
erhan oruc
Related Authors
Alper Demir
Dokuz Eylül University
Ayşen Sivrikaya
Hacettepe University
Yılmaz Toktaş
Amasya University
chibi abderrahim
Abou bekr bel kaid University,Tlemcen
Mohamed Benbouziane
Université Abou Bekr Belkaid Tlemcen
InterestsView All (7)
Uploads
Papers by erhan oruc
Argentina, South Africa, India, and Türkiye (namely, BASIT)—is investigated. These countries’
economies operate under a time current account deficit almost all the time, a condition that causes
fragility to external shocks; the following fallout from these shocks may risk not only the domestic
economy but also the international economy, such as by clogging trade and income distribution. In
this study, the sustainability of the current account in BASIT countries is examined via wavelet-based
Kapetanios, Shin and Snell (WKSS) and Fourier wavelet-based KSS (FWKSS) unit root tests, in
conjunction with linear unit root tests. Even though traditional unit root tests generally support the
sustainability of a current account deficit for all countries, a non-linear unit roots test confirms the
traditional tests for only India and South Africa. Results from the wavelet transform of non-linear
unit root tests indicate the unsustainability of the current account balance, except in the case Türkiye.
Moreover, the FWKSS test confirms WKSS.
basında yer almaktadır. Özellikle 2009 ekonomik krizi ve Avrupa borç krizinden sonra hem issizlik hem de genç
issizlikte artıslar yasanmıstır. Özellikle Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerde bu sorun çok ciddi
boyutlara ulasmıstır. Ekonomik kalkınma ve is birliği örgütü (OECD) ülkelerinde ortalama olarak 1990 yılında
genç issizlik %17,6 düzeyindeyken 2009 krizinin etkisi ile 2013 yılında %26’ya kadar yükselmistir. 2017 itibariyle
%17,5 kadar düsmüstür. Türkiye’de ise genç issizlik rakamlarında özellikle son dönemlerde ciddi artıs yasanmıs
ve %25’leri asmıstır. 1990 yılında %16 düzeyindeyken 2019 yılında ortalama dört gençten biri issiz olduğu TUİK
tarafından açıklanmıstır. Hem Türkiye’de hem de OECD ülkelerinde özellikle gençler içinde kadınların daha
dezavantajlı olduğu ve is bulmakta daha zorlandığı istatistiki olarak açıkça görülmektedir. Daha temel sorun ise
eğitimde veya stajda olmayan genç nüfus sayısında da ciddi artıslar göze çarpmaktadır. Bu çalısmada bu OECD
ve Türkiye rakamları analiz edilerek genç issizliğin çözümüne yönelik önerilerde bulunulacaktır.
Abstarct
One of the most important problems is young unemployment rate which its solution is hard in both developed and
developing countries. Both unemployment rate and young unemployment rate rises remarkably after both 2009
Mortgage crises and European Debt crises. This phenomenon converts to major problem in some countries; such
as France, Italy, Spain, and Portugal. The average of youth unemployment rate was 17,5%, however it dramatically
climbed to 26%. After that it has started to decrease. It becomes 17,5% at the end of the 2017. Youth unemployment
rate has reached serious magnitude recently in Turkey and the rate pass over 25%. It was 16% in 1990 but one of
the fourth young does not work at all in 2019 reported by TUİK. Young females do not have less change to find a
job in both Turkey and OECD countries. More serious trouble is that young people not in education, work or
training have increased rapidly. In this study, it is tried to analyze young unemployment rate and make some
suggestions about solution of this trouble.
Argentina, South Africa, India, and Türkiye (namely, BASIT)—is investigated. These countries’
economies operate under a time current account deficit almost all the time, a condition that causes
fragility to external shocks; the following fallout from these shocks may risk not only the domestic
economy but also the international economy, such as by clogging trade and income distribution. In
this study, the sustainability of the current account in BASIT countries is examined via wavelet-based
Kapetanios, Shin and Snell (WKSS) and Fourier wavelet-based KSS (FWKSS) unit root tests, in
conjunction with linear unit root tests. Even though traditional unit root tests generally support the
sustainability of a current account deficit for all countries, a non-linear unit roots test confirms the
traditional tests for only India and South Africa. Results from the wavelet transform of non-linear
unit root tests indicate the unsustainability of the current account balance, except in the case Türkiye.
Moreover, the FWKSS test confirms WKSS.
basında yer almaktadır. Özellikle 2009 ekonomik krizi ve Avrupa borç krizinden sonra hem issizlik hem de genç
issizlikte artıslar yasanmıstır. Özellikle Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerde bu sorun çok ciddi
boyutlara ulasmıstır. Ekonomik kalkınma ve is birliği örgütü (OECD) ülkelerinde ortalama olarak 1990 yılında
genç issizlik %17,6 düzeyindeyken 2009 krizinin etkisi ile 2013 yılında %26’ya kadar yükselmistir. 2017 itibariyle
%17,5 kadar düsmüstür. Türkiye’de ise genç issizlik rakamlarında özellikle son dönemlerde ciddi artıs yasanmıs
ve %25’leri asmıstır. 1990 yılında %16 düzeyindeyken 2019 yılında ortalama dört gençten biri issiz olduğu TUİK
tarafından açıklanmıstır. Hem Türkiye’de hem de OECD ülkelerinde özellikle gençler içinde kadınların daha
dezavantajlı olduğu ve is bulmakta daha zorlandığı istatistiki olarak açıkça görülmektedir. Daha temel sorun ise
eğitimde veya stajda olmayan genç nüfus sayısında da ciddi artıslar göze çarpmaktadır. Bu çalısmada bu OECD
ve Türkiye rakamları analiz edilerek genç issizliğin çözümüne yönelik önerilerde bulunulacaktır.
