Papers by Abdulkadir Macit

Cumhuriyet İlahiyat Dergisi - Cumhuriyet Theology Journal, 2018
Conceptions of Caliphate in Contemporary Islamic Thought:
Muhammad Hamīdullah and High Caliphate ... more Conceptions of Caliphate in Contemporary Islamic Thought:
Muhammad Hamīdullah and High Caliphate Council
Abstract: After the death of Prophet Muhammad (p.b.u.h), one of the most significant debated
topics of Muslims was the institution of caliphate. This institution caused crucial argumentations
through the ages from Abu Bakr to Abd-al-Majid who was the hundreth khalifa. Some prominent
issues in that regard as follows: How khalifa comes to power, who becomes khalifa, whether he is
descended from Quraysh or not, which kind of traits khalifa should have, and how khalifa should
behave in certain circumstances. While these arguments were going on, caliphate was maintained
based on the reign under some certain dynasties’ responsibilities after the Rashidun (rightly
guided) Caliphs. Umayyads, Abbasids and Ottoman Dynasties were the most well-known ones of
these dynasties. Throughout history, even though caliphate passed in one another’s hands
among aforementioned dynasties, none of them did attempt to abolish this position. However,
Turkish Muslims who became defeated with European occupation of non-western territories decided
to abolish caliphate for the sake of modernization activities within the period of transition
from imperialism to nation state. This decision brought about a trauma, which was much more
critical than former argumentation around the position in Muslim world. Many congresses were
organized in Islamic world in order to recover from this trauma. While this kind of quests were
continuing, Muhammad Hamīdullah proposed “High Caliphate Council” in relation to rearrangement
of caliphate in accordance with the conditions of Islamic countries. This proposal offers an
applicable model to today’s modern nation states by establishing unity among them and leaving
aside their conflicts and differences. This proposal offers a resolution of much-discussed matters
of the position within the limits of principals. It also draws attention by showing a possibility of
Islamic union in contemporary Islamic thought.

Öz: Osmanlı Devleti'nin tarih sahnesinden çek(tir)ilmesinin sancılarının hissedildiği Anadolu coğ... more Öz: Osmanlı Devleti'nin tarih sahnesinden çek(tir)ilmesinin sancılarının hissedildiği Anadolu coğ-rafyasında bu süreçte yaşanan krizlerden müstağni kalamayan şehirlerden birisi olan Gaziantep, kendi manevi ve ilmi dinamikleri ile bu krizden çıkış kapıları aralamasını başarabilmiş bir şehirdir. Hiç şüphe yok ki, bu krizin aşılmasında çaba sarf edenler arasında ilk sıralarda zikredilmesi gereken âlimlerden birisi Ahmet Muhtar Büyükçınar'dır (1920-2013). Büyükçınar, son dönemde yetişmiş ve ömrünü geçmişe ait İslâm müktesebatının aydınlığa kavuşmasına adamış İslâm âlimlerindendir. Yaşadığı zor zamanda yüklendiği iki temel vazifesi olmuştur. Bu vazifelerden ilki, köklerine olabil-diğince bağlı ama bir o kadar da dönemin ihtiyaçlarına göre donanmış Türkiye'nin yeni nesillerinin yetişmesine öncülük etmek; diğeri ise kendisine ait olan kabiliyetlerini ve imkânlarını, İslâm'ın daha iyi anlaşılması ve yaşanılması için kullanmak. Büyükçınar'ın hayatını bu iki meseleye vakfetmesinin altında yatan neden onun din anlayışıdır. Bu anlayış, Büyükçınar'ın ilim uğruna çileli bir mücadele-ye katlanmasına, ilmini amel, infak ve eser ile tezyin etmesine ve yüzlerce yetişmiş insanı ardında bırakmasına imkân oluşturmuştur. Abstract: Gaziantep, is one of the cities in the Anatolian geography where the pain of the Ottoman empire's withdrawal from the history of the city is felt. It could not survive the crises experienced in this period, but it has succeeded in getting rid of the exit gates from this crisis with its own spiritual and scientific dynamics. Certain names that endeavored to overcome this crisis without doubt deserve the right to be mentioned and remembered more. There is no doubt that Ahmet Muhtar Büyük-çınar (1920-2013) is one of the scholars who deserve to be mentioned in the first order. Büyükçınar is an Islamic scholar who has devoted himself to the attainment of the liturgy of the Islamic acquis in the recent period. There are two basic duties that he embarked on during his life. First, to lead the development of new generations of Turkey, where the provinces are as connected as possible to their roots but equally equipped according to their needs; The other is to use his own abilities and opportunities for a better understanding and experience of Islam. The reason underlying the devotion of Bü-yükçınar's life to these two duties was his understanding of religion. With this information, the virtues of the knowledge of one of the sources of science, and wisdom of Gaziantep city will be revealed such as the struggle for the knowledge due to Büyükçınar's understanding of religion and the struggle for the knowledge, ornamentation with infallibility and bringing up hundreds of people after him.

Milli Görüş, son asrın en önde gelen Müslüman liderleri arasında yer alan Necmettin Erbakan’ın Ça... more Milli Görüş, son asrın en önde gelen Müslüman liderleri arasında yer alan Necmettin Erbakan’ın Çağdaş İslam Düşüncesine katkısını aşikar hale getiren en önemli kavramdır. Gerçekte Erbakan’ın mücadelesinin fikri ve siyasi en başat ifade biçimi olan, aynı zamanda güçlü devrimci nitelikleri ile, özünde insanın ve eşyanın diriliş müjdesini taşıyan bir kültür hareketi olan Milli Görüş, İslam’ın gerçekleştirmeyi murat ettiği hedeflerin çağdaş dönemde Erbakan tarafından hayata geçirilen karşılığı olarak telakki edilmelidir. Diğer bir ifadeyle Milli Görüş’ün ahlak, maneviyat, hak-batıl, cihad, adil düzen ve ittihad-ı İslam (İslam Birliği) gibi temel anlayışlar üzerinden ulaşmak istediği hedefler ile İslam’ın hedefleri arasında mahiyet itibariyle ortaklık vardır.
