu çevrelerin, referanslarını Hz. Peygamber döneminden aldıklarına şahit olmaktayız. Burada da yine seçmeci yaklaşım, rivâyetleri bağlamından koparmak, dönem ve toplum şartlarını göz ardı etmek, taraflı değerlendirmelerde bulunmak gibi tarihe bilimsel yaklaşımla çelişen ve tarihte “olan”ı keşfetmeyi engelleyen tutumlarla karşı karşıya kalabilmekteyiz. Kadın konusunda birbiri ile bağdaştırılmaları mümkün olmayan bu anlayışların hangisinin hakikatle uyum içerisinde olduğu veya bu hususta daha farklı düşünmenin imkanının var olup olmadığını tespitte Hz. Peygamber dönemini sahih bilgiler üzerinden ve siyer usulüne riayet ederek değerlendiren çalışmalar belirleyici olacaktır.
Bir konuda dinin mübelliğinin ne tür bir yaklaşıma sahip olduğunu bilmek, o dini doğru anlamak açısından da önemlidir. Resulullah, kendi hayatı süresince kadınlarla olan münasebetleri ile İslâm açısından kadının nasıl konumlandırılması gerektiğini yaşayarak göstermiştir. İslâm’ın kadın algısını birinci kaynak ve pratik hayata geçmiş hali üzerinden öğrenebilmek bakımından bizzat Hz. Peygamber’in, döneminin kadınları ile olan ilişkilerini göz ardı etmek mümkün değildir.
Hadis literatürüne baktığımızda Hz. Peygamber ve kadın bağlamında birbiriyle çelişen iki farklı grupta değerlendirebileceğimiz metinlerle karşılaşırız. Bazı hadisler, kadını aşağılayan, küçük gören, toplumun değersiz bir üyesi gibi gösteren ifadeler içermektedir. Buna karşılık kadını Allah’ın saygın bir kulu, ailede erkeğin üzerinde hakları bulunan bir üye, hassas davranılması gereken değerli bir varlık olarak nitelendiren hadisler de mevcuttur. Her iki grup da belirli kişilere yönelik değil tüm kadın cinsini kast eder formda olduğundan, özel bir bağlam veya muhatap alınan tekil bir kadından söz ederek çelişkiyi ortadan kaldırmak da mümkün değildir. Hz. Peygamber’in bir cins hakkında böylesine ikircikli bir tutum içinde olması düşünülemez. Kadını yüzyıllar boyu değersizleştiren söylemlerin ilgili hadisleri kendilerine dayanak yapmakta oluşları da bu meselenin çözülmesinin önemine işaret etmektedir. Resulullah’ın kadına yaklaşımını doğru bir şekilde ortaya koyabilmenin yolu, bu hadislerin hadis usulünce teknik değerlendirmesinin yanında ilk kaynakları esas alarak yapılacak tarihî bir incelemeden geçmektedir.
Geçmiş peygamberlerden farklı olarak Hz. Peygamber’in hayatı ve döneminin ayrıntı nev’inden unsurlara varıncaya kadar kaydedilmiş ve gelecek nesillere aktarılmış olması, siyer araştırmalarını mümkün ve zengin hale getirmektedir. İslâm’ın insanlara tebliğinden başlayarak Resulullah’ın vefatına kadar kadınların toplumun bir üyesi olarak yapıp ettiklerine ve durumlarına dair çok sayıda kayıt bulunmaktadır. Bununla birlikte çalışmamızın içeriğini, sadece Resulullah’ı merkeze alarak ve kadınların onunla münasebetlerini içeren rivâyetlerden oluşturduğumuzu, bu arada Allah Resulü’nün gayr-i Müslim kadınlarla olan münasebetlerini çalışmamızın kapsamı dışında bıraktığımızı belirtmek isteriz.

Harun Reşîd, İslâm tarihi boyunca iktidara gelen isimler arasında kapasitesi, donanımı, siyaset b... more Harun Reşîd, İslâm tarihi boyunca iktidara gelen isimler arasında kapasitesi, donanımı, siyaset becerisi ile müstesna bir yere sahiptir. Abbasi Devleti’nin en parlak yıllarını, kendisinin iktidarında yaşamış olması, Halife’nin bu yönlerine çok şey borçludur. Yalnız iç ve dış siyasette değil, ilim ve sanatta da Harun dönemi zirveye ulaşmıştır. Abbasi hazinesinin gücü ve refahın tabana yayılması, Harun Reşîd’in başarılı bir devlet adamı olmasının diğer tezahürleridir.
Harun dönemi, Abbasîlerin zirvesi olarak görülmüş ve “arus/düğün günleri” şeklinde nitelendirilmiştir. Bu da Halife’yi, sadece tarih değil, belki ondan daha yoğun olarak edebi literatürün önemli bir figürü haline getirmiştir. Harun Reşîd, pek çok zihin tarafından Bin Bir Gece Masallarının fantastik kahramanı olarak bilinmekte, özellikle kimi Batı kökenli çalışmalarda mitik bir şahsiyet olarak yansıtılmaktadır. Halife, bazı Müslüman çevreler tarafından ideolojik ve mezhebi etkenlerle karalanmakta böylelikle iki uç algı arasında hakikatten uzak bir portreyle gidip gelmektedir. Kendisinin meşhur bir isim, döneminin ise Abbasilerin en müreffeh zaman dilimi olması, hem şahsiyeti hem dönemi ile alakalı aslı olmayan, tahminlere dayalı, zenginlik ve şaşaa üzerine kurgulanmış haberlerin üretilmesine yol açmıştır.
Bu kitap, Harun Reşîd’in biyografisini klasik İslâm tarihi kaynaklarını temel alarak ve bilimsel yol takip ederek ortaya koymaya ve kendisinin gerçek tarihî kimliğini gözler önüne sermeye çalışmaktadır.

Sahabeyi tanımak, Hz. Peygamber’i, yaşantısını, mücadelesini, tebliğini, davasını, yöntemini, sün... more Sahabeyi tanımak, Hz. Peygamber’i, yaşantısını, mücadelesini, tebliğini, davasını, yöntemini, sünnetini, kendisinden sonraki hâdiseleri, fetihleri ve hatta Mekke’yi Medine’yi tanımak demektir. Bu nedenle Hz. Peygamber’in arkadaşlarının hayatını okumak, klasik anlamda biyografi okumaktan çok daha öte bir içeriğe sahiptir. Nitekim Allah, Ahzap suresi 21. ayette inananlar için Elçisi’ni ''en güzel örnek'' olarak gösterirken ilk muhatapları bu ilahî tavsiyenin âdeta sağlaması olmuşlar; onun (sas) rehberliğinde “insanlar için çıkartılmış iyiliği emreden kötülüğü yasaklayan en hayırlı topluluk” haline gelmişlerdir.
“Peygamberimizin İzinde 40 Sahabi” Projesinin arka planında yatan temel amaç da ülkemiz insanına Peygamberimizin arkadaşlarının hayatlarını, modelliklerini akademik veya güncel tartışmalardan uzak, sade, ilk kaynaklara dayalı, sahih bilgiler üzerine kurulmuş kitaplarla tanıtmaktır. Bunun için de kitapların hacimleri ve içerikleri sınırlı tutulmuş, anlaşılır bir dil kullanmaya ayrıca özen gösterilmiştir.
Siyer çalışmalarında kullanılabilecek 2500'e yakın eser künyesini içeren çalışma

Cahiliye ve Hz. Peygamber dönemi Arap ve İslâm toplumunun çeşitli unsurlarının derinlemesine ele ... more Cahiliye ve Hz. Peygamber dönemi Arap ve İslâm toplumunun çeşitli unsurlarının derinlemesine ele alınması, o toplumu anlamak açısından son derece önemlidir. Münferit hâdiseler, maddi unsurlar, kısa tarih aralıkları ve toplumsal sınıfların konu edilerek ayrıntılı incelendiği çalışmalar, Siyer’e farklı açılardan bakmayı mümkün kılacaktır. Bu bağlamda ele aldığımız, dönemin sosyal yaşamında rol alan her bir sınıfın ayrı ayrı çalışmalarda incelenmesi, dönemin toplum yapısını anlama ve ilgili dini nasların anlamlandırmasında son derece önemlidir. Kâhinler, İslâm öncesi Arap toplumunun yön verici ve etkin sınıflarından birini oluşturmaktadır. Onlar, Arabın her problemini çözen, kritik durumlarda inisiyatifi ele alan, bireysel hâdiselerden içtimai olanlarına kadar her türlü konuda görüşü alınan kişilerdir. Bu sınıfın toplumla karşılıklı ilişkilerinin incelenmesi, hem dönemin Arap toplumunu daha yakından tanımak hem de müşriklerin zihin yapısını çözmek bakımından katkı sağlayacaktır.
Cahiliye ve Hz. Peygamber döneminde kâhinler ve kehâneti ele aldığımız çalışmamız, dönemin Arap toplumundaki kâhinlerin özellikleri, sosyal konum ve rolleri, toplumun kâhinlere bakışı, uygulanan belli başlı kehânet türleri ve Hz. Peygamber’in hayatında kehânet anlatılarını Siyer usûlünü esas alarak ve tarihi perspektiften incelemektedir.
Cariyelik, çeşitli çevrelerce İslâm’a yöneltilen eleştirilerin ana konularından birisi olmuştur. ... more Cariyelik, çeşitli çevrelerce İslâm’a yöneltilen eleştirilerin ana konularından birisi olmuştur. Bu eleştirilere getirilen savunmalar ise ya olguyu inkâr ya da karşı cepheye mevcut benzer olgularla kıyas üzerine kuruludur. Oysa cariyeliğinde ne olduğu tam manası ile tespit için Cahiliye toplumundan başlayarak ilk İslâm toplumundaki konumları üzerine sosyal tarih çalışmalarının yapılması elzemdir. Aynı şekilde cariyeliğin konu edildiği Kur’ân ayetlerinin de çağdaş algıların yönlendirdiği kabuller yerine vakıaya uygun olarak değerlendirilmesinin yolu, nüzul ortamının, tarihî veriler aracılığıyla tanınmasından geçmektedir.
Bu kitap, Hz. Peygamber döneminde toplumun en alt sınıfını oluşturan cariyelerin gerek bireysel gerekse de toplumsal konumlarını tüm yönleriyle ve tarihî perspektiften ele almakta , tarihi savunmak yerine anlamayı öncelemektedir.

Tarih, tam manasıyla bir kimya laboratuvarı olabilir mi? Herhalükârda, maziyi tenkit ve tahlil ed... more Tarih, tam manasıyla bir kimya laboratuvarı olabilir mi? Herhalükârda, maziyi tenkit ve tahlil edecek bir tarihçi, eğer bu unvana layık olmak istiyor ve siyasî bir amaca hizmet gayesinde bulunmuyorsa, hakikati görecek yüksek bir mahalle çıkmalıdır. Tarih, gerçeği keşfetmek için yazılır. Yoksa sadece geçmiştekileri kutsamak için kaleme alınmaz. Bugün bir maksadın hâsıl olması için çabalayan kişi, büyük bir iktidar sahibi olsa dahi tarihçi olamaz.
İçtihat ve münakaşa, edep dairesinde kalması şartıyla İslâmiyet’te serbesttir. Eski zamanlarda bütün İslâm merkezlerinde en derin meseleler en büyük serbestlikle umumî meclis ve toplantılarda şimdiki Avrupa taraftarlarını tutumlarından vazgeçirecek derecede tartışılırdı. İslâmî kitaplar hep bu gibi ihtilaflarla doludur. İslâm, tartışma özgürlüğü dinidir. Hz. Peygamber’in huzurunda her tür tartışma yapılırdı. Tabiatımıza işlemiş olan fikrî despotluktan, karalama ve ayıplamalardan vazgeçelim, İslâm’ın nezihliğine dönelim. Bizans entrikalarından, Avrupa küfürlerinden, kıskanç hakaretlerden tiksinelim. Birbirimizi sevelim...

