Olağanüstü Rejimlerde İnsan Haklarını Savunmak, 2024
Bu çalışma, 2016’dan bu yana yürütme organının, iç güvenlik ve terörle
mücadele politikaları ... more Bu çalışma, 2016’dan bu yana yürütme organının, iç güvenlik ve terörle mücadele politikaları ile OHAL uygulamaları üzerindeki yasal ve yargısal denetimi etkisiz hale getirmeyi, bu yolla hesap verebilirlik alanını daraltmayı amaçlayan stratejik müdahalelerini incelemeyi amaçlamaktadır. Bu inceleme ışığında mevcut çalışmanın temel iddiası, Türkiye’de yürütme imtiyazını (executive prerogative)14 sorgulanamaz ve denetlenemez kılmayı amaçlayan kanuni bir sorumsuzluk rejimi inşa edildiğidir. Bu çerçevede ilk olarak, hukuki dayanaktan yoksun fiili bir olağanüstü hal olarak tanımlanabilecek sokağa çıkma yasakları döneminin ardından 14 Temmuz 2016’da kabul edilen kanunun terörle mücadele bakımından dönüştürdüğü sorumluluk rejimi “cezasızlık” kavramı ekseninde, anayasal ilkeler ve uluslararası insan hakları normları ışığında incelenecektir. Sonrasında ise, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL sırasında KHK’ler eliyle yürürlüğe sokulan “sorumsuzluk” düzenlemelerinin içeriği ve işlevi ele alınacaktır.
11 Ocak 2016 tarihinde Türkiye’den ve dünyanın farklı yerlerinden 1128 akademisyen
ve araştırma... more 11 Ocak 2016 tarihinde Türkiye’den ve dünyanın farklı yerlerinden 1128 akademisyen ve araştırmacı, 2015-2016 yıllarında ülkenin güneydoğusunda ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında yürütülen güvenlik operasyonlarda işlenen ciddi insan hakları ihlallerini kınamak ve 2015 yılında kesintiye uğrayan barış müzakerelerinin yeniden başlatılması çağrısında bulunmak amacıyla “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bir bildiri yayımladı. Hükümetin güvenlik politikalarını kınayan ve temel insan haklarını koruma çağrısı yapan, ülke tarihinde daha önce görülmemiş kitlesellikteki bu akademisyen girişimi, bildiri yayınlandığı andan itibaren hemen her resmi merciinin seferber edildiği, örgütlü ve çok yönlü bir siyasi baskıyla karşı karşıya kaldı. İmzacı akademisyenler ceza soruşturmalarına, işten çıkarmalara, kamu görevinden ihraç kararlarına, gözaltına ve sürgüne maruz kaldılar. Dozu giderek tırmanan baskı karşısında, bildiriyi sahiplenenlerin sayısı 2020’ye ulaştı, imzacı akademisyenlerle dayanışmak için yurt içinden ve dışından çok sayıda destek bildirisi yayınlandı. Barış bildirisine imza veren 406 akademisyen, isimleri olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerine (KHK) ekli listelere koyularak kamu hizmetinden geri dönüşsüz olarak ihraç edildi; mesleklerini, yaşam kaynaklarını, sosyal, ekonomik ve siyasi haklarını kaybetti. Baskının bir diğer ayağı da, bildiri imzacılarının bireysel olarak yargılandıkları ve mahkûm edildikleri ceza davalarıydı. 2017’nin sonbaharından itibaren akademisyenler Terörle Mücadele Kanunu’nun 7(2) maddesinde düzenlenen “terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapmak” suçlamasıyla yargılanmaya başladılar. Barış Bildirisi imzacılarına karşı başlatılan ceza kovuşturması, Türkiye tarihinde akademisyen ve araştırmacıların terör suçlamasıyla yargılandığı en kitlesel cezai takibat olma özelliğiyle öne çıkıyor. Bu çalışma, barış bildirisini odağına alarak, ceza davasının ve terör mevzuatının siyasi rejimin düşman olarak işaretlediği grupları cezalandırmak için hangi hukuki yöntem ve taktiklerle inşa edildiğini ve otoriter bir rejimde baskı aygıtı olarak yargıya yüklenen işlevleri inceliyor. Yazı muhalif entelektüel faaliyetin ve sözün bastırılmasının kamusal sonuçlarını irdelerken; aynı zamanda, Barış için Akademisyenler vakası üzerinden, itham edilen politik öznelerin siyasi davayı kamusal bir itiraz alanına dönüştürme ve failliğin anlamını ters yüz etme imkânını da tartışmaya açmayı hedefliyor.
La Revue des droits de l'homme Revue du Centre de recherches et d'études sur les droits fondament... more La Revue des droits de l'homme Revue du Centre de recherches et d'études sur les droits fondamentaux 22 | 2022 Revue des droits de l'homme-N°22
Türkiye’nin hukuk pratiğinde cezasızlık, mevzuatın her daim kapı araladığı bir şey olmakla birlik... more Türkiye’nin hukuk pratiğinde cezasızlık, mevzuatın her daim kapı araladığı bir şey olmakla birlikte, esas olarak yasanın keyfi yorumlanması ve uygulanmasına dayanan bir yargı zafiyeti ya da devlet aklının şekillendirdiği ideolojik yargı icraatı ekseninde gündeme geldi. Cezasızlık özellikle toplumsal davalarda, faili tespit etmeye yönelik etkili bir soruşturma yürütmekten kaçınma, suçu örtbas etme, suç oluşturan fiili hatalı niteleme, suçun ağırlığıyla orantısız ceza verme, verilen cezayı infaz etmeme gibi bilinçli tercihlerin şekillendirdiği bir yargı politikası olarak karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte, kesintisiz bir olağanüstü hal olarak tarif edebileceğimiz son beş yıl içinde peş peşe çıkarılan yasalar ve OHAL KHK’leriyle birlikte, Türkiye’de -hukukun pek çok alanında olduğu gibi- cezasızlık rejimi de köklü bir yapısal dönüşüme uğradı. Otoriterleşmenin hız kazandığı, kuvvetler ayrılığı fiilen lağvedilerek devlet iktidarının tek makamda ve kişide toplandığı bu dönemde, cezasızlık yargı eliyle yaratılan bir koruma olmanın ötesine geçti ve hukuki denetimden muaf kılınmış yürütme imtiyazını muhafaza etmeye yönelik yasama politikasıyla, aktif olarak tahkim edilen bir yapıya dönüştü. Cezasızlığın yasal zemininin giderek genişlediği ve güçlendiği bu son dönemin ilk uğrağı, 2015-2016 yıllarında, birden fazla ilde ilan edilen süresiz ve kesintisiz sokağa çıkma yasaklarının hemen sonrasına denk geliyor.