Çağdaş İslami akımları Büyükkara’nın tasnifi mucibince gelenekçiler, ıslahatçılar (İslamcılar) ve modernistler şeklinde tasnif edebiliriz. Bu tebliğimizde bu üç akım içerisinde siyasal ıslahatçılar kategorisinde değerlendirebileceğimiz Milli Görüş hareketinin İslam Dünyasındaki diğer İslamcı hareketler ile kaynaklar, içtihad, tasavvuf, cihad, ittihad-ı İslam, kadınların faaliyetleri ve lider profili gibi temel mevzularda ortaklaşan veya uzlaşan; onlardan ayrılan veya farklılaşan yönlerini mukayese edeceğiz. Netice itibariyle Milli Görüş hareketinin hem sosyal ve kültürel çalışmalar icra eden kültürel ıslahatçılık hem de yönetimin ıslahını hedefleyen siyasal ıslahatçılık vasıflarının her ikisini de bünyesinde bir araya getiren tipik bir İslamcı hareket görünümü arzettiğini tespit etmeye çalışacağız.
Ayrıca Milli Görüş’ün bütün bu yönleriyle Türk siyasetini İslamlaştırma, İslami söylemi de aşırılıktan koruma hususunda bir dönüşüm sağladığını, böylece İslam’ı Türkiye toplumunun ve yöneticilerinin gündemine girdirdiğini, bunu da siyasal mücadele ile sağladığını ortaya koyacağız.

Bu makalede XIX. yüzyıl Osmanlı Devleti ile Hokand Hanlığı arasındaki münasebetler ele alınmaya
ç... more Bu makalede XIX. yüzyıl Osmanlı Devleti ile Hokand Hanlığı arasındaki münasebetler ele alınmaya
çalışılmış ve bu çerçevede taraflar arasındaki münasebetlerin niteliği dinî saiklerin etkisiyle siyasi, askerî,
sınai gibi daha pek çok mühim alanlarda olduğu arşiv belgeleri ışığında ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Arşiv belgeleri, Osmanlı Devleti ile Hokand Hanlığı arasındaki münasebetlerde bir nevi ittifak havasının
olduğunu göstermiştir. Bu ittifak havasının doğmasına taraflar için birer tehlike olarak görülen Şii İran
ile devamlı güneye yayılma siyaseti takip eden Çarlık Rusya’sı neden olmuştur. Bu araştırma ile bir taraftan
İslam âleminin lideri ve hamisi olan Osmanlı Devleti’nin Orta Asya’daki Müslüman Türk Hanlıklarına
karşı takip ettiği siyaset ortaya konulmaya, diğer taraftan da Hokand Hanlığı’nın Osmanlı Devleti’ne karşı
tutumu izah edilmeye çalışılmıştır. Neticede Osmanlı Devleti, pek çok sebepten dolayı münasebetlerde
temkinli durduğu hâlde, Hokand Hanlığı Osmanlı padişahlarına daima bağlı kalmış; Osmanlı ülkesinden
gelen her isteği “emir” telakki etmiştir.

Mâverâünnehir ikliminde XVI. yüzyıl, dini/tasavvufî hayat ile siyasî hayatın iç içe geçtiği bir d... more Mâverâünnehir ikliminde XVI. yüzyıl, dini/tasavvufî hayat ile siyasî hayatın iç içe geçtiği bir dönem olmuştur. Bu çerçevede Özbeklerin, Şeybânî Hanlığı (906-1007/1500-1599) içinde mutasavvıflarla sıkı bir etkileşim halinde bulundukları görülmektedir. Bu etkileşim ilk zamanlar Ahmed Yesevî sonraları ise ağırlıklı olarak Nakşibendî şeyhi Hoca Ubeydullah Ahrar (ö. 895/1490) ve müridleri mihverinde gerçekleşmiştir. Bu güçlü iletişim Nakşibendîliğin, Şeybânîlerin XVI. asır boyunca siyasî, dinî, ilmî, hukukî hatta iktisadî hayatında derin bir etki bırakmıştır. Hatta bu şeyhlerin hanlığın yönetimine müdahale edecek kadar güçlü bir konuma geldiği anlaşılmaktadır.
Mevzubahs ettiğimiz bu yakınlığın kuşkusuz birtakım dini ve siyasi sâikleri mevcuttur: Bu noktada evvela vurgulanması gereken husus, Sünnî Müslümanlığı temsil eden Özbekler’in Orta Asya halklarının manevi hayatlarında etkin bir güç olan Bahauddîn Nakşibend ve Ahmed Yesevî’ye büyük bir saygı beslemeleridir. Dikkate layık ve üzerinde durulmaya değer diğer bir husus da, Sünnilik ve Şiîlik rekabetinin Fatımiler’den sonra ikinci defa Özbek-Safevî mücadeleleriyle siyasi boyut kazanmış ve tüm hızıyla yüzyılı aşkın bir süre devam etmiş olmasıdır. Nitekim Sünnî eğilimli bu tarikata mensup Şeybânîler, Şiî mezhebinden olan ve Şiîliği resmi devlet dini olarak tanıyan Safevîler’e karşı bu mezhebi bir sığınak olarak görmüşlerdir. Bu sebeple de bu tarikatın sağlamlaşarak örgütlenmesiyle oluşan sosyal yapısı kendileri için Orta Asya’dan İslam dünyasına uzanan koridor oluşturması açısından mühim bir güç oluşturmuştur.