Abstarct
One of the most important problems is young unemployment rate which its solution is hard in both developed and
developing countries. Both unemployment rate and young unemployment rate rises remarkably after both 2009
Mortgage crises and European Debt crises. This phenomenon converts to major problem in some countries; such
as France, Italy, Spain, and Portugal. The average of youth unemployment rate was 17,5%, however it dramatically
climbed to 26%. After that it has started to decrease. It becomes 17,5% at the end of the 2017. Youth unemployment
rate has reached serious magnitude recently in Turkey and the rate pass over 25%. It was 16% in 1990 but one of
the fourth young does not work at all in 2019 reported by TUİK. Young females do not have less change to find a
job in both Turkey and OECD countries. More serious trouble is that young people not in education, work or
training have increased rapidly. In this study, it is tried to analyze young unemployment rate and make some
suggestions about solution of this trouble.
variables within the vector autoregressive framework. Recently, some of these
studies have focused on sectoral effects of monetary policy. Sectoral analysis
is more helpful than aggregate analysis in the understanding of the monetary
transmission mechanism because it is easy to understand sectoral effects of
monetary policy. In other words, it can be revealed whether or not there is any
asymmetric effect of monetary policy. So, it provides advantageous information
about monetary transmission mechanism. In this study, we have investigated the
response of various industrial sectors to monetary policy in Turkey. According
to the estimation results, there are significant differences between industries in
response to monetary policy in Turkey. This asymmetry is explained by different
sensitivity to interest rate originated from different sectoral structure or characteristics
of these industries.
Literatürde para politikasının makro değişkenler üzerine etkisini vektör otoregresif modelleri ile inceleyen çok sayıda çalışma yer almaktadır. Ancak, son zamanlardaki bazı çalışmalar para politikasının sektörel etkileri üzerinde durmaya başlamıştır. Parasal aktarım mekanizmasının anlaşılmasında sektörel analiz, makro değişkenlerle yapılan analizden daha yararlıdır, çünkü bu yöntem sayesinde para politikasının sektörel etkileri daha kolay anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle bu analiz para politikasının sektörler üzerine asimetrik etkisinin olup olmadığını ortaya koyabilmektedir. Bu yüzden, bu tür analizler parasal aktarım mekanizması hakkında daha fazla bilgi sağlamaktadırlar. Bu çalışmada, Türkiye’de çeşitli sektörlerin para politikasına tepkileri analiz edilmiştir. Tahmin sonuçlarına göre, Türkiye’de çeşitli sektörler para politikasındaki değişikliklere çok farklı tepkiler vermiştir. Bu asimetri sektörel yapılardaki veya endüstrilerin karakteristik özelliklerindeki farklılıklardan kaynaklanan faiz oranına karşı farlı duyarlılıklar ile açıklanabilir.
gelirlerinin artması yani ekonomik büyümenin gerçekleşmesi gerekmektedir. Reel milli geliri arttırmak için ülkeler
yatırımlarını arttırması gerekir. Bir diğer yol ise ihracatı arttırmaktır. Küreselleşme süreci ile birlikte ülkeler dışa açılmışlar.
Birçok ülke ihracatını arttırarak ekonomik büyümeyi hızlandırmaktadırlar. Böylece Çin gibi gelişmekte olan ülkeler hızlı
ve sürdürülebilir büyüme ile gelişmekte olan ülkelerle aralarındaki farkı kapatma şansı yakalamışlardır.
İhracattaki artış tüm ülkelerde aynı etkiyi göstermeyebilir. Özellikle ihraç mallarına yönelik olumsuz dış talep ile
karşılaşan ülkeler ile ithal ettiği malların fiyatları ihraç ettiği malların fiyatlarına göre daha fazla artan ülkelerin dış ticaret
hadleri olumsuz etkilenmektedir. Bu ülkelerin ihracatı artmasına rağmen uzun dönemde ülke refah düzeyi azalabilmektedir
(Pryor, 2007:208). Bu ülkeler ihracatlarını arttırmaktadırlar ve böylece ekonomik refah artışı sağlamaktadırlar. Fakat dış
ticaret hadleri olumsuz etkilenmesinden dolayı aynı zamanda refah kaybına yaşamaktadırlar. Eğer dış ticaret hadlerinin
kötüleşmesinden kaynaklanan refah kaybı ihracat artışından kaynaklanan refah artışı ile telafi edilemediğinde ihracat
ülkenin net refah düzeyinin düşmesine neden olacaktır.
Özellikle 1980 sonrası Türkiye’de serbestleşme çabaları başlamıştır. 1989 yılında döviz piyasasında kontrollerin
kaldırılması ve 1994 yılındaki gümrük birliği antlaşması ile ihracatta hızlı artışlar yaşanmıştır. Fakat ihraç ürünlerinin
çoğunlukla tarım ve tekstil gibi ürünler ile katma değeri yüksek olmayan ürünlerden oluşmasından dolayı ihracatın
ekonomik büyümeye etkisi istenen seviyede gerçekleşmemiştir. Ayrıca ihracat edilen ürünlerin bir kısmının ithal girdiye
bağlı olması nedeniyle ihracat arttıkça ithalatta artmaktadır. İthal girdi kullanılan sektörlerden ihraç edilen ürünlerin
fiyatlarında artış, kullanılan girdi fiyatlarının altında kaldığı dönemde Türkiye’de ekonomik büyümeyi olumsuz
etkilemektedir.
Türkiye ekonomik tarihinin en derin krizini yaşadığı 2001 yılından sonra izlenen ekonomi politikaları çerçevesinde
dönem dönem ihracata yönelik büyüme stratejileri benimsenmiştir. Fakat 2000li yılların başlarında Türk Lirası’ndaki aşırı
değerlenmeye rağmen çeşitli teşvikler ve uluslararası ekonomik koşullar nedeniyle ihracatta artışlar yaşanmış, fakat aynı
dönemde ithalatta artmıştır. Son dönemde ise döviz kurunda ciddi artış yaşanmıştır. Türk lirasının ciddi değer kaybettiği
dönemde iç talep yetersizliği nedeniyle birçok firma ihracata yönelmiş ve Cumhuriyet tarihi rekorları kırılmıştır. İşte bu
nokta akıllara ihracatın Türkiye için refah artışına mı yoksa refah kaybına mı neden olduğu sorusu gelmektedir. Özellikle
2009 sonrası petrol gibi kilit girdi fiyatlarının uluslararası piyasalarda üç haneli rakamları görmesi Türkiye’nin dış ticare t
hadlerini olumsuz etkilemektedir. Bu olumsuzluk ve Türk Lirası’ndaki aşırı değer kaybı ile birleşince Türkiye’de
yoksullaştıran büyümenin yaşanmasına neden olabilir.