Türkiye’de geçmişte işlenen ağır insan hakları ihlalleri için hesap verebilirliği sağlamaya yönel... more Türkiye’de geçmişte işlenen ağır insan hakları ihlalleri için hesap verebilirliği sağlamaya yönelik bütünlüklü bir adalet politikası bugüne dek hayata geçirilmedi. Geçmiş haksızlıkları telafi etme ve ihlallere ilişkin hakikati açığa çıkarma iddiası taşıyan az sayıdaki resmi girişim, devlet şiddetine maruz kalan özneler ve toplum için gerçek bir onarım sağlamadı. Bu makale, 1990’larda OHAL rejimi altında, terörle mücadele gerekçesiyle işlenen zorla kaybetme, hukuk dışı infaz, zorla göç ettirme, işkence gibi ağır hak ihlalleri hakkında, dönüşen siyasi konjonktürün etkisiyle 2008-2014 yılları arasında başlatılan ceza yargılamalarının bakiyesini geçiş dönemi adaleti perspektifinden ele almayı amaçlıyor. “Yüzleşme davaları” olarak anılan bu davaların büyük kısmı, benzer adli stratejiler kullanılarak kısa bir süre içinde cezasızlıkla sonuçlandırıldı. Sanıkların tamamının beraat ettiği, kimi suçlamaların da zamanaşımından düşürüldüğü bu yargı pratiği, Türkiye’de adalet mekanizmasını bizatihi bir cezasızlık aygıtına dönüştürdü ve cezasızlığın yerleşik hale gelmesinde önemli rol oynadı. Öte yandan 2015-2016 arasındaki sokağa çıkma yasakları sırasında ve daha sonra ilan edilen OHAL rejimi altında kabul edilen, ağır insan hakları ihlallerini soruşturmayı ve yargılamayı zorlaştıran yasal mevzuatla birlikte cezasızlık kurumsallaştırılmış oldu. Bu makale, bu gelişmeler üzerinden Türkiye’deki cezasızlık politikalarının bilançosunu çıkarmayı ve bu politikaların sonuçlarını adalet ve toplumsal barış talepleriyle bağlantılı olarak tartışmayı amaçlıyor.
23 Eylül 2012'de bireysel başvuru usûlünün kabul edilmesinin ardından Anayasa Mahkemesi'ne, 1980 ... more 23 Eylül 2012'de bireysel başvuru usûlünün kabul edilmesinin ardından Anayasa Mahkemesi'ne, 1980 darbesi döneminde ve 1990'lı yıllarda işlenmiş yasadışı ve keyfi infaz, zorla kaybetme, işkence gibi ağır insan hakları ihlallerini konu alan çok sayıda başvuru yapıldı. Mahkeme bu başvurular üzerinde yaptığı usûl ve esas incelemesinde, uluslararası insan hakları hukukunun yerleşik ilke ve normlarını kısmen uygularken, başvurucuların önemli esaslı taleplerini ise çoğunlukla reddetti. Bu çalışmada, Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) bireysel başvuru kapsamındaki yakın dönem içtihadının, ağır insan hakları ihlalleri açısından Türkiye'de cezasızlık temelli yerleşik yargı kültürünün yapıtaşı haline geldiği ortaya koyulmaya çalışılacaktır.
Türkiye'de ister adalet arayışının, isterse siyasi eleştirinin konusunu oluştursun, devlet suçlar... more Türkiye'de ister adalet arayışının, isterse siyasi eleştirinin konusunu oluştursun, devlet suçlarıyla ilgili yürütülen hukuki süreçler ekseriyetle, gözümüzle, kulağımızla tanık olduğumuz hakikati hedef alan bir saldırı olarak örgütlenir. Yüzlerce insanın, yakınlarının gözü önünde kaçırılıp bedenlerinin ıssız yol kenarlarında, mezralarda, su kuyularında bulunduğu, kimisinin evlerinin içinde yakılarak can verdiği, tesadüfen hayatta kalanların ise paramparça yaşamlarına kazınan cinayetler, mahkeme kararlarına "soyut iddialar" olarak geçer. Oysa failleri hukukun mührüyle gizlenen ve soyut iddiadan ibaret kılınan cinayetler, sevdiklerini kaybedenlerin hafızasında yası tutulamamış kayıplar ve inkâr edilmiş hakikatler olarak yaşamaya devam eder.