XVI. asırda Anadolu Beylerbeyliği’nin merkezi Kütahya’nın önde gelen müderrislerinden olan Ahterî... more XVI. asırda Anadolu Beylerbeyliği’nin merkezi Kütahya’nın önde gelen müderrislerinden olan Ahterî mahlaslı Muslihiddîn Mustafa Efendi, temel İslam ilimlerinin hemen hemen her branşında telif ettiği eserlerinin çokluğu ile ön plana çıkan bir âlimdir. Ahterî’nin bu çalışma ile gün yüzüne çıkan eserlerinden birisi Tarih adlı kitabıdır. Bu eser, esasen Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar olan peygamberleri, Siyer-i Nebi’yi, Hulefâ-i Râşidin’i, Ehli Beyt’i ve dört mezhep imamını konu edinmektedir. Ahterî bu konuları Hakikat-i Muhammediyye’yi mütemerkiz bir şekilde kurgulama ve yorumlama şeklinde bir usûl geliştirerek derlemiş ve bu sayede İslam Tarihi ve Siyer’e yeni bir pencere açmış bulunmaktadır. Burada, konumuza ışık tutması için şu kadarını söylememiz kâfidir: Ahterî, bu eserini bir cihetten Hz. Peygamber’e duyduğu derin muhabbetin bir tezahürü ve O’nun şefaatine mazhar olmak arzusu; diğer cihetten ise Şii/Râfizî grupların Hz. Peygamber’in eşlerine, Ehli Beyt’ine, ashabına- ki bunlar arasında özellikle Hulefa-i Raşidin’e- ve bunların yollarından giden müctehid mezhep imamlarına yönelik fikirlerine karşı ehl-i sünnet ve’l-cemaat çizgisinin muhafazasını sağlamak maksadıyla kaleme almıştır. Tabi bunu söylerken belli konularda İsrailiyyat’a kaçan rivayetleri kaynak göstermesi ve nesl-i pâkîyi aşırı tazim ve yüceltme içerisinde sunması, söz konusu eserin tarafımızdan ciddi ilmi tetkikten geçirilmesini zaruri hale getirmiştir. Ancak şu hususun altını çizerek vurgulayalım ki, “Hakikat-i Muhammediyye çerçevesinde tarihi kurgulamak ve yorumlamak” şeklinde hülasa edebileceğimiz bir usûl geliştiren Ahterî, İslam tarihçileri için üzerinde durulması gereken önemli bir alan açmaktadır.
Book Reviews by Abdulkadir Macit
İsrafil Balcı’nın kaleme almış olduğu “İlk İslam Fetihleri: Savaş-Barış İlişkisi” isimli çalışma,... more İsrafil Balcı’nın kaleme almış olduğu “İlk İslam Fetihleri: Savaş-Barış İlişkisi” isimli çalışma, ilk İslam fetihlerinin esasen nasıl anlaşılması ve değerlendirilmesi gerektiği hususunda aydınlatıcı ve derinlikli bir araştırma olarak görülebilir.
Müellifin, 2006 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
İslâm Tarihi Anabilim Dalı’... more Müellifin, 2006 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
İslâm Tarihi Anabilim Dalı’nda hazırladığı doktora çalışmasına dayanan kitap,
Emevîler döneminin çok mühim bir şahsiyetini, beşinci halife Abdülmelik b.
Mervân’ın hayatı ve halife olarak gerçekleştirdiği uygulamaları konu etmektedir.
Conference Presentations by Abdulkadir Macit

Son asrın en önde gelen Müslüman liderleri arasında yer alan Necmettin Erbakan, modern bir "aydın... more Son asrın en önde gelen Müslüman liderleri arasında yer alan Necmettin Erbakan, modern bir "aydın" olarak eğitim görmüş olmasına rağmen içinde yetiştiği aile hayatı, okuduğu İslami kaynaklar ve kurduğu tasavvufi irtibatlar sayesinde Türkiye başta olmak üzere Müslüman toplumların temel meseleleri üzerinde düşünmüş ve bunların içinde bulundukları sorunların çözümü hususunda alternatifler üretmeye çalışmış bir kişidir. Bu süreçte Erbakan, ilim adamlığının yanı sıra Müslümanların toplumsal hareketlerinin lideri rolünü de üstlenmek ve ömrünün sonuna kadar siyasi alanda mücadele vermek mecburiyetinde kalmıştır. Bu sebepten daha çok siyasi kimliği ile ön plana çıkan Erbakan, siyasi görüşlerini ve ideallerini “Milli Görüş” şeklinde formüle etmiştir. Çağdaş İslam Düşüncesine etkisi sadedinde en önemli kıymet olarak zikredeceğimiz Milli Görüş, esasen Erbakan’ın hayat mücadelesinin fikri ve siyasi en başat ifade biçimidir.
Talks by Abdulkadir Macit

Sordukları Anadolu siyasal hayatının inişli çıkışlı seyreden son iki asırlık tarihinin serencamın... more Sordukları Anadolu siyasal hayatının inişli çıkışlı seyreden son iki asırlık tarihinin serencamına projeksiyonlarımızı çevirdiğimizde ülkenin batılılaşması sürecinin devlet aygıtı, daha çok da ordu üzerinden gerçekleştirilmeye çalışıldığını gayet sarih ifade edebiliriz. Nitekim bu süreçte mezkûr iki kurum çoğu dönemlerde konsensüs sağlayarak, bu kurumlar içinde var olma irade ve çabasında olan ve milletin büyük çoğunluğunun temsilcisi konumunda olan parti veya kurumların karşısında yer almıştır. Bu durum devlet-millet ve ordu-millet ahenginin yakalanmasına engel olmuştur. Her darbe veya teşebbüsü son asırda bu ahengin yitirilmesinde adım adım ilerletilmiştir. Bu durum devletin millet katındaki itibarını her darbe sonrasında sarsmakla kalmamış aynı zamanda asker ocağı olarak nitelendirilen ordunun millet ile arasına sürekli bariyerler inşa etmesine sebebiyet vermiştir. Elbette ki bu itibar kaybı ve bariyerler beraberinde pek çok yapısal sorunu beraberinde getirmiştir. İki Temel Yapısal Sorun Bu yapısal sorunlardan ilki devlet ile millet arasındaki birlikteliğin her darbe ile onarılmaz yaralar alması ve milletin, devletinden uzaklaşması sorunudur. Nitekim her darbenin ardından milletin sahip olduğu inanç sistemine uygun yaşamasına yönelik müdahaleler, siyasal arenada mücadele eden partilerin kapatılması veya iş yapamaz hale getirilmesi, iç ve dış mihrakların iş birliği içinde özgürlüklerin ve hakların gasp edilmesi bu sorunun kökleşmesinde etkili olmuştur. Bu sorun, yani devlet-millet birlikteliğinin sağlanamaması, bazı grupların marjinalleşmesinin, devletin ele geçirilmesine yönelik adımlar atmalarının da temel sebebidir. Fethullah Gülen örgütü, bunun tipik örneğidir. Devletin merkeze konularak ulus-devlet anlayışının tahkimine yönelik refleksler ile millet ile devletin barışmasının tesis edilmediği her eylem, esasen yeni FETÖ tehditlerinin tekrar edeceğinin habercisidir. Dolayısıyla devlet idarecileri milletin devleti ile uyumunun ve iletişiminin sağlanacağı faaliyetleri artırmalı, şeffaflığın teminine yönelik köklü değişiklikler yapmalı, liyakat üzerine işi ehline vermenin ve vatandaşın hak ve hukukunun kullanımı hususunda sonuna kadar ardında durmasını sağlamaya yönelik adımları güçlendirmeye çalışmalıdır.