Bu bağlamda bu çalışmanın temel amacı 2003-2022 döneminde Türkiye’de yoksullaştıran büyümenin geçerliliği
sorgulanacaktır. Dış ticaret hadleri ve dış ticaret hacmine ait aylık verilerle ekonometrik modeller tahmin edilerek istatistiki
sonuçlar elde edilip yorumlanacaktır. Bu çalışma teorik yaklaşımlar ile devam edecektir. Üçüncü bölümde yoksullaştıran
büyüme üzerine yapılmış çalışmalara yer verilecektir. Bir sonraki bölümde ekonometrik model tanıtılacaktır. Beşinci
bölümde uygulama sonuçlarına yer verilecektir. Çalışma sonuç ve öneriler ile son bulacaktır.
için iktidar koltuğunu korumanın en sağlam yöntemi ülke vatandaşlarının gelirlerini arttırmaktadır. Bu doğrultuda
ekonomik büyüme gerçekleştirmek için özellikle gelişmekte olan ülkeler hem sermayeye hem de ithal yatırım mallarına
ihtiyaç vardır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde tasarruflar hızlı ve sürdürülebilir bir büyüme için yeterli olmayabilir.
Bu yüzden bu ülkeler yabancı sermayeye ihtiyaç duymaktadırlar. Özellikle 1980 sonrası küreselleşme ile birlikte doğrudan
yabancı sermaye akımları gelişmekte olan ülkelere yönelmiştir. Devletler bu yatırımları çekebilmek için çeşitli teşvikler
sunmuşlarıdır. Bunun yanında ülkeler yerli yatırımcı içinde yabancı sermayeye ihtiyaç duyduklarında ya bunu kısa vadeli
yabancı sermaye olarak ya da dış borç olarak karşılamaya çalışmışlardır. Bu durumlarda ülkeye sermaye girişi olmuş ve
fazla gelen sermaye cari işlemler açığının artmasına neden olabilir.
Bir başka açıdan ele alındığında dünya üzerinde Türkiye gibi bazı ülkeler ise ihracat ettiği bazı mal ve hizmetlerin
temeli ithalata dayanmaktadır. Örneğin Türkiye’de üretilen otomobillerin yerlilik oranı %25 ile %68 arasında
değişmektedir2. Yani %25 yerli girdi kullanan bir otomobil firmasının Türkiye’de ürettiği her 100 TL’lik ihracatının
yaklaşık 75 TL’si ithalattır ve ihracatı arttırdığımız zaman ithalatta artmaktadır. Bu yüzden son yıllarda ihracatta ciddi
yükselme yaşandığında ithalatında arttığı göze çarpmaktadır. Yani Türkiye’de ithalatı arttırmadan ihracat yapmanın zor
veya kısıtlı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bunun yanında girdi, aramalı ve tüketim malı ithalatının ile enerjide
dışa bağımlı olması nedeniyle Türkiye yıllardır cari açık vermekte ve ne zaman yüksek büyüme oranlarına ulaşsa cari
açıkta roket gibi fırlamaktadır.
Başka bir etmen ise döviz kurudur. Özellikle 2001 yılındaki krizden sonra uygulanan güçlü ekonomiye geçiş programı
çerçevesinde yüksek reel faiz ile birlikte Türkiye’ye sıcak para girmiştir. Giren sıcak para sayesinde Türkiye’de döviz
miktarı artmış ve döviz kurlarında yükselme yaşanmamış hatta merkez bankası rezervleri ciddi miktarda yükselmiştir. Bu
dönemde enflasyon olmasına rağmen 5-6 yıl döviz kurlarında ciddi değişme yaşanmaması nedeniyle ithal mallar göreli
olarak ucuz kalmış ve Türkiye’de ithal mal tüketimi artmıştır. Bu durumda birçok yerli üretici zarar görmüştür. 1950’li
yıllarda verilmeye başlanan cari işlemler açığı bu dönemde hızlı bir şekilde artmış ve Türkiye ekonomisinin kırılgan birkaç
yapısından biri olmuştur.
Diğer taraftan ülkeler büyüdükçe ülke vatandaşlarının da ortalama gelirinin artması beklenir. Gelir artışı olan ekonomik
birimlerin ithal amal olan talebi de artmaktadır. Bu durumda eğer ihracat artışı veya turizm gelirleri ithalat artışındaki kadar
artmaması durumunda ülkelerde cari açığa neden olmaktadır. Bu durumda cari işlemler açığı ile büyüme arasında teorik
olarak çift yönlü etkinin varlığından söz edebiliriz. Cari işlemler açığının ciddi boyutlara ulaşması ve ülkelerin bu açığı
finanse edememesi durumunda ise ülkeler ekonomik krizlerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Literatürde döviz krizi olarak
tanımlanan birçok krizin temel nedeni ödemeler bilançosunun tıkanmasından kaynaklanmaktadır. Ghosh ve Ramakrishnan
(2012) cari işlemler açığının büyüklüğünün sorun olmadığını aslında bu açığı finanse edilmediğinde yaşanacakların
ekonomi için yıkıcı olacağını belirtmiştir. Avustralya ve Yeni Zelanda’nın son 20 - 30 yılda ortalam%4-5 - 5 arası sürekli
cari açık verirken Meksika ve Tayland gibi döviz krizine gören ülkelerde cari işlemler açığının kısa dönemde tersine bir şok
yaşadığı durumu karşılaştırmış ülkelerin cari işlemler açığını finanse etmediklerinde ülke ekonomilerinin krize girdiğini ve
cari açığı finanse edemediği için tüketim, yatırım ve kamu harcamalarını kısmak zorunda kaldıkları aslında daha önceki
yıllarda aldıkları borçları çok kısa sürede ödemek zorunda kaldıkları için ekonomik yapılarının bozulduğunu belirmiştir.
Bundan dolayı ülkelerin finansmanını zorlayacak derecede yüksek cari işlemler açığı vermemeleri konusunda dikkatli
davranmaları gerektiğini belirmiştir. Bu çalışmada Türkiye’de cari işlemler açığı ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki 1999:01-2022:2 dönemine ait
çeyreklik cari işlemler açığının gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) oranı ve büyüme oranı (reel GSYİH’daki yüzdesel
değişim) verileri kullanarak analiz edilecektir. Bir sonraki bölümde konu hakkında teorik yaklaşımlar ele alınacaktır.