Toplum halinde yaşayan insanların karmaşık sosyal bağlarının olduğunu düşündüğümüzde toplumu sade... more Toplum halinde yaşayan insanların karmaşık sosyal bağlarının olduğunu düşündüğümüzde toplumu sadece belirli konularda incelemenin olayların bütününü görmeye engel olacağını da belirtmek gerekir. Birey, bir ailenin ferdi, toplumun bir üyesi, devletin bir vatandaşı olarak çarşı pazarda bir müşteri, eğitim faaliyetlerinin bir parçası, herhangi bir davanın tarafı, sağlık kurumlarının bir çalışanı veya muhatabı konumlarında olabilmektedir. Özellikle bir şehir özelinde yapılan sosyal tarih araştırmalarında bireyi ve toplumu incelerken mümkün olduğunca bir bütün halinde değerlendirmek, yaşantısına etki eden ve kendisinin de etkilediği tüm alanları ele almak gerekmektedir. Toplumun demografik yapısı, kurumlar, günlük yaşam, iktisadî ilişkiler, dinî hayat gibi tüm alanları kapsayan bir çalışma o topluma dair daha bütüncül ve sağlıklı veriler sunacaktır.
İşte alanında ilk çalışma kabul edilebilecek bu kitapta nebevî modelliğin üzerinde yükseldiği tarihî zeminle birlikte İslâm tarihçiliğinin kadim problemlerinden biri olan Hz. Peygamber’in nebevî davetine sadece şahit olmayıp aynı zamanda destek veren bir toplumun nasıl kısa bir süre içerisinde birbirlerinin boğazına sarıldıklarını anlayabilmede toplumun ictimaî ve iktisadî yönden yaşadığı dönüşümler bir bütün olarak ele alınmaktadır.
Makale by Feyza Betül Köse

Understanding the nature and novelty of Islam’s social regulations requires recognizing the perio... more Understanding the nature and novelty of Islam’s social regulations requires recognizing the period that preceded them. Knowing the position of women, who make up half of the society, in social life is one of the ways to get to know that society. By historically analyzing issues like the perception of women in the pre-Islamic Arab social structure, whether women existed as an individual, their activity, how they defined themselves, and whether they took their position for granted we can gain a deeper understanding of women’s positions in this social context. The areas where we can best observe pre-Islamic Arab women are religious life, family life, the environment of struggle and warfare, which is an integral part of this period, and commercial activities, which are the most significant means of livelihood. Our research, conducted within these frameworks, has revealed that it is not possible to define pre-Islamic Arab women in a single way, that they lived different realities, and that these realities in which each of them lived affected their position and the way they were viewed.

Tarihçilikte olgulara farklı bakabilme isteği ve yeni anlamlandırma arayışları, zaman zaman yeni ... more Tarihçilikte olgulara farklı bakabilme isteği ve yeni anlamlandırma arayışları, zaman zaman yeni yaklaşım ve usûlleri gündeme getirmektedir. Kolektif biyografi de denilen ve ilgili bireylerin ortak özelliklerinden yola çıkarak ele aldığı konuya dair çıkarımlar elde etmeye çalışan prosopografi de bu yaklaşımlardan biri olup Batı tarih yazıcılığında XIX. yüzyılın sonlarına doğru ilk ürünlerini sunmuş ve giderek daha fazla sayıda tarihçi tarafından uygulanır olmuştur. Bu artışta klasik tarihçilik anlayış ve yaklaşımlarının bir alana farklı bakışı sağlayamadığının daha fazla tarihçi tarafından fark edilmesinin yanı sıra bilgisayar kullanımında görülen hızlı yaygınlaşma ve veri depolama programlarının geliştirilmeye başlaması etkili olmuştur. Batı’daki İslâm tarih yazıcılığı da bu süreçten etkilenmiş ve prosopografi yaklaşımının başarılı örneklerini vermiştir. Yaklaşık elli yıla uzanan süre zarfında özellikle Endülüs ve Memlükler dönemleri çok daha fazla; erken dönem İslâm tarihine yönelik çalışmalar ise nadir olarak prosopografik yaklaşımla ele alınmıştır. Bu dönemlerin siyaset başta olmak üzere idare, toplum, ekonomi, askerlik gibi alanlarında uygulanan prosopografi, “olan”ın arka planını, görünmeyen etkenlerini gün yüzüne çıkarma potansiyeline sahip olduğu iddiasını taşımaktadır. Nitekim İslâm tarihçiliğinde mevcut literatüre klasik usûllerden farklı yaklaşılarak yürütülen çalışmaların genelinde bu iddiaların iddia olarak kalmadıkları, olguların farklı boyutlarını ortaya koyma, yeni araştırma alanları açma gibi katkıların sağlandığı görülmektedir. İslâm tarihçiliği, prosopografik yaklaşımı uygulama noktasında herhangi bir kaynak sıkıntısı yaşamamaktadır. Araştırma sürecinin bireylerin ortak özelliklerine yoğunlaşması nedeniyle bu yaklaşımın başlıca kaynakları, Batı’da “biyografik sözlükler” olarak tanımlanan, bizdeki karşılığı “ricâl literatürü” olan türe dahil eserlerdir. Bu kaynaklarda asırlardır mevcut olan bilgilerin prosopografi sayesinde alışılagelen usûllerin dışına çıkarak ele alınması, İslâm tarihçiliğine yeni anlayışlar kazandırmaktadır. Yaklaşım, ülkemizde genellikle Osmanlı tarihinde uygulanmış, Cumhuriyet dönemine ilişkin de az sayıda çalışmada takip edilmiştir. Bununla birlikte makalemizin çerçevesini teşkil eden Cahiliye, Hz. Peygamber, Dört Halife, Emevi, Endülüs ve Abbasi dönemlerinde prosopografik araştırmalara hâlihazırda rastlanmamaktadır. Ülkemiz İslâm tarihçiliğinde henüz başvurulmamış olması, yaklaşımın yeterince tanınmadığı kanaatini uyandırmaktadır. Bu makalenin amacı da Batı’da İslâm tarihi alanında yapılan prosopografik çalışmalar üzerinden yaklaşımın tanıtılması ve alana ne gibi katkılar sunabileceğinin tartışılmasıdır. Bu amaca ulaşmak için makalede izlenen yol, öncelikle prosopografiye dair bilgi zemini sağlaması bakımından İslâm tarih yazıcılığında prosopografinin tarihini ele almak, ilk ve artık klasikleşmiş örnekleri başta olmak üzere doktora tezleri ve diğer nitelikli akademik araştırmaların incelenmesiyle mevcut literatürü değerlendirmektir. Bir yaklaşımın tanıtılmasının gereklerinden biri, onun alana ne gibi yararlar sağlama potansiyeline sahip olduğunun ortaya konulmasıdır. Çalışmamız bu gereği yerine getirirken yine zorunlu olarak Batı’da yapılan prosopografik araştırmaların sunduğu katkılara odaklanmıştır. Bu katkıların tespiti, ilgili eserlerin detaylı tetkik edilmesi ile mümkün hale gelmiştir. Tamamen sorunsuz olan hiçbir yaklaşım olmadığı gibi prosopografi de bundan hâli değildir. Bu nedenle çalışmamız, prosopografinin İslâm tarihi açısından aksayan yönleri, taşıdığı sorunlar ve olası risk faktörleri üzerinde durmaktadır. Makalemizde, prosopografinin tarihin işleyişinin farklı boyutlarını ortaya çıkarma potansiyelini taşıdığı, bu potansiyelin İslâm toplumunun siyasî, idarî, askerî yapılanmaları, kabile etkinlikleri, nüfus hareketliliği, İslâmlaşma süreci, herhangi bir yapıdaki çıkar ilişkileri, ulema sınıfının teşekkül özellikleri gibi örneklendirebileceğimiz alanlarda değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaştık. Çalışmaların niceliksel artış düzeyine bakarak yaklaşımın nispeten yeniliği ve henüz arzu edilen sayıda çalışmada uygulanmamış olması nedeniyle yaşanan örnek ve usûl eksikliğinin zamanla giderileceğini öngörmekteyiz. Batı’da prosopografik çalışmalardan elde edilen başarılı sonuçları dikkate aldığımızda ülkemiz çağdaş dönem İslâm tarih yazıcılığında yeni bir açılım olarak yaklaşıma uygun araştırmalarda prosopografik süreçlerin takip edilebileceğini düşünmekteyiz.

Siyasî tarihin belirli dönemleri için söz konusu olan kaynak azlığı, veri kısıtlılığı gibi sorunl... more Siyasî tarihin belirli dönemleri için söz konusu olan kaynak azlığı, veri kısıtlılığı gibi sorunlara bir çözüm sunma amacıyla uygulanmaya başlayan prosopografi, XIX. yüzyıldan itibaren Batı tarih yazıcılığında kullanılan ve bu tarihten günümüze giderek yaygınlaşan bir yaklaşımdır. Hadiselerin gelişiminin, kurumların işleyişinin ve sınıfların oluşumunun arka planında yatan etkenleri ortaya çıkarmak bu yaklaşımın amaçlarıdır. Prosopografide, belirlenen grupları oluşturan bireylerin ortak özellikleri tespit edilerek kolektif biyografi çalışması yürütülür. Bu sayede olayların gelişiminin görünmeyen nedenleri, sosyal ağlar ve çeşitli çıkar odaklı ilişkilere ulaşılır. Prosopografinin olay ve olguları anlamada değerli katkılar sunduğunun görülmesi, uygulama alanlarını çeşitlendirmiş ve yaygınlığını artırmıştır. Siyasî tarihte başlayan prosopografi daha sonra kurumlar tarihi ve sosyal tarih alanlarına doğru genişlemiştir. Prosopografinin tarihçilikte sağladığı önemli yararlar, onun her dönem ve her alan için uygulanmasının mümkün olduğu anlamına gelmemektedir. Bu yaklaşımın da bazıları harici, bazıları kendi doğasından kaynaklanan sınırlılıkları bulunmaktadır. Batı tarih çevrelerinde takdir gören ve giderek daha çok başvurulan bu yaklaşımın ülkemizde yürütülen tarih araştırmalarında benzer bir kabul gördüğünü söylemek ise mümkün değildir. Prosopografinin tüm yönleriyle tanıtımını amaçlayan bu makale, onun uygulanabilirliği, yararlılık ve sınırlılıklarını değerlendirmektedir.

XX. yüzyılın başlarında Fransa’da ortaya çıkan Annales Okulu, toplumu merkeze alan, disiplinlerar... more XX. yüzyılın başlarında Fransa’da ortaya çıkan Annales Okulu, toplumu merkeze alan, disiplinlerarası bakış açısı ile tarihe bakan ve olay anlatısı yerine sorun odaklı tarih anlayışı üzerine bina edilen bir tarihçilik ortaya koymuştur. Annales, bu yeni yaklaşımıyla o döneme kadar tarih yazıcılığına egemen olan siyasî tarihe güçlü bir alternatif sunmuş ve onun hegemonyasını kırmayı başarmıştır. Mensupları arasında bazı farklılıklar olmakla birlikte genel itibariyle Annales Okulu’nun yaklaşımında tarih; coğrafî, kronolojik, toplumsal, ekonomik ve zihinsel çerçeveler üzerinden kurgulanır. Annales’in uygulama zemini bakımından değerlendirdiğimiz siyer yazıcılığı ise, klasikten günümüze hâkim yönelim olarak kahramanı merkeze alan kronolojik olay anlatısı üzerine kurulmuştur. Bununla birlikte bu alanda yeni arayışlar göze çarpmakta, konu belirleme ve yazım usûllerinde değişime giden örneklere rastlanmaktadır. Çağdaş siyer yazıcılığı, kaynak itibariyle klasik dönemde telif edilen eserlere dayanmaktadır. Bu kaynaklarda bulunan merviyâtın Annalesçi yaklaşımların uygulanmasına imkan tanıyıp tanımadığını belirlemede Annales prensiplerinin tespiti ve siyerin kaynaklarının bu prensipler açısından incelenmesi önem arz etmektedir. Bu çalışma, siyerde konu ve sunuş bakımından yeni açılımların imkanını, Annales Okulu’nun yaklaşımları üzerinden irdelemektedir.