Geçiş dönemi adaleti baskı ve şiddet dönemlerinin ardından, geçmişte işlenen suçlar nedeniyle fai... more Geçiş dönemi adaleti baskı ve şiddet dönemlerinin ardından, geçmişte işlenen suçlar nedeniyle faillerin hesap vermesini, hakikatlerin açığa çıkarılmasını, mağdurların uğradıkları zararların tazminini, barış ve toplumsal uzlaşmanın sağlanmasını amaçlar. Modern hukuk sistemini şekillendiren kamusal/özel alan karşıtlığı, bu amaçları hayata geçirmeye yönelik geçiş dönemi adaleti yapılarını da belirlemiştir. Böylece yoğun şiddet ve çatışma dönemlerinde açığa çıkan toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve ezilme de 'özel alan' içinde kaldığı kabulüyle bu yapılar tarafından çoğunlukla yok sayılmıştır. Ceza yargılamaları ve hakikat komisyonları gibi geçiş dönemi adaleti yapılarının esas aldığı insan hakları ihlallerinin belirlenmesinde hakim olan politik tercihler, kadınların maruz kaldıkları zararların ve mağduriyet biçimlerinin bu yapıların müdahalesinin dışında kalmasına sebep olmuştur. Salt cinsel şiddete maruz kaldıklarında mağdur ve muhatap olarak kabul gören kadınların savaş ve yaygın şiddet nedeniyle yaşadıkları birbirinin içine geçen diğer hak ihlalleri görünmez bırakılmıştır. Öte yandan geçiş dönemi adaleti yapılarının temel aldığı olağanüstü dönem şiddeti tanımlaması da, kadınların bu dönemlerde maruz kaldıkları şiddet ile 'barış' döneminde maruz kaldıkları gündelik yapısal şiddet arasında bir kesinti yaratarak, ikisi arasındaki devamlılığı ve geçişkenliği anlamayı zorlaştırmaktadır. Kadınlara ne tam bir mağdur statüsü ne de politik faillik tanımayan toplumsal cinsiyet körü geçiş süreci adaleti deneyimleri, geçmişle yüzleşme bağlamında adalet ve hakikat kavramlarının yeniden tanımlanması ihtiyacını doğurmaktadır.
Bu hafta 500. Cumartesi... Devlet terörünün varlıkla yokluk, ölümle yaşam arasındaki boşlukta yaş... more Bu hafta 500. Cumartesi... Devlet terörünün varlıkla yokluk, ölümle yaşam arasındaki boşlukta yaşamaya mahkum ettiği Cumartesi İnsanları'nın adalet ve hakikat mücadelesinde 500. Hafta... İlk kez 90'ların sonlarında, 14-15 yaşlarındayken, yatılı kaldığım hafta sonları, okuduğum lisenin önünde karşılaştım onlarla. Polis ablukası altında, ellerinde karanfiller, kaldırdıkları genç yüzlerin fotoğraflarıyla tanıdım. Birkaç kez ürkekçe yanlarında durmanın, her seferinde tedirgin durup birkaç dakika izlemenin ötesinde yanlarından geçip okula girerek ilk gençliğimin telaşına, neşesine geri döndüm..Ben büyürken o alanda, bir gece evi basılarak babaları gözünün önünde alınıp götürülen ve bir daha dönmeyen; her hafta annelerinin dövülüşüne, sürüklenişine, gözaltına alınışına tanık olan çocuklar büyüyordu. Sorular, umutlar, bir tek anda donuveren anılar ve öfkelerle...Biliyordum ama bilmiyordum, görüyordum ama görmüyordum. Yaşamımın 8 yılına mekan, hatta ev olan aynı yer bir ölümün/kalımın bilgisine, bir mezar taşının dinginliğine ve günün birinde adalete kavuşma umuduyla ömür tüketen insanların mücadelesinin diri hafızasıydı. Bu kadar yakın olup da bu hafızaya değmeden dokunmadan, korunaklı dünyalarımızda yıllarca yaşadık pek çoğumuz, yaşıyoruz...
Turkiye'de ozellikle siyasi iktidara muhalif soylemler ekseninde gundemden dusmeyen ifade ve ... more Turkiye'de ozellikle siyasi iktidara muhalif soylemler ekseninde gundemden dusmeyen ifade ve orgutlenme ozgurlugu, akademik ozerkligin guvenceye alindigi, demokratik, cogulcu yapilar olmasi beklenen universitelerin ozneleri ogrenciler bakimindan ayri bir oneme sahip. Universitelerde ogrencilerin ifade ve orgutlenme ozgurluklerini sinirlamak icin en sik basvurulan yol, universite yonetimlerince acilan disiplin sorusturmalari.
Yirmi birinci yüzyılın başından beri uluslararası insan hakları hareketi neredeyse bütün dikkatin... more Yirmi birinci yüzyılın başından beri uluslararası insan hakları hareketi neredeyse bütün dikkatini cezasızlıkla mücadeleye yöneltmiş durumdadır. Bugün, insan haklarını desteklemek, “ağır insan hak ihlalleri” faillerinin hesap verebilir olması; aynı zamanda faillerin bu türden bir hesap sorulabilirliği engelleyebilecek af düzenlemelerine ya da o anlama gelebilecek ceza hukuku uygulamaları ile mücadele etmek anlamına gelmektedir. Cezasızlık hem uluslararası ceza hukukuna hem de uluslararası insan hakları hukukuna içkin bir kavramdır. Dahası, ağır insan hakları ihlallerinde zamanaşımı ve af yasaklarında olduğu gibi cezasızlıkla mücadelenin temel karakteristik özellikleri geniş ölçüde uluslararası ceza hukukunun gelişimi sürecinde ortaya çıkmış ve oradan insan hakları hukukuna aktarılmıştır. Günümüzde cezasızlıkla mücadele konusunda uluslararası ceza hukuku, insancıl hukuk ve insan hakları hukuku disiplinleri arasında cezasızlıkla mücadele bağlamında bir kesişim ve karşılıklı etkileşim söz konusudur. Bu anlamıyla cezasızlıkla mücadelenin bir bütün olarak anlaşılabilmesi, onun salt insan hakları hukukundaki görünümlerinin değil yanı sıra uluslararası ceza hukuku ile insancıl hukuktaki köklerinin ve gelişim süreçlerinin de bilinmesini gerektirmektedir.