Books by Abdulkadir Macit

Bu kitap, XVI. asırdan günümüze kadar geçen sürede Maveraünnehir’in hâkimiyetini Özbekler üstlend... more Bu kitap, XVI. asırdan günümüze kadar geçen sürede Maveraünnehir’in hâkimiyetini Özbekler üstlendiğinden dolayı bugünün bölgesel olaylarının veya problemlerinin teşhis ve çözümü için XVI. asır Şeybânîler sürecinin sağlıklı tahlil edilmesi gerektiğini iddia etmekte ve bu maksatla bu asrın siyasî, askerî, idari ve iktisadî yapısını gün yüzüne çıkarmaktadır.
XVI. asrın ilk yıllarında İslam dünyası haritasının doğu tarafında hayat bulan yeni devletlerden birisi olan Şeybânî Özbek Hanlığı, XV. asrın ortalarında Altınordu Cuci (Coçi) ulusunun Özbek adını alan Türk-Moğol boylarının bir kısmının Cuci’nin beşinci oğlu Şeybân (Şîbân) soyundan olan Ebu’l-Hayr Han öncülüğünde Deşt-i Kıpçak’tan (Kıpçak bozkırı) göç ederek hızlı bir fetih politikasıyla hareket eden Özbekler tarafından Timurlu İmparatorluğunun bakiyesi olan Maveraünnehir toprakları üzerinde tesis edilmiştir. O kadar ki Şeybânîler, yaklaşık bir asır Maveraünnehir, Hârizm, Fergana ve çevresinde hüküm sürmüştür. Şeybânî hanları mezkûr asır boyunca bir taraftan hanedan içi bitmek bilmeyen taht mücadeleleri ile uğraşmışlar, diğer taraftan ise Safevîler, Kazaklar ve Bâbürlülere karşı sürekli savaş halinde olmuşlardır. Şüphesiz bu mücadele Şeybânîleri siyasi ve idari olarak zayıflatmıştır. Bu zayıflamayı, iktisadi olarak, doğu-batı istikametinde Maveraünnehir şehirlerinden seyreden kara ticaret yollarının eski önemini yitirip coğrafi keşiflerin de etkisiyle okyanus ticaretinin ve kuzey-güney yönündeki şehirlerin ön plana çıkması ile bölgedeki ırmaklarının mecralarını değiştirmesi hızlandırmıştır. İşte, bütün bunlar, XVI. asrın sonunda Şeybânî Özbek Hanlığı’nın bütün haşmetine rağmen tarih sahnesinden çekilmesini beraberinde getirmiştir.
Yüzlerce yıllık koca devletin paramparça olduğu bir dönemde, milletini ayakta tutmaya ömrünü aday... more Yüzlerce yıllık koca devletin paramparça olduğu bir dönemde, milletini ayakta tutmaya ömrünü adayan bir dava adamıdır Âkif…
Onun bütün derdi ve gayesi; ölmüş yüreklere ve zihinlere gayret ruhu ve büyük işler başarabilme inancını yerleştirmek, ictimaî hastalıkları teşhis etmek ve bu hastalıkların tedavi yollarını göstermek olmuştur.
‘‘İstiklal Şairi Âkif’’ şiirleriyle adeta millî ruhun sesi olurken, Anadolu’nun dört bir köşesinde yaptığı yüzlerce konuşma ise o ruhun yeniden canlanmasını sağlamıştır. Onun ‘‘Asım’ın Nesli’’ diyerek müjdelediği yeni nesillere düşen, yüz yıl önce Âkif’in şahsında tecessüm eden bu değerleri yaşatmaktır.
XVI. asırda Anadolu Beylerbeyliği’nin merkezi konumundaki Kütahya’nın önde gelen müderrislerinden... more XVI. asırda Anadolu Beylerbeyliği’nin merkezi konumundaki Kütahya’nın önde gelen müderrislerinden olan Muslihiddîn Mustafa Efendi, ilmî birikimi ve temel İslam ilimlerinin hemen her sahasında telif ettiği eserleri ile ön plana çıkan bir âlimimizdir. Lügat sahasında ilim ve kültür hayatımıza kazandırdığı en önemli eseri “Ahterî-i Kebir Sözlüğü”dür. Aynı zamanda hem müderris ve hem de önemli bir müellif olarak, fıkıh alanında eser kaleme almış bir fakih (hukukçu), genel tarih ve İslam tarihi alanında eser vermiş bir tarihçi ve dikkat çeken bir hadisçidir.
Necmettin Erbakan, gerek teorik gerek pratik alandaki mücadelesi ile küresel sömürü sistemi ile k... more Necmettin Erbakan, gerek teorik gerek pratik alandaki mücadelesi ile küresel sömürü sistemi ile kurulan yeni dünya düzenine karşı çağımızın en önemli duruşlarından birini ortaya koymuştur. Henüz genç bir bilimadamı iken yerli motor imalatıyla başlayıp kelebek etkisiyle devam eden yürüyüşünü ilerleyen yıllarda siyasi arenaya taşımış ve mücadelesini karşısına çıkartılan tüm engellere rağmen vefatına kadar sürdürmüştür. O, ‘‘Millî Görüş’’ olarak isimlendirdiği çizgisinde, siyasî partiden gençlik yapılanmalarına, sivil toplum kuruluşlarından araştırma merkezlerine, kültür-sanat mecralarından iktisadi teşekküllere kadar çok geniş bir yapılanma tesis etmiş, küresel sömürü sistemine karşı sürdürdüğü mücadeleyi hayatın her alanına yaymıştır.