İslâm Tarihi'nin temel malzemesi, rivâyetler başta olmak üzere vesikalar ve kalıntılardır. Bu mal... more İslâm Tarihi'nin temel malzemesi, rivâyetler başta olmak üzere vesikalar ve kalıntılardır. Bu malzemelerin eksikliği durumunda anlatı içerisinde kronolojik devamlılık, tematik bütünlük veya nedensonuç ilişkilerinde kırılmalar oluşmaktadır. Tarihçiler ise anlatımda bütünlüğü sağlamayı amaçlamakta, malzemesinin bulunmadığı durumlarda herhangi bir boşluk oluşmaması için kurgusal anlatıma yönelerek tarih kurguları imâl etmektedirler. Her ne kadar tarihte olanı, olduğu gibi ifade edemese de tarih kurguları, tarihin o şekilde de olabileceğine dair bir fikir vermektedir. Bu tür kurgular; şekil, amaç ve tarih değeri bakımından mevzû haberlerden ayrılmaktadır. Tarih kurguları, klasik dönem Müslüman tarihçilerinin tümünün eserlerinde belirli oranda mevcuttur. Bu dönemin İslâm Tarihi eserlerindeki kurgusal anlatım konusunda, 282/895 tarihinde vefât eden İranlı tarihçi Dîneverî'nin Ahbâru't-Tıvâl adlı eseri üzerinde özel olarak durulmalıdır. Dîneverî, İran tarihini merkeze alarak telif ettiği eserinde kurgusal anlatıma, diğer İslâm Tarihi eserlerinden çok daha fazla başvurmuştur. Eserde hâdise, şahıs ve ayrıntı kurguları yoğun olarak yer almıştır. Kaynak zikrine önem vermeyen müellifin bu kurguların, kurgulayanı mı yoksa aktaranı mı olduğunu kesin bir şekilde tespit etmek ise mümkün değildir. Müellifin tarih kurgularının önemli bir özelliği de edebî usûlle kaleme alınmış olmasıdır. Canlı aktarım, iç monologlar, psikolojik tahliller, metinlerarasılık, lirik anlatım, ulaşılması mümkün olmayan bilgilerin aktarımı, bilinçakışı, betimleme gibi edebî usûller Ahbâru't-Tıvâl'in tüm tarih anlatımında olduğu gibi kurgu metinlerinde de kendisini göstermektedir. Edebî yöntemi kullanarak tarih anlatmak son zamanlarda özellikle Siyer-roman bağlamında tartışılan bir konu haline gelmiştir. Klasik dönem İslâm tarihçilerinin genel metodu kendilerine ulaşan rivâyetleri tenkide tâbi tutarak ve kaynağını göstererek nakletmek ve kronolojiyi esas alarak metin oluşturmaktır. Dîneverî, aynı dönemin müellifi olmasına rağmen bu genel temâyülün dışına çıkarak eserlerini edebî üslupla kaleme almış, dolayısıyla kronoloji, kaynak gösterimi, rivâyet tenkidi, farklı rivâyetleri zikretme gibi klasik dönem İslâm tarih yazımının unsurlarını ihtiva etmeyen metinler üretmiştir. Ahbâru't-Tıvâl'deki tarih kurguları üzerinde yapılan bu çalışma, söz konusu eserde edebî üslûbun seçilmesinin metne etkisini de incelemekte ve tarih yazıcılığında farklı yöntemler kullanımının imkânını sorgulamaktadır. Çalışmamız, kurgunun ne olduğuna, tarih kurgularına yönelmenin nedenlerine değinmekte, tarih kurgularının mevzû haberlerle çeşitli açılardan farkını incelemektedir. Bu kurguların edebî kurgularla olan ayrışma noktalarını ortaya koyarak Ahbâru't-Tıvâl'deki kurguları tarih veya edebî kurgular çerçevesinde değerlendirmektedir. Müellif ve eseri hakkında, çalışma sınırlarımız çerçevesinde bilgi sunduktan sonra Ahbâru't-Tıvâl'deki kurgusal anlatımın özellikleri ele alınmaktadır. Çalışmanın çerçevesi ise Hz. Ömer döneminde İran'ın fethedilmesiyle başlayan İslâm tarihi konularından oluşmaktadır.

Müslümanlar arasında derin siyasî ve itikadî ihtilaflara neden olan hâdiselerin sorumluluğundan k... more Müslümanlar arasında derin siyasî ve itikadî ihtilaflara neden olan hâdiselerin sorumluluğundan kaçınmak arzusu, teberrî olgusunun İslâm tarih yazıcılığında yer bulmasına zemin hazırlamıştır. Teberrî, hâdisenin öncesinde engelleme çabasında bulunmanın ifadesi; hâdisenin sonrasında ise suçluluk psikolojisiyle telafiye yönelmek ve pişmanlık olarak kendini göstermektedir. Bu çalışma, hâdiselerin sonrası değil öncesine ait teberrî olgusunun rivâyetlere yansımalarına yoğunlaşacaktır. Hâdise öncesindeki engelleme çabalarının tamamının teberrî gayesi taşıyıp taşımadığının belirlenmesi, tarih yazıcılığı açısından önemlidir. Bir diğer önemli nokta da teberrînin, bizzat ilgili şahıs veya o şahsın dilinden başkaları tarafından yapılıp yapılmadığının tespitidir. Bu noktaların belirlenmesi ile birlikte teberrî içerikli rivâyetlerin sıhhat durumları, rivâyetlerin özellikleri, oluşum süreçleri gibi konular gündeme gelecektir. Bu çalışma, İslâm tarih yazıcılığında teberrî olgusunun yer alış hususiyetlerini incelemektedir.

Öz:
Esas ve ağırlıklı unsurunu Arapların teşkil ettikleri ilk dönem İslâm toplumunun yaşadığı siy... more Öz:
Esas ve ağırlıklı unsurunu Arapların teşkil ettikleri ilk dönem İslâm toplumunun yaşadığı siyasî hâdiseler, Arap zihin dünyasını şekillendiren kabilecilik anlayışından ayrı değerlendirilemez. Kökenleri Cahiliye'de bulunan bu anlayış yüzyıllar boyunca siyaseti yönlendirmiş, iktidar-muhalefet ilişkilerinde belirleyici rol oynamıştır. Halifelerin Kureyşli olması ve iktidar mücadelelerinin Kureyşliler arasında sürüp gitmesi, Kureyş'in yönetimi âdeta tekeline aldığı kanaatini oluşturmaktadır. Bu kabilenin yüzyıllar boyunca iktidar ile anılması, ancak Kureyş'in kendileri ve tebaa tarafından yönetimle eşitlemesi ile mümkün olabilmiştir. Dolayısıyla yönetim konusunda Kureyşlilik şeklinde bir olgunun var olduğu kabul edilmelidir. Rakip kabilelerin dahi Kureyş otoritesini dikkate alarak kendi konumlarını belirledikleri bir vasatta Kureyş'in siyasî liderliğinin tarihî kökenleri ve onun bu konumu nasıl elde ettiği, varsa bu olgunun kırılma veya güçlenme dönemleri, Kureyşliliğin etki ve gücünü anlamak bakımından önemlidir. Öte yandan tarihin akışına yön veren, etkileri bugün dahi hissedilen ve mezheplerin ayrışma sebeplerinden birçoğunu oluşturan siyasî hâdiselerin büyük bölümü İslâm tarihinin ilk döneminde yaşanmıştır. Bu hâdiseleri değerlendirebilmek için muhatapların adımlarına yön veren âmillerin başında gelen Kureyşlilik olgusunun irdelenmesi gerekmektedir. Bu çalışmada Cahiliye döneminden Abbâsîlere kadar ilk dönem İslâm tarihi siyasî hadiselerindeki Kureyşlilik olgusunun geçmişteki izleri sürülerek olgunun tarihî kökenleri ve sonraki döneme yansımaları tahlilî bir yöntemle incelenecektir.
Abstract:
The political events experienced by the Islamic Society of the first period, whose main and predominant element was formed by the Arabs, cannot be evaluated separately from the tribalism understanding that shaped the Arab world of mind. This understanding, which has its origins in Jahiliyya, has guided politics for centuries and played a determining role in the relations between power and opposition. The fact that the caliphs are Quraysh, and the struggle for power continues among the Qurayshies, constitutes the belief that the Quraysh almost monopolizes the rule. The mention of this tribe with the rulership for centuries was possible only by equating the Quraysh with the rule by themselves and their subjects. Therefore, it should be accepted that there is the phenomenon of Qurayshiesism in management. In an environment where even rival tribes determine their positions by taking into account the authority of Quraysh, the historical roots of the Quraysh political leadership and how it achieved this position, if any, periods of breaking or strengthening of this phenomenon are important in terms of understanding the effect and power of Qurayshiesism. On the other hand, most of the political events that shaped the flow of history, whose effects are felt even today and that constitute many of the reasons for the separation of sects, were experienced in the first period of Islamic history. In order to evaluate these events, it is necessary to examine the phenomenon of Qurayshiesisim, which is one of the primary factors
Hz. Peygamberʼin hayatının son on yılına ve vahyin pratiklerini hayata geçirme faaliyetlerine tan... more Hz. Peygamberʼin hayatının son on yılına ve vahyin pratiklerini hayata geçirme faaliyetlerine tanık olan Medineʼye dair telif edilen İbn Zebâleʼye ait Ahbâruʼl-Medîne, İslâm dünyasında yazılan ilk şehir tarihlerindendir. Hicri II. yüzyıl gibi erken bir döneme ait olan eser, sonraki dönemde telif edilen başta Medine şehir tarihleri olmak üzere çeşitli alanlardaki eserlere kaynaklık etmesi nedeniyle büyük öneme sahiptir. Ayrıca Ahbâruʼl-Medîne, hem muhtevası hem de tarih yazıcılığı bakımından da sonraki dönem şehir tarihlerine etkide bulunmuştur. Eser bizatihi mevcut olmamasına rağmen kendisinden yapılan çok sayıda nakil sayesinde önemli kısmına ulaşmış bulunmaktayız. Bu çalışmamızda hem Ahbâruʼl-Medîne hem de şehir tarihçiliğine etkileri konusunu ele alacağız.