Olağanüstü Rejimlerde İnsan Haklarını Savunmak, 2024
Bu çalışma, 2016’dan bu yana yürütme organının, iç güvenlik ve terörle
mücadele politikaları ... more Bu çalışma, 2016’dan bu yana yürütme organının, iç güvenlik ve terörle mücadele politikaları ile OHAL uygulamaları üzerindeki yasal ve yargısal denetimi etkisiz hale getirmeyi, bu yolla hesap verebilirlik alanını daraltmayı amaçlayan stratejik müdahalelerini incelemeyi amaçlamaktadır. Bu inceleme ışığında mevcut çalışmanın temel iddiası, Türkiye’de yürütme imtiyazını (executive prerogative)14 sorgulanamaz ve denetlenemez kılmayı amaçlayan kanuni bir sorumsuzluk rejimi inşa edildiğidir. Bu çerçevede ilk olarak, hukuki dayanaktan yoksun fiili bir olağanüstü hal olarak tanımlanabilecek sokağa çıkma yasakları döneminin ardından 14 Temmuz 2016’da kabul edilen kanunun terörle mücadele bakımından dönüştürdüğü sorumluluk rejimi “cezasızlık” kavramı ekseninde, anayasal ilkeler ve uluslararası insan hakları normları ışığında incelenecektir. Sonrasında ise, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL sırasında KHK’ler eliyle yürürlüğe sokulan “sorumsuzluk” düzenlemelerinin içeriği ve işlevi ele alınacaktır.
11 Ocak 2016 tarihinde Türkiye’den ve dünyanın farklı yerlerinden 1128 akademisyen
ve araştırma... more 11 Ocak 2016 tarihinde Türkiye’den ve dünyanın farklı yerlerinden 1128 akademisyen ve araştırmacı, 2015-2016 yıllarında ülkenin güneydoğusunda ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında yürütülen güvenlik operasyonlarda işlenen ciddi insan hakları ihlallerini kınamak ve 2015 yılında kesintiye uğrayan barış müzakerelerinin yeniden başlatılması çağrısında bulunmak amacıyla “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bir bildiri yayımladı. Hükümetin güvenlik politikalarını kınayan ve temel insan haklarını koruma çağrısı yapan, ülke tarihinde daha önce görülmemiş kitlesellikteki bu akademisyen girişimi, bildiri yayınlandığı andan itibaren hemen her resmi merciinin seferber edildiği, örgütlü ve çok yönlü bir siyasi baskıyla karşı karşıya kaldı. İmzacı akademisyenler ceza soruşturmalarına, işten çıkarmalara, kamu görevinden ihraç kararlarına, gözaltına ve sürgüne maruz kaldılar. Dozu giderek tırmanan baskı karşısında, bildiriyi sahiplenenlerin sayısı 2020’ye ulaştı, imzacı akademisyenlerle dayanışmak için yurt içinden ve dışından çok sayıda destek bildirisi yayınlandı. Barış bildirisine imza veren 406 akademisyen, isimleri olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerine (KHK) ekli listelere koyularak kamu hizmetinden geri dönüşsüz olarak ihraç edildi; mesleklerini, yaşam kaynaklarını, sosyal, ekonomik ve siyasi haklarını kaybetti. Baskının bir diğer ayağı da, bildiri imzacılarının bireysel olarak yargılandıkları ve mahkûm edildikleri ceza davalarıydı. 2017’nin sonbaharından itibaren akademisyenler Terörle Mücadele Kanunu’nun 7(2) maddesinde düzenlenen “terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapmak” suçlamasıyla yargılanmaya başladılar. Barış Bildirisi imzacılarına karşı başlatılan ceza kovuşturması, Türkiye tarihinde akademisyen ve araştırmacıların terör suçlamasıyla yargılandığı en kitlesel cezai takibat olma özelliğiyle öne çıkıyor. Bu çalışma, barış bildirisini odağına alarak, ceza davasının ve terör mevzuatının siyasi rejimin düşman olarak işaretlediği grupları cezalandırmak için hangi hukuki yöntem ve taktiklerle inşa edildiğini ve otoriter bir rejimde baskı aygıtı olarak yargıya yüklenen işlevleri inceliyor. Yazı muhalif entelektüel faaliyetin ve sözün bastırılmasının kamusal sonuçlarını irdelerken; aynı zamanda, Barış için Akademisyenler vakası üzerinden, itham edilen politik öznelerin siyasi davayı kamusal bir itiraz alanına dönüştürme ve failliğin anlamını ters yüz etme imkânını da tartışmaya açmayı hedefliyor.