Arayışlar çağının öncü şahsiyetlerden birisi olan Erbakan,
Müslümanların tarihte yaşadıkları en s... more Arayışlar çağının öncü şahsiyetlerden birisi olan Erbakan,
Müslümanların tarihte yaşadıkları en sancılı dönemlerden
birisine şahitlik etmiştir. Ancak Müslümanların içinde bulundukları
bu sancılı durumun son bulacağı ümidini hiçbir zaman
kaybetmemiş, bu ümit ile mücadelesini son nefesine kadar
Ebû Eyyûb el-Ensârî örnekliğinde sürdürmüştür. Bir beşer olarak
üzerine düşen sorumluluklarda gayet ciddi bir insan olmuş,
işlerini tesadüflere bırakmamıştır. Bu hususta “Bizler, karadan
gemi yapmaya devam edeceğiz lakin inanacağız ki Allah denizi
ayağımıza getirecektir.” diyerek sebeplere sıkı sıkıya sarılmayı
ve neticeyi daima Allah’tan beklemeyi telkin etmiştir. Diğer bir
ifadeyle bir beşer olarak gayret edildiğinde bunun Allah tarafından
kesinlikle karşılıksız bırakılmayacağını ihsas etmiştir.
Nihai merhalede Allah’a olan sonsuz güvenini/tevekkülünü de
“Biz elhamdulillah inançlı insanlarız, biz inanıyoruz ki, Allah
bize yardım eder. Allah bize yardım ettiği zaman ancak biz galip
geliriz. Kimse bize galip gelemez.” sözleri ile ifade etmiştir.

Herodotos’la başlayan geçmiş hakkında “araştırma” (historia), baskın kültürlerin etkisiyle Ortaça... more Herodotos’la başlayan geçmiş hakkında “araştırma” (historia), baskın kültürlerin etkisiyle Ortaçağ’da dini otoritelerin yaşam ve eylemlerini onaylayan kroniklere dönüşmüştür. Rönesans, Hümanizm ve Aydınlanma ile birlikte gelişen yeni (seküler) düşünce, dün’ü “bilmek” ve tanımlamak konusunda sistematik bilgi sağlayan çalışma alanı olarak mantalitesi ve veri toplama biçimiyle modern tarihi icat etmiştir. Uluslaşma süreç/leriyle paralel ilerleyen modern tarihin gelişimi ve Dünya üzerinde yaygınlaşması, aynı zamanda yapılan tarihe yönelik yapılan eleştirilerle gerçekleşmiştir. Şüphesiz ki bunda özellikle son elli yıldır modern bilimin imkân ve sınırlılıklarıyla görünür kılınan epistomolojik eleştirilerin büyük bir etkisi vardır. Bu durum diğer sosyal bilimlerde olduğu gibi tarihçilikte de bazı krizlere yol açmıştır. Gerek bu krizden çıkma gerekse yeni yaklaşımlarla Tarih’i yeniden önemsenen bir çalışma alanına taşıma çabaları tarihyazımını zenginleştirmiştir. Özellikle buna Batı-iktidar-erkek-beyaz-üst-anlatı- kronoloji gibi kavramsal eleştirilerin de eklenmesiyle daha kapsayıcı ve tatmin edici Tarih/lerin yazılabileceği konusunda ciddi yol alındığı görülmüştür. Bu gelişme/ler aslında geçmişin anlamlandırılmasının daha sistematik bir boyutu sayabileceğimiz Tarih çalışmalarının konu çeşitliliği yanında coğrafi ve kültürel olarak da nasıl genişlediğini gösterir gibidir. Bugün, gelişmiş veri toplama ve değerlendirme imkânlarıyla Tarih, çok farklı biçimlerde yazılabilmektedir. Global tarihçilikten yerelleşmeye, zihniyet tarihinden sosyo-kültürel odaklanmaya kadar geçmişe yapılan projeksiyonların ve perspektiflerin farklı sonuçlarıyla karşılaşılabilmektedir. Bu editöryal kitap, dünyadaki tarihçiliğin tam da bu çeşitliliğine odaklanarak, geçmişten bugüne değin baskın yazım tarzlarını, ana dönem, okul ve yaklaşımları, onların öncülüğünü yapmış usta tarihçiler üzerinden konu etmektedir.
Uploads
Papers by Abdulkadir Macit
Muhammad Hamīdullah and High Caliphate Council
Abstract: After the death of Prophet Muhammad (p.b.u.h), one of the most significant debated
topics of Muslims was the institution of caliphate. This institution caused crucial argumentations
through the ages from Abu Bakr to Abd-al-Majid who was the hundreth khalifa. Some prominent
issues in that regard as follows: How khalifa comes to power, who becomes khalifa, whether he is
descended from Quraysh or not, which kind of traits khalifa should have, and how khalifa should
behave in certain circumstances. While these arguments were going on, caliphate was maintained
based on the reign under some certain dynasties’ responsibilities after the Rashidun (rightly
guided) Caliphs. Umayyads, Abbasids and Ottoman Dynasties were the most well-known ones of
these dynasties. Throughout history, even though caliphate passed in one another’s hands
among aforementioned dynasties, none of them did attempt to abolish this position. However,
Turkish Muslims who became defeated with European occupation of non-western territories decided
to abolish caliphate for the sake of modernization activities within the period of transition
from imperialism to nation state. This decision brought about a trauma, which was much more
critical than former argumentation around the position in Muslim world. Many congresses were
organized in Islamic world in order to recover from this trauma. While this kind of quests were
continuing, Muhammad Hamīdullah proposed “High Caliphate Council” in relation to rearrangement
of caliphate in accordance with the conditions of Islamic countries. This proposal offers an
applicable model to today’s modern nation states by establishing unity among them and leaving
aside their conflicts and differences. This proposal offers a resolution of much-discussed matters
of the position within the limits of principals. It also draws attention by showing a possibility of
Islamic union in contemporary Islamic thought.