Sonrasında iktisat yazınında bu konudaki çalışmalardan bazıları kısaca özetlenecektir. Bir sonraki aşamada kullanılacak
ekonometrik modeller tanıtılacaktır. Model sonuçları yorumlandıktan sonra çalışma sonuç bölümü ile bitecektir.
ile birlikte Covid-19’un maliyetleri arttıran etkisi birleşince Türkiye
ekonomisinde enflasyon tekrar yükseliş eğilimi göstermiş ve
özellikle sabit gelirlerinin alım gücünün ciddi derecede düşmesine
neden olmuştur. Son dönemlerde ise enflasyonu kontrol altına almak
için merkez bankası politika faiz oranını yükseltip bir yandan talebi
baskı altına alıp diğer taraftan kurdaki dalgalanmayı azaltıp
enflasyonu düşürme stratejisi yani dezenflasyon politikası takip
etmektedir. Faiz oranlarının yükselmesi hem yerleşik kişilerin ulusal
para talebini arttıracak hem de yurtdışı yatırımcıların Türkiye’deki
yüksek faizden kazanç elde etmek için yatırımlarını Türkiye’ye
yönlendirmesi sonucu son 3-4 yılda dövize olan talebin azalması
yönünde döviz piyasasında baskı oluşturacaktır. Bunun sonucunda
döviz kurlarında istikrar sağlanabilecektir. Böylece döviz kurlarında
yaşanması muhtemelen yükselişin özellikle enerji fiyatları ve ithal
girdi maliyetlerini yükseltmesi önlenecek sonuç olarak enflasyonun
döviz kurundan kaynaklanan maliyet artışı da kontrol altına
alınacaktır.
Merkez bankasının politika faizini arttırması hem bankaların
kredi maliyetlerini yukarı çekecek hem de mevduat faizlerinin de
yukarı doğru hareket etmesine neden olacaktır. Kredi faizlerinin
yükselmesi özellikle konut, taşıt ve ihtiyaç kredilerine olan talebin
azalmasına neden olacaktır. Böylece ekonomide var olan veya var
olduğu düşünülen aşırı talebin kısılması suretiyle fiyat artışları
dizginlenecektir. Diğer taraftan merkez bankası politika faizini
yükseltmesi firmaların kullanacağı kredi maliyetinin artmasına,
maliyeti artan firmalar ya daha az yatırım yapacak veya ürünün fiyatı
yükseltecektir. Eğer firmalar kredi maliyet artışını ürün fiyatlarına
yansıtamayacak ise bu durumda bazı yatırım stratejilerini
erteleyeceklerdir. Çünkü yatırımları karar verirken şirketler piyasa
faiz oranını dikkate alır. Faiz oranları yükseldiği dönemde yatırım
yapılabilir konumda olup fakat karlılığı düşük projeler yükselen faiz
oranları ile birlikte yatırım yapılamaz konuma gelebilir. Bu durumda
bazı yatırım projelerinin ertelenmesi gündeme gelecektir ki bu
durumda ülke ekonomisi küçülme eğilime girecek ve GSYİH düşüşü
talebin azalmasına da katkı yapacaktır.
Özellikle 2018 yılından sonra Türkiye ekonomisini yöneten
merkez bankası faiz indirimleri uygularken politika faiz yerine
dönem dönem faiz koridoru politikası ile bankacılık sitemini finanse
etmiştir. Merkez bankasının politika faizini devre dışı bırakıp
bankaları faiz koridoruna yönlendirmesi ise bankların merkez
banaksında kullanacağı kredilerin maliyetini politika faiz oranının
üzerinde veya altında olmasına neden olabilmektedir. Bu çalışmanın
temel amacı merkez bankasının faiz kararının ve döviz kurundaki
değişmenin enflasyon üzerindeki etkisini analiz etmektir. Türkiye
Cumhuriyeti Merkez bankası (TCMB) 2011 yılından itibaren
bankaları politika faizi haricinde birden fazla faiz ile fonlaması,
bankacılık kesiminin ortalama maliyetini politika faizinden farklı
olmasına neden olmuştur. İşte bu çalışmada merkez banaksının faiz
kararı açısından sadece politika faizi alınması bankaların gerçek
maliyetini yansıtmayacağı düşüncesi nedeniyle ağırlıklı ortalama
fonlama maliyeti (AOFM) ele alınmıştır. Döviz kuru ise yarı yarıya
ağırlıklandırılmış dolar ve Euro kurları tercih edilmiştir2. 2011-2023
döneminde aylık veriler kullanılmış olup, birim kök testleri ile
birlikte kırılmalı birim kök testleri yapılmış ve kırılmalı modelde
eşbütünleşme sonuçları elde edilince değişkenlere ait katsayılar
(tamamıyla değiştirilmiş en küçük kareler – fully modified ordinary
least square) FMOLS ekonometrik yaklaşımı ile elde edilmiştir.
Faiz Oranlarının ve Döviz kurunun Enflasyon ile İlişkisi
Günümüz ekonomilerinde merkez bankaları ekonomiyi
yönlendirmede para politikası aracı olarak faiz oranlarını tercih
etmektedirler. Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde
politika yapıcılar bankaların rezervlerini politika faiz oranı ile
yönlendirmektedirler. TCMB’nin web sitesinde ve birçok kaynak
kitaplarda da bulunabileceği üzere politika faiz oranı bir hafta vadeli
repo işlemlerine uygulanan faiz oranı olup, merkez bankası para
politikası kurulu tarafından belirlenmektedir. Merkez bankası repo
işlemi yaptığında piyasaya likidite sürer. Çünkü ileride geri satmak
suretiyle kıymetli evrak satın alır ve karşılığında piyasaya ulusal
para sürer. Ters repo ise bunun tam tersi olup piyasadaki likidite
fazlasını piyasadan çeker. İşte merkez bankaları politika faiz oranını
değiştirerek para arzını dolayısıyla enflasyonu etkiler.
Faiz oranlarının ve döviz kurlarındaki değişmenin
enflasyonu etkilemesi Şekil 1’de verilmiştir. Merkez bankasının Türkiye’nin dış ticaretini çoğunluğu dolar ve Euro üzerinden olduğu için bu çalışmada döviz kuru olarak 0.5*Dolar + 0,5*Euro’dan oluşan sepet kur ile analizler
gerçekleştirilmiştir. Sepet kuradaki ağırlığın değişmesi veya sadece Dolar kuru kullanılması sonuçlarda önemli bir değişikliğe neden olmamaktadır.
haftalık repo faizini yani politika faizini arttırdığını varsayalım. Bu
referans faiz piyasadaki tüm faizlerin yükselmesine neden olacaktır.