Vefat her ne kadar ferdî bir hâdise olarak görülse de aslında, sonrasında düzenlenen cenaze merâs... more Vefat her ne kadar ferdî bir hâdise olarak görülse de aslında, sonrasında düzenlenen cenaze merâsimiyle içinde geleneği, toplumun kabullerini barındıran sosyal bir hâdisedir. Bu yönüyle cenazeler, kişinin öldüğü andan başlayarak defin sürecinin tamamlanmasına ve hatta taziyenin son bulmasına kadar çeşitli âdetlerin uygulandığı, insanların bir arada olduğu süreçlerdir. Ayrıca cenaze merasimlerinin her bir aşamasında dinin prensipleri, en belirleyici faktörlerden biridir. Dolayısıyla onlar, din ve geleneğin etkili oldukları ve her ikisi tarafından da şekillendirilen sosyal olaylardır. Hz. Peygamber'in ailesinin cenaze merâsimleri, Resulullah'ın cenaze sünnetlerinin en bâriz görüleceği hâdiselerdir. Gerek kendisi hayatta iken gerekse onun vefatından sonra ahirete intikal eden aile bireylerinin cenazeleri, bir taraftan bu sünnetlerin uygulanışını ortaya koyarken bir taraftan da ilk İslâm toplumunun âdet ve geleneklerini de göz önüne sermektedir.

Özet: Hicret öncesi dönemde Mekkeli müşriklerin İslâm'la mücadeleleri, kendi imkân ve yetenekleri... more Özet: Hicret öncesi dönemde Mekkeli müşriklerin İslâm'la mücadeleleri, kendi imkân ve yetenekleri doğrultusunda olmuştur. Mekkeliler içerisinde Nadr b. el-Hâris, entelektüel birikimi ve faaliyetleri ile alışılmışın dışında bir isim olarak ön plana çıkmaktadır. Topluma yön veren bir konumda bulunan Nadr, özellikle Mekke dışında edindiği çeşitli bilgi ve becerileri şehre taşıyarak mücadeleye farklı boyutlar kazandırmıştır. Nadr'ın bu yönlerinin tanınması, Mekkelilerin İslâm'a karşı tutumlarının da türlü yönleri ile bilinmesine ve bu tutumların çeşitliliğini görmeye imkân sağlayacaktır. Bu çalışmada Mekkeli müşrik toplumun önde gelen isimlerinden Nadr b. el-Hâris'in Hz. Peygamber ve Müslüman-lara yönelik faaliyetleri çeşitli boyutları ile ele alınacaktır. Abstract: In the pre-Hegira period, the struggle of the Meccan pagans with Islam has been in the direction of their own possibilities and capabilities. Among Meccans, Nadr b. al-Harith, with his intellectual accumulation and activities, stands out as an unusual name. Nadr, who is also in a position that gives direction to the society, has brought different dimensions to the struggle by carrying knowledges and skills he has acquired, especially from outside of Mecca. Recognition of these aspects of Nadr will allow to see the various aspects of the Meccans' attitudes towards Islam and to see the diversity of these attitudes. In this study, Nadr b. al-Harith's activities towards the Prophet Muham-mad and Muslims will be dealt with in various dimensions.