Çağdaş İslami akımları Büyükkara’nın tasnifi mucibince gelenekçiler, ıslahatçılar (İslamcılar) ve modernistler şeklinde tasnif edebiliriz. Bu tebliğimizde bu üç akım içerisinde siyasal ıslahatçılar kategorisinde değerlendirebileceğimiz Milli Görüş hareketinin İslam Dünyasındaki diğer İslamcı hareketler ile kaynaklar, içtihad, tasavvuf, cihad, ittihad-ı İslam, kadınların faaliyetleri ve lider profili gibi temel mevzularda ortaklaşan veya uzlaşan; onlardan ayrılan veya farklılaşan yönlerini mukayese edeceğiz. Netice itibariyle Milli Görüş hareketinin hem sosyal ve kültürel çalışmalar icra eden kültürel ıslahatçılık hem de yönetimin ıslahını hedefleyen siyasal ıslahatçılık vasıflarının her ikisini de bünyesinde bir araya getiren tipik bir İslamcı hareket görünümü arzettiğini tespit etmeye çalışacağız.
Ayrıca Milli Görüş’ün bütün bu yönleriyle Türk siyasetini İslamlaştırma, İslami söylemi de aşırılıktan koruma hususunda bir dönüşüm sağladığını, böylece İslam’ı Türkiye toplumunun ve yöneticilerinin gündemine girdirdiğini, bunu da siyasal mücadele ile sağladığını ortaya koyacağız.
çalışılmış ve bu çerçevede taraflar arasındaki münasebetlerin niteliği dinî saiklerin etkisiyle siyasi, askerî,
sınai gibi daha pek çok mühim alanlarda olduğu arşiv belgeleri ışığında ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Arşiv belgeleri, Osmanlı Devleti ile Hokand Hanlığı arasındaki münasebetlerde bir nevi ittifak havasının
olduğunu göstermiştir. Bu ittifak havasının doğmasına taraflar için birer tehlike olarak görülen Şii İran
ile devamlı güneye yayılma siyaseti takip eden Çarlık Rusya’sı neden olmuştur. Bu araştırma ile bir taraftan
İslam âleminin lideri ve hamisi olan Osmanlı Devleti’nin Orta Asya’daki Müslüman Türk Hanlıklarına
karşı takip ettiği siyaset ortaya konulmaya, diğer taraftan da Hokand Hanlığı’nın Osmanlı Devleti’ne karşı
tutumu izah edilmeye çalışılmıştır. Neticede Osmanlı Devleti, pek çok sebepten dolayı münasebetlerde
temkinli durduğu hâlde, Hokand Hanlığı Osmanlı padişahlarına daima bağlı kalmış; Osmanlı ülkesinden
gelen her isteği “emir” telakki etmiştir.
Mevzubahs ettiğimiz bu yakınlığın kuşkusuz birtakım dini ve siyasi sâikleri mevcuttur: Bu noktada evvela vurgulanması gereken husus, Sünnî Müslümanlığı temsil eden Özbekler’in Orta Asya halklarının manevi hayatlarında etkin bir güç olan Bahauddîn Nakşibend ve Ahmed Yesevî’ye büyük bir saygı beslemeleridir. Dikkate layık ve üzerinde durulmaya değer diğer bir husus da, Sünnilik ve Şiîlik rekabetinin Fatımiler’den sonra ikinci defa Özbek-Safevî mücadeleleriyle siyasi boyut kazanmış ve tüm hızıyla yüzyılı aşkın bir süre devam etmiş olmasıdır. Nitekim Sünnî eğilimli bu tarikata mensup Şeybânîler, Şiî mezhebinden olan ve Şiîliği resmi devlet dini olarak tanıyan Safevîler’e karşı bu mezhebi bir sığınak olarak görmüşlerdir. Bu sebeple de bu tarikatın sağlamlaşarak örgütlenmesiyle oluşan sosyal yapısı kendileri için Orta Asya’dan İslam dünyasına uzanan koridor oluşturması açısından mühim bir güç oluşturmuştur.
Book Reviews by Abdulkadir Macit
İslâm Tarihi Anabilim Dalı’nda hazırladığı doktora çalışmasına dayanan kitap,
Emevîler döneminin çok mühim bir şahsiyetini, beşinci halife Abdülmelik b.
Mervân’ın hayatı ve halife olarak gerçekleştirdiği uygulamaları konu etmektedir.
Conference Presentations by Abdulkadir Macit
Talks by Abdulkadir Macit
Books by Abdulkadir Macit
XVI. asrın ilk yıllarında İslam dünyası haritasının doğu tarafında hayat bulan yeni devletlerden birisi olan Şeybânî Özbek Hanlığı, XV. asrın ortalarında Altınordu Cuci (Coçi) ulusunun Özbek adını alan Türk-Moğol boylarının bir kısmının Cuci’nin beşinci oğlu Şeybân (Şîbân) soyundan olan Ebu’l-Hayr Han öncülüğünde Deşt-i Kıpçak’tan (Kıpçak bozkırı) göç ederek hızlı bir fetih politikasıyla hareket eden Özbekler tarafından Timurlu İmparatorluğunun bakiyesi olan Maveraünnehir toprakları üzerinde tesis edilmiştir. O kadar ki Şeybânîler, yaklaşık bir asır Maveraünnehir, Hârizm, Fergana ve çevresinde hüküm sürmüştür. Şeybânî hanları mezkûr asır boyunca bir taraftan hanedan içi bitmek bilmeyen taht mücadeleleri ile uğraşmışlar, diğer taraftan ise Safevîler, Kazaklar ve Bâbürlülere karşı sürekli savaş halinde olmuşlardır. Şüphesiz bu mücadele Şeybânîleri siyasi ve idari olarak zayıflatmıştır. Bu zayıflamayı, iktisadi olarak, doğu-batı istikametinde Maveraünnehir şehirlerinden seyreden kara ticaret yollarının eski önemini yitirip coğrafi keşiflerin de etkisiyle okyanus ticaretinin ve kuzey-güney yönündeki şehirlerin ön plana çıkması ile bölgedeki ırmaklarının mecralarını değiştirmesi hızlandırmıştır. İşte, bütün bunlar, XVI. asrın sonunda Şeybânî Özbek Hanlığı’nın bütün haşmetine rağmen tarih sahnesinden çekilmesini beraberinde getirmiştir.