Bunun sonucunda hem tüketici kredileri hem de yatırım kredileri
talebi azalacak böylece toplam talepte bir azalış meydana gelecektir.
Diğer taraftan faiz oranların yükselme yatırım kredi faizlerini
arttırdığı için yatırım talebi azalacak ve üretim artışı yavaşlayacak.
Talep artışı enflasyonun düşmesine yardımcı olurken artan faizlerle
birlikte yatırımların azalması veya üretimin azalması ise fiyatların
yukarı yönlü değişme için bir baskı oluşturacaktır.
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur.
Şekil 1. Faiz Oranları ve Döviz Kurlarındaki Değişmenin
Enflasyon Etki Kanalları
Diğer taraftan döviz kurlarında yükselme ithal tüketim ve
ithal ara malı ile yatırım mallarının ulusal para cinsinden değerinin
artmasına yol açacaktır. Tüketim mallarının fiyatının artması fiyatlar
genel seviyesini doğrudan etkilerken, ara malı ve yatırım malı ile
petrol fiyatlarında yükselme üretim maliyetlerinin artmasına neden
olacaktır. Özellikle petrol lojistikteki en önemli girdilerin başında
olduğu için petrolün ulusal para cinsinden değerinin artması tüm mal
ve hizmetleri etkilemektedir. Dolayısıyla ulusal paranın döviz
karşısında değer kaybetmesi maliyetlerin artmasına ve maliyetleri
artan firmaların olanakları dahilinde maliyetlerini fiyatlarına
yansıttığında ise enflasyona neden olacaktır. Dolayısıyla hem faiz
oranlarındaki değişme hem de döviz kurundaki değişme enflasyonu
ciddi bir şekilde etkilemektedir.
birimlerin kendi ihtiyaçlarını karşılamasının yanında toplumsal
yaşamın gerektirdiği bazı ihtiyaçlarının da karşılanması sorunu
ortaya çıkmıştır. İlkel dönemlerde toplumun gelişmesi ile toplumsal
ihtiyaçlar ya yardımlaşma ile veya toplum liderinin önderliğinde
giderilmeye başlanmışken modern toplumlara yaklaştıkça toplumsal
ihtiyaçlar devlet tarafından karşılanmaya eğilimine girilmiştir.
Devletler veya hükümetler ekonomik birimlerin toplumsal
ihtiyaçlarını karşılamak için mal ve hizmet tüketmenin yanında
çeşitli yatırımlarda yapmaktadır.
Hükümetler ister sosyal amaçlı olsun isterse politik amaçlı olsun
her dönem harcamalar yapmaları gerekmektedir. Özellikle
1 Doç. Dr, Kocaeli Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümü,
[email protected]
--123--
ekonomik düzenin sağlanması ve sosyal devlet anlayışı gereği kamu
belirli alanlarda harcamalar yapmaktadır. Hatta devlet yol, köprü
gibi altyapı yatırımlarından tutun çeşitli ülkelerde mal ve hizmet
üretimini bile sağlayabilmektedir. Bu mal ve hizmet üretimi için ve
alt yapı yatırımları için kamunun harcama yapması gerekecektir.
Tarih boyunca kamu harcamaları ekonomik tartışmaların başında
gelen konular arasında yer almaktadır. Bu harcamaların ekonomik
büyümeye katkısı yadsınamaz fakat harcamalardaki artış hızı
yükseldikçe ekonomiye olumsuz etkilerinin de olduğu
kanıtlanmıştır.
Literatürde Keynes etkisi olarak biline yaklaşımda kamu
harcamalarındaki artışın milli geliri arttırdığı ifade edilmektedir.
Wagner ise ekonomik büyümenin yani milli gelirdeki artışın kamu
harcamalarını arttırdığını ifade etmiştir. Devletin veya hükümetin
toplumsal ihtiyaçları karşılamak üzere yaptıkları parasal harcamaya
kamu harcaması denir (Türk, 1999:25). Diğer bir ifade ile belirli
kurallar veya planlar dahilinde devletin toplumsal yarar ve
ihtiyaçları gidermek için yaptığı mal, hizmet ve yatırım
harcamalarının tümüne kamu harcaması denilmektedir(Gürsoy,
1975: 60).
Kamu harcamaları ile maliye politikaları özellikle 1929 büyük
buhrandan sonra altın yıllarını yaşamıştır. 1929 krizi ile birlikte
yaklaşık dört yıl süren ekonomik küçülme döneminde piyasaya
devletin müdahalesini olmadığı durumlarda büyük krizlerden
ekonomilerin kendiliğinden çıkamadığı görülmüştür. 1936 yılında
Keynes’in Para istihdam ve faizin genel teorisi adlı kitabı ile maliye
politikaları ön plana çıkmıştır. Dünyada gelişmiş ülkeler dahil
maliye politikasını uygulamışlar ve kriz sonrasında büyük büyüme
hızları kaydedilmiştir. Fakat bu kamu harcamalarındaki artışla
birlikte devlet yöneticilerinin çoğu zaman politikadaki yerlerini
koruduğu ortaya çıkınca, maliye politikası dönem dönem siyasal
amaçlar çerçevesinde de kullanılmıştır. Bunun sonucunda kamu
harcamalarındaki artış milli gelirdeki artışı geçmiş ve devletin
ekonomi içindeki ağırlığı artmaya başlamıştır.
--124--
Bu harcamalardaki artış, talep artışını desteklediği için özellikle
1950’lilerden sonra gelişmiş ülkelerde enflasyon sorunu ortaya
çıkmaya başlamıştır. Fakat bu dönemlerde yüksek büyüme oranları
nedeniyle çok fazla eleştirilmeyen maliye politikaları, 1970’li
yıllarda yaşanan iki petrol krizi ile birlikte tüm okları üzerine
çekmiştir. Çünkü ekonomik büyüme azalmış ve enflasyon ile birlikte
işsizlik görülmeye başlanmıştır. Stagflasyon olgusunun ortaya
çıkmasındaki unsurların başında Keynesyen politikalar olduğu
düşünce hakim olmuş ve maliye politikası özellikle kamu
harcamalarına karşı ciddi itirazlar ortaya çıkmıştır. Buna rağmen son
dönemde yaşanan Mortgage krizi tekrar maliye politikasının ön
plana çıkmasını sağlasa da altın dönemi olarak kabul edilen 1940 ve
1950’li yıllardaki popülaritesini yakalayamamıştır.