Öz-Bugün İslâm dünyası sadece dışarıdan kaynaklı pek çok problemle değil kendi içinde üretilen so... more Öz-Bugün İslâm dünyası sadece dışarıdan kaynaklı pek çok problemle değil kendi içinde üretilen sorunlarla da karşı karşıya kalmıştır. Hiç şüphesiz kendi içinde üretilen sorunların başında şiddet gelmektedir. Bu sorunların temelinde yatan unsurlardan biri, şiddete meşruiyet kazandıran bir din algısıdır. Sürekli ve bir şekilde şiddeti müşâhede eden çevrelerin bir müddet sonra şiddete onay veren bir din algısını takipçilerine modellik olarak sunmaları, olayın sa-dece psişik etmenlerle izahtan çok daha öte bir kabul zeminine sahip olduğu-nu göstermektedir. İslâm merviyâtının bu şiddet söylemine meşrûiyet kaynağı olarak sunulması, yapılan okumada sorunlar olduğunun da izahı gibidir. Kadı-na yönelik şiddet günümüzde olduğu gibi geçmişte de sosyal hayatın sorunla-rından biriydi. Bu şiddetin Cahiliye dönemindeki varlığı hakkında herhangi bir şüphe duyulmazken, Hz. Peygamber dönemi Müslüman Arap toplumundaki mevcûdiyeti ve meşrûluğu, tartışmalara konu olmuştur. Şiddetin meşrûiyet kaynağının bizatihi İslâm'ın hükümleri olduğunu düşünenlerin yanında; İslâm'ın ve Hz. Peygamber'in şiddetle mücadelede başat rol oynadıkları görü-şüne sahip olan bir kesim de bulunmaktadır. Bu konuda kanaate varmayı sağlayacak olan husus ise İlk İslâm toplumunda kadına yönelik şiddetin ve Hz. Peygamber'in bu şiddete yönelik tutumunun tarihî bir bakış açısıyla ince-lenmesidir. Bu çalışma, Cahiliye döneminden başlayarak İslâm'ın ilk yıllarında kadınlara çeşitli şekillerde uygulanan şiddete dair rivâyetleri değerlendirmek ve şiddetin kaynağının örfî veya dinî olup olmadığını tarihî açıdan ortaya koy-mak amacını taşımaktadır. Başka bir ifadeyle " Mevcut literatür dönemin örfü-nü, algısını ve kabullerini mi yansıtıyor yoksa evrensel bir prensip olarak men-suplarına şiddeti mi salık veriyor? sorusuna yanıt vermektir. Çalışmamızda önerimiz merviyâtın yeniden okunması değil aslında merviyâtın konu edindiği hususların ne olduğu üzerinde durulmasıdır.
Uploads
Kitap by Feyza Betül Köse
İslâmî çevrelerin kadına yönelik algı ve tutumlarında ise farklılıklar göze çarpar. Kadını, toplumun erkeklerle eşit hak ve değere sahip üyesi görenlerin yanında bu düşüncenin ötesine geçerek feminist bir bakış açısıyla konuya yaklaşan kesimlere rastlanır. Yine onu toplumu ifsat etme kapasitesine sahip ve bu nedenle kontrol altında tutulması gereken bir varlık olarak düşünen zihinler de bulunmaktadır. Algılarındaki bu farklılıklara rağmen tüm bu çevrelerin, referanslarını Hz. Peygamber döneminden aldıklarına şahit olmaktayız. Burada da yine seçmeci yaklaşım, rivâyetleri bağlamından koparmak, dönem ve toplum şartlarını göz ardı etmek, taraflı değerlendirmelerde bulunmak gibi tarihe bilimsel yaklaşımla çelişen ve tarihte “olan”ı keşfetmeyi engelleyen tutumlarla karşı karşıya kalabilmekteyiz. Kadın konusunda birbiri ile bağdaştırılmaları mümkün olmayan bu anlayışların hangisinin hakikatle uyum içerisinde olduğu veya bu hususta daha farklı düşünmenin imkanının var olup olmadığını tespitte Hz. Peygamber dönemini sahih bilgiler üzerinden ve siyer usulüne riayet ederek değerlendiren çalışmalar belirleyici olacaktır.
Bir konuda dinin mübelliğinin ne tür bir yaklaşıma sahip olduğunu bilmek, o dini doğru anlamak açısından da önemlidir. Resulullah, kendi hayatı süresince kadınlarla olan münasebetleri ile İslâm açısından kadının nasıl konumlandırılması gerektiğini yaşayarak göstermiştir. İslâm’ın kadın algısını birinci kaynak ve pratik hayata geçmiş hali üzerinden öğrenebilmek bakımından bizzat Hz. Peygamber’in, döneminin kadınları ile olan ilişkilerini göz ardı etmek mümkün değildir.
Hadis literatürüne baktığımızda Hz. Peygamber ve kadın bağlamında birbiriyle çelişen iki farklı grupta değerlendirebileceğimiz metinlerle karşılaşırız. Bazı hadisler, kadını aşağılayan, küçük gören, toplumun değersiz bir üyesi gibi gösteren ifadeler içermektedir. Buna karşılık kadını Allah’ın saygın bir kulu, ailede erkeğin üzerinde hakları bulunan bir üye, hassas davranılması gereken değerli bir varlık olarak nitelendiren hadisler de mevcuttur. Her iki grup da belirli kişilere yönelik değil tüm kadın cinsini kast eder formda olduğundan, özel bir bağlam veya muhatap alınan tekil bir kadından söz ederek çelişkiyi ortadan kaldırmak da mümkün değildir. Hz. Peygamber’in bir cins hakkında böylesine ikircikli bir tutum içinde olması düşünülemez. Kadını yüzyıllar boyu değersizleştiren söylemlerin ilgili hadisleri kendilerine dayanak yapmakta oluşları da bu meselenin çözülmesinin önemine işaret etmektedir. Resulullah’ın kadına yaklaşımını doğru bir şekilde ortaya koyabilmenin yolu, bu hadislerin hadis usulünce teknik değerlendirmesinin yanında ilk kaynakları esas alarak yapılacak tarihî bir incelemeden geçmektedir.
Geçmiş peygamberlerden farklı olarak Hz. Peygamber’in hayatı ve döneminin ayrıntı nev’inden unsurlara varıncaya kadar kaydedilmiş ve gelecek nesillere aktarılmış olması, siyer araştırmalarını mümkün ve zengin hale getirmektedir. İslâm’ın insanlara tebliğinden başlayarak Resulullah’ın vefatına kadar kadınların toplumun bir üyesi olarak yapıp ettiklerine ve durumlarına dair çok sayıda kayıt bulunmaktadır. Bununla birlikte çalışmamızın içeriğini, sadece Resulullah’ı merkeze alarak ve kadınların onunla münasebetlerini içeren rivâyetlerden oluşturduğumuzu, bu arada Allah Resulü’nün gayr-i Müslim kadınlarla olan münasebetlerini çalışmamızın kapsamı dışında bıraktığımızı belirtmek isteriz.
Harun dönemi, Abbasîlerin zirvesi olarak görülmüş ve “arus/düğün günleri” şeklinde nitelendirilmiştir. Bu da Halife’yi, sadece tarih değil, belki ondan daha yoğun olarak edebi literatürün önemli bir figürü haline getirmiştir. Harun Reşîd, pek çok zihin tarafından Bin Bir Gece Masallarının fantastik kahramanı olarak bilinmekte, özellikle kimi Batı kökenli çalışmalarda mitik bir şahsiyet olarak yansıtılmaktadır. Halife, bazı Müslüman çevreler tarafından ideolojik ve mezhebi etkenlerle karalanmakta böylelikle iki uç algı arasında hakikatten uzak bir portreyle gidip gelmektedir. Kendisinin meşhur bir isim, döneminin ise Abbasilerin en müreffeh zaman dilimi olması, hem şahsiyeti hem dönemi ile alakalı aslı olmayan, tahminlere dayalı, zenginlik ve şaşaa üzerine kurgulanmış haberlerin üretilmesine yol açmıştır.
Bu kitap, Harun Reşîd’in biyografisini klasik İslâm tarihi kaynaklarını temel alarak ve bilimsel yol takip ederek ortaya koymaya ve kendisinin gerçek tarihî kimliğini gözler önüne sermeye çalışmaktadır.
“Peygamberimizin İzinde 40 Sahabi” Projesinin arka planında yatan temel amaç da ülkemiz insanına Peygamberimizin arkadaşlarının hayatlarını, modelliklerini akademik veya güncel tartışmalardan uzak, sade, ilk kaynaklara dayalı, sahih bilgiler üzerine kurulmuş kitaplarla tanıtmaktır. Bunun için de kitapların hacimleri ve içerikleri sınırlı tutulmuş, anlaşılır bir dil kullanmaya ayrıca özen gösterilmiştir.
Cahiliye ve Hz. Peygamber döneminde kâhinler ve kehâneti ele aldığımız çalışmamız, dönemin Arap toplumundaki kâhinlerin özellikleri, sosyal konum ve rolleri, toplumun kâhinlere bakışı, uygulanan belli başlı kehânet türleri ve Hz. Peygamber’in hayatında kehânet anlatılarını Siyer usûlünü esas alarak ve tarihi perspektiften incelemektedir.
Bu kitap, Hz. Peygamber döneminde toplumun en alt sınıfını oluşturan cariyelerin gerek bireysel gerekse de toplumsal konumlarını tüm yönleriyle ve tarihî perspektiften ele almakta , tarihi savunmak yerine anlamayı öncelemektedir.
İçtihat ve münakaşa, edep dairesinde kalması şartıyla İslâmiyet’te serbesttir. Eski zamanlarda bütün İslâm merkezlerinde en derin meseleler en büyük serbestlikle umumî meclis ve toplantılarda şimdiki Avrupa taraftarlarını tutumlarından vazgeçirecek derecede tartışılırdı. İslâmî kitaplar hep bu gibi ihtilaflarla doludur. İslâm, tartışma özgürlüğü dinidir. Hz. Peygamber’in huzurunda her tür tartışma yapılırdı. Tabiatımıza işlemiş olan fikrî despotluktan, karalama ve ayıplamalardan vazgeçelim, İslâm’ın nezihliğine dönelim. Bizans entrikalarından, Avrupa küfürlerinden, kıskanç hakaretlerden tiksinelim. Birbirimizi sevelim...
İşte alanında ilk çalışma kabul edilebilecek bu kitapta nebevî modelliğin üzerinde yükseldiği tarihî zeminle birlikte İslâm tarihçiliğinin kadim problemlerinden biri olan Hz. Peygamber’in nebevî davetine sadece şahit olmayıp aynı zamanda destek veren bir toplumun nasıl kısa bir süre içerisinde birbirlerinin boğazına sarıldıklarını anlayabilmede toplumun ictimaî ve iktisadî yönden yaşadığı dönüşümler bir bütün olarak ele alınmaktadır.
Makale by Feyza Betül Köse
Esas ve ağırlıklı unsurunu Arapların teşkil ettikleri ilk dönem İslâm toplumunun yaşadığı siyasî hâdiseler, Arap zihin dünyasını şekillendiren kabilecilik anlayışından ayrı değerlendirilemez. Kökenleri Cahiliye'de bulunan bu anlayış yüzyıllar boyunca siyaseti yönlendirmiş, iktidar-muhalefet ilişkilerinde belirleyici rol oynamıştır. Halifelerin Kureyşli olması ve iktidar mücadelelerinin Kureyşliler arasında sürüp gitmesi, Kureyş'in yönetimi âdeta tekeline aldığı kanaatini oluşturmaktadır. Bu kabilenin yüzyıllar boyunca iktidar ile anılması, ancak Kureyş'in kendileri ve tebaa tarafından yönetimle eşitlemesi ile mümkün olabilmiştir. Dolayısıyla yönetim konusunda Kureyşlilik şeklinde bir olgunun var olduğu kabul edilmelidir. Rakip kabilelerin dahi Kureyş otoritesini dikkate alarak kendi konumlarını belirledikleri bir vasatta Kureyş'in siyasî liderliğinin tarihî kökenleri ve onun bu konumu nasıl elde ettiği, varsa bu olgunun kırılma veya güçlenme dönemleri, Kureyşliliğin etki ve gücünü anlamak bakımından önemlidir. Öte yandan tarihin akışına yön veren, etkileri bugün dahi hissedilen ve mezheplerin ayrışma sebeplerinden birçoğunu oluşturan siyasî hâdiselerin büyük bölümü İslâm tarihinin ilk döneminde yaşanmıştır. Bu hâdiseleri değerlendirebilmek için muhatapların adımlarına yön veren âmillerin başında gelen Kureyşlilik olgusunun irdelenmesi gerekmektedir. Bu çalışmada Cahiliye döneminden Abbâsîlere kadar ilk dönem İslâm tarihi siyasî hadiselerindeki Kureyşlilik olgusunun geçmişteki izleri sürülerek olgunun tarihî kökenleri ve sonraki döneme yansımaları tahlilî bir yöntemle incelenecektir.
Abstract:
The political events experienced by the Islamic Society of the first period, whose main and predominant element was formed by the Arabs, cannot be evaluated separately from the tribalism understanding that shaped the Arab world of mind. This understanding, which has its origins in Jahiliyya, has guided politics for centuries and played a determining role in the relations between power and opposition. The fact that the caliphs are Quraysh, and the struggle for power continues among the Qurayshies, constitutes the belief that the Quraysh almost monopolizes the rule. The mention of this tribe with the rulership for centuries was possible only by equating the Quraysh with the rule by themselves and their subjects. Therefore, it should be accepted that there is the phenomenon of Qurayshiesism in management. In an environment where even rival tribes determine their positions by taking into account the authority of Quraysh, the historical roots of the Quraysh political leadership and how it achieved this position, if any, periods of breaking or strengthening of this phenomenon are important in terms of understanding the effect and power of Qurayshiesism. On the other hand, most of the political events that shaped the flow of history, whose effects are felt even today and that constitute many of the reasons for the separation of sects, were experienced in the first period of Islamic history. In order to evaluate these events, it is necessary to examine the phenomenon of Qurayshiesisim, which is one of the primary factors