La Revue des droits de l'homme Revue du Centre de recherches et d'études sur les droits fondament... more La Revue des droits de l'homme Revue du Centre de recherches et d'études sur les droits fondamentaux 22 | 2022 Revue des droits de l'homme-N°22
Türkiye’nin hukuk pratiğinde cezasızlık, mevzuatın her daim kapı araladığı bir şey olmakla birlik... more Türkiye’nin hukuk pratiğinde cezasızlık, mevzuatın her daim kapı araladığı bir şey olmakla birlikte, esas olarak yasanın keyfi yorumlanması ve uygulanmasına dayanan bir yargı zafiyeti ya da devlet aklının şekillendirdiği ideolojik yargı icraatı ekseninde gündeme geldi. Cezasızlık özellikle toplumsal davalarda, faili tespit etmeye yönelik etkili bir soruşturma yürütmekten kaçınma, suçu örtbas etme, suç oluşturan fiili hatalı niteleme, suçun ağırlığıyla orantısız ceza verme, verilen cezayı infaz etmeme gibi bilinçli tercihlerin şekillendirdiği bir yargı politikası olarak karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte, kesintisiz bir olağanüstü hal olarak tarif edebileceğimiz son beş yıl içinde peş peşe çıkarılan yasalar ve OHAL KHK’leriyle birlikte, Türkiye’de -hukukun pek çok alanında olduğu gibi- cezasızlık rejimi de köklü bir yapısal dönüşüme uğradı. Otoriterleşmenin hız kazandığı, kuvvetler ayrılığı fiilen lağvedilerek devlet iktidarının tek makamda ve kişide toplandığı bu dönemde, cezasızlık yargı eliyle yaratılan bir koruma olmanın ötesine geçti ve hukuki denetimden muaf kılınmış yürütme imtiyazını muhafaza etmeye yönelik yasama politikasıyla, aktif olarak tahkim edilen bir yapıya dönüştü. Cezasızlığın yasal zemininin giderek genişlediği ve güçlendiği bu son dönemin ilk uğrağı, 2015-2016 yıllarında, birden fazla ilde ilan edilen süresiz ve kesintisiz sokağa çıkma yasaklarının hemen sonrasına denk geliyor.
Türkiye’de geçmişte işlenen ağır insan hakları ihlalleri için hesap verebilirliği sağlamaya yönel... more Türkiye’de geçmişte işlenen ağır insan hakları ihlalleri için hesap verebilirliği sağlamaya yönelik bütünlüklü bir adalet politikası bugüne dek hayata geçirilmedi. Geçmiş haksızlıkları telafi etme ve ihlallere ilişkin hakikati açığa çıkarma iddiası taşıyan az sayıdaki resmi girişim, devlet şiddetine maruz kalan özneler ve toplum için gerçek bir onarım sağlamadı. Bu makale, 1990’larda OHAL rejimi altında, terörle mücadele gerekçesiyle işlenen zorla kaybetme, hukuk dışı infaz, zorla göç ettirme, işkence gibi ağır hak ihlalleri hakkında, dönüşen siyasi konjonktürün etkisiyle 2008-2014 yılları arasında başlatılan ceza yargılamalarının bakiyesini geçiş dönemi adaleti perspektifinden ele almayı amaçlıyor. “Yüzleşme davaları” olarak anılan bu davaların büyük kısmı, benzer adli stratejiler kullanılarak kısa bir süre içinde cezasızlıkla sonuçlandırıldı. Sanıkların tamamının beraat ettiği, kimi suçlamaların da zamanaşımından düşürüldüğü bu yargı pratiği, Türkiye’de adalet mekanizmasını bizatihi bir cezasızlık aygıtına dönüştürdü ve cezasızlığın yerleşik hale gelmesinde önemli rol oynadı. Öte yandan 2015-2016 arasındaki sokağa çıkma yasakları sırasında ve daha sonra ilan edilen OHAL rejimi altında kabul edilen, ağır insan hakları ihlallerini soruşturmayı ve yargılamayı zorlaştıran yasal mevzuatla birlikte cezasızlık kurumsallaştırılmış oldu. Bu makale, bu gelişmeler üzerinden Türkiye’deki cezasızlık politikalarının bilançosunu çıkarmayı ve bu politikaların sonuçlarını adalet ve toplumsal barış talepleriyle bağlantılı olarak tartışmayı amaçlıyor.
23 Eylül 2012'de bireysel başvuru usûlünün kabul edilmesinin ardından Anayasa Mahkemesi'ne, 1980 ... more 23 Eylül 2012'de bireysel başvuru usûlünün kabul edilmesinin ardından Anayasa Mahkemesi'ne, 1980 darbesi döneminde ve 1990'lı yıllarda işlenmiş yasadışı ve keyfi infaz, zorla kaybetme, işkence gibi ağır insan hakları ihlallerini konu alan çok sayıda başvuru yapıldı. Mahkeme bu başvurular üzerinde yaptığı usûl ve esas incelemesinde, uluslararası insan hakları hukukunun yerleşik ilke ve normlarını kısmen uygularken, başvurucuların önemli esaslı taleplerini ise çoğunlukla reddetti. Bu çalışmada, Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) bireysel başvuru kapsamındaki yakın dönem içtihadının, ağır insan hakları ihlalleri açısından Türkiye'de cezasızlık temelli yerleşik yargı kültürünün yapıtaşı haline geldiği ortaya koyulmaya çalışılacaktır.
Türkiye'de ister adalet arayışının, isterse siyasi eleştirinin konusunu oluştursun, devlet suçlar... more Türkiye'de ister adalet arayışının, isterse siyasi eleştirinin konusunu oluştursun, devlet suçlarıyla ilgili yürütülen hukuki süreçler ekseriyetle, gözümüzle, kulağımızla tanık olduğumuz hakikati hedef alan bir saldırı olarak örgütlenir. Yüzlerce insanın, yakınlarının gözü önünde kaçırılıp bedenlerinin ıssız yol kenarlarında, mezralarda, su kuyularında bulunduğu, kimisinin evlerinin içinde yakılarak can verdiği, tesadüfen hayatta kalanların ise paramparça yaşamlarına kazınan cinayetler, mahkeme kararlarına "soyut iddialar" olarak geçer. Oysa failleri hukukun mührüyle gizlenen ve soyut iddiadan ibaret kılınan cinayetler, sevdiklerini kaybedenlerin hafızasında yası tutulamamış kayıplar ve inkâr edilmiş hakikatler olarak yaşamaya devam eder.