Türkiye’de özellik 1970 yıllardan sonra devlet bütçesi açık
vermiş ve zaman zaman bu açık ciddi oranlarda artmıştır. Devlet
bütçesinin açık vermesinin bütçe gelirlerinin yetersiz oluşu kadar
kamu harcamalarının yüksek oluşu da etkilidir. Sermaye yetersizliği
olan Türkiye’de devlet kamu harcamaları iki şekilde arttırmaktadır.
Birincisi mal ve hizmet alımı şeklinde gerçekleşmektedir. Bu
durumda piyasadan devlet mal ve hizmet talep etmesi toplam talebi
arttırırken üretim artışını desteklemektedir. Diğer taraftan devlet
yatırım harcamaları ile hem alt yapı gelişini sağlarken diğer taraftan
özel sektöründe üretebileceği mal ve hizmetleri üretmektedir.
Üçüncü kamu harcamalarında artış ise transfer harcamaları (emekli
maaşı, karşılıksız öğrenci bursları,..) ve memur maaşlarında dönem
dönem ciddi artışlara gidilmektedir. Hangi tür kamu harcamaları
artarsa artsın ileriki dönemlerde mal ve hizmet talebini arttırdığı içi
ekonomik büyümeye en büyük destek sağlayan harcama
grubunlarından biridir.
Diğer taraftan literatürde Wagner etkisi diye bilinen bir
hipotezde ileri sürülmektedir. Wagner ekonomiler büyüdükçe
devletin yapacağı harcamalarında artacağını belirtip ekonomik
büyüme ile kamu harcamaları arasındaki ilişkiye Keynes’in tam tersi
yönünde ele almıştır. Wagner hipotezine göre ekonomiler
büyüdükçe sanayileşmenin artacağı, sanayileşme ile birlikte
--125--
kentleşmenin büyüyeceğinin belirtmiştir. Kentleşme ise o bölgenin
altyapı ve üstyapı yatırımlarının oluşmasına neden olacak özellikle
altyapı yatırımlarının çoğunu kamu tarafından yapacağı için
kentleşme ile birlikte devletin altyapın yatırımlarına daha fazla
kaynak ayırması gerektiğini belirtmiştir. Ekonomik büyüme sonucu
refah düzeyi artan ve zenginleşen ekonomik birimler daha fazla
kamusal mal ve hizmet talep edebilir. Bu ise ikinci bir neden olarak
karşımıza çıkmaktadır. Diğer bir neden ise teknolojik gelişmeler ile
birlikte değişen toplum için kamunun sosyal harcamalarında artış
yaşanmasına neden olabilecektir(Rehman, vd., 2010). Son olarak ise
büyük sermaye gerektiren bazı yatırımlar devlet tarafından yapılmak
zorunda kalabilir.
Bu çalışmada Türkiye’de kamu harcamalarının ekonomik
büyümeye mi yoksa ekonomik büyümenin mi kamu harcamalarında
artışa neden olacağı ekonometrik yöntemlerle araştırılacaktır. 1990
ile 2022 arası yıllık veriler kullanarak, önce birim kök analizleri
ardından eşbütünleşme testi ile dinamik en küçük kareler yöntemi ile
etkini büyüklüğü araştırılacaktır.
getirilerine etkisidir. Özellikle bankacılık sektörüne odaklanıldığından çalışmanın bağımlı
değişkeni Borsa İstanbul (BİST)100’de işlem göre bankaların endekslerinden oluşan XBANK
sektörel endeksinin haftalık getiri serisi ele alınmıştır. Ülkelerin 1980’den sonra döviz kurlarını
serbest dalgalanmaya bırakması sonucu döviz piyasasında yaşanan gelişmeler, ülkelerdeki
firma ve şirketleri daha fazla etkiler olmuş ve bu firmaların etkilenmesi de ülkelerin hisse senedi
piyasasına yansımaları olmuştur. Bunun yanında hisse senedi piyasasında yaşanan sürekli ve
yüksek getiriler serbestleşme sonucu bu ülkelere daha kolay yatırım yapabilen yabancı
yatırımcıları cezbedebilir. Bu durumda ise hisse senedi piyasasındaki gelişmeler döviz
kurundaki değişmeleri de etkileyebilmektedir.
Dalgalı kur rejime sahip ülkelerde döviz kurundan yaşanacak değişmeler firmaları iki
yönde etkilemektedir. Birincisi döviz kurundaki yükselme veya düşme özellikle ithal yatırım
ve ara mallarının fiyatlarını etkilemektedir. Bu ise yatırımların karlılığını arttırabildiği gibi
yatırımların karlılığını azaltabilir hatta bazı yatırımların ertelenmesine veya öne çekilmesine
yol açabilecektir. Dolayısıyla döviz kurunun yeni değeri firmaların karlılık düzeyini
etkileyeceği için borsa yatırımcılarının hisse senedi tercihleri üzerine yansıması olacaktır.
Döviz kurunun yeni seviyesinden olumlu etkilenen firmaların hisse senedine talebi artarken
olumsuz etkilenen firma ve şirketlerin hisse senedine talep azalacak dolayısıyla firmaların hisse
senedi değerlerinin değişmesine ve getirilerin de değişmesine yol açacaktır.
Diğer taraftan döviz kurlarında yaşanan dalgalanmalar ve döviz piyasasında beklenen getiri
düzeyi hem firmaların hem de şirketlerin nakit akışlarında değişikliğe neden olabilmektedir. Bu
etki çoğunlukla ekonomik riskin piyasa tarafından nasıl yorumlandığı ve algılandığına bağlıdır.
Eğer bu beklenen döviz dalgalanmalarından kaynaklanan beklenen getiri düzeyi değiştiğinde
firma ve şirketlerin nakit akışını bozacağı beklentisi olduğunda bu firmaların hisse senedine
talep azalacaktır. Tam tersi döviz piyasasında beklenen getiri firma ve şirketlerin getirilerini
olumlu etkileyeceği yönünde beklenti oluşturduğunda ilgili firma ve şirketlerin hisse
senetlerine talep artacaktır. Dolayısıyla hisse senedi piyasası hem döviz kurunun bulunduğu
düzeyden hem de döviz kuru piyasasındaki oluşan getirinden etkilenmektedir.