İslâmî çevrelerin kadına yönelik algı ve tutumlarında ise farklılıklar göze çarpar. Kadını, toplumun erkeklerle eşit hak ve değere sahip üyesi görenlerin yanında bu düşüncenin ötesine geçerek feminist bir bakış açısıyla konuya yaklaşan kesimlere rastlanır. Yine onu toplumu ifsat etme kapasitesine sahip ve bu nedenle kontrol altında tutulması gereken bir varlık olarak düşünen zihinler de bulunmaktadır. Algılarındaki bu farklılıklara rağmen tüm bu çevrelerin, referanslarını Hz. Peygamber döneminden aldıklarına şahit olmaktayız. Burada da yine seçmeci yaklaşım, rivâyetleri bağlamından koparmak, dönem ve toplum şartlarını göz ardı etmek, taraflı değerlendirmelerde bulunmak gibi tarihe bilimsel yaklaşımla çelişen ve tarihte “olan”ı keşfetmeyi engelleyen tutumlarla karşı karşıya kalabilmekteyiz. Kadın konusunda birbiri ile bağdaştırılmaları mümkün olmayan bu anlayışların hangisinin hakikatle uyum içerisinde olduğu veya bu hususta daha farklı düşünmenin imkanının var olup olmadığını tespitte Hz. Peygamber dönemini sahih bilgiler üzerinden ve siyer usulüne riayet ederek değerlendiren çalışmalar belirleyici olacaktır.
Bir konuda dinin mübelliğinin ne tür bir yaklaşıma sahip olduğunu bilmek, o dini doğru anlamak açısından da önemlidir. Resulullah, kendi hayatı süresince kadınlarla olan münasebetleri ile İslâm açısından kadının nasıl konumlandırılması gerektiğini yaşayarak göstermiştir. İslâm’ın kadın algısını birinci kaynak ve pratik hayata geçmiş hali üzerinden öğrenebilmek bakımından bizzat Hz. Peygamber’in, döneminin kadınları ile olan ilişkilerini göz ardı etmek mümkün değildir.
Hadis literatürüne baktığımızda Hz. Peygamber ve kadın bağlamında birbiriyle çelişen iki farklı grupta değerlendirebileceğimiz metinlerle karşılaşırız. Bazı hadisler, kadını aşağılayan, küçük gören, toplumun değersiz bir üyesi gibi gösteren ifadeler içermektedir. Buna karşılık kadını Allah’ın saygın bir kulu, ailede erkeğin üzerinde hakları bulunan bir üye, hassas davranılması gereken değerli bir varlık olarak nitelendiren hadisler de mevcuttur. Her iki grup da belirli kişilere yönelik değil tüm kadın cinsini kast eder formda olduğundan, özel bir bağlam veya muhatap alınan tekil bir kadından söz ederek çelişkiyi ortadan kaldırmak da mümkün değildir. Hz. Peygamber’in bir cins hakkında böylesine ikircikli bir tutum içinde olması düşünülemez. Kadını yüzyıllar boyu değersizleştiren söylemlerin ilgili hadisleri kendilerine dayanak yapmakta oluşları da bu meselenin çözülmesinin önemine işaret etmektedir. Resulullah’ın kadına yaklaşımını doğru bir şekilde ortaya koyabilmenin yolu, bu hadislerin hadis usulünce teknik değerlendirmesinin yanında ilk kaynakları esas alarak yapılacak tarihî bir incelemeden geçmektedir.
Geçmiş peygamberlerden farklı olarak Hz. Peygamber’in hayatı ve döneminin ayrıntı nev’inden unsurlara varıncaya kadar kaydedilmiş ve gelecek nesillere aktarılmış olması, siyer araştırmalarını mümkün ve zengin hale getirmektedir. İslâm’ın insanlara tebliğinden başlayarak Resulullah’ın vefatına kadar kadınların toplumun bir üyesi olarak yapıp ettiklerine ve durumlarına dair çok sayıda kayıt bulunmaktadır. Bununla birlikte çalışmamızın içeriğini, sadece Resulullah’ı merkeze alarak ve kadınların onunla münasebetlerini içeren rivâyetlerden oluşturduğumuzu, bu arada Allah Resulü’nün gayr-i Müslim kadınlarla olan münasebetlerini çalışmamızın kapsamı dışında bıraktığımızı belirtmek isteriz.
Harun dönemi, Abbasîlerin zirvesi olarak görülmüş ve “arus/düğün günleri” şeklinde nitelendirilmiştir. Bu da Halife’yi, sadece tarih değil, belki ondan daha yoğun olarak edebi literatürün önemli bir figürü haline getirmiştir. Harun Reşîd, pek çok zihin tarafından Bin Bir Gece Masallarının fantastik kahramanı olarak bilinmekte, özellikle kimi Batı kökenli çalışmalarda mitik bir şahsiyet olarak yansıtılmaktadır. Halife, bazı Müslüman çevreler tarafından ideolojik ve mezhebi etkenlerle karalanmakta böylelikle iki uç algı arasında hakikatten uzak bir portreyle gidip gelmektedir. Kendisinin meşhur bir isim, döneminin ise Abbasilerin en müreffeh zaman dilimi olması, hem şahsiyeti hem dönemi ile alakalı aslı olmayan, tahminlere dayalı, zenginlik ve şaşaa üzerine kurgulanmış haberlerin üretilmesine yol açmıştır.
Bu kitap, Harun Reşîd’in biyografisini klasik İslâm tarihi kaynaklarını temel alarak ve bilimsel yol takip ederek ortaya koymaya ve kendisinin gerçek tarihî kimliğini gözler önüne sermeye çalışmaktadır.
“Peygamberimizin İzinde 40 Sahabi” Projesinin arka planında yatan temel amaç da ülkemiz insanına Peygamberimizin arkadaşlarının hayatlarını, modelliklerini akademik veya güncel tartışmalardan uzak, sade, ilk kaynaklara dayalı, sahih bilgiler üzerine kurulmuş kitaplarla tanıtmaktır. Bunun için de kitapların hacimleri ve içerikleri sınırlı tutulmuş, anlaşılır bir dil kullanmaya ayrıca özen gösterilmiştir.
Cahiliye ve Hz. Peygamber döneminde kâhinler ve kehâneti ele aldığımız çalışmamız, dönemin Arap toplumundaki kâhinlerin özellikleri, sosyal konum ve rolleri, toplumun kâhinlere bakışı, uygulanan belli başlı kehânet türleri ve Hz. Peygamber’in hayatında kehânet anlatılarını Siyer usûlünü esas alarak ve tarihi perspektiften incelemektedir.
Bu kitap, Hz. Peygamber döneminde toplumun en alt sınıfını oluşturan cariyelerin gerek bireysel gerekse de toplumsal konumlarını tüm yönleriyle ve tarihî perspektiften ele almakta , tarihi savunmak yerine anlamayı öncelemektedir.
İçtihat ve münakaşa, edep dairesinde kalması şartıyla İslâmiyet’te serbesttir. Eski zamanlarda bütün İslâm merkezlerinde en derin meseleler en büyük serbestlikle umumî meclis ve toplantılarda şimdiki Avrupa taraftarlarını tutumlarından vazgeçirecek derecede tartışılırdı. İslâmî kitaplar hep bu gibi ihtilaflarla doludur. İslâm, tartışma özgürlüğü dinidir. Hz. Peygamber’in huzurunda her tür tartışma yapılırdı. Tabiatımıza işlemiş olan fikrî despotluktan, karalama ve ayıplamalardan vazgeçelim, İslâm’ın nezihliğine dönelim. Bizans entrikalarından, Avrupa küfürlerinden, kıskanç hakaretlerden tiksinelim. Birbirimizi sevelim...
İşte alanında ilk çalışma kabul edilebilecek bu kitapta nebevî modelliğin üzerinde yükseldiği tarihî zeminle birlikte İslâm tarihçiliğinin kadim problemlerinden biri olan Hz. Peygamber’in nebevî davetine sadece şahit olmayıp aynı zamanda destek veren bir toplumun nasıl kısa bir süre içerisinde birbirlerinin boğazına sarıldıklarını anlayabilmede toplumun ictimaî ve iktisadî yönden yaşadığı dönüşümler bir bütün olarak ele alınmaktadır.
Esas ve ağırlıklı unsurunu Arapların teşkil ettikleri ilk dönem İslâm toplumunun yaşadığı siyasî hâdiseler, Arap zihin dünyasını şekillendiren kabilecilik anlayışından ayrı değerlendirilemez. Kökenleri Cahiliye'de bulunan bu anlayış yüzyıllar boyunca siyaseti yönlendirmiş, iktidar-muhalefet ilişkilerinde belirleyici rol oynamıştır. Halifelerin Kureyşli olması ve iktidar mücadelelerinin Kureyşliler arasında sürüp gitmesi, Kureyş'in yönetimi âdeta tekeline aldığı kanaatini oluşturmaktadır. Bu kabilenin yüzyıllar boyunca iktidar ile anılması, ancak Kureyş'in kendileri ve tebaa tarafından yönetimle eşitlemesi ile mümkün olabilmiştir. Dolayısıyla yönetim konusunda Kureyşlilik şeklinde bir olgunun var olduğu kabul edilmelidir. Rakip kabilelerin dahi Kureyş otoritesini dikkate alarak kendi konumlarını belirledikleri bir vasatta Kureyş'in siyasî liderliğinin tarihî kökenleri ve onun bu konumu nasıl elde ettiği, varsa bu olgunun kırılma veya güçlenme dönemleri, Kureyşliliğin etki ve gücünü anlamak bakımından önemlidir. Öte yandan tarihin akışına yön veren, etkileri bugün dahi hissedilen ve mezheplerin ayrışma sebeplerinden birçoğunu oluşturan siyasî hâdiselerin büyük bölümü İslâm tarihinin ilk döneminde yaşanmıştır. Bu hâdiseleri değerlendirebilmek için muhatapların adımlarına yön veren âmillerin başında gelen Kureyşlilik olgusunun irdelenmesi gerekmektedir. Bu çalışmada Cahiliye döneminden Abbâsîlere kadar ilk dönem İslâm tarihi siyasî hadiselerindeki Kureyşlilik olgusunun geçmişteki izleri sürülerek olgunun tarihî kökenleri ve sonraki döneme yansımaları tahlilî bir yöntemle incelenecektir.
Abstract:
The political events experienced by the Islamic Society of the first period, whose main and predominant element was formed by the Arabs, cannot be evaluated separately from the tribalism understanding that shaped the Arab world of mind. This understanding, which has its origins in Jahiliyya, has guided politics for centuries and played a determining role in the relations between power and opposition. The fact that the caliphs are Quraysh, and the struggle for power continues among the Qurayshies, constitutes the belief that the Quraysh almost monopolizes the rule. The mention of this tribe with the rulership for centuries was possible only by equating the Quraysh with the rule by themselves and their subjects. Therefore, it should be accepted that there is the phenomenon of Qurayshiesism in management. In an environment where even rival tribes determine their positions by taking into account the authority of Quraysh, the historical roots of the Quraysh political leadership and how it achieved this position, if any, periods of breaking or strengthening of this phenomenon are important in terms of understanding the effect and power of Qurayshiesism. On the other hand, most of the political events that shaped the flow of history, whose effects are felt even today and that constitute many of the reasons for the separation of sects, were experienced in the first period of Islamic history. In order to evaluate these events, it is necessary to examine the phenomenon of Qurayshiesisim, which is one of the primary factors
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından öğrencilere sunulacak ders kitaplarının bilimsel hata içermemeleri, eğitim ve öğretim programının amaçladığı kazanımları kapsamaları ve öğrenmeyi destekleyecek nitelikte ve öğrencilerin gelişim özellikleri dikkate alınarak hazırlanan görsel ve içerik tasarımlarına sahip olmaları gerektiği, ilgili yönetmelikte belirtilmiştir. Ayrıca bilginin anlaşılır bir dil ile ve yazım yanlışlarından arındırılmış, anlatım bozukluğu içermeyen ibarelerle sunulması, yapılan işin ciddiyeti açısından önemli olduğu gibi, öğrencinin kendisine sunulan bilgiyi anlaması ve kavraması bakımından da ehemmiyet arz etmektedir. Bu makalede 2017-2018 eğitim-öğretim yılında Peygamberimizin Hayatı ve Siyer derslerinde ilk kez okutulacak olan üç ders kitabının değerlendirilmesi yapılmış ve tespit edilen hatalar ele alınmıştır.
Osmanlıların Kudüs’teki imar faaliyetlerini tamir ve inşâ çalışmaları şeklinde iki ayrı kategoride değerlendirmek mümkündür. Devlet-i Aliyye bir taraftan mevcut yapıları tamir ve yenileme çalışmalarını sürdürürken bir taraftan da ihtiyaç görülen yeni yapıları inşâ etmekten geri durmamıştır. Biz de Osmanlı mimarisini, tamirden geçirilerek yenilenen ve inşâ edilen eserler üzerinden iki başlık altında incelemeye çalışacağız.