Geçiş dönemi adaleti baskı ve şiddet dönemlerinin ardından, geçmişte işlenen suçlar nedeniyle fai... more Geçiş dönemi adaleti baskı ve şiddet dönemlerinin ardından, geçmişte işlenen suçlar nedeniyle faillerin hesap vermesini, hakikatlerin açığa çıkarılmasını, mağdurların uğradıkları zararların tazminini, barış ve toplumsal uzlaşmanın sağlanmasını amaçlar. Modern hukuk sistemini şekillendiren kamusal/özel alan karşıtlığı, bu amaçları hayata geçirmeye yönelik geçiş dönemi adaleti yapılarını da belirlemiştir. Böylece yoğun şiddet ve çatışma dönemlerinde açığa çıkan toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve ezilme de 'özel alan' içinde kaldığı kabulüyle bu yapılar tarafından çoğunlukla yok sayılmıştır. Ceza yargılamaları ve hakikat komisyonları gibi geçiş dönemi adaleti yapılarının esas aldığı insan hakları ihlallerinin belirlenmesinde hakim olan politik tercihler, kadınların maruz kaldıkları zararların ve mağduriyet biçimlerinin bu yapıların müdahalesinin dışında kalmasına sebep olmuştur. Salt cinsel şiddete maruz kaldıklarında mağdur ve muhatap olarak kabul gören kadınların savaş ve yaygın şiddet nedeniyle yaşadıkları birbirinin içine geçen diğer hak ihlalleri görünmez bırakılmıştır. Öte yandan geçiş dönemi adaleti yapılarının temel aldığı olağanüstü dönem şiddeti tanımlaması da, kadınların bu dönemlerde maruz kaldıkları şiddet ile 'barış' döneminde maruz kaldıkları gündelik yapısal şiddet arasında bir kesinti yaratarak, ikisi arasındaki devamlılığı ve geçişkenliği anlamayı zorlaştırmaktadır. Kadınlara ne tam bir mağdur statüsü ne de politik faillik tanımayan toplumsal cinsiyet körü geçiş süreci adaleti deneyimleri, geçmişle yüzleşme bağlamında adalet ve hakikat kavramlarının yeniden tanımlanması ihtiyacını doğurmaktadır.
Bu hafta 500. Cumartesi... Devlet terörünün varlıkla yokluk, ölümle yaşam arasındaki boşlukta yaş... more Bu hafta 500. Cumartesi... Devlet terörünün varlıkla yokluk, ölümle yaşam arasındaki boşlukta yaşamaya mahkum ettiği Cumartesi İnsanları'nın adalet ve hakikat mücadelesinde 500. Hafta... İlk kez 90'ların sonlarında, 14-15 yaşlarındayken, yatılı kaldığım hafta sonları, okuduğum lisenin önünde karşılaştım onlarla. Polis ablukası altında, ellerinde karanfiller, kaldırdıkları genç yüzlerin fotoğraflarıyla tanıdım. Birkaç kez ürkekçe yanlarında durmanın, her seferinde tedirgin durup birkaç dakika izlemenin ötesinde yanlarından geçip okula girerek ilk gençliğimin telaşına, neşesine geri döndüm..Ben büyürken o alanda, bir gece evi basılarak babaları gözünün önünde alınıp götürülen ve bir daha dönmeyen; her hafta annelerinin dövülüşüne, sürüklenişine, gözaltına alınışına tanık olan çocuklar büyüyordu. Sorular, umutlar, bir tek anda donuveren anılar ve öfkelerle...Biliyordum ama bilmiyordum, görüyordum ama görmüyordum. Yaşamımın 8 yılına mekan, hatta ev olan aynı yer bir ölümün/kalımın bilgisine, bir mezar taşının dinginliğine ve günün birinde adalete kavuşma umuduyla ömür tüketen insanların mücadelesinin diri hafızasıydı. Bu kadar yakın olup da bu hafızaya değmeden dokunmadan, korunaklı dünyalarımızda yıllarca yaşadık pek çoğumuz, yaşıyoruz...
Turkiye'de ozellikle siyasi iktidara muhalif soylemler ekseninde gundemden dusmeyen ifade ve ... more Turkiye'de ozellikle siyasi iktidara muhalif soylemler ekseninde gundemden dusmeyen ifade ve orgutlenme ozgurlugu, akademik ozerkligin guvenceye alindigi, demokratik, cogulcu yapilar olmasi beklenen universitelerin ozneleri ogrenciler bakimindan ayri bir oneme sahip. Universitelerde ogrencilerin ifade ve orgutlenme ozgurluklerini sinirlamak icin en sik basvurulan yol, universite yonetimlerince acilan disiplin sorusturmalari.
Yirmi birinci yüzyılın başından beri uluslararası insan hakları hareketi neredeyse bütün dikkatin... more Yirmi birinci yüzyılın başından beri uluslararası insan hakları hareketi neredeyse bütün dikkatini cezasızlıkla mücadeleye yöneltmiş durumdadır. Bugün, insan haklarını desteklemek, “ağır insan hak ihlalleri” faillerinin hesap verebilir olması; aynı zamanda faillerin bu türden bir hesap sorulabilirliği engelleyebilecek af düzenlemelerine ya da o anlama gelebilecek ceza hukuku uygulamaları ile mücadele etmek anlamına gelmektedir. Cezasızlık hem uluslararası ceza hukukuna hem de uluslararası insan hakları hukukuna içkin bir kavramdır. Dahası, ağır insan hakları ihlallerinde zamanaşımı ve af yasaklarında olduğu gibi cezasızlıkla mücadelenin temel karakteristik özellikleri geniş ölçüde uluslararası ceza hukukunun gelişimi sürecinde ortaya çıkmış ve oradan insan hakları hukukuna aktarılmıştır. Günümüzde cezasızlıkla mücadele konusunda uluslararası ceza hukuku, insancıl hukuk ve insan hakları hukuku disiplinleri arasında cezasızlıkla mücadele bağlamında bir kesişim ve karşılıklı etkileşim söz konusudur. Bu anlamıyla cezasızlıkla mücadelenin bir bütün olarak anlaşılabilmesi, onun salt insan hakları hukukundaki görünümlerinin değil yanı sıra uluslararası ceza hukuku ile insancıl hukuktaki köklerinin ve gelişim süreçlerinin de bilinmesini gerektirmektedir.