Onun bütün derdi ve gayesi; ölmüş yüreklere ve zihinlere gayret ruhu ve büyük işler başarabilme inancını yerleştirmek, ictimaî hastalıkları teşhis etmek ve bu hastalıkların tedavi yollarını göstermek olmuştur.
‘‘İstiklal Şairi Âkif’’ şiirleriyle adeta millî ruhun sesi olurken, Anadolu’nun dört bir köşesinde yaptığı yüzlerce konuşma ise o ruhun yeniden canlanmasını sağlamıştır. Onun ‘‘Asım’ın Nesli’’ diyerek müjdelediği yeni nesillere düşen, yüz yıl önce Âkif’in şahsında tecessüm eden bu değerleri yaşatmaktır.
Müslümanların tarihte yaşadıkları en sancılı dönemlerden
birisine şahitlik etmiştir. Ancak Müslümanların içinde bulundukları
bu sancılı durumun son bulacağı ümidini hiçbir zaman
kaybetmemiş, bu ümit ile mücadelesini son nefesine kadar
Ebû Eyyûb el-Ensârî örnekliğinde sürdürmüştür. Bir beşer olarak
üzerine düşen sorumluluklarda gayet ciddi bir insan olmuş,
işlerini tesadüflere bırakmamıştır. Bu hususta “Bizler, karadan
gemi yapmaya devam edeceğiz lakin inanacağız ki Allah denizi
ayağımıza getirecektir.” diyerek sebeplere sıkı sıkıya sarılmayı
ve neticeyi daima Allah’tan beklemeyi telkin etmiştir. Diğer bir
ifadeyle bir beşer olarak gayret edildiğinde bunun Allah tarafından
kesinlikle karşılıksız bırakılmayacağını ihsas etmiştir.
Nihai merhalede Allah’a olan sonsuz güvenini/tevekkülünü de
“Biz elhamdulillah inançlı insanlarız, biz inanıyoruz ki, Allah
bize yardım eder. Allah bize yardım ettiği zaman ancak biz galip
geliriz. Kimse bize galip gelemez.” sözleri ile ifade etmiştir.
Muhammad Hamīdullah and High Caliphate Council
Abstract: After the death of Prophet Muhammad (p.b.u.h), one of the most significant debated
topics of Muslims was the institution of caliphate. This institution caused crucial argumentations
through the ages from Abu Bakr to Abd-al-Majid who was the hundreth khalifa. Some prominent
issues in that regard as follows: How khalifa comes to power, who becomes khalifa, whether he is
descended from Quraysh or not, which kind of traits khalifa should have, and how khalifa should
behave in certain circumstances. While these arguments were going on, caliphate was maintained
based on the reign under some certain dynasties’ responsibilities after the Rashidun (rightly
guided) Caliphs. Umayyads, Abbasids and Ottoman Dynasties were the most well-known ones of
these dynasties. Throughout history, even though caliphate passed in one another’s hands
among aforementioned dynasties, none of them did attempt to abolish this position. However,
Turkish Muslims who became defeated with European occupation of non-western territories decided
to abolish caliphate for the sake of modernization activities within the period of transition
from imperialism to nation state. This decision brought about a trauma, which was much more
critical than former argumentation around the position in Muslim world. Many congresses were
organized in Islamic world in order to recover from this trauma. While this kind of quests were
continuing, Muhammad Hamīdullah proposed “High Caliphate Council” in relation to rearrangement
of caliphate in accordance with the conditions of Islamic countries. This proposal offers an
applicable model to today’s modern nation states by establishing unity among them and leaving
aside their conflicts and differences. This proposal offers a resolution of much-discussed matters
of the position within the limits of principals. It also draws attention by showing a possibility of
Islamic union in contemporary Islamic thought.
Çağdaş İslami akımları Büyükkara’nın tasnifi mucibince gelenekçiler, ıslahatçılar (İslamcılar) ve modernistler şeklinde tasnif edebiliriz. Bu tebliğimizde bu üç akım içerisinde siyasal ıslahatçılar kategorisinde değerlendirebileceğimiz Milli Görüş hareketinin İslam Dünyasındaki diğer İslamcı hareketler ile kaynaklar, içtihad, tasavvuf, cihad, ittihad-ı İslam, kadınların faaliyetleri ve lider profili gibi temel mevzularda ortaklaşan veya uzlaşan; onlardan ayrılan veya farklılaşan yönlerini mukayese edeceğiz. Netice itibariyle Milli Görüş hareketinin hem sosyal ve kültürel çalışmalar icra eden kültürel ıslahatçılık hem de yönetimin ıslahını hedefleyen siyasal ıslahatçılık vasıflarının her ikisini de bünyesinde bir araya getiren tipik bir İslamcı hareket görünümü arzettiğini tespit etmeye çalışacağız.
Ayrıca Milli Görüş’ün bütün bu yönleriyle Türk siyasetini İslamlaştırma, İslami söylemi de aşırılıktan koruma hususunda bir dönüşüm sağladığını, böylece İslam’ı Türkiye toplumunun ve yöneticilerinin gündemine girdirdiğini, bunu da siyasal mücadele ile sağladığını ortaya koyacağız.
çalışılmış ve bu çerçevede taraflar arasındaki münasebetlerin niteliği dinî saiklerin etkisiyle siyasi, askerî,
sınai gibi daha pek çok mühim alanlarda olduğu arşiv belgeleri ışığında ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Arşiv belgeleri, Osmanlı Devleti ile Hokand Hanlığı arasındaki münasebetlerde bir nevi ittifak havasının
olduğunu göstermiştir. Bu ittifak havasının doğmasına taraflar için birer tehlike olarak görülen Şii İran
ile devamlı güneye yayılma siyaseti takip eden Çarlık Rusya’sı neden olmuştur. Bu araştırma ile bir taraftan
İslam âleminin lideri ve hamisi olan Osmanlı Devleti’nin Orta Asya’daki Müslüman Türk Hanlıklarına
karşı takip ettiği siyaset ortaya konulmaya, diğer taraftan da Hokand Hanlığı’nın Osmanlı Devleti’ne karşı
tutumu izah edilmeye çalışılmıştır. Neticede Osmanlı Devleti, pek çok sebepten dolayı münasebetlerde
temkinli durduğu hâlde, Hokand Hanlığı Osmanlı padişahlarına daima bağlı kalmış; Osmanlı ülkesinden
gelen her isteği “emir” telakki etmiştir.