Bu çalışmamızda Kudüs’ün fethini hazırlayan sebepler üzerinde kısaca durduktan sonra şehrin İslâmî döneme geçişi sürecini ele alacağız. Fetih süreci ile alakalı rivâyetler içerisinde yer alan efsanevî kurgular da çalışmamızda değineceğimiz bir başka husus olacaktır.
sosyal hayatı da düzenleyen bir dindir. İnanç ve ibadet kadar sosyal hayat ve ahlak da bu dinin kapsamına girmektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği din, şekilleri belirlenmiş formel bir yapı değil, toplumun her tarafını kuşatan küllî bir sistemdir. Hicretle birlikte Medine’de gerçekleşen en büyük dönüşümün sosyal hayatta olduğu kanaatindeyiz. Sosyal hayatın pek çok alanında yaşanan bu dönüşümün en önemli ayaklarından birini de kabileciliğin baskıladığı insanları, İslâm toplumu çerçevesinde bireyselleştirmek oluşturmaktadır. İslâm öncesi dönemde bireyselliğin yerini kabile almış olsa da Hz. Peygamber’in modelliğinde bireyin bir “birey” olarak toplumda hatta ümmette bir karşılık bulması hedeflenmiştir. İslâm öncesinde sadece aile ve kabilesini düşünen Evs ve Hazrecli bir çiftçi, Hz. Peygamber ile birlikte Ensâr olarak Muhâcir kardeşi ile her şeyini paylaşıyor, zekâtla o toplumun fakirini doyuruyor, yardımlaşma ve saygı ile artık ümmetin bir parçası oluyordu. Öte yandan Hz. Peygamber’in çocukları sevdiğine şaşıran bedevînin tavrı, aslında Hz. Peygamber’in gerçekleştirdiği bu değişimin bireysel alandaki tezâhürü gibidir.
This article aims to look from the perspective of the Qur’an and its prophet Muhammad’s Sunnah, which is the main source of Islam for about two billion members around the world, and to examine the First Semester Islamic History Applications.
“Sustainability” is a concept that comes to the fore in the world with population growth, the reduction of the adequacy of our resources to meet the needs of the growing population, and in parallel with this, the increase of migration and social problems. The three pillars of sustainability are economy, environment and social sustainability. Missing one of these three pillars will also adversely affect both the practicality and ability of a solution. All sorts of activities that people have engaged in raise problems in these three areas. In fact, a growing lack of contentment with the everyday things in life and always wanting more has left us alone with the problems that our world faces in economic, ecological and social areas. Living more simply is a key matter for the implementation of sustainability policies. This attitude is extremely necessary not only in terms of economic and environmental sustainability, but also for peaceful societies that are composed of individuals more content with their lives. At this point, it should be noted that all the advice Islam offers to the world with regards to way of life coincide with sustainability objectives.
Today there is a difference of opinion among Muslims on which ways Islamic principles need to be experienced. When determining the point of view of Islam, one party only accepts the Qur’an as a resource by entirely overlooking the past practices of these principles and historical narrations. In contrast, by asking which geographical location and what period of time we are in, the other party tends to perpetuate by absolutizing the Prophet’s period, even if they have different samples. But, both views have shortcomings in practical experience.
It requires to be understood the purposes of the solutions that the Qur’an and the Prophet brought forward and on the basis of examples the Prophet implemented. The ways of realization of these purposes should be sought. The main target of our study is to achieve its purpose in this regard, with the examples of applications in early Islam in order to capture the right angle from the perspective of Islam and to align it with sustainability that is such an important modern concept. When we learn this purpose with the examples of application, it will be possible to ascertain the point of view of the religion in relation to the current problems.
The protection of religion, reason, life, progeny and goods is the main target of Islamic law. This case is explained by the concept “Maqāṣid al-Sharīah”. Although additions can be made to these five objectives, these additions will finally include the main five targets (Boynukalın 2003). Each topic that is being discussed today in the context of sustainability is included within the scope of these five objectives in terms of Islam. Therefore, the Islamic perspective has a significant importance in terms of sustainability efforts.
“Sünnî Siyaset Düşüncesinde Kadın” başlıklı bölümde Doç. Dr. Feyza Betül Köse, sünnî düşüncede, hilâfet/devlet başkanlığı, meclis üyeliği, kamu görevleri, seçme hakkı gibi konular çerçevesinde kadının siyasî hayata katılımına yönelik tartışmaları, tarafların argümanları üzerinden değerlendirdi. Dr. Öğr. Üyesi Feyza Doğruyol, “Şiî Siyaset Düşüncesinde Kadın” bölümünde Şîa’nın ilk dönemden itibaren siyasi olaylar olarak kabul ettikleri hadiselerde önemli kadın profiller üzerinden kadın imajı çizdikten sonra hem imamların döneminde kadının yeri hem de tarihsel süreçte Şiîliği benimsemiş bazı devletlerde karşımıza çıkan kadın hükümdarlar üzerinden konuyu işledi. Prof. Dr. Ayşe Dudu Kuşçu’nun kaleme aldığı, “İktidarda Müslüman Kadın”, farklı coğrafyalardaki İslâm devletlerinin kadın yöneticileri ve faaliyetlerini biyografik olarak inceledi. Doç. Dr. Feyza Betül Köse, “Siyasî Muhalif Olarak Müslüman Kadın” bölümünde Mekke yıllarında Müşriklere karşı siyasî muhalefet sergileyen kadınlardan başlayarak yirminci yüzyıl başlarına kadar geçen süre içerisinde kadın muhalefetinin izini sürdü. Doç. Dr. Habibe Kazancıoğlu, telif ettiği “Hilâfet Sarayında Müslüman Kadın” başlığı içerisinde başta halife anne ve eşleri olmak üzere saray kadınlarının yaşantıları; idarî ve siyasî hayat üzerindeki yer ve etkileri, evlilikleri, hayırseverlikleri, güzel ahlak ve faziletlerini ele aldı. Prof. Dr. Esra Yakut’un yazarı olduğu “Türk Siyasî Hayatında Müslüman Kadın” bölümünde 1923-2000 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti yöneticilerinin, kadının siyasi ve toplumsal hayat içindeki yerini yeniden konumlandırma çabaları, önemli kırılma noktalarına dikkat çekilerek ortaya koyulmaya çalışıldı. “XX. Yüzyıldan Bugüne İslam Ülkelerinde Kadın ve Siyaset” bölümünde Dr. Hilal Livaoğlu Mengüç, her biri nispeten farklı tarihsel ve toplumsal dinamiklere sahip olan Kuzey Afrika, Körfez, Hint alt kıtası bölgelerinde kadın hareketlerinin ve kadının politik temsilinin tarihi seyri ve son yüzyıldaki gelişmelerin Müslüman kadının kamusal alandaki varlığını nasıl şekillendirdiğini ortaya koydu. Dr. Öğr. Üyesi Esra Aslan Turan, “İslâm Dünyasında Kadın Hareketleri” başlıklı yazısında Mısır, İran, Pakistan ve Türkiye gibi toplumların çeşitli tecrübeleri üzerinden Müslüman kadın hareketinin gelişim seyri irdeledi.
Müslüman kadınların ilim yolculuklarının ele alındığı bu kitapta, İslâm ilim geleneğindeki belli başlı ilim dalları esas alınarak bölümlendirmeye gidildi. Dr. Öğr. Üyesi Belkıs Özsoy Demiray, “İslâm İlim Geleneğinde Kadın” başlığı altında dinî veya müspet ilimlerde öne çıkmış âlime, öğretmen, talebe ve hayırsever kadınları ve ilmî faaliyetlerini değerlendirdi ve bu konuda dikkate değer örnekler sundu. Doç. Dr. Feyza Betül Köse’nin kaleme aldığı “Siyer ve Kadın” bölümünde, ilk dönemlerde siyerin kaynağı ve râvisi; sonraki dönemlerde talebesi ve müstensihi olarak karşımız çıkan kadınların siyer ilmindeki yeri incelendi. “Tefsir ve Kadın” başlığının yazarı Dr. Öğr. Üyesi Elif Yazıcı, bu ilimde kadınların en aktif oldukları sahâbe ve tâbîûn asrından başlayarak günümüze kadar devam eden süreçte kadınların tefsire yönelik açıklamalara ve verdikleri eserlere dair bir panorama sundu. Doç. Dr. Ayşe Esra Şahyar, “Hadis ve Kadın” bölümünde, sema, kıraat, icazet yoluyla rivayette bulunan, bu ilmin hocası ve talebesi olan kadınlar hakkında kıymetli bilgiler verdi. “Tasavvuf ve Kadın” bölümünde Doç. Dr. Betül Gürer, genelde tüm İslâm coğrafyasındaki özelde ise Anadolu’daki dînî ve ahlakî irfan, buraları imar eden kadın âriflerin ve kadın sûfîlerin izini sürdü. Doç. Dr. Ayşe Hilal Kalkandelen, “Türk İslâm Edebiyatı ve Kadın” adını taşıyan bölümde divan edebiyatında şair, halk edebiyatında ozan ve âşık, Yenileşme Dönemi’nde yine şair ve roman yazarı olarak karşımıza çıkan kadınlara ve edebi eserlerine yer verdi. Doç. Dr. Zehra Gençel Efe, “Tıp ve Kadın” başlığında, Hz. Peygamber döneminden başlayarak hekim, hemşire ve hasta bakıcı olarak tıp alanında hizmet eden kadınlara ve faaliyetlerine değindi. “Müspet İlimler ve Kadın” bölümünde ise Dr. Ülkü Koçak, Müslüman kadınların matematik, astronomi, kimya gibi müspet ilimler alanına sundukları katkıları ortaya koyarken, bu sahada kadın varlığının azımsandığı tespitinde bulunarak bu durumun sebepleri üzerinde durdu.
Prof. Dr. Nahide Bozkurt, “Kutsal Metinler ve Müslümanların Kadın Algısı Üzerine” başlıklı bölümde İbrahimî dinlerin kadın algılarını kutsal metinler üzerinden inceledi ve Müslümanların kadın algılarını, Kur’ân’ın kadının varlığı ve toplumsallığına ilişkin ayetleri bağlamında yorumladı. Dr. Tuğba Günal’ın kaleme aldığı “Ontolojik Statüsü Açısından Kadın”, kadının, sahip olduğu ontik, epistemik ve ahlâkî donanım/yeterlik konularına eğildi. “Klasik Dönem İslâm Düşüncesinde Kadın Anlayışına Dair” bölümünde Dr. Öğr. Üyesi Saadet Altay, İslam kelamında kadına dair değerlendirmeleri; akıl ve imamet gibi iki temel konu örneğinde ele aldı. Dr. Öğr. Üyesi Peyman Ünügür Tekin, “Şiâ’da Kadın Anlayışı” içerisinde, mezhebin İslam tarihindeki önemli bazı kadın figürlere yaklaşımı bağlamında Hz. Hatice, Hz. Âişe ve Hz. Fâtıma’ya dair Şiî anlayış ve bunun genel kadın algısına etkileri üzerinde durdu. Tarihi süreçte Şîâ tarafından telif edilen tefsir, hadis, fıkıh ve felsefe eserlerinden hareketle Şîâ’nın kadına bakış açısını irdeledi. “Mâtürîdîlikte Kadın Anlayışı” yazarı Doç. Dr. Hülya Terzioğlu, Ehl-i Sünnet’in kurucu isimlerinden İmam Mâtürîdî’nin ve onun görüşleri etrafında şekillenen Mâtürîdîliğin kadın anlayışını, özellikle Te’vîlâtü’l-Kur’ân tefsirinden yola çıkarak değerlendirdi. Doç. Dr. Rabiye Çetin, -Kadın Peygamberin İmkânı Özelinde- alt başlıklı “Kelam Düşüncesinde Kadın” bölümünde, kelam geleneğinde peygamberliğin şartlarından biri olarak kabul edilen “erkek olma”ya dair söylemin, kadın tasavvuruna yansımasını ele aldı. “Tasavvufta Kadın Anlayışı” başlıklı bölümde Doç. Dr. Nuran Çetin, sembol isimler ve söylemler üzerinden sûfîlerin, kadınlara bakış açısına, kadın velîlere ve onların öne çıkan bazı faaliyetlerine, bazı tarikatların kadına karşı tutumuna, meşhur sûfîlerin hayatında kadınların yerine değindi. Dr. Bedriye Yılmaz, “Çağdaş Kur’ân Yorumlarında Kadın” başlığı altında kadının yaratılışı, erkeklerin kadınlar üzerinde kavvâm oluşu, şahitlik, miras, çok kadınla evlenme ve örtünme konularıyla ilgili Kur’ân ayetlerinin çağdaş yorumları üzerinde durdu. Dr. Öğr. Üyesi Halide Rumeysa Küçüköner, “İslâmî Gelenekçilikte Müslüman Kadın” bölümünde cihadî ve Suudi selefilik, medrese gelenekçiliği ve tasavvuf gelenekçiliğinde kadın algısının şekillenişi ve sosyal hayattaki yansımalarını inceledi. Yazar, “İslâmî Islahatçılıkta Müslüman Kadın” yazısında ise İslam geleneğinde zamanla oluşa bozulmalara çözüm bulabilmek hedefiyle ortaya çıkan İslâmî ıslahatçılığın yenilik ve ıslahçı yönünün kadın algısına etkilerini sundu.