Intervention lors du Congrès ABSP-CoSPoF 2021, ST 19 – La judiciarisation de la solidarité: Résis... more Intervention lors du Congrès ABSP-CoSPoF 2021, ST 19 – La judiciarisation de la solidarité: Résistances, Répression, Apprentissage, Bruxelles, 7-8-9 Avril 2021
Paper presented at the 2019 Global Human Rights at Risk Conference, Leiden University- 6-7 June 2... more Paper presented at the 2019 Global Human Rights at Risk Conference, Leiden University- 6-7 June 2019, La Haye, Nederland
Paper presented at the Roundtable event 'Whose Global Public Goods, Global Commons and Fundament... more Paper presented at the Roundtable event 'Whose Global Public Goods, Global Commons and Fundamental Values?', Feminism and International Law Interest Group of the European Society of International Law, 2017, Naples, Italy
Paper presented at the Gendered Memories of War and Political Violence Young Researchers Conferen... more Paper presented at the Gendered Memories of War and Political Violence Young Researchers Conference , 2014, Istanbul
Paper presented at the XV. IASFM (International Association for the Study of Forced Migration)Con... more Paper presented at the XV. IASFM (International Association for the Study of Forced Migration)Conference: Forced Migration and Peace: 30 years of the Cartagena Declaration on Refugees ,Bogotà, 15-18 July 2014
Uploads
Papers by hulya dincer
mücadele politikaları ile OHAL uygulamaları üzerindeki yasal ve yargısal denetimi
etkisiz hale getirmeyi, bu yolla hesap verebilirlik alanını daraltmayı
amaçlayan stratejik müdahalelerini incelemeyi amaçlamaktadır. Bu inceleme
ışığında mevcut çalışmanın temel iddiası, Türkiye’de yürütme imtiyazını
(executive prerogative)14 sorgulanamaz ve denetlenemez kılmayı amaçlayan
kanuni bir sorumsuzluk rejimi inşa edildiğidir. Bu çerçevede ilk olarak,
hukuki dayanaktan yoksun fiili bir olağanüstü hal olarak tanımlanabilecek
sokağa çıkma yasakları döneminin ardından 14 Temmuz 2016’da kabul edilen
kanunun terörle mücadele bakımından dönüştürdüğü sorumluluk rejimi
“cezasızlık” kavramı ekseninde, anayasal ilkeler ve uluslararası insan hakları
normları ışığında incelenecektir. Sonrasında ise, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin
ardından ilan edilen OHAL sırasında KHK’ler eliyle yürürlüğe sokulan
“sorumsuzluk” düzenlemelerinin içeriği ve işlevi ele alınacaktır.
ve araştırmacı, 2015-2016 yıllarında ülkenin güneydoğusunda ilan edilen sokağa
çıkma yasağı sırasında yürütülen güvenlik operasyonlarda işlenen ciddi insan hakları
ihlallerini kınamak ve 2015 yılında kesintiye uğrayan barış müzakerelerinin yeniden
başlatılması çağrısında bulunmak amacıyla “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bir
bildiri yayımladı. Hükümetin güvenlik politikalarını kınayan ve temel insan haklarını
koruma çağrısı yapan, ülke tarihinde daha önce görülmemiş kitlesellikteki bu
akademisyen girişimi, bildiri yayınlandığı andan itibaren hemen her resmi merciinin
seferber edildiği, örgütlü ve çok yönlü bir siyasi baskıyla karşı karşıya kaldı. İmzacı
akademisyenler ceza soruşturmalarına, işten çıkarmalara, kamu görevinden ihraç
kararlarına, gözaltına ve sürgüne maruz kaldılar. Dozu giderek tırmanan baskı
karşısında, bildiriyi sahiplenenlerin sayısı 2020’ye ulaştı, imzacı akademisyenlerle
dayanışmak için yurt içinden ve dışından çok sayıda destek bildirisi yayınlandı. Barış
bildirisine imza veren 406 akademisyen, isimleri olağanüstü hal kanun hükmünde
kararnamelerine (KHK) ekli listelere koyularak kamu hizmetinden geri dönüşsüz
olarak ihraç edildi; mesleklerini, yaşam kaynaklarını, sosyal, ekonomik ve siyasi
haklarını kaybetti. Baskının bir diğer ayağı da, bildiri imzacılarının bireysel olarak
yargılandıkları ve mahkûm edildikleri ceza davalarıydı. 2017’nin sonbaharından
itibaren akademisyenler Terörle Mücadele Kanunu’nun 7(2) maddesinde düzenlenen
“terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermek
ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapmak”
suçlamasıyla yargılanmaya başladılar. Barış Bildirisi imzacılarına karşı başlatılan ceza
kovuşturması, Türkiye tarihinde akademisyen ve araştırmacıların terör suçlamasıyla
yargılandığı en kitlesel cezai takibat olma özelliğiyle öne çıkıyor. Bu çalışma, barış
bildirisini odağına alarak, ceza davasının ve terör mevzuatının siyasi rejimin düşman
olarak işaretlediği grupları cezalandırmak için hangi hukuki yöntem ve taktiklerle
inşa edildiğini ve otoriter bir rejimde baskı aygıtı olarak yargıya yüklenen işlevleri
inceliyor. Yazı muhalif entelektüel faaliyetin ve sözün bastırılmasının kamusal
sonuçlarını irdelerken; aynı zamanda, Barış için Akademisyenler vakası üzerinden,
itham edilen politik öznelerin siyasi davayı kamusal bir itiraz alanına dönüştürme ve
failliğin anlamını ters yüz etme imkânını da tartışmaya açmayı hedefliyor.
