Günümüzde konut üretimi hızla tekdüze, bilindik ve alışıldık süreçlerle gerçekleşme yoluna girmiştir. Kapitalist sistem, arz ve talep dengesini arz lehine değiştirir ve önceliği “arz”a verir. Konut üretimini oluşturan sürecin özneleri,...
moreGünümüzde konut üretimi hızla tekdüze, bilindik ve alışıldık süreçlerle gerçekleşme yoluna girmiştir. Kapitalist sistem, arz ve talep dengesini arz lehine değiştirir ve önceliği “arz”a verir. Konut üretimini oluşturan sürecin özneleri, arazi sahibi, yatırımcı, tasarımcı,
bazen pazarlamacılardır. Bu süreç imar kuralları gibi yapılaşmanın biçimsel oluşumunu etkileyen parametrelerle ilerler. Bu sürecin içindeki tüm aktörler daha fazla arz üretmek ve tartışma götürmez biçimde daha fazla kar elde etme hedefindedirler. Süreçte arzın
öncellenmesi, tasarımcı tarafından benzer bir kullanıcı tipi kabulü yapılmasına ve böylelikle arz eden kullanıcının tek-tipleşmesine yol açar. Bu tek-tipleşen süreç ve tek-tipleşen sonuç ürünler sadece mekâna yaygın bir durum da değildir. Arz edenin ekonomik tercihleri, üretim sürecinin benzerliğinden tek-tipleşir ve erişilebilir konut, belli bir gelir grubunun erişim alam içinde kalır. Bu sistem tökezlemeden işlemeye devam ettikçe -veya ettirildikçe- süreklilik gösterir. Tarihsel bağlamda kentli konutun farklı üretim biçimleriyle karşılaşılmıştır. 1928 yılında Moskova Moisei Ginzburg ve Ignatii Milinis tarafından tasarlanan Narkomfin Binası yeni bir sosyal düzenin mimarlıktaki karşılığını yansıtmayı hedefler. Bina anlayışın ardındaki temel ilke, kolektif fonksiyonlara karşılık gelen tüm alanların ortak alanlarda tasarlanmış olmasıdır. Batı ülkelerinde ortak kullanma sahip mekânları olan konut türleri, örneğin mutfak alanı birden çok kullanıcı tarafından paylaşımı yoluyla, farklı denemeler içerir. Buna benzer mekânsal ortaklık kuran konut denemelerine Kuzey Avrupa ‘da rastlanır. İsveç’te Mimar Sven Marcelius ve sosyal bilimci Alya Myrdal, Danimarka’da Jan Gudmand-Hoyer, Bodil Graye, konut mekânın ortaklaşması ve dolayısı ile mülkiyetin ortaklaşması ile ilgili öneriler geliştirmişlerdir. Ülkemizde bu tür deneysel konut üretimlerine rastlanmasa da yatırımcı kimliğinin değişmesine bağlı olarak geçici ve kalıcı mülkiyet öneren sistemlere rastlanır. Devlet eliyle üretilen konutlarda mülkiyet tekildir ve çeşitli gelir grupların erişimine olanak sağlanır. Tekil konut mülkiyeti saklı kalmak kaydıyla, kooperatifler eliyle üretilen konutlarda, arsa hakkı paylaşılır. Mülkiyet hakkının farklılaştığı bir başka konut tipi lojmanlardır. Mülkiyeti tek bir kuruma ait olup, kullanıcısının geçiciliğine dayanır. İçinde yaşadığımız günümüz kenti yoğunluk ve büyüme bağlamında postmetropol olarak tanımlanmaktadır. Bu içeriği şu başlıklar oluşturur; küreselleşmenin tamamlanması, neo-liberal sistemin tam olarak devreye girişi, bütüncül kent planlamasının terki, parçacıl tasarım, emlak merkezli yatırımlar, 80’li yıllarda kıyıdan çekilen kapitalin kıyıya dönüşü, inşaat endüstrisinin gelişmesi: teknolojilerin mega strüktürler kolayca inşa edebilmesi, mimarlığın «sosyal mühendislik» misyonundan giderek uzaklaşması, yeni yetimlerin ortaya çıkışı: yaşlanan nüfusun yaşam alam, mülteciler / romanlar / prekarya: kent yoksulları. Yukarıda dile getirilen sorunlar için önerilen çözümlerden biri de kent kolektifinin yeniden tanılanmasıdır ve çözümlerden en görünür ve radikal bir değişiklik önerisinde bulunarak gerçekleştirilen Co-Housing uygulamalarıdır. Bu konutun üretilmesinde yeni
bir örgütlenme önerisi sunmaktadır. Barınma ihtiyacım piyasa aygıtlarının dayattığı / önerdiği finans ve sahip olma modellerinden farklı şekilde örgütlenmeyi ve finanse etmeyi önerir. Co-Housing bir konut üretim modeli olarak demografik çeşitliği içinde
barındırmayı, özel ve kolektif olanı aynı anda mekânsal ve donatısal olarak ortaklaştırmayı hedefler. Bu çalışmada, yeni konut üretme biçimi olarak bu model, uygulaması gerçekleşmiş örnekler üzerinden tartışılacaktır.