Dr. Öğr. Üyesi Yasemin Barlak tarafından kaleme alınan “Hicâz’da Müslüman Kadın” bölümünde “Müslüman kadın”ın ilk olarak ortaya çıktığı bu coğrafyada onun şekillenişi, Hz. Peygamber döneminden başlayarak kadının toplumsal konumu, toplumun kadına bakışı konuları incelendi. Dr. Öğr. Üyesi Tuba Yıldız’ın kaleminden “Orta Doğu’da Müslüman Kadın” başlıklı bölüm, Orta Doğu coğrafyasında Müslüman kadının sosyal, politik ve kültürel geçmişine ayna tuttu. Dr. Öğr. Üyesi Zehra Gözütok Tamdoğan’a ait “Kuzey Afrika’da Müslüman Kadın” başlıklı bölümde İslâm’ın bu topraklarda yayılmasından başlayarak yirminci yüzyılı içine alan süre içerisinde kadının toplumsal kimliği geniş bir perspektiften ele alındı. Dr. Fatma Merve Çınar Müslümanların İber Yarımadası’ndaki sekiz yüzyılı aşan varlıkları süresince, politik çalkantılar, yıkımlar, kaybedilen topraklar, bölgenin sık sık maruz kaldığı isyan ve işgallere rağmen, bünyesinde barındırdığı farklılıklarla gelişen ve çeşitlenen Endülüs medeniyetinde kadının konumunu “Endülüs’te Müslüman Kadın” başlığı altında irdeledi. Dr. Nagehan Vurgun, “Orta Asya’da Müslüman Kadın” bölümünde Cengiz Han dönemine kısa bir atıfta bulunmasının ardından bölgenin İslâmlaşmasından başlayarak yirminci yüzyıla kadar Orta Asya Müslüman kadınının devlet ve toplumsal hayat içerisindeki görünürlüğüne değindi. Dr. Öğr. Üyesi Nilüfer Ateş’in yazarı olduğu “Anadolu’da Müslüman Kadın” bölümünde Anadolu coğrafyasında Malazgirt Zaferi sonrasından Osmanlı Devleti’nin modernleşme dönemine kadar geçen tarihî süreçte Müslüman kadının toplumsal konumu çeşitli yönleriyle incelendi. İslâmlaşmaya Osmanlının bu topraklara uzanmasıyla başlayan Balkanlarda on beşinci yüzyıldan Dayton Barış Antlaşması sonrasına kadar kadının sosyal konumu Doç. Dr. Cemile Tekin tarafından “Balkanlarda Müslüman Kadın” başlığı altında ele alındı. Dr. Öğr. Üyesi Gülşen Yağır Ahmetoğlu, “Güney Asya’da Müslüman Kadın” başlığı altında bu geniş coğrafyadaki Müslüman kadınların toplumdaki rolleri ve statüleri, cinsiyet eşitsizlikleri, kültürel, ekonomik ve sosyal alanlarda karşılaştıkları sorunlar ve bu sorunlarla nasıl mücadele ettiklerini değerlendi.
Müslüman kadını doğru tanımak, onun şekillenişine katkıda bulunan İslâm öncesi Arap toplumundaki kadını bilmekten geçer. Bu bağlamda kitapta yer alan “İslâm Öncesi Arap Toplumunda Kadın” başlıklı bölüm, Doç. Dr. Nihal Şahin Utku tarafından kaleme alındı. İlk vahiy ile başlayan ve Hz. Peygamber’in vefatı ile tamamlanan süreçte Müslüman kadının ortaya çıkışı ve toplumsal statüsünün ele alındığı “Hz. Peygamber Döneminde Müslüman Kadın” başlıklı bölüm Doktorant Emine Peköz tarafından kaleme alındı. Dr. Öznur Özdemir, Hz. Peygamber’den sonra Arap toplumunun, nebevî pratikleri yaşamlarının merkezine ne ölçüde aldıklarını ve kadının Hz. Peygamber dönemindeki mevcudiyeti ile benzer ve farklı yanlarını, “Hz. Peygamber Sonrası Arap Toplumunda Müslüman Kadın” başlıklı bölümde inceledi. “Müslüman Türk Devletlerinde Müslüman Kadın” başlıklı bölümün yazarı Doç. Dr. Meryem Gürbüz, Karahanlı, Gazneli ve Hârezmşahlar zamanında kadının konumu, siyasî hayatta oynadığı rol, sosyal, kültürel ve gündelik yaşamdaki yerini inceledi. Prof. Dr. Ayşe Dudu Kuşçu, “Selçuklularda Müslüman Kadın” başlıklı bölümde devlet idaresinde söz sahibi olan Altuncan Hatun, Terken Hatun, Raziye Devlet Hatun, Mahperi Hatun gibi spesifik örnekler üzerinden bu toplum yapısında kadının konumunu aydınlattı. Dr. Öğr. Üyesi Esra Atmaca’ya ait “Memlüklerde Müslüman Kadın” bölümünde, İslâm tarihindeki en büyük Müslüman Türk devletlerinden biri olan Memlük Devleti’nde kadının siyasî, sosyal, ilmî, dinî ve iktisadî hayattaki varlığına dair önemli notlar aktarılarak kadının özellikle toplumsal yaşamdaki rollerine ilişkin kıymetli bilgiler sunuldu. “Osmanlılarda Müslüman Kadın” bölümünün yazarı Doç. Dr. Halide Aslan, kuruluşundan yıkılışına Osmanlı ülkesinde farklı statülerden kadınların gündelik ve sosyal yaşamlarına dair bilgileri paylaştı. Dr. Öğr. Üyesi Safa Demir Sarı, “Modern Zamanlarda Müslüman Kadın” bölümünde, Doğu ile Batı arasında Müslüman kadına bakış üzerinden yaşanan polemiklere eğildi. İslâm ülkelerinde kadın hareketleri ve İslâmî feminizm üzerinde durdu, Müslüman kadınların modern zamanlarda yaptıkları sosyal faaliyetleri, pek çok Müslüman ülke üzerinden tanıttı.
literatürde çeşitliliği de beraberinde getirmiştir. Bu çeşitlilik tür bakımından olduğu gibi muhatap kitle bakımından da artmaktadır. Ayrıca çok farklı kurum, kuruluş, dinî cemaat ve şahıslar, muhtelif sâiklerle Siyer eserleri yayımlamaktadır. Bu da Siyer sahasında telif edilmiş eserlerin, niteliklerinin ortaya konularak doğru çalışmaların ayırt edilebilmesini ve eserlere dair tespitlerin okurlara sunulmasını lüzumlu kılmaktadır. Zira peygamber tasavvurunun hayatın her alanına nüfuzu, ancak bu tür çalışmalarla mümkün olacaktır. Temel kaynaklardaki sahih bilgilerin muhatap kitlelerin özelliklerine göre ne şekilde verilmesi gerektiğine ilişkin olarak farklı disiplinlerin verilerinden yararlanan çalışmalar yürütülmüştür. Bu minvalde Siyer’le ilgili araştırmalar yapan kimi akademisyenler; ders kitapları, edebî eserler ve popüler yayınlarda karşılaşılan sorunlarla alakalı bilimsel çalışmalarda bulunmuşlardır. Araştırmalarının sonucunda yaptıkları değerlendirmeleriyle, her yaşta ve farklı eğitim seviyelerindeki okuyucu kitlelerine en uygun Siyer anlatım usulünün belirlenebilmesi için çeşitli öneriler sunmuşlardır. Çocuk dergilerinin de bu tür araştırmalara konu edinilmesi gerekliliği bulunmaktadır.
Çocuk Siyer edebiyatı; Siyer bilgisinin yanında pedagojik, edebi,
sanatsal ve sosyo-kültürel tarafları olan bir alandır. Çocuk edebiyatı
ürünlerinden biri olan çocuk dergileri belirli periyotlarla güncellenebilme özelliği, görsel ve metinsel zenginliğiyle dinî ve soyut konulara içeriklerinde yer verebilme imkânına sahiptir.
Ülkemizin din işlerinin yürütülmesinden resmî olarak sorumlu bulunan
Diyanet İşleri Başkanlığı, görev ve sorumluluk alanına dinî neşriyatı da
dâhil etmiştir. Toplumun ihtiyaç ve beklentilerine yönelik dinî yayınlar
içerisinde farklı kesimlere hitap eden dergiler de bulunmaktadır. Bunlardan biri olan ve Türkiye’de süreli çocuk yayınları arasında satış rakamlarıyla ilk sırada yer alan Diyanet Çocuk Dergisi’dir. Derginin devletin resmî bir kurumu tarafından çıkarılıyor olması, yazar donanımı, içerik kalitesi, doğru görsel kullanımı gibi çok çeşitli açılardan üst düzey niteliklere sahip olmasını gerekli kılmaktadır. Bireylerin ileriki yaşlarında sahip olacakları ahlak, davranış ve algılarının temelinin atıldığı ve tüm hayatını etkileme özelliğine sahip olan çocukluk döneminde doğru örnek ve bilgilerle karşılaştırılması büyük bir sorumluluktur. Bu sorumluluk da en fazla resmî kurumlar tarafından hissedilmelidir. Diyanet Çocuk Dergisi’nin ulaştığı kesimlerin nicelik açısından büyüklüğü ve onun ülkemizin din işlerinin yürütülmesinden sorumlu olan bir kurum tarafından çıkarılıyor olması, akademik bakış açısıyla çok çeşitli açılardan, titizlikle incelenmesini lüzumlu hale getirmiştir.
Diyanet Çocuk Dergisi özelinde ulusal akademik literatüre bakıldığında
derginin, grafik tasarım, yapısal analiz, içerik analizlerinin din eğitimi gibi
çeşitli açılardan değerlendirildiği görülmektedir. Bununla birlikte
tespitlerimize göre önemine ve gerekliliğine rağmen derginin Siyer
açısından değerlendirildiği bir çalışma hâlihazırda mevcut değildir.
Araştırmamız Diyanet Çocuk Dergisi 2000-2019 yıllarına ait sayı ve eklerinin Siyer’e dair muhtevasının içerik ve sunumunun irdelenmesi gayesini taşımaktadır. Bu sayede dinî çocuk edebiyatı açısından önemli bir yeri olan derginin çocuk zihninde doğru bir Peygamber tasavvuru oluşturma durumunu incelemeyi gaye edinmektedir.
Prof. Dr. Esra Yakut Anadolu Üniversitesi
Prof. Dr. Nahide Bozkurt Ankara Üniversitesi
Doç. Dr. Ayşe Esra Şahyar Marmara Üniversitesi
Doç. Dr. Ayşe Hilal Kalkandelen Atatürk Üniversitesi
Doç. Dr. Betül Gürer Necmettin Erbakan Üniversitesi
Doç. Dr. Cemile Tekin Necmettin Erbakan Üniversitesi
Doç. Dr. Feyza Betül Köse Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Doç. Dr. Habibe Kazancıoğlu Trakya Üniversitesi
Doç. Dr. Halide Aslan Ankara Üniversitesi
Doç. Dr. Hülya Terzioğlu Sakarya Üniversitesi
Doç. Dr. Meryem Gürbüz Kocaeli Üniversitesi
Doç. Dr. Nihal Şahin Utku Marmara Üniversitesi
Doç. Dr. Nuran Çetin Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
Doç. Dr. Rabiye Çetin Ankara Üniversitesi
Doç. Dr. Zehra Gencel Efe Hitit Üniversitesi
Dr. Öğr. Üyesi Belkıs Özsoy Demiray Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi
Dr. Öğr. Üyesi Elif Yazıcı Pamukkale Üniversitesi
Dr. Öğr. Üyesi Esra Aslan Dicle Üniversitesi
Dr. Öğr. Üyesi Esra Atmaca Sakarya Üniversitesi
Dr. Öğr. Üyesi Feyza Doğruyol Sakarya Üniversitesi
Dr. Öğr. Üyesi Gülşen Yağır Ahmetoğlu Kırıkkale Üniversitesi
Dr. Öğr. Üyesi Halide Rumeysa Küçüköner Dicle Üniversitesi
Dr. Öğr. Üyesi Nilüfer Ateş Bozok Üniversitesi
Dr. Öğr. Üyesi Peyman Ünügür Tekin Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
Dr. Öğr. Üyesi Saadet Altay Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi
Dr. Öğr. Üyesi Safa Demir Sarı Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi
Dr. Öğr. Üyesi Tuba Yıldız İstanbul Üniversitesi
Dr. Öğr. Üyesi Yasemin Barlak Sinop Üniversitesi
Dr. Öğr. Üyesi Zehra Gözütok Tamdoğan Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi
Arş. Gör. Dr. Hilal Livaoğlu Mengüç İstanbul Üniversitesi
Arş. Gör. Dr. Öznur Özdemir Sakarya Üniversitesi
Arş. Gör. Dr. Tuğba Günal Ankara Üniversitesi
Arş. Gör. Emine Peköz Iğdır Üniversitesi
Arş. Gör. Fatma Merve Çınar Ankara Üniversitesi
Dr. Bedriye Yılmaz Zonguldak Üniversitesi
Dr. Nagehan Vurgun Bağımsız Araştırmacı
Dr. Ülkü Koçak Milli Eğitim Bakanlığı
Putperestliğin rolü İslam'ın arifesindeki Arabistan çalışmaları için hayati öneme sahiptir. Arap putlarının varlığı son zamanlarda sorgulanmaktadır fakat burada ele alınan ilk kaynakların titiz araştırması onların varlıklarının şüphe götürmez olduğunu göstermektedir. Çeşitli türlerdeki çok sayıdaki put tüm Arabistan çapında biliniyor olmalıdır. Putperestlik muhtemelen diğer yerlerde gerilemiş ancak Arabistan'da hiçbir zayıflama belirtisi göstermemiştir. Arapların putlarına bağlılıklarını ölçmek mümkün görünmese de onların ibadetlerinin hem Mekke hem de Medine'de Hz. Muhammed için büyük bir engel teşkil ettiği makûl görünmektedir.
ABSTRACT
Was Arabian Idol Worship Declining on the Eve of Islam?
The role of idol worship is of crucial importance for the study of Arabia on the eve of Islam. The very existence of the Arabian idols has recently been questioned , but the thorough investigation of the primary sources undertaken here suggests that their existence is beyond doubt. A great many idols of various kinds must have been known all over Arabia. Idolatry was perhaps in retreat in other places, but in Arabia it showed no signs of weakening. It may well be impossible to gauge the Arabs' devotion to their idols, but it stands to reason that their worship formed a major obstacle for Muhammad both in Mecca and in Medina.
Vakfımız ile Akademik Siyer Sayfasının ortaklaşa yürüteceği ve her yıl düzenlenmesi planlanan Lisansüstü Siyer Tez Toplantılarında, ülkemizdeki farklı üniversitelerde Yüksek Lisans ve Doktora düzeyinde Siyer tezleri hazırlamakta olan öğrencilerin, alanın hocaları ile bir araya getirilerek tezleri hakkında görüş alışverişinde bulunmaları ve kapsamlı değerlendirmeler yapmaları sağlanacak.