https://ayrintidergi.com.tr/kalici-olaganustu-halin-yeni-cezasizlik-rejimi-adaletin-yasa-eliyle-ilgasi/
http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/2020-hukuk-kurultayi-3-cilt.pdf
Books by hulya dincer
değil yanı sıra uluslararası ceza hukuku ile insancıl hukuktaki köklerinin ve gelişim süreçlerinin de bilinmesini gerektirmektedir.
mücadele politikaları ile OHAL uygulamaları üzerindeki yasal ve yargısal denetimi
etkisiz hale getirmeyi, bu yolla hesap verebilirlik alanını daraltmayı
amaçlayan stratejik müdahalelerini incelemeyi amaçlamaktadır. Bu inceleme
ışığında mevcut çalışmanın temel iddiası, Türkiye’de yürütme imtiyazını
(executive prerogative)14 sorgulanamaz ve denetlenemez kılmayı amaçlayan
kanuni bir sorumsuzluk rejimi inşa edildiğidir. Bu çerçevede ilk olarak,
hukuki dayanaktan yoksun fiili bir olağanüstü hal olarak tanımlanabilecek
sokağa çıkma yasakları döneminin ardından 14 Temmuz 2016’da kabul edilen
kanunun terörle mücadele bakımından dönüştürdüğü sorumluluk rejimi
“cezasızlık” kavramı ekseninde, anayasal ilkeler ve uluslararası insan hakları
normları ışığında incelenecektir. Sonrasında ise, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin
ardından ilan edilen OHAL sırasında KHK’ler eliyle yürürlüğe sokulan
“sorumsuzluk” düzenlemelerinin içeriği ve işlevi ele alınacaktır.
ve araştırmacı, 2015-2016 yıllarında ülkenin güneydoğusunda ilan edilen sokağa
çıkma yasağı sırasında yürütülen güvenlik operasyonlarda işlenen ciddi insan hakları
ihlallerini kınamak ve 2015 yılında kesintiye uğrayan barış müzakerelerinin yeniden
başlatılması çağrısında bulunmak amacıyla “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bir
bildiri yayımladı. Hükümetin güvenlik politikalarını kınayan ve temel insan haklarını
koruma çağrısı yapan, ülke tarihinde daha önce görülmemiş kitlesellikteki bu
akademisyen girişimi, bildiri yayınlandığı andan itibaren hemen her resmi merciinin
seferber edildiği, örgütlü ve çok yönlü bir siyasi baskıyla karşı karşıya kaldı. İmzacı
akademisyenler ceza soruşturmalarına, işten çıkarmalara, kamu görevinden ihraç
kararlarına, gözaltına ve sürgüne maruz kaldılar. Dozu giderek tırmanan baskı
karşısında, bildiriyi sahiplenenlerin sayısı 2020’ye ulaştı, imzacı akademisyenlerle
dayanışmak için yurt içinden ve dışından çok sayıda destek bildirisi yayınlandı. Barış
bildirisine imza veren 406 akademisyen, isimleri olağanüstü hal kanun hükmünde
kararnamelerine (KHK) ekli listelere koyularak kamu hizmetinden geri dönüşsüz
olarak ihraç edildi; mesleklerini, yaşam kaynaklarını, sosyal, ekonomik ve siyasi
haklarını kaybetti. Baskının bir diğer ayağı da, bildiri imzacılarının bireysel olarak
yargılandıkları ve mahkûm edildikleri ceza davalarıydı. 2017’nin sonbaharından
itibaren akademisyenler Terörle Mücadele Kanunu’nun 7(2) maddesinde düzenlenen
“terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermek
ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapmak”
suçlamasıyla yargılanmaya başladılar. Barış Bildirisi imzacılarına karşı başlatılan ceza
kovuşturması, Türkiye tarihinde akademisyen ve araştırmacıların terör suçlamasıyla
yargılandığı en kitlesel cezai takibat olma özelliğiyle öne çıkıyor. Bu çalışma, barış
bildirisini odağına alarak, ceza davasının ve terör mevzuatının siyasi rejimin düşman
olarak işaretlediği grupları cezalandırmak için hangi hukuki yöntem ve taktiklerle
inşa edildiğini ve otoriter bir rejimde baskı aygıtı olarak yargıya yüklenen işlevleri
inceliyor. Yazı muhalif entelektüel faaliyetin ve sözün bastırılmasının kamusal
sonuçlarını irdelerken; aynı zamanda, Barış için Akademisyenler vakası üzerinden,
itham edilen politik öznelerin siyasi davayı kamusal bir itiraz alanına dönüştürme ve
failliğin anlamını ters yüz etme imkânını da tartışmaya açmayı hedefliyor.
https://ayrintidergi.com.tr/kalici-olaganustu-halin-yeni-cezasizlik-rejimi-adaletin-yasa-eliyle-ilgasi/
http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/2020-hukuk-kurultayi-3-cilt.pdf
değil yanı sıra uluslararası ceza hukuku ile insancıl hukuktaki köklerinin ve gelişim süreçlerinin de bilinmesini gerektirmektedir.
Forced Migration and Peace: 30 years of the Cartagena Declaration on Refugees
,Bogotà, 15-18 July 2014