Mevzubahs ettiğimiz bu yakınlığın kuşkusuz birtakım dini ve siyasi sâikleri mevcuttur: Bu noktada evvela vurgulanması gereken husus, Sünnî Müslümanlığı temsil eden Özbekler’in Orta Asya halklarının manevi hayatlarında etkin bir güç olan Bahauddîn Nakşibend ve Ahmed Yesevî’ye büyük bir saygı beslemeleridir. Dikkate layık ve üzerinde durulmaya değer diğer bir husus da, Sünnilik ve Şiîlik rekabetinin Fatımiler’den sonra ikinci defa Özbek-Safevî mücadeleleriyle siyasi boyut kazanmış ve tüm hızıyla yüzyılı aşkın bir süre devam etmiş olmasıdır. Nitekim Sünnî eğilimli bu tarikata mensup Şeybânîler, Şiî mezhebinden olan ve Şiîliği resmi devlet dini olarak tanıyan Safevîler’e karşı bu mezhebi bir sığınak olarak görmüşlerdir. Bu sebeple de bu tarikatın sağlamlaşarak örgütlenmesiyle oluşan sosyal yapısı kendileri için Orta Asya’dan İslam dünyasına uzanan koridor oluşturması açısından mühim bir güç oluşturmuştur.
İslâm Tarihi Anabilim Dalı’nda hazırladığı doktora çalışmasına dayanan kitap,
Emevîler döneminin çok mühim bir şahsiyetini, beşinci halife Abdülmelik b.
Mervân’ın hayatı ve halife olarak gerçekleştirdiği uygulamaları konu etmektedir.
XVI. asrın ilk yıllarında İslam dünyası haritasının doğu tarafında hayat bulan yeni devletlerden birisi olan Şeybânî Özbek Hanlığı, XV. asrın ortalarında Altınordu Cuci (Coçi) ulusunun Özbek adını alan Türk-Moğol boylarının bir kısmının Cuci’nin beşinci oğlu Şeybân (Şîbân) soyundan olan Ebu’l-Hayr Han öncülüğünde Deşt-i Kıpçak’tan (Kıpçak bozkırı) göç ederek hızlı bir fetih politikasıyla hareket eden Özbekler tarafından Timurlu İmparatorluğunun bakiyesi olan Maveraünnehir toprakları üzerinde tesis edilmiştir. O kadar ki Şeybânîler, yaklaşık bir asır Maveraünnehir, Hârizm, Fergana ve çevresinde hüküm sürmüştür. Şeybânî hanları mezkûr asır boyunca bir taraftan hanedan içi bitmek bilmeyen taht mücadeleleri ile uğraşmışlar, diğer taraftan ise Safevîler, Kazaklar ve Bâbürlülere karşı sürekli savaş halinde olmuşlardır. Şüphesiz bu mücadele Şeybânîleri siyasi ve idari olarak zayıflatmıştır. Bu zayıflamayı, iktisadi olarak, doğu-batı istikametinde Maveraünnehir şehirlerinden seyreden kara ticaret yollarının eski önemini yitirip coğrafi keşiflerin de etkisiyle okyanus ticaretinin ve kuzey-güney yönündeki şehirlerin ön plana çıkması ile bölgedeki ırmaklarının mecralarını değiştirmesi hızlandırmıştır. İşte, bütün bunlar, XVI. asrın sonunda Şeybânî Özbek Hanlığı’nın bütün haşmetine rağmen tarih sahnesinden çekilmesini beraberinde getirmiştir.
Onun bütün derdi ve gayesi; ölmüş yüreklere ve zihinlere gayret ruhu ve büyük işler başarabilme inancını yerleştirmek, ictimaî hastalıkları teşhis etmek ve bu hastalıkların tedavi yollarını göstermek olmuştur.
‘‘İstiklal Şairi Âkif’’ şiirleriyle adeta millî ruhun sesi olurken, Anadolu’nun dört bir köşesinde yaptığı yüzlerce konuşma ise o ruhun yeniden canlanmasını sağlamıştır. Onun ‘‘Asım’ın Nesli’’ diyerek müjdelediği yeni nesillere düşen, yüz yıl önce Âkif’in şahsında tecessüm eden bu değerleri yaşatmaktır.
Müslümanların tarihte yaşadıkları en sancılı dönemlerden
birisine şahitlik etmiştir. Ancak Müslümanların içinde bulundukları
bu sancılı durumun son bulacağı ümidini hiçbir zaman
kaybetmemiş, bu ümit ile mücadelesini son nefesine kadar
Ebû Eyyûb el-Ensârî örnekliğinde sürdürmüştür. Bir beşer olarak
üzerine düşen sorumluluklarda gayet ciddi bir insan olmuş,
işlerini tesadüflere bırakmamıştır. Bu hususta “Bizler, karadan
gemi yapmaya devam edeceğiz lakin inanacağız ki Allah denizi
ayağımıza getirecektir.” diyerek sebeplere sıkı sıkıya sarılmayı
ve neticeyi daima Allah’tan beklemeyi telkin etmiştir. Diğer bir
ifadeyle bir beşer olarak gayret edildiğinde bunun Allah tarafından
kesinlikle karşılıksız bırakılmayacağını ihsas etmiştir.
Nihai merhalede Allah’a olan sonsuz güvenini/tevekkülünü de
“Biz elhamdulillah inançlı insanlarız, biz inanıyoruz ki, Allah
bize yardım eder. Allah bize yardım ettiği zaman ancak biz galip
geliriz. Kimse bize galip gelemez.” sözleri ile ifade etmiştir.