Döviz kurundaki değişmeler birçok firmayı etkilediği gibi bankları da etkilemektedir.
İşletme statüsünde olan bankalar ekonomik işleyiş açısında oldukça önemli görevleri vardır.
Bankaların üstlendiği kredi aracılığı fonksiyonunda tıkanma yaşandığında yatırımlarda çok
büyük düşüşler yaşanacaktır. Dolayısıyla finansal sistemin sağlıklı işlemesi ülkelerin
büyümelerini devam ettirmeleri açısında olmazsa olmaz durumlardandır. Döviz kurlarında
oluşacak değişmelerin şirketlerin bilançolarını yaptığı etki döviz kuru riski olarak
tanımlanmaktadır (Seyidoğlu, 1994; 321). Bankalarda pozisyonları gereği hem bilançolarının
aktiflerinde hem de pasiflerinde döviz cinsi varlıklar bulundurmaları gerekmektedir. Özellikle
ihracat ve ithalat ödemelerinde hem kendi hesapların hem de TCMB düzeyin hem de muhbir
1 Doç. Dr, Kocaeli Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümü, [email protected]
365
bankalarda döviz bulunduran bankalar her ne kadar döviz kuru riskini minimize etmek için
opsiyon, forward gibi araçlar kullanmasına rağmen döviz kuru riski ile karşı karşıya
kalabilmektedirler. Bankalar döviz türünden de kredi kullandırabilirler. Bu kredilerin
zamanında geri ödenmemesi durumunda bankalarda döviz kuru riski oluşacaktır. Döviz
kurlarında yaşanacak ani yükselmeler bankaların vadesi gelen döviz ödemelerinde sıkıntı
çıkarabilir ve bankaların döviz piyasasına yönelmesi döviz talebini daha da arttırabilir. Bu
durumda hem ödeme yapması gereken banka hem de diğer finansal kuruluşlar olumsuz
etkilenebilir. Bu bankaların aktif değerlerini ve bankanın piyasa değerini etkilediğinde
bankanın yurtdışı borçlanma faiz düzeyini de etkileyecektir. Bu ise bankanın karlılığını
etkileyecek ve bu durumun kaçınılmaz sonu olarak ilgili bankanın hisse senedi fiyatı
etkilenecektir.
Döviz kurunda meydana gelen değişiklik bankaları temel olarak üç şekilde etkilemektedir.
Birincisi döviz kurlarındaki değişme bankaların nakit akışını etkiler. Diğer firmalar gibi
bankaların da nakit akışı döviz kurundaki değişmelerden etkilenmektedir. Döviz kurlarında
artış halkın ulusal para cinsinde mevduat ve ulusal para talebini azaltabilir. Bu durumda
bankalara ulusal para girişi azalacaktır. Bu ise hem kredileri hem de bankaların günlük yapacağı
ödemeleri etkileyebilir. İkinci etki ise banklar kredi vermek amacıyla uzun vadeli düşük faizli
sendikasyon kredisi kullanmaktadır ki bu krediler ile iç piyasada çoğunlukla ulusal para
cinsinden kredi kullandırıldığı için döviz kurlarındaki yükseliş bu tür kredilerin maliyetini
arttıracaktır. Bu ise bankaların karlılığını düşürecektir. Tersi durumda ise bankaların karlılığı
artacaktır. Son etkileme ise bilançoya yansımasıdır. Bankalarda şirketler gibi bilançolarını
ulusal para cinsinden tutarlar. Eğer ülkede döviz kuru artarsa bilançoya olumsuz etkisi olurken
döviz kurundaki düşme ise banka bilançolarını olumlu etkileyecektir. Bu yansıma aktif ve pasif
yapısının döviz pozisyonuna göre de değişmektedir. Bu üç kanalın etkisi ile bankaların hisse
sendi piyasaların işlem gören pay senetlerinin değerini etkilemektedir.
Son dönemde Türkiye’de Dolar kuru hızlı bir şekilde artarken bir taraftan da BİST endeksi
rekor kırmasına rağmen çoğu banka hisse senedinin değeri piyasa altında kaldığı
düşünülmektedir. Bu bağlam döviz kurlarında yükseliş BİST yatırımcıları banka hisse
senetlerinden uzaklaşmasına neden olmuş olabilir. Çünkü yukarıda sağdığımız nedenlerden
dolayı yatırımcılar bankaların döviz kurlarındaki yükseliş nedeniyle beklenen kar seviyelerine
ulaşamayacağını düşünmüş olabilirler. Bu bağlam bu çalışmada BİST bankacılık endeksine
(XBANK) it haftalık getirler ile ABD Doları’nın haftalık getirisi modellenmiştir. Her iki
değişkenin getiri serisi ADF (Genelleştirilmiş Dickey –Fuller) VE PP (Phillips-Perron) birim
kök testlerine göre düzeyde durağan olduğu bulunmuştur. Vektör otoregresyon (VAR) analizi
sonuçlarına göre değişkenlerde meydana gelen şoklar en fazla 9 hafta içinde etkisini
kaybetmektedir. Yani şokların etkisi kalıcı değildir. Granger nedensellik testine göre
değişkenler arasındaki nedensellik çift yönlüdür. Sonuç olarak hem döviz kurunun getirisi
XBANK getiri serisini etkilerken hem de XBANK getiri serisi döviz kurundaki değişmeyi
etkilemektedir.
Türkiye ekonomisi üzerinde ciddi etkiler oluşturmaktadır. Özellikle döviz kuru ile birlikte
enflasyonun da yükselmesi satın alma gücü paritesini (SAGP) ön plana çıkarmıştır. İktisat
yazınında uzun yıllar tartışılan ve analiz edilen SAGP tek fiyat kanununa dayanmaktadır. Döviz
kuru iki ülke parasının satın alma gücünü eşitleyecek şekilde değişmesi gerektiği fikrinden
ortaya çıkmıştır. Çünkü iki ülke parasının satın alma gücünü eşitleyemediği varsayımı altında
belirli koşullar çerçevesinde arbitraj olanağı doğacaktır. Arbitraj sayesinde döviz kurları
değişecek ve oluşacak yeni denge döviz kuru iki ülke parasının satın alma gücünü eşitleyecektir.
İkinci dünya savaşından sonra gelişmiş ülkelerde yüksek enflasyon görülmesi ve
uluslararası ticarette yaşanabilecek olumsuzları dikkate alan Cassel (1918) SAGP’sini iktisat
literatürüne kazandırmıştır. İleriki dönemler yapılan katkılarla bazı iktisatçıların SAGP
hipotezinin sürekli geçerli olduğunu iddia etse de Rogoff (1996) ve birçok iktisatçı az sayıda
çalışmanın SAGP hipotezinin kısa dönemde de geçerli olduğunu yönünde bulguları ortaya
koyduğunu fakat genel itibariyle SAGP hipotezinin en azından bazı versiyonlarının uzun
dönemde geçerli olduğunu kanıtlayan çok sayıda çalışmanın varlığına dikkat çekmiş ve bir çok
iktisatçı uzun dönemde SAGP’nin geçerli olduğunu kabul etmektedirler. Uzun dönemde
geçerliliğini savunan iktisatçılara göre döviz kurlarının belirlenmesinde kısa dönemde fiyat
değişmelerinden daha çok faiz, istikrarsızlık ve döviz piyasasına yapılan geçici müdahalelerin
daha etkili olduğunu fakat uzun dönemde döviz kurlarının ülkelerin satın alma gücünü
koruyacak şekilde denge değerine yaklaşacağını dolayısıyla en azından bazı SAGP hipotezi
türlerinin uzun dönemde geçerli olduğunu ifade etmektedirler.
Bu bağlamda bu çalışmada Türkiye’de göreli SAGP geçerliliği için 1980 ile 2022
dönemlerini kapsayan yılık veriler analiz edilmiştir. Birim kök testleri sonucuna göre döviz
kuru serisini yıllık değişmesi düzeyde durağan iken enflasyon verisinin birinci farkı durağandır.
Değişkenlerin durağanlık düzeyi farklı olduğu için ARDL modeli ile veriler değerlendirilmiştir.
ARDL modeline göre değişkenler arasında eşbütünleşme olmasına rağmen katsayı durağanlık
testlerine göre modelde yapısal kırılmaya dair kanıtlar elde dilmiştir. Yapısal kırılmalı birim
kök analizlerinden sonra yapısal kırılma dikkate alındığında eşbütünleşmenin devam ettiğine
ve uzun dönemli katsayı birin biraz üzerinde olacak şekilde sonuçlar elde edilmiştir. Bu
ekonometik sonuçlarına göre Türkiye’de göre SAGP’nin geçerli olduğunu belirtmek yanlış
olmayacaktır. Politika yapıcılar bu doğrultuda ulusal paranın değerini korumaya yönelik
iktisadi politika üretecekleri dönemlerde Türkiye’de öncelikli hedefin enflasyonu düşürmek
veya düşük düzeyde tutmak gerektiğini göz önüne almaları gerekmektedir.
On the other hand, although many countries have grown by high rate after the 1980s, yet the rate of unemployment has not declined by satisfying amount. Especially, employment rate has become steady or declined in some industry which has registered increased productivity. In that case, unemployment rate may not decrease enough if economic growth is caused by productivity.
Okun (1962) pointed out the relation between economic growth and unemployment rate. If economic growth exceeds its potential by 1%, then unemployment rate goes down by 0.5%. Later, this relation is called Okun’s Law.
After the 1980s, one of the resources of economic growth was productivity, especially in developing countries. Due to the increase in productivity, the employment rate remained as before or could decrease even if the countries’ economies grew. Moreover, the growth rate of the population was high which led to decrease employment rate or less than economic growth performance. The aim of this paper is that investigate Okun’s law for five fragile economies: Brazil, Indonesia, India, South Africa and Turkey.
This paper is organised as follows. Section 1 describes basic theoretical background of Okun’s Law. In Section 2, the paths for growth rate and unemployment rate from 1990 to 2017 for five fragile countries are discussed.
Then, some empirical examples for five fragile economies will be presented in section 3. In the following part, data and economic models will be discussed. The results of applications are reported in Section 5. Finally, Section 6 makes concluding remarks.
economists and politicians a long time ago. Today many companies
suffer from insufficient demand or an unhealthy public situation. Many
economists believe that companies and firms as well as individuals do
not cope with deals this unexpected economic condition so, to save
employment rate and companies, economists suggest to government
print money to reduce detrimental effects of Covid-19 on economies.
Some stimulus packages may help employees to continues of the
production process so many workers can keep their current position.
On the other hand, high inflation and interest rate are the top two of the
most important problems especially developing countries. After
Keynesian policies do not figure out a good solution for inflation and
unemployment at the same time, these policies are interrogated. Many economists criticize too much intervention made by government due to
the high deficit because of expansionary fiscal policy. Deficit may
burden on budget overtime then many governments find an easy
solution by printing money, which leads to go prices up.
Moreover, high deficit causes more borrow more money from investors
which occur high interest rate in the money market. Higher interest rate
may decrease both private investment and consumption so that income
will go down which reduces the tax revenue. Next period, governments
should borrow more money due to the fact that governments generally
achieve reducing enough spending that leads to an increase in deficit.
This deficit continues to grow day by day than more funds go to bonds or treasury bills. The system turns the initial position that causes rising
interest rate up in the economy. This may call deficit – interest rate
spirals.
Also, governments have a limit to borrowing money relative size of the
economy. Under the controlling inflation, monetary authorities try to
fix monetary base but Because if governments keep up selling more
bonds, then interest rate rises. If deficit is run, then governments keep
up selling more bonds, which occurs rising its interest rate. After a
certain limit, rising interest rate may be greater than economic growth.
Obviously, this cannot go forever. If governments reach the borrowing
limit, then they have to compensate deficit by seignorage means that
they have to increase money supply. Thus, this will increase the growth
rate of price level that is called some unpleasant monetarist arithmetic
in the literature (Sargent and Wallace, 1981,2).
Nowadays, many economists agree that governments should printing
money and support financially not only firms and companies but also
people who are fired during the pandemic time. In this context, the aim
of this paper investigates the relationship between inflation, interest
rate, and money supply in turkey from 1990-2019. In this period, there
are a few economic crises that may lead to a change economic agents’
behavior. So, the effects of structural break are also examined.
According to the general model, inflation has important effect on
interest rate. Also, it is found that if there is a positive shock on interest rate, it may cause rising price level significantly. Money supply has a
limited effect on inflation because it is prohibited by law printing
money to cover government spending and public institutions2